Küçük Bir Anı, Ama Benim İçin Pek Değerli: Neriman Altındağ Tüfekçi… İnal Karagözoğlu
Toplam Okunma: 4575 | En Son Okunma: 20.11.2024 - 04:54
Çalışma yaşamımın bir sekiz buçuk yıllık döneminde, şimdiki adı Körfez(İzmit) olan Yarımca’da belediye başkan yardımcısıydım… Yıl 1979… Bir gün, belediyede, odamdayım. Yanımda rahmetli İrfan Özbakır var… Belediyemiz, Türk müziğine gönül verenlere, vereceklere bir olanak sunmuş: İnci Çayırlı, Can Etili, İrfan Özbakır’dan oluşan bir öğretim kadrosu, ileride bir konservatuvara dönüşmesi amaçlanan yöremiz ilk adımın güçlü, değerli öncüsü olarak bizimle… İstanbul’daki konservatuar ise o tarihte Nişantaşı’ndaydı; daha sonra bir yangına kurban gidecek olan ahşap binasında… Nida Bey beni eşine tanıştırdı, “Bizden izin istemeye gelmiş” deyip elindeki yazıyı ona verdi…
Küçük Bir Anı Ama Benim İçin Pek Değerli Neriman Altındağ Tüfekçi… İnal Karagözoğlu
Eksik olmasın, Edebiyaz alanının sahibi/yöneticisi saygıdeğer ağdaşım şair Bayram Leventoğlu, kendisinde de yayımlanan Mehmet Akif’ten Konuşurken… başlıklı yazıma övücü yorumda bulunmuş. Bu arada, Şubat’ın ilk haftasında aramızdan ayrılan Neriman Altındağ Tüfekçi’yi bir yazımla anacağımı bildiğini belirtmiş. Bayram Bey’in bu sözleri, Tüfekçi’yle, Tüfekçiler’le olan biricik anıma kapı açtı. Bu pek küçük ama benim için pek değerli anı da, küllenmiş nice şeyleri çağrıştırdı. Neredeyse otuz yıl geride kalmış yaşanmışlıklar bunlar…*
Çalışma yaşamımın bir sekiz buçuk yıllık döneminde, şimdiki adı Körfez(İzmit) olan Yarımca’da belediye başkan yardımcısıydım… Devlet memuru olarak… 657’ye tabi yani. Bir zamanlar bu beldede, 1960 başlarından 1983’e kadar, önce kiraz şenliği olarak, sonra da kültür ve sanat şenliği olarak Belediye’nin düzenlediği dolu dolu etkinlikler yaşanırdı. Bu şenlikler şimdi de yapılıyor; ama amaçları olsun, içerikleri olsun, niteliği olsun değişmiş biçimde…
Yıl 1981. Yine bir şenlik hazırlığı içindeyiz… Ben, şenlik düzenleme ve yürütme kurullarında görevliyim; işin yazmanlığı resmen bende… Bu görev, şenliğe çağrılması tasarlanan, düşünülen sanat ve kültür insanlarıyla, kurum ya da kuruluşlarla belediye adına görüşmeler yapmayı da kapsıyor. O yıl, şenlik izlencesine, Yarımca’dan da bir şeyler katmayı kararlaştırmıştık; öneri benimdi; bir geceyi de buna ayıracaktık. Yarımca’da, belediyeye geçmezden önce bir öğretmenlik geçmişim vardı; yöredeki müzik dernekleriyle ilişkim, yakınlığım olduğundan pek çok kaynağa ulaşabilecektim. Bu arada, konservatuvar öğrencisi bir kızımız vardı, hele de onun sahneye çıkmasını pek istiyordum… Ayrıca, müzik dışından pek çok yetenekli gençleri de tanıyordum; en azından, onları tanıyan bir çevrem vardı.
Biraz öncelere gideyim:
Yıl 1979… Bir gün, belediyede, odamdayım… Yanımda rahmetli İrfan Özbakır var… Belediyemiz, Türk müziğine gönül verenlere, vereceklere bir olanak sunmuş: İnci Çayırlı, Can Etili, İrfan Özbakır’dan oluşan bir öğretim kadrosu, ileride bir konservatuvara dönüşmesi amaçlanan bu ilk adımın güçlü, değerli öncüsü olarak bizimle… Dersler yeni başlamış…
Özbakır, değerli bir ud ustamız, bestecimiz… Nazariyat, nota, solfej derslerini o veriyor; ben de, ‘eski bir defter’i açıp öğrencisi olmuşum ‘hemşehrim’in… Rahmetli Amasyalı, ben Tokatlıyım; İzmit, İstanbul gibi anatoprağımızdan uzak ellerde hemşehri sayılmamız pek doğal… Özbakır, dersten çıkmış, İstanbul’a Adapazarı treniyle dönecek, benim odamda vakit dolduruyor; kendisine bir kahve söylemişim, bir yandan sohbet ediyoruz, bir yandan da işlerime bakıyorum… Bu arada, rahmetli, udun akort düzeneğinde yaptığı değişikliği anlatıyor, geliştirdiği ud metodundan söz ediyor…
Derken, elinde dilekçeyle odama bir hanım giriyor; dilekçeleri ben havale etmekteyim… Hanımı tanıyorum; Kirazlıyalı’dan… O yıllarda, Kirazlıyalı, belediyecilik diliyle bizim belediyenin ‘mücavir alanlar’ından* biri. Bu hanım, yaptıracağı bir inşaat dolayısıyla sık sık belediyemize gelmekte. İşi biraz karmaşık, bir türlü bitmek bilmiyor… Kirazlıyalı’lı hanımın müziğe meraklı bir kızı olduğunu biliyorum; geliş gidişlerinde öğrenmişim: bir keresinde, benim öğretmenlikten geldiğimi bildiğinden olacak, bana, kızım nasıl yetiştirilir, diye sormuş, ben de, konservatuvara ver, demişim. Bunlar aklıma geliyor, hemen soruyorum: kızımızın okulu nasıl gidiyor? İrfan Hoca’ya da durumu anlatıyorum… İşte, sahneye çıkmasını pek istediğim konservatuvar öğrencisi kızımız, bu çocuk…
1981 yılına döneyim: kızımız daha on sekizinde olmadığından, önce annesiyle görüştüm, isteğimizi anlatıp sahneye çıkması için aile büyüklerinin onayını aldım; sonra da, bir öğrencinin halka açık bir etkinlikte sahneye çıkıp türkü söylemesinin okulunun iznine bağlı olacağı düşüncesiyle Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’na bir resmi yazı yazıp İstanbul’un yolunu tuttum. İşlemi elden yürütmek, dahası, hemen ve mutlaka olumlu sonuçlandırmak istiyordum…
Bu konsevatuvar o tarihte Nişantaşı’ndaydı; daha sonra bir yangına kurban gidecek olan ahşap binasında…
Sanıyorum, ilk binasıydı bu… Bir avludan geçip binaya girer girmez rastladığım ilk kişiye derdimi anlatmıştım, o da Bölüm Başkanı’na gitmemi söylemişti… Girdiğim odada rahmetli Nida Tüfekçi’nin karşısında buldum kendimi. Kendimi tanıtıp yazıyı sundum, gösterdiği koltuğa iliştim… Okuması biter bitmez de dileğimi bir de sözlü olarak anlatmaya başladım, tam bu sırada Neriman Hanım girdi içeriye…
Hemen Nida Bey beni eşine tanıştırdı, “Bizden izin istemeye gelmiş” deyip elindeki yazıyı ona verdi. On beş saniye bile geçmemişti, rahmetli, “Tabii canım, çıksın okusun türkülerini, tecrübe olur… Bizce mahzur yok, değil mi Nida Bey” gibilerinden bir şeyler söyledi. Böylece, izin de çıkmış oldu. Pek ilgi göstermişlerdi bana…
İzin yazısı elimde, teşekkür edip ayrılmak için yeniden odaya girdiğimde ayakta konuşurlarken buldum Tüfekçiler’i. Yarımca’ya hemen dönüyor muydum? Döneceğimi söyleyince de bu kez nasıl olacağını sordular. Ben de, Karaköy’den Haydarpaşa vapuruna, sonra da Adapazarı trenine, diye yol çizgimi belirtince, biz sizi vapura bırakalım, demezler mi? Biz de çıkıyorduk zaten, diyordu Neriman Hanım… İşte bu hiç beklenmeyecek bir şeydi… Ne kadar teşekkür ettiysem, ne kadar yollarını benim için değiştirmelerinden üzüntü duyacağımı belirttiysem de niyetlerinden vazgeçiremedim. Nerede oturuyorlardı ya da ben olmasaydım nereye gideceklerdi, bunu da söylemediler… Karaköy yolculuğumuz, şenliğimize ilişkin konuşmalarla geçti. Peki, arabayı kim sürüyordu, işte bunu anımsamıyorum.
Her iki değerli insanımızı sevgiyle, saygıyla, rahmetle anıyorum.
İnal Karagözoğlu
Yarımca, 15 Şubat 2009
___________________
* mücavir alan: Belediye sınırlarına komşu olup, olası gelişmesi dolayısıyla imar mevzuatı bakımından bir belediyenin denetiminde, sorumluluğunda olması gerekli görülen alan.
Fotoğraf altı: www.tmdk.itu.edu.tr