Akademik Alandaki ‘Sempozyumlar’a Bir Bakış… Göktan Ay
Toplam Okunma: 2665 | En Son Okunma: 24.11.2024 - 06:36
Son yıllarda yozlaşma sinyalleri baş gösteren iki furya vardır: Sempozyumlar ve Hakemli Dergiler. Yazımızda birinci konuya eğileceğiz…. Bildirileri sunan akademisyenlerin bir kısmı: Konuya girmeden zamanlarını bitiriyorlar; verdikleri konu dışında bildiri sunuyorlar; bilinen bir konuyu tekrar ediyorlar; bir konuyu ele alıp 50-60 kişiye sorup, sözde istatistiki! sonuç çıkartıp genellemeye gidiyorlar; bir bildiriyi 2 veya 3 kişi ile hazırlamış gösteriyorlar; bildiri asistana ödev verilerek hazırlanıyor, hazırlayan 2 kişi gözüküyor, öğretim üyesi katılmıyor, asistanı okuyor, böylece sorulara çoğunlukla yeterli cevap verilemiyor…
Akademik Alandaki ‘Sempozyumlar’a Bir Bakış… Göktan Ay
Ülkemizde öğretim elemanlarının bir çoğu, icra ettikleri mesleğin gereği ve kabul edilen müfredat programı doğrultusunda sahip oldukları bilginin doğruluğunu öğrencileri ile tartışmadan öğrencilerine aktarırlar, bu bilgiyi öğrenmemiş olanlara da sınavda geçersiz not verirler. Ki bu üniversite eğitimi değil, klasik lise eğitimidir.
Üniversite; eğitimin tartışıldığı, öğrencilerin beyinlerinin açılmaya çalışıldığı, düşünme – yazma ve yeteneklerinin geliştirildiği, üretime açık yerlerdir. Eğer tartışma olmayacaksa –şimdi internet var- öğrenci, istediği bilgiyi kütüphanelerde, kitaplıklarda bulabilir. Bir üniversiteli için en kötü durum ” ezberci ” olmaktır. Sadece kendi hocasının verdiği bilgileri doğru kabul eden, tartışmayan, yorum yapmayan öğrenci gelişmeyi yakalayamamaktadır.
“…..Genç bir hoca arkadaş vardı. Ölen profesörünün yerine birdenbire ders vermek zorunda kalmıştı. Öğrencinin karşısına çıkmaktan korkuyordu, ders vermekten korkuyordu, başaramam diye korkuyordu. Çünkü, profesörü, ona ders verme imkanını ancak ölümü ile tanımıştı. Genç arkadaşımızda korkusunu gizlemek için, hocasının yapmış olduğu gibi korkutmayı denedi. Çekingenliği örtmek için küstahlığı denedi. Yumuşaklığını örtmek için öfkeyi denedi: Ders anlatırken öfkesinden kekeliyordu. Beceriksizliğini örtmek için de öğrenciyi suçlu bulmayı denedi. Kendine güvensizliği örtmek için, derste olur olmaz zamanlarda, yerli yersiz kendini övmeyi, ne kadar bilgili olduğunu anlatmayı denedi. Öğrenciyi yıldırmak için, kendi öğrenciliğini efsaneleştirmeyi denedi:Onlar gibi olmadığını, nasıl üstün bir öğrencilik dönemi geçirmiş olduğunu anlattı durdu. Fakat bu arkadaş daha öğrenciyi imtihan etmeden, öğrenci onun hakkında notu verdi. Bu hocayı, hocalıktan sınıfta bıraktı. Öğrenci durumu sezmişti tabii:Çünkü öğrenci tek bir kişi değildir, yüzlerce gözdür, kulaktır, beyindir. Öğrenciyi, bu talihsiz arkadaşımız gibi, bir düşman olarak karşısına alanlar için öğrenci gerçekten ürkütücü bir devdir. Arkadaşımızın denemiş olduğu oyun, gerçekten tehlikeli bir oyundur. Sonunda belki öğrenciyi ürkütmeyi başarırsın, ama öğretmeyi ve saygı uyandırmayı hiçbir zaman başaramazsın. Ben sana başka bir yol teklif ediyorum. Öğrenciliğinde hocalar seni yanlarına yaklaştırmamış olabilirler; sen bütün öğrencilerinle arkadaş olmayı dene. Asistan olduğun zaman profesörün seni odasına bile yaklaştırmamış olabilir;sen bütün asistanlarını odana çağır, hatta evine çağır. Ve sana ne de olsa birilerinin bir zamanlar bir şeyler öğretmiş olduğunu düşünerek, herkese her şeyi öğretmeye çalış. Ve insanın ciddi olduğu zaman hiçbir şekilde gülünç olmadığını hiç unutma.”(1)
Batı, çocuklarına çok zengin bir dil eğitimi vererek, bildiği-konuştuğu kelimeleri artırmayı amaçlıyor, ve başarılı oluyor. Resmi rakamlara göre; ilköğretimden geçen çocukların kitaplarındaki kelime sayısı, ABD’de 71 bin, İngiltere ve Almanya’da 70 bin, İtalya’da 33 bin, S.Arabistan’da 12.500, Ülkemizde ise 7 bindir. Ülkemizde bu 7 bin kelimenin %5i ile düşünüp konuşulduğu ve bununda 300 kelime olduğu açıklanıyor. Bu rakamlar, eğitimdeki ezberciliği açıkça anlatıyor sanırım….
Meslekte ciddi eğitim ve gelişme çok önemli iken, üniversite hayatına atılan bir genç yükselmek için önüne konulan engelleri de aşmak zorundadır. Bunların başında da geçen yazımızda belirttiğimiz gibi ÜDS gelmektedir.
ÜDS ile oluşturulan düzenin getirdiği tahribat gözlerden kaçmaktadır. Şöyle ki;
a) Akademisyenler zamanının ve parasının çoğunu mesleğinde gelişmek, mesleki kitaplar almak yerine ÜDS ye ve sınav kitaplarına ayırmaktadır. Bu şekilde alanda bilimsel bir kayıp söz konusudur.
b)Yabancı dil nedeni ile mesleğine yeteri kadar eğilemeyen “meslek eksiği” akademisyenler artmaya başlamıştır, ÜDS yi az da olsa aştıklarında ise, ayrı bir koşturmaca başlıyor, “Doç. lik kriterlerine göre belli bir puanı yakalamak”. Elbette yükselmeler için kriterler şarttır.
Bizim bu yazımızda anlatmaya çalışacağımız, bu kriterleri tamamlamak için yapılan bilimsel/sanatsal çalışmalardır.
Son yıllarda, hemen yozlaşma sinyalleri baş gösteren iki furya vardır; sempozyumlar ve hakemli dergiler.Bu yazımızda birinci konuya eğileceğiz.
1/ Sempozyumlar;
Artık her üniversite (bazıları çok daha hızlı), bir katılım ücreti talep ederek, katılanların yol paralarını ve harcırahlarını ödemeyerek sempozyum düzenliyor. Puan peşindeki akademisyenler başvuruyor. Ancak, bakıyorsunuz bilim kurulu ve düzenleme kurulu 10-20 arasında akademisyenden oluşmuş. (onlar da puan alıyor doğal olarak) Bir başka gariplik kurullar çevre illerde görevli akademisyenlerden oluşturuluyor. Bu kurulların toplanması zaten mümkün değil, hatta bazı üyeler kurulda olduklarını sonradan duyuyorlar. (Ama dosyalara giriyor) Toplanamayan kurullar sonucunda, mümkün olduğu kadar çok kişiyi çağırmak amacı ile, salonlar artırılıyor, salon başkanları çoğaltılıyor( 2 kişi) (bunlardan da puan alınıyor), kimse küstürülmüyor.
Bildirileri sunan akademisyenlerin bir kısmı;
a) konuya girmeden zamanlarını bitiriyorlar,
b) verdikleri konu dışında bildiri sunuyorlar,
c) bilinen bir konuyu tekrar ediyorlar,
d) bir konuyu ele alıp 50-60 kişiye sorup,sözde istatiki! sonuç çıkartıp genellemeye gidiyorlar,
e) bir bildiriyi 2 veya 3 kişi ile hazırlamış gösteriyorlar,
f) bildiri asistana ödev verilerek hazırlanıyor, hazırlayan 2 kişi gözüküyor, öğretim üyesi katılmıyor, asistanı okuyor, sorulara çoğunlukla yeterli cevap verilemiyor,
g) herhangi bir nedenle sempozyuma katılmayan kişinin bildirisi okunuyor,(üzerinde tartışma yapılamıyor)
h) tekrar olduğu bilinmesine rağmen, her sunulan bildiri baskıda da yerini alıyor,
ı) ortak olarak sunulan bildiri, dosyaya girerken bir kişi tarafından hazırlanmış gösterilerek puan artırılıyor,
i) konuyla ilgili emek veren bir kişinin hayatı ve eserleri ele alınıyor, anlatılıyor.(bu bilgileri her yerde bulmak mümkün),
j) bilgisayar yanlış kullanılıyor, konuyu destekleyen resim, çizim, vs. ek gösterilecek yerde, CD konulup hazırlanan metin aynen perdeye aktarılıyor,
k) metin hazırlanmadığı için irticalen konuşuluyor, sonra dinlenen bildirilerle metin oluşturuluyor,
l) aynı konu isim değiştirilerek, ayrı yerlerde sunuluyor, hatta Türkçe sunulan bildiri, yurt dışında başka bir dilde sunuluyor. (Yurt dışı bildiri ve yayının çok önemli puanı var)
Tabii ki sorular ve tartışmalar kısmı da zaman yetmediği için geçiştiriliyor. Ancak;yükselmek için gerekli puanlar her şartta alınıyor.
Sonuç; alan da memnun satan da! Yapanın yanına kar kalıyor!
Peki bu tür sempozyumların veya çalışmaların bilimsel alana katkısı nedir? İlgili kurumlarca bu konuda bilimsel bir araştırma yapılmıyor mu? diye merak ediyor insan!
____________________________
(1) Atay, Oğuz; Bir Bilim Adamının Romanı, Oğuz Atay Bütün Eserleri Dizisi-5,İletişim Yayınları-57,24. Baskı, Istanbul, 2005
_____________________________________
http://sanatalemi.net/Sayfala.asp?nereye=yazioku&ID=6624