“Zeytin Gözlüm” ve Selahaddin İçli… Salih Zeki Çavdaroğlu
Toplam Okunma: 3769 | En Son Okunma: 22.11.2024 - 22:39
Ekim, Türk Musıkisi’nin özgün bestecisi Dr. Selahattin İçli’nin hem doğum ve hem de ölüm yıldönümlerini içinde barındıran aydır. İki yıl önce bugün (14 Ekim 2006) kaybettiğimiz İÇLİ, doğum tarihi olan 1923 yılının 6 Ekim günü itibariyle de bir “Cumhuriyet” dönemi bestekârıdır… Üstâd, müzisyenliğinin dışında kelimenin tam anlamıyla da bir “İstanbul Beyefendisi”idi…
Dünyaya geldiği aile ortamı tam anlamıyla bir musıkî mahfilidir. Amcası Şerif İçli döneminin en popüler bestekârı, babası İbrahim İçli ise tam anlamıyla musıkîşinas bir insandır. Bu yüzden kulakları daha bebeklikten itibaren Geleneksel Musıkimizin büyüleyici ezgilerine aşinalık kazanır.
Kendi dilinden çocukluk günlerini anlatırken: Babası İbrahim İçli ‘nin “Beşiktaş Musıkî Kulübü”nün müzisyenlerinden olduğunu, kendisi daha 6-7 yaşlarında iken Türk müziğinin çok önemli eserlerini babasından meşk ettiğini, 12 yaşında iken babası, “Gel efendi. Ben söylüyorum, sen söylüyorsun ama…” deyip, Türk musıkisinin usul ve makamlarının inceliklerini öğrettiğini anlatır. 17 yaşına geldiğinde artık içinde beste yapma arzusu dayanılmaz bir hal alır.
1940 yılında bestelediği İlk şarkısı Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Hıyâbân” isimli şiirinden “Âh eden kimdir bu saat kuytuda ? ”dır. Makamı “Hüseynî” olan bu şarkıyı ilk kez amcası Şerif İçli ‘ye okur. Amcası tarafından beğenilip, 1941’de Ankara Radyosu’nda ilk kez Semahat Özdenses’in yorumuyla yayınlandıktan sonra artık bestekârlık onun için bir yaşam tarzı haline gelir.
Balıkesirde lise öğrenimini bitirdikten sonra, 1943 yılında İstanbul Tıp Fakültesi’ndeki öğrenimine başlar. Babası İbrahim Bey bir mektupla onu ile büyük bestekâr Selahaddin Pınar‘a gönderir. O günden sonra iki Selahaddin’in arasında çok iyi bir dostluk kurulur. İçli yaptığı bütün bestelerinin değerlendirmelerini ilk kez Pınar’dan alır.
1949’da bitirdiği Tıp öğreniminden sonra Doktor ve yönetici olarak çeşitli kurumlarda görev yapar. 1981 yılında SSK İstanbul Hastahanesi Baş Hekim Yardımcısı iken, bu görevinden ayrılıp, İTÜ Türk Musıkisi Devlet Konservatuvarı’nda Sanatçı Öğretim Görevlisi ve Müdür Yardımcısı olarak işine devam eder.
Özellikle güfte yazarı-şair Cansın Erol Hanım ile oluşturdukları beraberlikten”Aşkın rengi”, ”Cimri mi cimri”, ”Gece gözlüm”, ”Güneşin battığı yerde”, ”Hoş geldin”, ”Hüzün zaman zaman”, ”Ne zaman başlar bilinmez” gibi çok farklı şarkılar ortaya çıkar.
“Bitmez tükenmez bu dert”, “Zeytin Gözlüm”, “Bahara indi melekler”, “Gül Açılsın Dudağında Gülüver”, “Hüzün Zaman Zaman Deli Dalgalarla Gelir”, “Ayrılık Var Çıkan Falda” ,”Bir seni bir gülü” ,”Bir sabah bakacaksın bir tanem”, ”Bir destan dolaşır” gibi daha onlarca esere imzasını atar. İmzasını atmakla kalmayıp, Türk musıkisinde özlenen yeni bir ses, ekol, tını, tarz, üslup ve çığırı da beraberinde getirir. Ancak o da her büyük bestekâr gibi onun da gerçek değeri, ölümünün ardından yıllar geçtikten sonra daha iyi anlaşılacaktır. Tıpkı Hacı Arif Bey,Sadettin Kaynak v.b.gibi…
Üstâd müzisyenliğinin dışında kelimenin tam anlamıyla da bir “İstanbul Beyefendisi”idi. Ben kendileri ile sadece iki kez karşılaşabildim.Bu kısa süreli karşılaşmalarda, kibarlığı, nezaketi, tevazuu ve tabii ki vakarı ile “idol” nitelikli bir şahsiyeti tanıma şerefi ile nasiplendim.
Birincisi bundan yıllar önce takriben 1990’lı yılların ilk senelerinde benim de mensubu bulunduğum bir “Musıkî”Cemiyetinin, kendilerinin eserlerinden oluşan konserine teşrif etmişlerdi. Naçizâne bana da “Zeytin Gözlüm” isimli Hüseynî şarkısını okumak nasib olmuştu. Aradan beş yıl geçmişti .Bir konser için gittiğim Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nun kapısında üstâda rastladım.Elini öptüm…Bana “Merhaba Zeytin Gözlüm”şeklindeki hitabını hala unutamıyorum.
Tabii böyle bir üstâdın,aynı zamanda müthiş bir hafıza ile de yüklü olması garip bir şey değildi.Garip olan bir amatör müzisyene verdiği değerdi.Bu tevazu da ancak onun gibi kendini aşmış bir insan-ı kâmil’e yakışırdı.
O’nu rahmet ve özlemle yâdediyoruz. Nur içinde yatsın….