Musıkimizin bugünkü hal-i pür melâli “Çarpık Modernleşme” nin sonucudur… Salih Zeki Çavdaroğlu
Toplam Okunma: 3114 | En Son Okunma: 24.11.2024 - 07:11
Sayın Zülfü Livaneli 2 Ocak 2009 günlü VATAN’ daki köşesindeki yazısına “Modernleşme ve Cıs- Tak Ritmi” başlığını atmış. Ele aldığı konunun ana ekseninin, Yesari Asım Arsoy, Sadettin Kaynak, Selahattin Pınar besteleri ile İstanbul türkülerinin artık CD’ lere -cis-tak ritmi olarak tanımladığı- disko davulları eşliğinde yorumlanmasından duyduğu rahatsızlık olduğu anlaşılıyor.
Böyle bir çarpık icranın olmaması gerektiği hususunda Sayın Livaneli’ ye hak vermemek mümkün değil. Ancak, sayın Livaneli bu anlamda çok doğru tesbitler yaptıktan sonra, “Biz bugün Osmanlı ritimlerini değil, Araplardan ithal edilmiş olan bir ritmi temel üslup haline getirmişiz.” Cümlesi ile yozlaşmanın faturasını Arap müziğine çıkarıyor.
Müziğimizin bu gün geldiği içler acısı durumun müsebbibi sadece Arap müziğinin ritmi değil. O husus minicik bir detay. Sorun da günümüzün sorunu değil. Geçmişi (1828’de Tanzimatla tohumları atılıp)1930’ lu yıllara dayanan ve adına “Musıki İnkılâbı” adı verilen bir kültür tasfiyesinin çok acı meyveleri. Yani 600 yıllık bir Osmanlılık birikiminin, ruh ve zihinlerden kazınması adına oluşturulan bir ucube müziğin, ikinci, üçüncü nesil neseb-i gayr-i sahih ürünleri karşımıza cıs-tak ritmi olarak çıkıyor.
“Sayın Livaneli ‘ nin de çok iyi bildiği gibi musıkimizde arayışlar 1828 ‘ de II. Mahmud ‘ un Mehterhane’ yi kaldırıp , yerine Mızıka-i
Hümâyun’ u kurmasıyla başlar. Belki iyi niyetli bir yaklaşım olarak başlatılmışsa da Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerine gelindiğinde Türk Musıkisi Devlet nezdinde artık bir üvey evlat , bir yanaşma düzeyindedir.”
Cumhuriyet’ in kuruluşunun akabinde bir müzik adamı ve hatta musıkişinas olmamasına rağmen Ziya Gökalp’ in kestiği ahkamlar doğrultusunda, Milli musıki adına, öz musıkimiz devrin yetkililerinin bütün iyi niyetlerine rağmen bir ölçüde katledilmiştir. 1934 yılında önce Eğitim kurumlarında Türk Musıkisi’nin öğretiminin yasaklanmasıyla başlayıp, Devlet radyolarında takriben 1,5 sene sürecek olan yayın yasağı bu günkü “cis-tak” ların oluşacağı bataklığı meydana getirmiştir.
Akabinde Cumhuriyetimizin kompozitörleri Itrî’ nin tekbiri, salat-ı ümmiyesine varıncaya kadar onlarca eserin ezgileriyle sözüm ona “Milli musıki” oluşturmak adına pervasızca oynamışlardır. Yani bir yandan Osmanlı’ nın musıkisi Arap’ tan , Bizans’ tan kotarmadır diyenler, büyük bir pişkinlikle oluşturmaya çalıştıkları “yapıt”larının materyali olarak o musıkinin en güzide nağmelerini kullanmaktan geri durmamışlardı.
Türk milleti de önüne müzik diye konulan karikatürize polifonik müziğin azabından ister istemez kaçacaktı. Sığınacağı liman da kendi müziğinin ses sisteminden oluşan Arap müziği olacaktı. Uzun yıllar Türk insanı Kahire, Şam ve Bağdat gibi Arap radyolarından parazitli bir sesle de olsa Arap müziğini dinlemeyip te ne yapacaktı?
Arap müziği, müziğimizin yozlaşmasında direkt değil, olsa olsa endirekt bir etken. Ana etken ise tamamen farklı. Devlet’ in yanlış kültür politikası.
“Cıs-tak” müziği pop-ticari anlayışın doğal bir sonucu. Onu alıp dinleyenler de “Tut-i Mucize gûyem” le sallanıp , “Dönülmez akşamın ufkundayız” ile hora tepen kalabalıklar. Müzik onlar için duygudan çok, bir eğlence aracı. Tabii ki bu durumda da aslolan ritimdir. Ritim ne kadar kıvrak olursa, arz-talep eğrisi de aynı oranda artacaktır.
Gerek TRT, gerek Kültür Bakanlığı ve gerekse Türk musıkisinin güzide besteci ve icracılarınca sayı olarak yetersiz de olsa “cıs-tak” sız bir şeklide ve otantik nitelikte üretilen CD’ ler, bu müziğe gönül verenlerce, zevkle, muhabbetle dinlenilmektedir.
Zaten bu konuda güzel de bir özdeyişimiz vardır :
“ Bir şeyin kıymeti nedretindedir”…