Halk Müziğinin Hakkından Nasıl Geldiler… Suat Koçer
Toplam Okunma: 7040 | En Son Okunma: 23.11.2024 - 19:52
Ülkemizde geniş kitlelerin ilgilendiği tarzları genel hatlarıyla isimlendirecek olursak, Türk Sanat Müziği, Türk Pop Müziği, Rock Müziği, Undergrand, Fantezi Müziği, Arabesk Müziği, Klasik Batı Müziği, Etnik Müzik, Özgün Müzik v.s gibi geniş bir müzik yelpazesinden bahsetmek mümkün. Elbette ki Halk Müziğini bu örneklerden kasıtlı olarak ayrı tuttum. Zira Halk Müziği bir kaç açıdan bu tarzlardan ayrılan bir müzik tarzıdır.
Bu farkların başında da Halk müziğinin meydana geliş şekli yer alır. Zira yukarıda ismi anılan müzik türlerinin hemen hepsi çeşitli kalıp ve kriterlerle vücuda getirilir. Bazıları, başta nota olmak üzere günler, hatta aylar süren çalışmalar sonucu oluşur. Oysa Halk müziği böyle değildir. Halk müziği türkü içerisinde sözü edilen hislerin anında dile dökülmesi ile oluşan bir müzik tarzıdır.
Acının, sevincin, umudun, korkunun, özlemin, öfkenin, isteğin o an yaşandığı coşku ve ritmiyle dile bir bir dökülmesi sonucu meydana gelir. Üstelik bu oluşumda her yörenin, şivenin ve dilin temel unsur olduğunu özellikle belirtmeliyiz. Halk müziğinde asıl olan histir ve bu his insanın içine doğduğu şekilde aktarılır.
DÖNMEYENLERİN ARDINDAN YAKILAN AĞITLAR
Bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğu iç isyanı bastırmak için binlerce çocuk yaşta denebilecek genç askerini egemenliği altında bulunan Yemen’e gönderir. Asker sıkıntısı ve isyanın büyüklüğü hesap edilerek hareket edilir ve ergenlik yaşına yeni girmiş gençlerden tutun yaşını almış büyüklere kadar her kes silâhaltına çağrılır.
Binlerce kilometre öteye gidecek olan gencecik askerlerin anneleri, babaları, eşleri, nişanlıları, sözlüleri olayın vahametinin farkındadırlar ve bu yüzden acılarını dile getirmek için gidenlerin ve gidip de aylarca kendisinden haber alınamayanların arkasından türküler yakalar:
“Mızıka çalınır düğün mü sandın,
Al yeşil bayrağı gelin mi sandın,
Yemen’e gideni gelir mi sandın,
Tez gel ağam tez gel dayanamirem,
Uyku gaflet basmış uyanamirem,
Ağam, öldüğüne inanamirem”
“Padişaha söylen bu kanunu göndersin,
Bu kanunu bu zakkumu döndersin,
On seneyi bir seneye indirsin,
Hiç mi merhameti yok sultan Aziz’in,
Nolur karlı dağlar nolur.
HER AYRILIKTA YENİDEN YORUMLANAN TÜRKÜLER
O günden bu güne askerlik, evlat acısı ve gurbetlik her konuşulduğunda bu mısralar yeniden yorumlanır ve yaşanılan acılar, hasretler tekrar dile dökülmeye başlanır. Bu olay onlarca yıl önceden yaşansa da dilden dile, nesilden nesle aktarılarak ortak bir duygu kompozisyonun örneği olarak günümüze kadar gelebilmiştir.
Farklı yörelerde yaşayan ve yine farklı şivelerden konuşan ülkemiz insanları bu ortak paydayı yine ortak bir zevk ve ortak bir sahiplenme hissi ile yorumlamışlardır. Tıpkı sevdiklerinden uzakta yaşayan bir gurbetçinin içinden dökülen Erzurum yöresine ait halk türküsünde olduğu gibi;
“Erzurum dağları kar ile boran,
Almış dört yanımı dert ile verem,
Sizde bulunmaz mı bir kurşun kalem,
Yazıp ahvalimi yara bildirem
Dört yanımı gurbet sarmış telinen,
Yaslı yaslı bayram ettim el’inen,
Göz göz oldu yaralarım dilinen,
Yaramı sarmaya derman bulunmaz”
ORTAK SIZILARI ANLATAN MISRALAR
Ülkenin neresinde yaşarsa yaşasın, hangi millet, hangi kavim, hangi sosyal sınıfa mensup olursa olsun her vatandaşın dinlediğinde ve söylediğinde hüzünlendiği, sevdiklerini ve sevenlerini hatırladığında dinleyerek acısını dışa yansıttığı bu mısralar aynı yolla yıllar öncesinden bu güne aktarılmış ve hala aynı ortak duyguların bir belirtisi olarak dinlenmeye ve yorumlanmaya devam etmektedir. Üstelik ilk söylendiği tarza yakın olma kaygısı ve hassasiyeti de gözetilerek.
“Havada da kar sesi var,
Başında da mor fesi var,
Açın bakın şu konağın,
İçinde de yar sesi var.
Mor koyunu tutamadım,
Ben çobana doyamadım,
Göçmen kuşlar yuva yaptı,
Serçe kadar olamadım”
Eski bir Malatya türküsü olan “Çoban Türküsü”, sevdalandığı kişiyi alamayan birinin hüznünü anlatıyor dinleyenlere. Özellikle olağanca sadeliği ve “yerliliği” ile. Aktarıldığı zaman ve aktarılan kişisi belli olmayan bu türkünün de en büyük özelliği aynı duyguyu yaşayan insanların hislerine tercüman olması. Ama yine hiçbir fark gözetmeksizin aynı hisle ve aynı “dille”.
Kim tarafından yazıldığı ve söylendiği belli olmayan anonim türküler olduğu gibi yazan kişinin mahlası yoluyla veya her hangi biri tarafından aktarılarak bize ulaşan türkü örneklerine rastlamak da mümkün. Örneğin Aşık Emrah sevda, mertlik, kahramanlık, ayrılık ve ölüm gibi temaları işlediği türküleriyle sesini günümüze kadar duyurabilmiştir. Aşık Emrah’ın ‘Gönül Gurbet Ele Varma’ isimli türküsü günümüzde en çok dinlenen ve yorumlanan halk müziği çalışmalarından birisidir;
“Gönül gurbet ele varma,
Ya dönül ya dönülmez.
Her güzele meyil verme,
Ya sevilir, ya sevilmez.
Deryalarda yüzer bahri,
Doldur ver içeyim zehri.
Zalık gurbet elin kahrı,
Ya çekilir ya çekilmez.”
Bu örnekleri çoğaltmak ve çeşitli yörelerde yaşanılan farklı bazı duygulardan meydana gelen halk müziği çeşitlerini görmek mümkün. Ancak konunun bu kısmının anlaşılması için verilen örneklerin yeterli olduğunu düşünerek tartışmanın esas kısmına gelelim.
Yazıya başlarken Halk müziğini, örnek verdiğim bir takım müzik tarzlarından ayıran en önemli başlıca nedenin duyguların hemen dile aktarılması, aktarılan duyguların ülke içinde yaşayan tüm farklı yöre ve şivelere mensup insanlar tarafından özümsenip sahiplenerek sonraki çağlara aktarılması olduğunun altını çizdik. Peki, yazıda sözü edilen kısım bizi neden ilgilendirsin ve biz bu kadar bilgiyi ve vurguyu neden yaptık? Halk müziğini diğer müziklerden ayırma hassasiyeti nereden çıktı? Son soruya cevap arayarak başlayayım.
Yolculuklar esnasında cep telefonum arcılığıyla türkü kanalı olarak dinlediğim ve “türkülere dokunmayın” , “türküler sevdamız”, “türküler hayat kaynağımız” , ”türküler varlığımız” ve hatta “türküler silahımız” gibi sloganlar atan/attıran radyolarda rastladığım, her geçen gün taraftar toplayan bir takım yeni arayışları kısaca değerlendirmekte fayda buluyorum.
Radyoların isimlerini vermemin ne bana de dinleyicilere fazlaca bir faydası yok kanaatimce. Zaten bu konuda az çok malumatı olan okuyucular o radyoların isimlerini hemen hatırlayacaklardır. Ben radyoları değil o radyolarda verilmeye çalışılan “sözde halk müziği” düşüncesi üzerinde yoğunlaşmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Verilmeye çalışılan mesajların başında hiç kuşkusuz Halk müziğinin toplumun ortak sermayesi olduğu vurgusu geliyor. Ne var ki bu düşüncenin yansıtılması esnasında kullanılan üslubu dikkatlice ele aldığımızda ortak paydayı kullanan ortakların hiç de aşina olmadığımız bazı özelliklerine rastlıyoruz. Ne gibi mi?
Örneğin bu ortaklar türküleri zalim bir yönetime karşı bir silah olarak kullanıyorlar. Ne zaman zalim bir yönetim topluma bir şeyleri dikte etmeye kalkışsa, ortaklar ellerine sazlarını alarak meydana fırlıyorlar ve sazın sapını bir silah, mızrabını ve sözlerini ise kurşun olarak kullanıyorlar. Bu son derece çarpık, yönlendirici ve de Halk müziğinin geçmişi ve muhtevası ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayan ‘marjinalize’ sapmalar, “acaba bu Halk müziğinin paydasını omuzlayan halk hangi halk?” diye sorusunu getiriyor akla.
Ben tarihin herhangi bir diliminde türküleri birer silah olarak kullanan bir halk kesimini okumadım ve duymadım. Tarihin bazı evrelerinde sözü edilen bir takım isyancıların simgesi haline getirilen bazı örnekleri akla ziyan bir genelleme ile genelleyerek tüm halk müziği kavramı üzerine oturtmak hangi bilimsel, toplumsal ve fikirsel gerçeğe dayanabilir?
Hadi bazıları kızsa da örneği biraz daha açarak soruya yanıt bulmaya çalışalım. Yavuz Sultan Selim’e karşı ayaklanan Pir Sultan Abdal’ın hareketini ve müzik anlayışını bir müzik tarzının merkezine oturmak ve bu tarzla uzaktan yakından hiçbir alakası olmayan bir militarist söylemle izah etmeye çalışmanın elle tutulur hiçbir mantıklı açıklaması yoktur.
Elbette ki konu Pir Sultan’ın isyanı ve bu isyan konusunda taraflardan birini haklı veya haksız görme konusu değildir. Ancak siyasal, etnik ve coğrafik farklılıklardan soyutlanmış ve salt hissi realiteler üzerine kurulu bir müzik anlayışını kendi ekseninden çıkararak, bir gurup siyasal ve mezhebi anlayışın sembolü haline getirmek birkaç açıdan son derece tehlikeli bir metot olacaktır. Bu metottan doğan birçok örneğe daha şimdiden rastlamak mümkün.
Bıyıklarını ağzını kapatacak şekilde bırakan bir gencin elindeki bağlama ile önce Pir Sultan deyişleri ile başlayıp, siyasi mesaj ve vurgular ile devam eden iktidar, rejim ve bir takım inanç sistemlerine ağır itham, hakaret ve tehditkâr göndermeler ile noktalanan sözüm ona halk müziği örnekleri ile yazının başında örnek verilen halk müziği arasında bir ilişki kurabilen var mı? “Türküler onurumuz” sloganı atan bir topluluğun onurundan kastının ne olduğunun anlaşılması için o radyolardan birinin yarım saat dinlenmesi yeterli olacaktır.
“Türküler sevdamız” sloganı ile hangi sevdaların özleminin çekildiği, ikinci ve üçüncü türküden anlaşılıyor. “Türkülere dokunmayın” denildiğinde dokunulmasını istemedikleri şeyin, “Atladım Girdim Bağa” halk türküsünde sözü edilen hisler olduğunu savunabilecek bir safdilli tanıyor musunuz? “Türküler silahımız” derken kastedilen silahın “Cevizin Yaprağı Dal Arasında” isimli türkünün teması olduğunu düşüneniniz var mı? Ya da “Zulüm düzenine karşı isyanın simgesi” olarak “Urfa’nın Etrafı Dumanlı Dağlar” türküsünü söylemek mümkün müdür? “Karpuz Kestim Yiyen Yok” türküsünü hangi pankartta okuyabilirsiniz? “Yeşil Başlı Gövel Ördek” bir marş olarak söylense kaç kişiyi cuşa getirir? Bazılarınızın tebessüm ettiğini görür gibiyim. Ancak şimdi vereceğim sınırlı birkaç somut örnekle, aslında ‘sevda’ dan kastın ne olduğu az çok gösteriyor kendini.
Örneğin, sesi ve kendisine has yorumu ile büyük beğeni toplayan ve alanında ciddi bir müzik kariyeri oluşturan Selda Bağcan’ın “Bitlis’te Beş Minare” isimli türküye bir kıta daha eklediğini bileniniz var mı? Üstelik türkünün formatıyla hiçbir alakası olmayan “emekçiler, yoldaşlar, Halo (Kürtçe’de dayı anlamına gelir. Ancak sol düşünce frekansları bu kelimeyi bazen yurttaşlık duygusunun bir simgesi olarak kullanırlar), zulüm çarkı” gibi kavramlar kullanarak. Bağcan, Erzurumlu Emrah’ın “Felek Çakmağını Üstüme Çaktı” isimli türküsünü yorumlarken şu mısraları kullanıyor;
“Daim dilimizde “Halkın” kelamı,
Uğra dost yanına eyle selamı,
Tenhada görürsen Emrah cananı,
Daim dilimizde o leyli leyli.”
Oysa türkünün orijinalinde “Daim dilimizde Hak’kın kelamı” ifadesi yer alıyor. Yani anlayacağınız ‘Hakk’ın’ kelimesi bir anda ‘Halk’ın kelamına dönüşüveriyor. Türküyü yine bu formatta okuyan diğer bir yorumcu da Musa Eroğlu’dur. Buna verilecek örnekler okuyucuları sıkacak kadar çoktur.
Yine bu radyo istasyonlarının sıklıkla çaldığı Halk müziği (!) örneklerinden birisi de Kardeş Türküler isimli guruba ait. Müziklerini benim de çok beğendiğim bu gurup farklı etnik kökenlere ait çalışmaları kendilerine özgü tarzları ile yorumlayıp dinleyicileriyle paylaşıyorlar.
Toplumda yaşayan farklı etnik kökenlerin kaynaşmasına vesile olan, seçkin bir müzik örneği sergileyen bu gurubun seslendirdiği Kürtçe semahlardan birisi olan “Demme’ isimli çalışmada yer alan şu mısralar, bu tarz semah ve deyiş örneklerinde çok daha ağır tonlarına rastlayabileceğimiz bir mezhebi taassup anlayışının sadece küçük bir örneğidir;
“Semmameye reya Ehli Beytane,
Semmameye tera çend qıblerane”
Yani;
“Bizim semamız Ehli Beytin yoludur,
Bir semamız sayısız Kıbleye bedeldir”
Bu noktayı da konunun uzamaması için bir örnekle sınırlı tutuyorum. Son bir örneği de Özgün Müziğin (kendisi Özgür Müzik olarak tarif ediyordu) ünlü sesi Ahmet Kaya’dan verelim. Kaya, bir Ege türküsünde yer alan “Arkadaşım İbram çavuş, Allah’ıma emanet” ifadesindeki “Allah’ıma” kelimesi yerine “yoldaşlara” kelimesini koyarak; “Arkadaşım İbram çavuş, ‘yoldaşlara’ emanet” şekline büründürmüştür.
Aynı radyolarda ve çevrelerde sıklıkla yapılan semah ve deyişlerin Halk müziği olarak adlandırıldığını görüyoruz. Ayrıca semah ve deyişlerde kullanılan teknik ve içeriklerin bu anlayışlardan uzak muhtevalar taşıyan Halk müziği örneklerini yorumlarken de kullanıldıklarına şahit oluyoruz.
Bu düşünce yapısına sahip olan birçok sanatçı ve gurubun sıradan bir ananeyi anlatan türküyü bile ‘dağda ateş yakan bir terörist/militan’ ağzıyla, yumruklar havada bir şekilde söylemesi buraya kadar yazdığım bütün yazıların ve bu anlamda yazılacak bütün bir muhtevanın bir özeti adeta.
Bu bir müzik sorunu olarak mı yoksa toplumsal bir sapma örneği olarak mı değerlendirilmeli? Eğer bir müzik sorunu olarak değerlendirilirse (ki asla böyle değerlendirilmemeli) “canım bizim müzik diye bir derdimiz yok, konuyu müzikle ilgilenenler tartışsın” denileceği muhakkak. Ama konu, bir kesimin kendi anlayış biçimlerini çeşitli yollarla genelleştirmeye çalışarak, topluma ait değerleri belirli bir kanala yönlendirmeye çalışmaksa (kanaatim bu yönde) bu sapmanın diğer birçok alanda rastlanan sapmalarda olduğu gibi irdelenip bazı kültürel ve sanatsal çözümlerin üretilmesi gerekir.
Yukarıda bir sapma örneği olarak tanımladığım müzik çeşidinin sergilendiği ortamlardan biri olan “Türkü Barlar’ı” da hatırlatacak olursak konunun daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunmuş olurum.
Her türlü düşünce sisteminin kendi müzik anlayışını ve kültürünü oluşturmasını ve diğer düşünceleri incitmeyecek ve kırmayacak bir şekilde dilediği yorumu ve tarzı geliştirmesini gayet doğal karşılayabiliriz. Hiç kimsenin bir başkasına sanatını icra etmesi noktasında baskı yapmaya hakkı yoktur.
Hangi düşünce sistemine mensup olursa olsun amacı kin, nefret, yıkıcılık, düşmanlık, hakaret olmayan her ürün ve anlayış yeni toplumsal zenginliklerin ve başarıların birer tohumu bile olabilir. Fakat ne zamanki kendi sanat, edebiyat, müzik anlayışını türlü kurnazlıklar yaparak bir toplumun ortak örf, anane, inanç ve kültür yapısının üstüne çıkarıp bu ortak paydaları belli bir fikrin rotasına koymaya çalışan birileri olursa, o toplumun temel kültürel dinamikleri zedeleneceği gibi toplumun ortak anlayış ve değerleri de parçalanıp bir ideoloji kavgasına kurban gidecektir.
Ortaya çıkan manzaradan menfi olarak en çok etkilenecekler ise temeli saflığa, anlayışı irfana, sanatı zarafet ve inceliğe amacı ise aynı acının ve sevincin nesiller boyu korunarak kültürel zenginliğin kuşaklara taşınması olan bu ortak müzik kültürünü bilerek/bilmeyerek zedeleyen çevreler olacaktır. Çünkü bu yöndeki çabalar, gelecek nesillere ‘Halk müziğine hizmet etmek’ değil ‘Halk müziğinin hakkından gelinmesi’ olarak anılacaktır.
Son bir cümle; Kimse kızmasın. Bu satırlar sadece iyi niyetli bir tartışmanın kapısını aralamak içindir.
_________________________________________
10 Nisan 2007
http://www.haber7.com/haber/20070410/Halk-muziginin-hakkindan-nasil-geldiler.php