Başlangıcından Lâle Devrine Kadar Musıkîmizin Oluşum ve Gelişim Tarihçesinden Kesitler ( 2 )… Salih Zeki Çavdaroğlu


Toplam Okunma: 8055 | En Son Okunma: 23.11.2024 - 13:55
Kategori: Araştırma Yazıları

…Aynı dönemde Batı musıkisinde “opera”müziği gelişimin tamamlamış, Osmanlı Sarayı buna ilgisiz kalmamıştır. 1675 senesinde Edirne’de yapılacak Sûr-ı Hümâyûn törenleri için Venedik Devleti’nden bir opera topluluğu istenmişse de, zamanın kısıtlı olması sebebiyle gerçekleştirilememiştir. Buna rağmen aynı törenlerde org’lar eşliğinde Batı Musıkisi çalınmıştır… 1680’li yıllarda Mehter musıkîsi etkisinde kalan N.A.STRUNGK “ESTHER” Operasını besteler.

Başlangıcından Lâle Devrine Kadar Musıkîmizin Oluşum ve Gelişim Tarihçesi ( 2 )…

Geleneksel Musıkimiz’de erken klâsik dönem 15. yüzyılın ortasında başlar. Klâsik dönem 18.yüzyılın ilk çeyreğine kadar sürer. Musıkimizin parlak makamları olan Hüzzam, Hicazkâr, Şedaraban, Bestenigâr, Hisarbuselik, Karcığar ve Zavil bu zamanlarda ortaya çıkar ve yerleşir.

Babasının ölümünden sonra Osmanlı tahtına oturan ve İstanbul’ u aldığında “Fatih” lâkabı ile şereflenecek olan II.Mehmed, Osmanlı’ nın aşiretten büyük bir devlet oluşu serüveninde önemli bir kilometre taşıdır. Askerî, idarî ve ilmî yönleri yanında, Osmanlı sanatının oluşumunda ve kimlik kazanmasında en büyük pay sahiplerinden biridir.

Fetih sonrasında bir devri kapatıp yeni bir devir açmakla kalmayıp, bir aşiret devletinden büyük bir İmparatorluk ortaya çıkardığı gibi :

“…Fatih Osmanlı rönesansı’nı geliştirmiştir.Tüm sanat çalışmaları Fatih döneminde geliştirmiştir…” (1) diyebiliriz.
Dünya tarihinin satırbaşlarından birisi olan “fetih” sonrasında, İstanbul Osmanlı’nın siyasî olduğu kadar kültür başkenti de olması kaçınılmazdı.

Çünkü, artık :”…Osmanlı kültürünün köşe taşları bir bir yerlerine yerleştirilmektedir. Dilde, edebiyatta, mimârîde, şehircilikte, musıkîde ve yaşama biçimlerinde Beylikler Devri’nin özellikleri yerleşik ve güçlü cihan devletinin ihtiyaç ve istekleri doğrultusunda değişerek meyvalarını vermiş ve çok muhteşem bir medeniyetin dünyaya gelişini gösterir mahiyette ilk örneklerini sunmaya başlamışlardır…”( 2 )

Batı Medeniyeti’nin temsilcisi olan Bizans İmparatorluğu yıkılmışsa da, mensuplarının ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel faaliyetleri devam etmektedir. Özellikle başta Ortodoks Hristiyan camia, Ermeni ve Yahudi topluluklar bütün faaliyetlerinde olduğu gibi Osmanlı ile yüzyüze gelecek, onu etkilediği kadar, daha fazlasıyla ondan etkilenecektir. Bugün Ortodoks ve Katolik kiliseleri ile Yahudi Sinagog’larında icra edilen ve inkârı mümkün olmayacak derece Osmanlı kokan müzik de doğal olarak bu alışverişin bir sonucudur. Bu ilişki sadece İstanbul ile sınırlı kalmayacaktır. Bu alış veriş zaman içerisinde bütün Anadolu’ya,daha sonraları gerek barış ve gerekse savaş ortamında bütün Balkanlar ve Orta Avrupa’ya yayılacaktır.

“…Fatih Sultan Mehmed Han dönemine gelince, bu büyük hakana da musikimizle ilgili kitaplar hediye edilmiştir. Bunlardan biri, Abdülkadir Merâgî’nin küçük oğlu Abdülaziz Çelebi’nin yazdığı Nakavetü’l-Edvâr isimli musiki nazariyatını içeren kitap, “Fatih Anonimi” diye meşhur, adından anlaşılacağı gibi azarı bilinmeyen musiki nazariyatı kitabı ve Ladikli Mehmed Çelebi’nin Fethiye adındaki edvarıdır…” (3)

Fatih’ in 1454 yılında Enderûn ve Semaniye adlarıyla kurduğu iki üniversite, Osmanlı siyaset, ilim, kültür ve sanatının zirveye ulaşmasında önemli görevler yapmıştır.

Fatih’ in oğlu II. Bayezid ve onun oğlu Sultan Korkud da musıki ile uğraşan bestekâr kişilerdir. Bayezid’in bestelediği iki adet Neva Peşrevi, Eviç, Nişâbur ve Rahât’ül Ervah peşrevleri ile , Eviç ve Nevâ saz semaileri olmak üzere 8 saz eserinin notaları arşivlerde mevcuttur. Bayezid döneminde yaşayan Mehmed Çelebi önemli bir müzik adamıdır. ”Fethiye” ve “Zeynül Elhân” adlı eserleri ile tanınır. II. Bayezid’ in 1486’ da inşa ettirdiği Edirne Dârüşşifâ’ sında (Tıp Fakültesi) akıl hastalıklarının tedavisi musiki dinletilerek yapılmıştır. O devirde Avrupa’ da akıl hastaları “şeytanın uşağı” addedilerek ateşe atılarak öldürürken, ülkemizde sıradan bir hastalık olarak kabul edilerek hastaların derdine çare aranıyordu. Burada haftanın belli gün ve saatlerinde Mehterhane-i Hakani’ ce musıki dinletilerek rehabilite edilirlerdi. Bu tedavî yöntemi XIX.ncu yüzyıla kadar devam etmiştir.

II.Bayezid zamanında“…Lâdikli Mehemmed Abdülhamid Çelebi’ nin ZEYN’ÜL ELHÂN FÎ İLMÜ’T-TE’LİF VE’L-EVZÂN veER-RİSÂLETÜ’L-FETHİYYE adlı eserleri bu padişah’ a aithaf edilmiş olup, BEYÂNÜ’L-EDVÂR VE’L MAKÂMAT VE FÎ İLMİ’L-ESRÂR VE’R-RIYAZÂT adlı anonim eser de aynı çağın çok önemli bir musiki kitabıdır. II.Bayezid ayrıca, Osmanlı hat ekolünün kurucusu ŞEYH HAMDULLAH’ı Amasya’ dan İstanbul’ a getirten ve Meragî’ nin çırağı Gulâm Şadî’ den yetişen, Horasan Hükümdârı Hüseyin Baykara’ nın fasıl şefi üstâd ZEYNEL ÂBİDÎN’ in İran’ dan gelip Saray’ a girdiği büyük bir sanat koruyucusu…” ( 4 ) olduğunu görüyoruz.

Büyük Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim Han’ın Türk Musıkîsi’ nin gelişimindeki payı inkâr edilemez. Babası Bayezid ve Ağabeyi Korkut (1467-1513) gibi sanata düşkün bir hükümdar olanYavuz, İran Seferinden dönüşünde, İranlı müzisyenleri de beraberinde getirir.Bugün nota arşivimizde üzerinde Bestekâr olarak “ACEMLER” yazan eserlerin sahipleri, o devirde İstanbul’ a gelmiş olanlardır.
XVI.yüzyılda da Türk Musıkisi’nde geçmiş yüzyıllardaki kazanımlarının iyiden iyiye yerleştiğini görüyoruz. Ancak :
”…müzik teorisi (çalışmaları) bu dönemden yani 16. yüzyılın ortalarından başlayarak büyük bir suskunluğa bürünür ve bambaşka bir şekil alır.

Öncelikle ‘bilimsellik’ ortadan kalkar. Ortaya konulan çalışmalarda efsâneler, astroloji bilgileri ve hiçbir temele dayanmayan amprik sınıflandırmaların sonucu belirsiz anlatımlar alır…” ( 5 )

Bu yüzyılın başlarından ortalarına kadar Osmanlı’nın Doğu seferlerinin sonucunda, buralardan getirilen müzisyenler geleneksel musıkinin oluşumunda önemli bir yer tutarlar. Mevlevî Âyin formu bu yüzyılda gerçek kimliğini bulur ve “Beste-i Kadîm” olarak adlandırılan PENÇGÂH, HÜSEYNÎ ve DÜGÂH âyinler bestelenir. Bundan sonraki yüzyıllarda bestelenen ayinler ise, kalıpları aynı kalmak üzere tematik olarak farklı şekilde üretilir. Kırım hükümdârı Gazi Giray Han saz musıkîsinde, Şeyh Abdülâlî ise sözlü musıkîde öne çıkan iki müzik adamıdır. Bu yüzyılda da, geçmiş yüzyıllarda olduğu gibi günümüze ulaşan pek fazla bir kaynak eser yoktur.

Fransa Kralı I. François’ in Kanunî ’ nin sarayına konser amacıyla bir yaylılar orkestrası gönderdiğini ve Kanunî’ nin gelen orkestranın çaldığı eserdeki ritim kalıplarını çok beğendiğinden,çevresindeki müzik adamlarından bu yapıda bir usul meydana getirilmesini ister.Bu gün “Frenkçin”olarak adlandırılan usul kalıbı böyle oluşur.

Gazi Giray Han (1554—1607) yaşadığı dönemin büyük bir saz eserleri ,Aziz Mahmud Hüdayi (1543-1628), Hatip Zakiri Hasan Efendi (1550-1623) , Kûçek Mustafa Dede Efendi (ö.1684) ise Tasavvuf musıkîsinin en önemli bestekârlarıdır.

1543 senesinde Fransız Kralı I.François’in İstanbul’a gönderdiği “Saray Orkestrası” konserleri ile İstanbul batı müziği ile tanışır. Ayrıca Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’ nın Sarayı’na da Batılı bir orkestranın girdiğini biliyoruz.

16.yüzyıla kadar musıkimizde yaşanan bu olaylara rağmen:
”….WALTER FELDMAN’ ın (Music Of Ottaman Court)kitabını okurken:
…Osmanlı müzik yaşamının 15.ve 16.yüzyılda çok az bilindiğini yazan araştırmacı, lâdini müziğin oluşma sürecini anlatıyor ve başta müzk olmak üzere, sanatların gelişme yerinin saray olduğunu belirtiyor.
Osmanlı devletini yöneten,yönlendiren sınıflarla müziğin gelişimini, aristokrasi ile müziğin bağlantılarını inceleyen Feldman bu müziği, yönetici elit sınıfın geliştirdiğini söylüyor…” ( 6 )

Halk müziğinde saz şairlerinin önceki kuşaklardan şifahen yani duyum yoluyla edindikleri birikimin artık yavaş yavaş kâğıda döküldüğü yıllara gelinmiştir.

17.asrın başlarında Buhurizâde Mustafa Itrî Efendi ile Türk musıkîsi erişeceği en yüksek yere ulaşır.Dini, dindışı, saz ve söz musıkisinde ürettiği bestelerle hem kendi zamanının, hemde tüm zamanların önde gelen bestecilerinden biri olacaktır.
Aynı yüzyılın ikinci yarısında Hafız Post döneminin en güçlü bestecisidir. Gazi Giray Han’ın himayesinde musıkimize önemli katkıları olmuştur.

Tasavvuf Musıkîsinin önemli bir formu olan Mevlevî Ayinleri bu yüzyılda oldukça fazla sayıda bestelenir.
1599 senesinde İngiliz Kraliçesi I.Elizabeth’in, Padişah III.Mehmed’e gönderdiği “org” Osmanlı Sarayı’na giren ilk batılı enstrüman olur.

XVII. yüzyıla yaklaşırken, Türk musıkîsi artık her şeyiyle gelişimini tamamlayıp, mükemmelliğe doğru ilerlediği bir zamandır.
“…XVII.asrın son yarısı ile XVIII.asrın ilk yılları, Türk Musıkîsi ve Türk şiirinin en parlak dönemidir denilebilir. Edebiyat ve ilimde Kâtip Çelebi, Evliyâ Çelebi, Müneccimbaşı gibi zirve isimler, bu dönemin dehalarıdır… 1683’ ten önce, şehirleşme çok gelişmiş ve yüzlerce bayındır belde, Osmanlı İmparatorluğu’ nu şenlendirmiştir. Evliyâ Çelebi’ nin “ Seyahat-nâme” si ,bu durumun aynasıdır…”( 7 )
Ahmed Hamdi Tanpınar’ ın “Musıkîde Tam Klâsik Devir”olarak tanımladığı XVII.asırda, Geleneksel Musıkîmiz yavaş yavaş merkezden çevreye; yani Saray ve konaklardan geniş halk kesimlerine doğru yayılmaya başlar. 15. yüzyıldan itabaren gelişmeye başlayan Farsça güfteli KÂR formu’ nun hakimiyeti, 18.yüzyıl başlarına kadar sürecektir. Klâsik musiki “Halk Musıkîsi” ile yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan “âşık edebiyatı”nın güfte ve beste formlarından bayağı yararlanır. Koşma, mânî , Kesik Kerem formlarındaki eserler repertuvardaki yerlerini alırlar.

“…Osmanlı musıkîsi için II. Murad’ dan sonra okul sayılabilecek ikinci parlak dönem 64 yıllık IV.Murad-IV Mehmed çağıdır ki, İmparatorluğun KÖPRÜLÜLER devri olarak tanınan-halâ bir nebze dirayetli (ama gölgeli) bir parlaklığın hakim olabildiği -çöküş başlangıcı dönemine karşılık gelir. HÜSEYNÎ ve SEGÂH makamlarına âşık bir bestekâr olan IV MURAD, aynı zamanda Kâtib ve Evliya Çelebi’ler gibi büyük ilim adamlarıyla, SOLAKZÂDE, ÂMA KADRİ, BENLİ HASAN AĞA, NEYZEN VE ÇENGİ (Çeng adlı eski Türk harpini çalan) YUSUF DEDE, DERVİŞ ÖMER ve KOCA OSMAN EFENDİ (ITRÎ’ nin meslek dedesi) gibi büyük bestekârlara çevresini açmaktan başka, en ünlüleri bestekâr ŞEŞTÂRÎ (Kopuz ailesinden altı telli mızraplı saz çalan) MURAD AĞA olan değerli Azerî musıkîcileri Revân ve Bağdad seferlerinden dönüşte İstanbul’ a getirmiş olan gerçek bir sanat koruyucusudur…” ( 8 )

IV.Murad(1623-1640) büyük bir devlet adamı ve askerliği gibi,musıkişinaslığı ve bestekârlığı da tartışılamaz bir Padişah’tır.
”…kısa ömrü içinde, seferden ve devlet işlerinden zaman bulabildiği ölçüler içinde musıkîşinasları korumuş, Cumartesi günlerini musıkî dinlemeye ayırmış, bizzat bir musıkîşinas olarak saz eserleri bestelemiştir. Yalnız,Hüseynî makamından dört peşrevi vardır…” ( 9 )
IV Murad’ın Bağdat seferinden sonra aktedilen Kasr-ı Şirin (1639) antlaşması sonrasında;

“…Osmanlı Mûsîkîsi’nin yükselişe geçtiği bir çağ başlamıştır. Bu dönemde, IV. Murad’ın Bağdat’tan dönüşünde İstanbul’a beraberinde getirdiği Şahkulu adlı meşhur bir mûsîkîşinas; geleneksel Karacaoğlan ismini alan gezgin bir Doğu Anadolu Halk Ozanı (1605-1679) ve Enderun mûsîkîşinaslarından Ali Ufkî lâkaplı Polonya asıllı Albert Bobowski (1610-1675) ismindeki nota-yazarı göze çarpmaktadırlar…
  … Mûsîkî kãbiliyeti dolayısıyla IV. Murad tarafından ödüllendirilen Evliyã Çelebi, özellikle İstanbul’daki müzik yaşamından bahsederken, şehirde 4000 kadar görevli mûsîkîşinas, yüzlerce hãnende ve yüzlerce lütiye (çalgı yapımcısı) bulunduğunu, askerî zümrelerin dahi kendi mûsîkî loncaları olduğunu yazmaktadır (Farmer, Henry George, çev. İlhãmi Gökçen, ‘17. Yüzyılda Türk Çalgıları’, 1999, Ankara)… ” ( 10 )

IV.Mehmed’in padişahlığı sırasında (1648-1687) Alberto Bobevio Leopolitano Bobowsky(1610-1677) isimli bir Polonya asıllı müzisyen İstanbul’ a gelir.Müslüman olup ,Ali Ufkî ismini alarak Enderûn’ a girer. 18 yıl süren Enderun hayatında Türk Musıkîsi’ ni öğrenir. 1650’li yıllarda batı nota sistemi ile 21 fasılı kapsayan 400 tane söz ve saz eserini ” Mecmuâ-i Saz’ u Söz“ isimli eserinde toplar. Bu eser, Türk Musıkîsinde ilk notasyon uygulamasıdır.Ancak o zamana kadar “meşk” suretiyle eser öğrenen ve icra eden müzisyenler buna pek itibar etmezler.

“… Klâsik Türk MUsıkîsi eserlerinin bir anlamda kimliklerini tesbit eder böylece Ali Ufkî. Klâsik Türk Müziği’nin tarihini inceleyenler için büyük bir şanstır bu; üç buçuk yüzyıl öncesinin eserlerinin bir müzisyen ve besteci tarafından notaya alınmış olması. Bu şansa Orta Doğu’ nun diğer müzikleri sahip değildirler…
…Oysa,günün birinde Klâsik Türk Müziği’ nin tarihi yazılabilecekse, Osmanlı müzik evreni belgelenebilecekse bu, büyük ölçüde Ali Ufkî sayesinde mümkün olacaktır…” ( 11 )

Aynı dönemde Batı musıkisinde “opera”müziği gelişimin tamamlamış, Osmanlı Sarayı buna ilgisiz kalmamıştır. 1675 senesinde Edirne’de yapılacak Sûr-ı Hümâyûn törenleri için Venedik Devleti’nden bir opera topluluğu istenmişse de, zamanın kısıtlı olması sebebiyle gerçekleştirilememiştir. Buna rağmen aynı törenlerde org’lar eşliğinde Batı Musıkisi çalınmıştır.
1680’li yıllarda Mehter musıkîsi etkisinde kalan N.A.STRUNGK “ESTHER” Operasını besteler.

17.yüzyılın ortalarından içinde Lâle Devri’nin de bulunduğu dönemi içine alan 18.yüzyılın ortalarına kadar Avrupa’nın mimarideki Barok ve Rokoko etkileri, dolaylı olarak Türk Musıkisi’ni de etkiler.

XVII. yy.da Saz Eserlerinde Benli Hasan Ağa (1607—1662), sözlü eserlerde ise Ama Kadri Çelebi (?—1650), Nane Ahmet Çelebi (1605—1687), Şeştari Murad Ağa (1610—1673) devrin meşhur bestekarlarıdır. Murad Ağa, Sultan IV. Murad (1612—1640) tarafından İran’dan getirilmiş olup, Şeştar isimli bir saz çalardı.

O dönemin büyük bestekârları arasında ayrıca, Rast/Nakış Semâî “Biz âlûde-i sagar-ı bâdeyiz” ve yine Rast/Yürük Semâî “Gelse o şûh meclise” eserleriyle bilinen Hâfız Post (ö.1694) Yahya Nazîm Çelebi (1647-1690), Seyyid Mehmet Nuh (ö.1714), Ali Ufkî Bey ve günümüze sadece 4 tane “Hüseynî peşrev”i gelen Sultan IV. Murad (1623-1640) ı sayabiliriz.

Bu yüzyılın sonuna doğru ise bir Romen Prensi olan Dimitrius Cantemir(1673-1723) 14 yaşındayken İstanbul’ a gelir. Kantemiroğlu ismini alır. II.Ahmed tarafından Enderûn’ a aldırılır. İyi bir eğitim görür. Aynı zamanda Kemani Ahmet Efendi’den Türk Musıkîsi’ ni öğrenir ve tanbur çalar. Musıkî dışında tarihle de ilgili çalışmalar yapar ve iki ciltlik “Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükseliş ve Çöküşü” ismini taşıyan bir kitap yazar. Hemen hemen aynı yıllarda Nâyi Osman Dede ile ayrı ayrı iki harf notası hazırlarlar. Kantemiroğlu düzenlediği ve kendi adını alan nota sistemi ile birlikte 350 besteli eseri notaya alır ve “Kitâb-ı ilmü’l Musıkî Ala Vechi’l Hurufat’ ”isimli derlemesini meydana getirir. Bu kitap2001 yılında Prof. Yalçın Tura tarafından Osmanlıcadan Türkçeye çevrilir.

…II.Ahmed’ in Enderûn’ a alıp yetiştirdiği, III.Ahmed tarafından Bağdad Voyvodalığı’ na tâyin edildikten az sonra bağımsızlık sevdâsına kapılıp, Prut Savaşı’nda Rus’ların tarafına geçen, savaşın sonunda da yenilen Çar Petro’ ya sığınıp 50 yaşında -Uzunçarşılı’ nın deyimiyle HÂİB ve HÂSİR (elleri boş)- ölen Romen Prensi DİMİTRİ KANTEMİR, İmparatorluğa ihanet etmiş olmasına rağmen, Osmanlı tarih ve musıkîsi’ nin çok şey borçlu olduğu, Türk kültürü hayranı büyük bir bilim adamı ve bestecidir…” ( 12 )
Kantemir ‘in önce Ortaköy’ de daha sonra Balat’ta ikamet ettiği biliniyor. Balat’ ta Patrikane’nin arkasında bulunan evi asrımızda iyice harabe haline gelmişken, Avrupa Birliği’nin “Fener-Balat Rehabilitasyon Proğramı” kapsamında başlatılan restorasyon işlemi, 2007 senesinde tamamlanır.

Türk musıkisinde 1450’lerde başlayan ilk klâsik dönem Lâle Devri’ne kadar olan zaman aralığında yaşanır.

K A Y N A K L A R :
( 1 ) Hasan Sami YAYGINGÖL,”Müziğin Gelişimi ve Ölçümleri”,Anadolu Üniv.Açık Öğretim Fak.Yayınları,Eskişehir/1988,s.45
( 2 ) Sadettin ÖKTEN, ”Ahmed Paşa’dan Münir Bey’e”, Türk Edebiyatı Dergisi,Nisan/1994,sayı:246
( 3 ) “ Urmevî-Meragî Sistemi”,www.turkmusıkisi.com.
( 4 ) Cînuçen TANRIKORUR,”Osmanlı Musıkîsi”,Osmanlı Medeniyeti Tarihi,Zaman Gazetesi Yay.,İstanbul/1999,c.2,s.506
( 5 ) Murat BARDAKÇI,”Türk Müziğinde Teori Araştırması Rauf Yekta Bey ile Başladı”,Milliyet Gazetesi,14 Haziran 1983
( 6 ) Doğan HIZLAN,”Yabancı Gözüyle Türk Musıkisi”,Hürriyet Gazetesi,19 Ağustos 1997
( 7 ) Yılmaz ÖZTUNA,”Itrî”,Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları,Ankara/1987,s.29
( 8 ) Cînuçen TANRIKORUR,”Osmanlı Musıkîsi”,Osmanlı Medeniyeti Tarihi,Zaman Gazetesi Yay.,İstanbul/1999,c.2,s.507
( 9 ) M.Nazmi ÖZALP,”Türk Musıkîsi Tarihi”,TRT Müzik Dairesi Başkanlığı Yayınları,Ankara/1986,c.1,s.153
( 10 ) Ozan YARMAN,”16. VE 17.Yüzyıllarda Türk Çalgıları”,www.ozanyarman.com
( 11 ) Cem BEHAR,”Ali Ufkî ve Mezmurlar”,Pan Yayıncılık,İstanbul/1990,s.7
(12) Cînuçen TANRIKORUR,”a.g.e”, s.508




Hoşgeldiniz