Menderes ve Yasaklı Bir Şarkı… Beşir Ayvazoğlu


Toplam Okunma: 7375 | En Son Okunma: 19.11.2024 - 13:28
Kategori: Fikir Yazıları

İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nun konserlerini takip edenler, seyirciye göre sahnenin solunda yıllardan beri viyolonsel çalan, gür beyaz saçlı ve kalın gözlüklü müzisyeni çok iyi tanırlar. Adı Fırat Kızıltuğ’dur; Türk musikisine Batı musikisinden geçen, dolayısıyla iki musikiyi de çok iyi bilen bu değerli müzisyen, aynı zamanda lâvta çalar, bestekâr, şair ve yazardır… Fırat Bey, bu şarkıyı ilk defa 1950’lerin başında radyoda Alaeddin Yavaşca’dan dinleyince şaşırdığını söyledi. Çünkü babasından bu şarkının yasak olduğuna dair bir rivayet duymuş…

Güzel musiki hikâyeleri ve anekdotları anlattığı Dildeste adlı sevimli kitabı geçen yıl Ötüken Neşriyat tarafından yayımlandı.
Fırat Bey’in bu yazının yazılmasına da vesile bir özelliği daha vardır: Hoşsohbetlik. Ne zaman karşılaşsak tatlı bir sohbete dalarız ve kendisinden mutlaka bir şeyler öğrenirim. Geçenlerde Türk Edebiyatı Vakfı’nda karşılaştık, söz dönüp dolaştı ve nasılsa –galiba Demokrat Parti’nin kuruluş yıldönümü olduğu için– merhum Adnan Menderes’in Türk musikisiyle ilişkisine geldi. Ve tabii Lem’i Atlı’nın meşhur uşşak şarkısının nasıl yasaklandığına ve daha sonra bu yasağın Menderes tarafından nasıl kaldırıldığına… Şarkının sözleri şöyledir:

Bu imtidâd-ı cevre kim bahtın şitâbı var
Mihnet-medâr olan feleğe intisâbı var
Eyler nesîm-i subhu bize gird-bâd-ı gam
Bu rûzgâr-ı bî-mededin inkılâbı var

Fırat Bey, bu şarkıyı ilk defa 1950’lerin başında radyoda Alaeddin Yavaşca’dan dinleyince şaşırdığını söyledi. Çünkü babasından bu şarkının yasak olduğuna dair bir rivayet duymuş. “Oğlum, demiş babası, Lem’i Atlı’nın şarkısını Ziya Hurşit idam sephasında söylemiş. Atatürk’e bundan bahsetmişler, üzülmüş ve şarkıyı yasaklamış. O günden beri yasak!”

Alaeddin Yavaşca bu hadiseyi yıllar önce biraz farklı anlatmıştı. Çok etkilenmiş ve duygularımı galiba yine bu köşede okuyucularımla paylaşmıştım. Merhum Adnan Menderes’in nezaketi, ahlâkı ve karakteri hakkında da önemli ipuçları taşıdığı için aynı hikâyeyi izninizle bir daha anlatmak istiyorum:

Yıl 1952 veya 1953. Halk Partisi’nden bir hanım milletvekili Demokrat Parti’ye geçmek istemektedir; TBMM kürsüsünde etkileyici konuşmalarıyla tanınan, aktif, becerikli bir hanım… Bunun için vaktiyle babasının yakın dostlarından olan Refik Koraltan’a aracı olması için ricada bulunur. Ve Ziraat Bankası Genel Müdürü Midhat Dülger’in Kalender’deki büyük evinde yemekli bir toplantı düzenlenir. Refik Koraltan, bu toplantıda eşi Mukbile Hanım’ın akrabalarından Alaeddin Yavaşca’nın da küçük bir konser vermesini istemiştir. Ve toplantı günü gelir çatar. Uzun yemek masasının etrafında kimler yoktur ki! Celâl Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Refik Koraltan, yani dört kurucu ve önde gelen bakanlar, milletvekilleri… Hepsi de hanımlarıyla gelmişlerdir.

Toplantıda, önce Demokrat Parti’ye geçmek isteyen hanım milletvekili söz alır ve özetle şunları söyler: “Bir insan, ne yaparsa gençliğinde yapar. Ama benim partim maalesef muhalefete düştü. Üstelik şu anda muhalefeti bile yapabilecek güçte değildir. Ben bu aktif dönemimde, aktif olan bir partide çalışmak, enerjimi Demokrat Parti saflarında harcamak istiyorum.”

Ardından Refik Koraltan, Halk Partili hanım milletvekilini öven ve partilerine katılma talebini memnuniyetle karşıladıklarını ifade eden bir konuşma yapar. Cumhurbaşkanı Celâl Bayar ve Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü de yaptıkları konuşmalarda Koraltan’a katıldıklarını ifade ederler. Sonra sözü Adnan Menderes alır ve der ki:

“Ağabeylerimin fikirleri benim için muhteremdir. Fakat demokrasi tek ayak üzerinde duran bir rejim değildir, iki ayak üzerinde durmaya mecburdur: İktidar ve muhalefet. Büyük bir şanssızlık eseri olarak muhalefet ayağı zayıf kalmıştır. Halbuki takip ve murakabe edecek, iktidar olarak yanlış iş yaparsak bizi uyaracak bir muhalefet lazımdır. Şimdi benim gönlüm, bu çok değerli ve cerbezeli politikacı hanımefendinin ezici bir çoğunlukla iktidara gelmiş Demokrat Parti’de değil, zayıf düşmüş olan kendi partisinde görev yaparak bizim karşımıza çıkmasını, bizi hiç çekinmeden enine boyuna tenkit etmesini arzu ediyoruz. Bilmem yanılıyor muyum?”
Menderes, her zaman olduğu gibi, o kadar güzel etkili konuşmuştur ki, diğerleri de ister istemez onun fikrine iştirak ederler. Hanım milletvekilinin teşebbüsü böylece suya düşer.

Sıra musikiye gelmiştir. Alaeddin Yavaşca, birkaç eser okuduktan sonra Menderes’in kalktığını görür ve fena halde alınarak “Hiç konserin yarısında kalkılır mı, sevmiyorsan musiki istemeseydin?” diye geçirir içinden. Fakat tam o sırada kulağında birinin nefesini hisseder ve bir fısıltı:

“Sayın doktor, acaba repertuvarınızda ‘Bu imtidâd–ı cevre kim bahtın şitâbı var’ şarkısı var mı?”

Alaeddin Bey’i dinleyelim:
“Dönüp baktım ki Adnan Menderes. Meğerse arkadan dolaşmış. ‘Var efendim’ dedim. ‘Lütfen okur musun, rica edeceğim.’ dedi. ‘Hayhay efendim’ dedim. Gitti, yerine oturdu ve bu sefer aynı şarkıyı yüksek sesle istedi. Düşününüz, bir sanatkârı, istediği şarkının repertuvarında bulunmaması ihtimalini düşünerek, kalabalık önünde küçük düşürmemek için gelip önce kulağına fısıldıyor. Varsa isteyecek! Ne büyük incelik! Doğrusu içimden geçirdiklerimden utandım.”

Adnan Menderes’in söz konusu şarkıyı istemesi sebepsiz değildir. Akrabasından Dr. Nâzım, İzmir suikastına karıştığı iddiasıyla İstiklâl Mahkemesi tarafından idama mahkum edildikten sonra, mutad olduğu üzere, son arzusu sorulur. Ünlü ittihatçı der ki:
“Gidin Paşa’ya söyleyin, ‘Bu rüzgâr–i bî–mededin inkilâbı var.’”

Bu, söz konusu uşşak şarkının dördüncü misraıdır.
Dr. Nâzım’la ilgili idam kararı, Atatürk’e Marmara Köşkü’nde imzalatılır, bir balo sırasında. Refik Koraltan’ın Yavaşca’ya anlattığına göre, rengi sararan Atatürk kalemi elinden atar. İsmet Paşa’nın “Paşam zaaf göstermeyin!” ihtarı üzerine kararı istemeyerek imzalarken Dr. Nâzım’ın son arzusunun ne olduğunu sorar.

Söylediklerini aynen naklederler. Bunun üzerine, üzüntülü bir sesle “Kaldırın bu şarkıyı!” deyiverir. Ve şarkı repertuvardan çıkarılıp yasaklanır.

Lem’i Atlı’nın uşşak şarkısı üzerindeki yasak Kalender’de yapılan o yemekli toplantıya kadar devam edecektir.
Menderes, Alaeddin Yavaşca’ya aynı şarkıyı bir defa daha okuttuktan sonra, “Çok rica ederim doktor, bunu bir radyo emisyonunuzda okuyunuz ve okuyacağınız zamanı bana da bildiriniz!” der.

Yavaşca, Lem’i Atlı şarkısını, radyoda, bir öğle yayını için repertuvarına alır ve bunu Adnan Menderes’e de bildirir. Yayın biter bitmez Yavaşca’yı arayan başbakan, heyecanlı bir sesle şunları söyleyecektir:

“Ağzınıza sağlık aziz doktor, çok memnun ve mahzuz oldum. Çok rica ediyorum, arkadaşlarınıza da eğer kendilerinde yoksa notalarını veriniz, repertuvarlarına alsınlar!”

Lem’i Atlı’nın şarkısı üzerindeki yasak böylece kalkar kalkmasına, ama “rûzgâr–ı bî–meded”, bir gün bir “inkılab”la Menderes’i vurur.
İmdi, her dinleyişte içimizi burkan bu dokunaklı şarkıyı idam sehpasında söyleyen Ziya Hurşit miydi, Dr. Nâzım mı? “Ne fark eder ki?” diyebilirsiniz, haklısınız.
Ama yine de araştırıp soruşturmaya değer…

BEŞİR AYVAZOĞLU
26.05.2002
____________________________
Zaman Gazetesi, 26 Mayıs 2002

Şarkının Kaydı ve Notası:

http://www.nme.com/video/id/5q-vi-fwKUA/search/bahtin

 




Hoşgeldiniz