Ziya Gökalp ve Türk Musikisi… S. Zeki Çavdaroğlu
Toplam Okunma: 7604 | En Son Okunma: 23.11.2024 - 13:57
Aslında II.Meşrutiyet sonrasında fiilen tarihi misyonunu tamamlayan Osmanlı İmparatorluğu,araya giren I.Dünya ve Kurtuluş Savaşları sebebiyle hayatiyetini bir süre daha bitkisel bir şekilde sürdürür. Savaşlar biter;1920’ den bu yana Osmanlı ve TBMM Hükümetleri olarak oluşmuş bulunan çifte yönetime son vermek zamanı gelmiştir. İstanbul hükümeti’nin sebeb-i hikmeti kalmamış, bütün inisiyatif ve yetki haklı olarak Ankara Hükümetinin uhdesine geçmiştir.
Oluşturulacak yeni Devletin yapısında tercih artık doğal olarak , 1919 yılından itibaren Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğindeki TBMM’nin görev ve yetkisindedir.
Siyaseten oluşacak Devletin yapısında herhangi bir şüphe yoktur. Kurulacak olan yeni devlet bir hanedan saltanatı olmayacaktır. Bunda herhangi bir şüphe yoktur. Zaten 3 yıldır oluşmuş bulunan TBMM hükümetinin uygulamaları da bunu gerektirmektedir.
Her şey iyi ve güzeldir de kurulacak olan “ulus devlet” in kültür ve medeniyet kodları ne olacaktır? Öyle ya geride 1000 yıllık bir Türk-İslâm ve 600 senelik Osmanlı Medeniyeti, vardır. Din,dil,sanat ve kültürdeki birikimler Anadolu insanının genlerine kazınmıştır. Ancak,hedef “çağdaş”medeniyet olunca da bir takım yerleşik değerlerden vazgeçmek gerekecektir.Bu konu zaten düşünce plânında II.Meşrutiyet döneminden bu yana yazılıp çizilmektedir. Özellikle 1910’lu yıllarda Ziya Gökalp(1876-1924) in ilk Türk sosyologu olarak önerdikleri fikirler, yeni devletin kurucularınca o dönemde yakından izlenildiğinden bilinmektedir. Bu yüzden fazla bir arayış gerektirmeden devlet dizayn edilirken Ziya Gökalp’in fikirleri ilk referans kaynağı olur. Çünkü Ziya Gökalp , bütün teorik hazırlığını İkinci Meşrutiyet’ten sonra tamamlamıştır.Yani Cumhuriyet kurulmazdan önce,onun ideolojik öncüsü olacağı Cumhuriyet’in yol haritası,farkında olmasa da kendisi tarafından oluşturuluyordu. Gökalp’ in başlangıçtan bu yana çok değişik kanallarda seyreden fikri hayatının oluşmasında muhakkak ki Azerî Türkçü fikir adamlarının önemli bir payı vardır.
“…Genelde Gazalî,Farabî ve diğer Müslüman düşünürlerin eserlerini okumuş,tasavvufla uğraşmış,inançlı bir sufî olmuştur…
…Bu arada Abdullah Cevdet’le tanışmıştır.Abdullah Cevdet’in materyalizmi,Gökâlp’ in mistitizm ve idealizmiyle çatışarak kendisini ölümle sonuçlanmasına ramak kala,bir intihar teşebbüsüne sürüklemiştir….
…Özellikle Avrupa’ nın pozitivizmine karşı tepkisini temsil eden Emil Durkheim’ e dört elle sarılmıştır…
…(1910 yılında)Rusya’ nın ünlü Azerî Türkcüleri Hüseyinzâde Ali ve Ahmed Ağaoğlu ile birlikte İttihad ve Terakkî’ nin güçlü Merkez Komitesi’ ne (Merkez-i Umûmî’ ye)seçilmiştir.Bu iki önemli kişinin Gökâlp üzerinde çok derin etkileri olmuştur…” (1)
Ziya Gökâlp, Osmanlı’nın meşrutiyet dönemlerinde şekillendirdiği önceleri ”Turancılık” olarak ayakları pek yere basmayan ütopik devlet projesini, İttihatçılar, özellikle Enver Paşa’nın bu uğurda verdiği başarısız bir sınavdan sonra,gerçeğe daha yakın “Türkçülük” ile sınırlar.Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar olan dönemde Gökâlp daha ziyade Türkçülüğün,hars ve medeniyetin,Saltanat ve hilâfetin kaldırılması,dinin,ibadetin,bir ölçüde lâikliğin nasıl olması gerektiği, Osmanlıca’ nın terk edilerek saf bir Türkçe meydana getirilmesi, musiki ve diğer sanatlar,hukuk,ekonomi,kılık kıyafet ile hemen hemen yeni bir devletin şekillenmesinde gereken ne kadar yapılması gereken her şeyi kendi bakış açısından bütün detayları ile anlatır.
Bütün bunları söylerken de,toplumda temel düşüncenin “Hak yok;vazife vardır”sloganıyla anlattığı şekilde olmasını istiyordu.Yani bireyin söz hakkının olmadığı,kendisine sunulan ölçüde bir fonksiyonel serbesti çerçevesinde,bir makine aksamı işlevinde bir görevdi bu.
“…Osmanlı-Türk Modernleşmesinin (veya öbür adıyla ‘milletleşme’ projesinin ideologu Ziya Gökâlp, toplumsal örgütlenme konusunda ‘korporatist’bir görüşe sahipti. Yaşadığı yıllarda dünyada da oldukça yaygındı bu görüş.Temelinde toplumu bir organizma gibi gören bir anlayış yatıyordu.Bir bedende nasıl ayrı ayrı organlar varsa,toplumdaki sınıflar,tabakalar,meslekler de böyledir.Organizmada nasıl organlar,hepsi aynı amaçla çalışıyorsa,toplum da böyle olmalıdır.’Birimiz hepimiz için’anlayışı egemen kılınmalı…”(2) şeklindeki bir toplum yapısı oluşturduğunuzda da zaten istediğiniz her türlü değişimi hiçbir karşı tepki almadan yapma şansı yakalayacaktınız.Zaten toplum için düşünülen “inkılâplar” için de böyle bir alt yapı olmazsa olmazların temeliydi.
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, kurucular kendi dünya görüşlerine ilâveten Türkiye içinden ve dışından da bir takım referanslara ihtiyaç duydular. Tabii ki bunların içinde yapılacak inkılâplar için eksen alınan model Batı “aydınlanmacılığı”dır. Oysa: ”…Osmanlı ve Cumhuriyet’in kurucu entelijansiyasının göremediği ya da farkında olmadığı şudur:Avrupa’nın zihin tarihi,sadece Aydınlanma düşüncesinden ibaret değildir ….Cumhuriyet entelijaniyası da bu anlamda Osmanlı’dan farklı değildir.Tanzimat’ın romantik kalıntıları,radikal bir sekülerleşme ile tasfiye edilmiş ve modernleşme, artık sadece bir Aydınlanma projesi olarak devam etmiştir…”(3)
Her ne kadar Aydınlanma dönemi ve Auguste Comte,1789 Fransız ihtilâli ve bunun ideologları ile, lâik, seküler ve pozitivist düşünürler ve eserlerden yararlanmışlarsa da, yeni devletin şekillenmesinde düşünce bazında en büyük pay sahibi her halde Gökâlp’tir.
“…Atatürk’ ün Türkçülüğünün fikir babası, 1930’ lara kadar Ziya Gökâlp’ ti. O inkılâbı 3 temele dayıyordu; Türkleşmek,İslâmlaşmak,Muasırlaşmak’tı. Fakat o tarihten sonra(belki daha önceden de)Atatürk, ’asrî’ci ABDULLAH CEVDET’e yanaşmaya başlamıştı. A.Cevdet ise katı maddeci,din düşmanı ve Batı’cıydı…” (4)
Her ne kadar bu doğru bir tesbit ise de, bu aslında teorik altyapının aslına rücû etmesiydi.Abdullah Cevdet, Meşrutiyet dönemlerinde “materyalist” düşüncenin önde gelen isimlerinden biri olduğu ve ; ”…İslâm Topraklarında ‘çağdaş uygarlığın’nasıl yayıldığını merak edenler; Abdullah Cevdet’ in en iyi öğrencilerinden birisinin de Ziya Gökâlp olduğunu hatırlarsa mesele kalmaz…” (5)
Ayrıca bu konuda önemli bir iddia, büyük düşünce adamı Cemil Meriç Hoca’ nın naklettiği bir tesbite göre :
“…Hilmi Ziya (ÜLKEN), Ziya Gökâlp’ in bütün fikirlerini Rusya’dan gelen HÜSEYİNZÂDE ALİ’ den aldığını söyler.Mühim bir adam H.Ali. ’TURAN’)soyadını almış…” (6)
Ali Turan, İttihad ve Terakkî’ nin önde gelen isimlerinden biridir. Z.Gökâlp’ te onunla temasını bu vesile ile yapmış ve kendisinden oldukça yararlanmıştır. Azerbeycan Devleti’ nin kurulması faaliyetlerinde bulunmuştur. Yusuf Akçura ile birlikte Birinci Dünya Savaşı yıllarında “Turancılık” üzerine faaliyetlerde bulunmuştur.
Her ne kadar Cumhuriyet’in özellikle kültür ve sanat alanındaki ideologu Ziya Gökalp olarak görülüyorsa da,kendisi o alanda yalnız değildir.Gerek fikirleri,gerekse aksiyonlarıyla onu tamamlayan ve destekleyen başka isimler de “inkılap”sahnesinde yerlerini alırlar.Bunların arasında ilk bakışta göze çarpan :
“….Mahmut Ragıp Gazimihal, H.Bedii Yönetken, C.Reşit Rey, Adnan Saygun ve Türk Beşleri’nin diğer üyeleri başta olmak üzere müzik adamı kimlikleri ağır basan isimlerin yanı sıra; Falih Rıfkı, Ahmet Cevdet, Necip Asım, Yakup Kadri, H.Âli Yücel, Ruşen Eşref, Nadir Nadi, Ekrem Besim…” (7) gibi isimlerdir.
1930’ lardan sonra Devlet’in Batıcılık uygulamaları oldukça radikalleşmişti. Takriben beş sene içinde çok önemli değişimler yaşandı. En azından zihinsel plânda,Türkiye’nin o tarihteki elit kesiminde inanılmaz değişimler meydana geldi.
Kemal H. Karpat’ ın Webster’ den alıntıladığı görüşe göre; Cumhuriyet’ in kuruluş yıllarında yani yapılanma safhasında mutlak anlamda; “…Gökâlp’ in teorileri Kemalist Türkiye’nin politikası olmuştur…” (8)
Hatta , Atatürk’ün düşünce dünyasında Ziya Gökalp ve onun fikirlerinin ne kadar önemli olduğunu bir anekdot oldukça net anlatır:
“…Mütareke günleriydi. Mustafa Kemal ile Mussolini’nin damadı Kont Sforza,Pera Palas’ta karşılıklı oturmuş sohbet ediyorlardı…
…Kont Sforza,sohbetin sonlarına doğru Mustafa Kemal’e en ilginç soruyu sordu:
-Bu fikirlerinizin,görüşünüzün kaynağı kimdir?Başarınızın sırrı nedir?
Mustafa Kemal hiç düşünmeden cevap verdi:
-Benim etimin.kemiğimin babası Ali Rıza Efendi,duygularımın babası Namık Kemal,düşüncelerimin babası Ziya Gökalp’tir….” (9)
Ancak T.C.’ nin kurucuları ” ulusçuluk” fikrinde Gökalp ile aynı görüşü paylaşsalar da, bazı detaylarda mutabık değillerdir.Mesela hilâfet ve lâiklik konularında farklı şeyleri düşünüyorlardı.Meselâ :
“….Niyazi Berkes,Erol Güngör,Taha Pars gibi akademisyenlere göre,Gökalp Kemalizm’den epey farklı görüşlere sahipti.Hatta Şevket Süreyya Aydemir’e göre Gazi, Gökalp’ e soğuk davranmıştı.Gökalp öyle bir Türkçüdür ki , Hilmi Ziya Ülken onu, ’Modernist İslamcılar’ başlığı altında inceler.Gökalp hilafetin kaldırılmasından altı ay evvel Halk Fırkası için yazdığı, ’Yeni Hayat’ broşüründe hilafeti sanunur,fakat onun tarif ettiği hilafet,onun anladığı lâikliğe uygundur.Gökalp lâikliği ‘içtimai usul-i fıkıh’ dediği metodla İslâm’ın içinden üretir. Kemalizm’inki ‘lâikleştirme’dir, Gökalp’ın ki ‘lâikleşme’dir.Devrim, evrim farkı bir bakıma…” (10)
Ziya Gökâlp bu teorileri oluştururken ve onun yamakları buna bir takım ilâveler yaparken,mutlak anlamda Osmanlı ile hesaplaşmalarını gerektirecek bir aykırı kimlik taşımamaları da mümkün değildi.Bu kimlik de :
“…Şeyhülislâm da mason olacaktır-Musa Kâzım Efendi gibi-.En büyük mürşid sayılan Ziya Gökâlp mason olacaktır.Ve Ziya Gökâlp’in yetiştirmesi olarak kendisini takdim eden İttihad ve Terakkî erkânı içinde görülen Tekin Alp,yani nâm-ı diğer Moiz Kohen daha sonra Cumhuriyet döneminde de ideologluğunu devam ettirecek ve Kemalizmin en önemli kitabını o yazacaktır…” (11)
Gökâlp’in oluşturduğu düşünce sisteminde temel faktör, marazi bir Osmanlı fobisidir. Bütün sistemini bunun üzerine kurmuştur. Osmanlı’ nın medeniyetini,edebiyatını,sanatını,dilini ve musıkısini küçümsemiştir, Arap-Fars medeniyetlerinin devamı saymıştır.Tabii ki yanılmıştır.
“…’yabancı’tesirlerden arınmak, ’öz’e yani tesavvur edilen Anadolu’ya dönmek, milliyetçi Cumhuriyet projesinin en temel temalarından biridir. Nitekim millî-devletin düşünürü Ziya Gökâlp ‘Türklük,kozmopolitlik’e karşı İslâmiyet ve Osmanlılığın hakikî istinat yeridir’ diye yazarak, Cumhuriyet ideolojisini milliyetçi, anti-kozmopolit bazda temellendirmiştir… ”(12)
Bazılarına göre Ziya Gökâlp’in kurduğu bu düşünce sistemiyle ; ”…Türk kültürünü yüzyıllardan beri süren Doğu’ nun skolastik ve teokratik baskısından kurtarıp,Batı’ ya yöneltmek amacı güttüğü… ” (13) nü iddia etseler de bir asıra yaklaşan uygulamalarda,özellikle din ve kültür bahsinde bu yorumların oldukça havada kaldığı ayrı bir gerçektir.
“…bir Osmanlı fikrine karşı çıkan Ziya Gökâlp’ ti. Fransız sosyologlarından derinden etkilenmiş olan Ziya Gökâlp, onların esasları üzerinde ,Türklüğün konumuyla ilgili kendi yorumunu geliştirdi…Türk milleti uzun zaman önce , dünyanın en gelişmiş medeniyeti olan Fars-Arap, ya da İslâm medeniyetini benimsemişti; şimdi ise medeniyetin temel karakterini değiştirmeden, Garp Medeniyetine yönelip,onu benimseyebilirdi. Gerçekte,millî yaşam ancak en gelişmiş medeniyet aracılığıyla ifade edilebilirdi; ve kendine özgü bir halk kültürüne sahip bir millet olmadıkça, Batı medeniyetini benimsemek mümkün olmazdı…” (14)
Osmanlı’yla beraber, İslâmiyet’ in mevcut uygulamasından da oldukça rahatsızdır Gökâlp.Bir dünya dini olan ve temelde Arapça ile anlatılan ve ibadet edilen İslâmiyet’ ten de oldukça rahatsızdır. Bütün bu rahatsızlıklarını ve buna karşı ne yapılması gerektiği konusunda kendisine söz hakkını Cumhuriyet’ in ilân edilmesiyle bulur.Aynı sene kaleme alıp yayınladığı “TÜRKÇÜLÜĞÜN ESASLARI” yeni rejimin âdeta “âmentü”sü olur.
Üstâd Cemil Meriç, Ziya Gökalp yorumunu oldukça olumsuz ve acımasız bir üslupla yapar:
“…Ziya Gökâlp,Gazalî değildir.Gökâlp minnacık bir adamdır.Elindeki imkânlarla başka çaresi yoktu.İster istemez intihar edecekti.İntihar kapıyı açmıyor…
…Ziya Gökâlp ‘le Gazalî arasında mahiyet farkı var. Ziya Gökâlp , batı’nın sofra artıklarıyla geçinen bir zattır; onları atıştırır, zaman zaman da kusar. Peyami Safa’ nın çektiği ruh çilesini çekmemiştir. Sahtekârdır.Her devirde dalkavukluk yapmıştır. Talât Paşa’ya ve İttihad Terakkî’ye meselâ.Tarihin şımarttığı bir adamdı…” (15)
Bundan sonra Cumhuriyet’in Din, Dil,Hukuk,Eğitim v.d.devrimlerine esas teşkil eden fikirlerin ana ekseninde, bazen de bütün detaylarında Gökâlp’in etkisi açık bir şekilde görülür. Lâiklik, Türkçe Kuran, Türkçe Ezan, Türkçe ibadet gibi kavramlara yüklediği anlamlar ile Mustafa Kemâl’in bu konulardaki görüşleri bire bir örtüşür.
Ziya Gökâlp Osmanlı ile ilgili analizlerinde , Türk toplumunun yeryüzündeki diğer akrabaları ile farklılıklarını hiç göz önüne almamış, başta dini, geleneksel değerleri ve bulunduğu coğrafyaya hep at gözlüğü ile bakmış ve tabiî ki yanılmıştır.
“…Gökâlp Türk harsı ile Osmanlı Medeniyeti’ ni birbirinden ayırmaya çalışırken,İslâm dini ve Osmanlı İmparatorluğu’ nun,Türklüğün bünyesi,vicdan ve harsı(medeniyeti)üzerinde yaptığı köklü değişmeleri unutmuş görünür.Meselâ bir Yakut Türk’ ü ile Anadolu Türk’ü arasındaki hars farkını düşünmek lâzımdır.Gökâlp gerçi bu farkı görmüştür ama,Anadolu Türk’ünü öteki ‘soydaş’larından ayıran sebepler arasında,kudretli,egemen bir İmparatorluğun etkilerini söylemek istememiştir…” (16)
Bu bilgiler ışığında Gökâlp’i :
“…Cumhuriyet’i yüceltmenin yolunun, Osmanlı’yı aşağılamaktan geçtiğine iman edercesine inananların fikri önderi konumundaki isimlerinden biri…”(17) olarak değerlendirmemiz de herhalde yanlış olmayacaktır.
Gökâlp, bir müzikolog veya müzisyen olmamasına rağmen; Geleneksel musıkimizin yıllarca bir “cüzzamlı” işlemi görmesine yol açacak olan, hiçbir akademik referansı olmayan, sadece ve sadece kendisinin Osmanlı elitine duyduğu allerjiden kaynaklanan bir tez öne sürer. Bu tezinde :
“…ülkemizde yan yana yaşayan iki musiki olduğunu, birisinin Türk halkı tarafından kendiliğinden oluşturulmuş Türk Musıkîsi, diğerinin Farabî tarafından Bizans’tan ithal edilen Osmanlı Musıkîsi olduğunu, Halk Müziği’ nin kültürümüzün ,Osmanlı Musıkîsi’ nin ise Medeniyetimizin musıkisi olduğu “ iddiasında bulunur ve hemen peşinden “Osmanlı Musıkîsi’ nin belli kurallardan meydana gelmiş bir bilim olduğunu, Türk Musıkîsi’ nin ise naif, belli usul ve kuralları olmayan, bilim kalıpları dışında içten melodilerden ibaret olduğunu” ilmî bir kesin hükümmüşcesine ve de hiçbir hata payı ihtimali gözetmeyerek, kendince tescil eder. (18)
Tabii böyle bir hükme varınca gerisi kolaydır. Osmanlı musıkîsi de tu-kaka edilmeli ve yasaklanmalıdır.Peki Osmanlı Musıkîsi’ni attığımızda,Halk Musıkîsi yeterli olabilecekmidir?Hayır!…Peki o zaman ne yapılmalıdır?..Kolayı vardır:
“…Millî Musıkimiz,memleketimizdeki halk musıkîsiyle,garp musıkisinin imtizacından(uyumundan)doğacaktır.Halk musıkîmiz, bize bir çok melodiler vermiştir.Bunları toplar ve garp musıkîsi usulünce armonize edersek hem millî,hem de Avrupaî bir musıkîye malik oluruz…”(19) demekle kolayca bir çözüm bulunacağını zanneder.Oysa vardığı bu hükmü de yanlış bir örnek ve temel üzerine kurmaktadır.Yani Halk musıkisi nağmelerinin ,polifonik yöntemlerle armonize edilerek oluşturulacak sentez fikri :
“….Berker’ in de belirttiği gibi,Gökâlp’in kafasındaki millî müzikte sentez fikri,19.yüzyılda Rus Beşleri diye bilinen bestecilerin tecrübelerinden çıkan modele dayanmaktadır…” (20)
Bu görüş aslında Gökâlp’ten önce ,Meşrutiyet dönemlerinde Necip Asım(Yazıksız) ve müzikolog Mahmut Ragıp Gazimihal’ ce de dile getirilmişti.
Hatta: “…Türk musıkîsi’nin Yunan kaynaklı olduğunu, bize Araplar ve Acemler vasıtasıyla geldiğini iddia eden ilk yazar Necip Asım Bey’dır…” (21)
Ziya Gökâlp’in ileri sürdüğü görüşlerinde çok önceleri 1918’ de :
“…Millî bir müzik ibdaı hususundaki muvaffakiyetleri herkesin müsellemi olan Macarlar gibi biz de millî müzik vücuda getirebilmek için Macaristan’ dan bir müzik âlimi getirmek, bu külliyatı ona tevdî etmek gerekir..”(Necip Asım,Dilimiz,Musıkimiz,Türk Yurdu Dergisi,Yıl:7,Cid:XIV,sayı:157,1334’ten aktaran Cem Behar)Nitekim,yıllar sonra Macar Besteci Bela Bartok Türkiyeye gelir…” (22)
Necip Asım’ın tezine göre mevcut olmayan “milllî musıkimiz”i oluşturmak üzere Macaristan’ dan müzik uzmanı ithal etmekten başka çaremiz yoktur. Ancak ne gariptir ki bu garabet mahsulü teorinin hayata geçirilmesi için bir kehanet gerçekleştirilecek ve Macaristan’dan Bela Bartok Türkiye’ye davet edilecektir.
M.Ragıp Gazimihal ise 1929’da yazdığı“Şarkî Anadolu Türkü ve Oyunları”başlıklı kitabında Gökâlp ile aynı şeyleri düşündüklerini şu sözleriyle anlatır:
“Kendi yazdıklarımı Gökâlp’in düşüncelerinden evvel getirişim,O’nun benden fikir aldığı maksadıyla değildir.Bilâkis benim onun tesiri altında kalmadığımı göstermek içindi. Gökâlp gibi alimlerimiz,musikişinas olmamak yüzünden sık sık musıki hataları yapmışlar ise de, bizce muhterem olan cihet onların cesaret-i medeniyeleri ve esas içtihatlarıdır…”
Yani Gazimihal diyor ki: Gökâlp’in musıki hakkındaki sözleri yanlış bile olsa, değilmi ki , inkılâpların bütününe hizmet ediyor,o zaman her şey gibi o da mübahtır.
Tabii bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olan Gökâlp’ e hak ettiği cevap, Klâsik Musiki’nin büyük bir otoritesince verilecektir:
“…Gökâlp’in bu görüşlerine ilk kapsamlı cevap RAUF YEKTA Bey’den gelmiştir. Rauf Yekta Bey Geleneksel Osmanlı/Türk müziğinin aslında bir tek müzik olduğunu söyler. Türk müziğinin de gerek tarihsel,gerekse teknik açılardan birbirinden ayırt edilmemesi gereken ‘avam’a hitabeden spontane bir Halk Müziği kanadı ile, daha ince ve rafine bir zevke hitabeden bir ‘havass’ kanadı bulunduğunu öne sürer…
…Rauf Yekta’ nın bu bakış açısı daha sonra başta Hüseyin Sadeddin Arel ve Dr.Suphi Ezgi olmak üzere bir çok yandaş bulmuştur…” (23)
O devirde belki bir şeyler ifade eden Gökalp’in tezlerine günümüz gözüyle bakıldığında; bunların ciddiye alınmayacak derecede gerçek dışı, tutarsız ve komik yargılar olduğu ortaya çıkar. Ayrıca, Geleneksel Musıkîmizin Bizans’tan ithal edildiği görüşünde olan bir sosyolog’un bu musıkîyi atıp, yerine kendi “öz musikimiz” i meydana getirirken, Batı’ nın ” polifonik” sistem ve tekniğini ısrarla savunması da her halde ilginç bir paradoks olmalıydı. Bu yüzden diğer görüşlerindeki tutarlılık ve doğruluk payı tamamen veya kısmen olsa bile, bu onun musıkîye dair bütün tezlerinin hiçbir akademik değerinin bulunmadığı gerçeğini değiştirmeyecektir.
Kendisinin çağdaşı olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yahya Kemal Beyatlı, Nurullah Ataç, Falih Rıfkı Atay, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ahmet Ağaoğlu v.d.isimler ölümü sebebiyle verdikleri demeçlerde sosyologluğu, Türkçülüğü, metodu, şairliği ve diğer özelliklerini göklere çıkarsalar da, bugünün objektif düşünürleri , çok değişik görüşleri dile getirmektedirler.
Özellikle musıkîye ilişkin görüşleri, bu gün Geleneksel Musiki hakkında kulaktan dolma bilgi sahiplerince bile tebessümle karşılanmaktadır. Türk Musıkîsine kafa yormuş ve gönül vermişlerden numunelik bir kişi dahi yoktur ki ; Gökâlp’ in tezleri doğrudur desin.
Gökâlp’in Türk Musıkîsi hakkında yanlıştan öte bir Osmanlı fobisinden kaynaklanan husumet ekseninde ortaya koyduğu tezlere karşı tarihî şartlar gereği biraz geçte olsa oluşan antitezlere bir göz atalım:
Türk Musıkîsi’ nin son devirde yetiştirdiği değerlerden birisi olan Rahmetli Cînuçen Bey Gökâlp’in savurduğu yâveler için bakın ne diyor :
“…Osmanlı Musıkîsi’ nin Farabî tarafından Bizans’tan tercüme ve iktibas edildiği iddiasına gelince,Fransız Müzik bilginlerince yazılmış olan LAROUSSE’ “de le Musıque’teki ‘Bizans Müziği’maddesine bir göz atmak dahi,bu iddianın ilmî disiplinden ne kadar uzak olduğunu isbata yeter.Aynen tercüme ediyorum:(Bizans musıkîsinin yüzyıllarca Türk musıkîsinin büyük etkisi altında kalmış olması,XIV.yüzyıl’dan önceki hali hakkında fikir edinilmesine imkân bırakmamaktadır…)
“…Her iki türün ,adı geçen konuların gösterdiği farklılıklar, kesin olarak kök ayrılığından değil, icra edildikleri çevrelerin şart ve özelliklerinden kaynaklanır. Yoksa şehirde UŞŞÂK, köyde KEREM diyen; AKSAK usülünü basitçe 9 ZAMANLI olarak öğrenen; şehirde TANBUR, köyde (aynı aileden)BAĞLAMA çalan; tanbur’la TAKSİM, bağlama’yla AÇIŞ yapan; şehirde GAZEL ,köyde BOZLAK söyleyen ve nihayet ‘Beni candan usandırdı,cefâdan yar usanmazmı?/Felekler yandı âhımdan,murâdım şem’ i yanmazmı?’ diyen şehir kültürüne, ’Hüsnüne mağrur olma,Yusuf-u Kenan’ mısın?/Mâh yüzüne bir nikâb çek,ben yandım el yanmasın’ diye cevap veren köy kültürü,olsa olsa birbirinin kardeşidir…” (24)
Geleneksel müzik konusunda yerinde tesbitleri olan ve klâsik klişe görüşleri çürüten bayağı üretken bir akademisyene kulak verirsek:
“…Ziya Gökâlp (1876-1924) müzisyen ya da müzikolog değildi. Böyle bir iddiası da yoktu zaten. Bu konuda yazdıklarına bir asırlık bir mesafeden baktığımızda müzikten az çok anladığını da söylemek zor….” (25)
“…Aslında bu Gökâlp’çi müzik politikası Gökâlp’in en genel sosyolojik düzeyde yaptığı ‘hars/medeniyet’ayırımının müzik alanına yansımasından ibarettir. Müzikte ‘Çağdaş uygarlık seviyesine’erişmenin temellerini de bu ayırıma dayandırır…” (26)
Ziya Gökâlp’in Halk ve elit’ in musıkîlerinin farklı olduğu iddiasını kabul edilemez bir yanlış olduğu hususunda bir başka yazar:
“…Ziya Gökâlp’in Osmanlı tarihine bakışı korkunçtur. Korkunçtur, tehlikelidir, bu gün çocuklarımıza verdiğimiz takdirde kendi milliyetçiliğimize, kendi dünya görüşümüze ve büyük devletimize söğün demenin yolunu açmış gibi oluruz.
Türk Musıkîsine bakışı terstir, yanlıştır, fecîdir. Gökâp’in daha doğrusu bütün yüksek sanatlarımıza bakışı yanlıştır.Milleti halktan ibaret saymakta, halka ait ne varsa iyi, hoş ama yüksek zümrenin yaptığı ne varsa divan edebiyatı, divan musıkîsi, tezhib bilmem mimârî-mimârîye pek ses çıkarmıyor-bunlara karşı bir tepki içinde…” (27)
Profesör Faruk Timurtaş’ın Gökâlp eleştirisi ise:
“…Gökâlp Osmanlı ile Osmanlı Türk’ünü tefrik etmediği (ayırmadığı) için, hücumlarındaki haksızlık bu noktadan ileri geliyor. Edebiyat, mimârî ve Musiki’de yanlış düşünüyor…” (28) şeklindedir.
Gökâlp,yukarda Cemil Meriç’in de değindiği gibi,değişken fikirlerinin verdiği boşluktan dolayı bir ara intihar teşebbüsünde bulunur:
“…Gökâlp dindar ve tutucu bir çevrede yetişmişti.Bu çevrenin aşıladığı inançlarla Batı felsefesinden ve biliminden edindiği görüşler ve bilgiler arasındaki uzlaşmazlık, şiddetli bir düşünce bunalımına düşmesine yol açtı. İntihar girişimi ölümle sonuçlanmadı ve sıktığı kurşun beyninde kaldı.Abdullah Cevdet tarafından tedavi edildi…” (29)
Ancak o belli bir noktaya oturmayan,içinde bocaladığı zıt inançlar sebebiyle hep panik atak içinde bir hayat yaşayacaktır.Hatta dünyaya veda ederken de:
“…Allah’ a küfrederek, başını hastane duvarına vura vura…” (30) ölecektir.
Bir başka açıdan Ziya Gökâlp değerlendirmesinde ise,milliyetçiliği üzerine şu tesbit yapılır:
“…Meselâ MUSİKİ ANSİKLOPEDİSİ’nde okuyorum ,Yılmaz Öztuna’ nın. Ziya Gökâlp, alışılmış, prototip geleneksel değerlere bağlı milliyetçilerin seveceği bir tip değil…” (31)
Büyük bir gelenek düşmanı olmasına rağmen, Nurullah Ataç, 5 Mart 1953 tarihindeki bir yazısında doğrudan doğruya olmasa bile, dolaylı yoldan Gökâlp’in , Klâsik-Halk Musıkîsi ikilemine şu satırlarıyla karşı çıkıyordu:
“…Niçin halkın ezgileri millî olsun da, Dede Efendi gibi büyük ustaların özene bezene yaptıkları besteler millî olmasın? ’Millet’sözünün ne demek olduğunu düşünmüyorlar, akıllarının ucuna ne gelirse söylüyorlar. Lâubalilik, hep lâubalilik… ’Aydın’ denilen kimseleri bu lâubalilikten vazgeçirmeye bakmalıyız. O zaman alaturka musıkîden de belki kurtuluruz. Avrupa musıkîsinde millî eserler yaratırız…” (32)
Ataç gerçekten hem divan şiiri, hem Osmanılının her şeyine olduğu gibi musıkisine ömrü boyunca savaş açmış birisidir. Burada ilk etapta Dede övgüsü bizi aldatıcı olmasın. Zaten yukarıdaki sözlerinin son iki cümlesi de onun açısından acı bir itiraf özelliğini taşımaktadır. Müzik inkılâbına başlanalı neredeyse çeyrek asır olmuştur. Ortada hiçbir şey yoktur. Batı yanlılarının Osmanlı müzik değerlerini sözümona aşağılamaktan başka yaptıkları bir şey yoktur. Ataç onlara diyor ki, siz önce Batı Musıkîsi sisteminde değerler yaratın ve böylelikle eski musıkîden hep beraber kurtulalım.
Ziya Gökâlp’ in musıkîdeki bu temelsiz görüşlerinin taraftarlarından Mahmut Ragıp Gazimihal ;
“…1927 yılında yazdığı bir yazıda her iki musıkinin arasında ‘menba’ ve ‘bekâret’ farkı olduğu belirtilmiştir. Hatta işi daha da ileri götürerek, türküleri bile ayıklayarak ‘sanat müziğinin etkisinde kalanları ayırmak gerektiğini’…” söyleyecek kadar derin bir husumet ile savaş çığlıkları atmaktadır.Böyle bir düşünce müzik üzerinden, büyük bir medeniyet ile , sözde hesaplaşmadan başka bir şey değildir.
Özellikle Türk Halk Musıkîsi’ de Ziya Gökâlp’ in yanı sıra,Necip Asım,Fuat (Köprülü),hatta Rauf Yekta Bey değişik zamanlardaki yazılarında Anadolu Halk musıkisinin mahalli geziler yapılarak derlenmesi konusunu dile getirirler ve bunun kaçınılmaz bir zorunluk olduğunu söylerler.
“…köysel Anadolu müziğinin ancak yöreden, alandan toplanabileceği görüşleri, 20.yüzyılın başlarından itibaren bu alana gereken ilgiyi yöneltmiştir. Örneğin Mart 1915’ te Musa Süreyya Bey’ in Yeni Mecmua’nın Çanakkale nüshasına yazdığı makale, halk müziği derlemelerinin önemine işaret eden ciddî bir yazıdır….” (33)
Bu düşüncelerin teşvikiyle 1926’ dan itibaren yerinden “türkü”derleme çalışmaları seferberliği büyük bir hevesle başlatılır.
Gökâlp’ in “ulus”devletin oluşumuna esas teşkil eden görüşlerinin, özellikle Türk Musıkîsi’ne ilişkin görüşlerinin , o dönemdeki Türk aydınları tarafından değerlendirildiği muhakkaktır. Ancak bu konuda Z.Gökâlp’ in ortaya attığı tezler en çok :
“…Mahmut Ragıp Gazimihal, H.Bedii Yönetken, C.Reşit Rey, Adnan Saygun ve Türk Beşleri’ nin diğer üyeleri başta olmak üzere, müzik adamı kimlikleri ağır basan isimlerin yanı sıra; Falih Rıfkı, Ahmet Cevdet, Necip Asım, Yakup Kadri, H.Ali Yücel, Ruşen Eşref, Nadir Nâdi, Ekrem Besim…” (34) tarafından benimsenerek savunulmuş ve Atatürk’ ün de bu doğrultuda icraat yapmasında bu isimlerin büyük etkisi olmuştur.Tabii bu isimlere o devirde Riyaset-i Cumhur Orkestrasının şefi Osman Zeki Üngör’ ü ilâve etmemek büyük haksızlık olur.
Neticede devlet , Gökâlp’in kılavuzluğunda “musıkî inkılâbı”nı başlatır.Bu günkü dille anlatacak olursak devlet millî olmamakla suçladığı geleneksel musıkîsini terkedecek ve “ulusal” müziğine kavuşacaktır. O günden bu yana başta Adnan Saygun, olmak üzere bütün “Türk Beşleri”, onları izleyen kuşaklar, neticede bu gün Fazıl Say’ a gelene kadar bütün bestecilerinin “ulusal müzik” adına yapmadıkları bir şey kalmaz. Önceleri geleneksel musıkinin zirve besteleri ve halk musıkimizin şahika ezgileri “armoni” tezgâhlarındaki çarkların ağzına verilir. Sonuç fiyasko olunca ,Operalar,sonatlar,oratoryolar,kantatlar,senfoniler,baladlar,divertimentolar,süidler bestelenir.Tabii ki amaç naat,kâr,beste,semai gibi çağdışı formlar (!) yerine ithal çağdaş formlarla müzikte “ulusallaşmak”tır.
Müzikte Batılılaşarak ne kadar ulusallaştığımız ise ortada…..
_____________________________________________
KAYNAKLAR:
(1) Kemal H.KARPAT,”İslâmın Siyasallaşması”,İstanbul Bigi Üniv.Yay.İstanbul/2001(2.basım)s.693,694
(2) Murat BELGE,”Korporatizm”,Radikal,18 Nisan 2004
(3) Hilmi YAVUZ,”Modernleşme:Parça mı,Bütün mü?Batılılaşma:Simge mi,Kavram mı?”,Modernleşme ve Batıcılık,İletişim Yayınları,İstanbul/2002,c.3,s.214
(4) Reha Oğuz TÜRKKAN,”M.K.Atatürk’ün Üzerimdeki Tesirleri”Yeni Türkiye 23-24,Eylül-Aralık/1998,s.700
(5) Yusuf KERİMOĞLU,”Kelimeler Kavramlar”,İnkılâb Kitabevi,İstanbul/1983,s.21
(6) Halil AÇIKGÖZ,”Cemil Meriç İle Sohbetler”,Seyran Yayınları,İstanbul/1993,s.163
(7) Bayram Bilge TOKEL,”Bağımıza Gazel Düştü”,Akçay Yayınları,Ankara/2002,s.186
(8) Kemal H.KARPAT,”Türk Demokrasi Tarihi”,Afa Yayıncılık,İstanbul/1996,s.62
(9) Sırrı Yüksel CEBECİ,”Ünlü Türkçü Gökalp’in Beyninde Kurşun Vardı”,Tercüman Gazetesi,25 Ekim 2004
(10) Taha AKYOL,”Ölümünün 80.Yılında Ziya Gökalp”,Milliyet Gazetesi,25 Ekim 2004
(11) Hüseyin HATEMİ,”Devrimler ,Devlet Terörü ile Gerçekleştirildi”Aydınlar Konuşuyor,Yeni Asya Yayınları,İstanbul/1995,s.18
(12) Nilüfer GÖLE,”Batı Dışı Modernlik:Kavram Üzerine”,Modern Türkiyede Siyasi Düşünce,İletişim Yayınları,İstanbul/2002,c.3,s.62
(13) Cevdet PERİN,”Atatürk ve Kültür Devrimi”,İnkılap ve Aka Kitabevleri,İstanbul/1981,s.53
(14) Marshall G.S.HODGSON,”İslâm’ ın Serüveni”,İz Yayıncılık,İstanbul/1995,s.275
(15) H.ASLAN,”Cemil Meriç ile röportaj”,Edebiyat Ansiklopedisi,Milliyet Yayınları,İstanbul/1991,s.276
(16) Ahmet KABAKLI,”Ziya Gökâlp”Kültür ve San’at,Boğaziçi Yayınlarıİstanbul/1980,s.107
(17) Bayram Bilge TOKEL,”Bağımıza Gazel Düştü”,Akçay Yayınları,Ankara/2002,s.22
(18) Ziya GÖKÂLP,,Türkçülüğün Esasları,Varlık Yayınları,İstanbul1955,s.22
(19) Ziya GÖKÂLP,”a.g.e”, s.94
(20) Orhan TEKELİOĞLU,”Ciddî Müzikten Popüler Müziğe Musiki İnkılâbının Sonuçları”,Tarih Vakfı Yayınları,İstanbul/1999,s.148
(21) Beşir AYVAZOĞLU,”Geleneğin Direnişi”,Ötüken Neşriyat,İstanbul/1996,s.48
(22) Yalçın ÇETİNKAYA,”Müziğin Değişimi,Değişimin Müziği”,Yeni Türkiye,Cumhuriyet özel sayısı IV,Eylül-Aralık/1998,s.3015
(23) Cem BEHAR,”Musıkîden Müziğe”,Zaman Yayınları,İstanbul/2005,s.274
(24) Cînuçen TANRIKORUR,”Biraz da Müzik”,Zaman Kitap,İstanbul/2005,s.22,23
(25) Cem BEHAR,”Muskîden Müziğe”,Yapı Kredi Yayınları,İstanbul/2005,s.271
(26) Cem BEHAR,”a.g.e”,s.273
(27) Ahmet KABAKLI,”Güzel Sanatlar”,Kültür ve San’ at,Boğaziçi Yayınları,İstanbul/1980,s.125
(28)) Faruk TİMURTAŞ,”a.g.e “s.133
(29) Sina AKŞİN,”Yakınçağ Türkiye Tarihi”(1908-1980)Milliyet Yayınları,İstanbul,C.1,s.388
(30) D.Ali TAŞCI,”Golf Pantolonlu Halkçılar”,Vakit,7 Şubat 2007
(31) Taha AKYOL,”İlber Ortaylı ile Konuşmalar”,Ufuk Kitapları,İstanbul/2006,s.133
(32) Nurullah ATAÇ,”Günce(1953-1955)”,Yapı Kredi Yayınları,İstanbul/2000,s.33
(33) Gönül PAÇACI,”Cumhuriyet Döneminde Halk Müziği”,Cumhuriyet’in Sesleri
,Tarih Vakfı Yayınları,İstanbul/1999,s.123
(34) Bayram Bilge TOKEL,”Bağımıza Gazel Düştü”,Akçay Yayınları,Ankara/2002,s.186