Necdet Tokatlıoğlu’na Veda ve Söyleşi… Müfit Yalçınkaya - Mine Sağlam


Toplam Okunma: 8682 | En Son Okunma: 22.11.2024 - 22:46
Kategori: Tarih ve Anılar

Türk Sanat Müziğinin “Bir sevgi istiyorum, “Bitmesin gözlerinden pırıl pırıl arzular”, “Sebepsiz Ayrılık” gibi unutulmaz eserlerinin bestekarı Necdet Tokatlıoğlu, İstanbul’da hayatını kaybetti. 30 Ocak 1933 tarihinde İzmir Yelki’de dünyaya geldi. Müziğe 1948 yılında İzmir Türk Musıkisi Cemiyeti’nde başladı…

İSTANBUL’da 75 yaşında hayatını kaybeden (27 Eylül 2008)bestekar Necdet
Tokatlıoğlu’nun cenazesi, 28.09.2008 Pazar günü İzmir’de Alsancak
Hocazade Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Güzelbahçe
İlçesi’ne bağlı Yelki Beldesi’nde toprağa verildi.

İstanbul’da kanser tedavisi gördüğü hastanede hayatını
kaybeden ‘Bir Sevgi İstiyorum’, ‘Sebepsiz Ayrılık’, ‘Gitmesin
Gözlerinden Pırıl Pırıl Arzular’ın da aralarında yer aldığı
şarkıların bestecisi Necdet Tokatlıoğlu için ilk olarak TRT İzmir
Müdürlüğü önünde bir tören düzenlendi. Törende konuşan TRT İzmir
Müdür Yardımcısı Salih Soysal, 1952 yılında TRT’ye giren
Tokatlıoğlu’nun 95 bestesinden 68′inin TRT repertuvarında bulunduğunu
söyledi. TRT’deki törenin ardından Tokatlıoğlu’nun cenazesi Alsancak
Hocazade Camii’ne getirildi. Buradaki cenaze namazına eşi Birgin
Tokatlıoğlu, kızları Hande Özpar, Nağme Eron, yakınları ve yakın
dostları katıldı. Hayat arkadaşını kaybetmenin acısını yaşadığını
söyleyen Birgin Tokatlıoğlu, eşini sevenlerin kendisini yalnız
bırakmadığını, Türkiye’nin her yerinden taziye telefonları aldığını,
dostlarının çoğunun bayram nedeniyle tatilde olması yüzünden cenazeye
katılamadıklarını ifade etti. Devlet Türk Musikisi Korosu Şefi Teoman
Önaldı ise 30 yıl önce tanıştığı ustayı kaybetmekten dolayı üzüntü
içinde olduğunu belirterek, “Çok dost canlısı bir insandı. Acımız
büyük” dedi.

Necdet Tokatlıoğlu’nun cenazesi, kılınan namazın ardından, İzmir
Büyükşehir Belediyesi tarafından heykelinin yaptırıldığı
Güzelbahçe’nin Yelki Beldesi’nde toprağa verildi.

Necdet Tokatlıoğlu ,bestekardı, yorumcuydu, şairdi, udi idi. Fakat
en önemlisi gerçek bir insanlık örneğiydi. Ömrünü müziğe adamış olan
bu değerli insan , sanatçı kimliği dışında hümanist yapısıyla,
mütevazi tavırlarıyla, güler yüzüyle de hem sanat camiasının hem de
Türk halkının gönlünde taht kurmuştu …

Kendi anlatımıyla biyografisini sunmak istiyorum…Aziz
ve muazzez ruhu şad olsun …Mekanı cennet olsun …

“ 1933 de İzmir’ e yirmi dakika uzaklıktaki şirin Yelki Köyü’nde
doğdum. Müzik benim için hep vardı. Babamın çok güzel sesiyle okuduğu
Kuran-ı Kerim ‘ i yıllarca dinlemek, bende müziğe karşı derinine bir
yönlendirme yapmış ki, bu yaşımda da hala müzik var.Tahsilime devam
ederken, bir yandan da İzmir Musiki Derneği ‘ ne gitmeye başladım. Bu
arada evimizdeki gramofonda da M. Nurettin Selçuk, Safiye Ayla,
Müzeyyen Senar gibi sanatçıların sesleri eksik olmuyordu. Onlar benim
ilk eğitmenlerimdir. Ailem müziğe tutkundu.Ahmet Aksoy’ dan, İlyas
Tonguç’ dan özel müzik dersleri alıyordum. Bu arada Mehmet Kasabalı’
dan ud çalmayı öğrendim. 1952 yılında İzmir Radyosu‘ nun ilk
solistlerindendim.

1954 yılında Ankara Radyosu’ na “yetişmiş sanatçı” sınavını
kazanarak girdim. Zorlu bir sınavdı.İlk bestemi aynı yıl H. Rıfat
Işıl’ ın bestelerini melodilendirerek yaptım. Kaç bestem var
bilmiyorum, hiç saymadım.1960′ da Ankara Radyosu müzik yayınları
şefliğine atandım. Ama benim yerim mikrofonların arkasıydı.1970-1981
yılları arasında Ankara Radyosu’ nda solistliğimin yanı sıra koro
şefliği de yaptım. 1981′ de isteğimle ayrılarak İstanbul’ a
yerleştim.TRT ve Dışişleri’ nin organizasyonlarıyla Mısır, Tunus,
Cezayir, İran, Irak, Pakistan, Bangladeş gibi ülkelerde konserlere
katıldım.Libya’ nın 10. yılı için bir destan bestelemem, Libya
devleti tarafından istendi. 1979 ve 1980 yıllarında davetli olarak
gidip, konserler verdim.

Cumhuriyetimizin 60. yıl kutlamalarına Amerikan-Türk
Federasyonu’nun davetlisi olarak katıldım.Özel konserler için yine
Amerika ve pek çok Avrupa ülkesine çağrıldım.“ Şen Sazın Bülbülleri”
Müzikali’ nin Türk Müziği parçalarını besteledim. TV’ de bir halı
reklamında; ilk kez şarkı söyleyerek reklam yapan sanatçı
bendim.Yurdumun her köşesindeki vatandaşıma özel konserlerle, turne
programlarıyla ulaştım.Türk Musıkisi’ ni her köşeye ulaştırmaya
çalıştım, mutluyum…

Son yıllarda “İstanbul Koç Allianz Korosu” nu ve ismim
verilen “Necdet Tokatlıoğlu Kabataş Musıki Derneği” ni
çalıştırmaktayım.Altın plağım, Altın Kelebeklerim, Milliyet Gazetesi’
nin dokuz ödülü, Günaydın Gazetesi “Yılın En Sevilen Şarkısı”, 50
yılın sevilen şarkılarından birincilik ödülü, ayrıca Türkiye’ nin
çeşitli kurum ve kuruluşlarından, başta Milli Savunma Bakanlığı,
Genelkurmay Başkanlığı Ege Ordu Kumandanlığı, Jandarma Genel
Komutanlığı, mensubu olduğum TRT’ den üç teşekkür ödülüm ve çeşitli
teşekkür plaketlerim bulunuyor.Ve 20 Mayıs 2007′ de İzmir Büyükşehir
Belediyesi, doğduğum köy olan İzmir Güzelbahçe Yelki Köyü’ ne
heykelimi dikmek suretiyle beni çok onurlandırdı. İzmir Büyükşehir
Belediyesi’ ne ve diğer bütün ilgililere çok teşekkür ediyorum.
Takdir görmek, her “Sanatçı” nın doyumudur, hakkıdır diye
düşünüyorum.Eşim, iki kızım, bir torunumla mutluyum…”

NECDET TOKATLIOĞLU İLE SÖYLEŞİ”(2003) Mine SAĞLAM

Necdet Tokatlıoğlu halka mal olmuş, halkla bütünleşmiş bir sanatçı.
Onun içinde hiç bitmeyen bir musiki pınarı var. Bu pınardan doğan
besteler kalpten kalbe akmış, gönüllerde taht kurmuşlar, her kesimden
insanın dudaklarında terennüm edilmişlerdir. Kendisi “Ben Türk
Musikisinin bir neferiyim” diyor. Bu onun alçak gönüllülüğünün bir
yansıması. Gerçekte Necdet Tokatlıoğlu Türk Musikisinin bir devidir,
köklü bir çınarıdır. Ben bu söyleşiyi yaparken büyük bir keyif ve
feyiz aldım ve her yönü ile onu size tanıtmak istedim. Çünkü artık bu
gibi gerçek sanatçıların yerlerine yenileri gelmiyor.

- Biraz kendinizi anlatabilir misiniz?
  - Emekleme döneminden beri şarkı söyleyen biriyim.Müzik benim
içimde olan bir unsur. Bunu geliştirmek için belki de hiçbir
arkadaşımın görmediği kadar müzik eğitimi gördüm. Hem batı hem de öz
musikimiz. On iki yaşımda devrin mevlithanlarından Mecit Sesigüzel’le
mevlit okudum. O devirlerimde ud çalıştım, ama sonra onu ikinci plana
ittim. Sesimin güzelliğini meydana çıkararak solist oldum. Sanat
hayatıma 1952 yılında İzmir Radyosu’nda başladım. 1953 yılında ise
Ankara Radyosu’na girdim. 1954 Yılında ilk bestemi yapıp adımı
duyurdum. Ondan sonra tabii bestelerin arkası
geldi.
1960 yılında “Dünyada biricik sevdiğim sensin” i besteledim ve onunla
büyük bir başarıya ulaştım. Türkiye işte o zaman Necdet
Tokatlıoğlu’nu besteci olarak tanıdı. TRT kurulduktan sonra TRT -
Dışişleri ortaklığında yurt dışı konserlerim oldu. Dört kıtada
konserler verdim. Şarkılarım dillerde gezmeye başladı ve altın
plaklar aldım Anadolu’yu müzikle gezdim. Para aldım, alamadım.
Okullarda sinemalarda konserler verdim. Fakirin sofrasında da yemek
yedim, Çankaya’da Celal Bayar’ın, Cemal Gürsel’in, Kenan Evren’in,
Süleyman Demirel’in masalarında da…. 1981 yılında aylığımın az
olması, çocuklarımın kolejlerde okuyor olması, beni adeta İstanbul’a
itti. Emekliliğimi isteyip İstanbul’a geldim. Bu arada beste yapmaya
da devam ettim. “Dualar”, “Bir sevgi istiyorum” çok sevildi.. Sonra
1990 yılında bir küskünlük başladı bende. Bir olaydan sonra son
derece kırıldım. Bu bana sevecen ve hümanist yapımla bağdaşamayacak
kadar acı geldi. Mesleği bıraktım. Beste yapmıyorum, sahnede
çalışmıyorum.Hatta udu bile elime alamıyorum. 1996 yılında İstanbul
Musiki ve Kültür Derneği kurucuları ve üyeleri bana geldiler. ” Bizi
çalıştır .Hocamız ol, şefimiz ol” dediler. Benim böyle bir çalışma
yapmak aklımda yoktu. Çünkü ben Ankara radyosunda hocalık, şeflik,
müzik yayınları müdürlüğü yaptım ve orada birçok sanatçı yetiştirdim.
Bunlar arasında kimler yoktur ki… Sonra eşim araya girdi. “Sen
böyle kendinde değilsin. Belki bu seni canlandırır” dedi. Gerçekten
çok da iyi oldu. Şimdi her şeyle barışığım. Beste çalışmalarım da
devam etmekte. O küskünlüğe devam etseydim, bütün birikimim benle
beraber gidecekti. Öğrencilerimle hep beraber konserler verdiğimizde,
dinleyicileri ayağa kaldıra biliyoruz, heyecanlandırabiliyoruz.
  - Sizce Türk Musikisi nerededir, nasıl olmalıdır?
  - Ben şimdi yapılan şeylere hiç olumsuz bakmıyorum. Katı
kurallar içinde değilim. Türk musikisi insanların içinde yaşayan bir
unsur. Bu her türlü müzikte kendini belli ediyor. Sanat müziği diye
bir şey yoktur. Buna kalıbımı basarım. Halk ağzı kullanıldığı için
böyle oluyor. Güfteler farklı. Çok ses alan türkülerimiz var. Ben
Ege’liyim. Ege türkülerinde muhayyerkürdı vardır. Bu benim kanımda
olduğundandır ki, bir çok bestem bu makamdandır.İnanın bana
türkülerimiz hicazdır, buseliktir. Müzik yönünden değişmez. Farkı
güftesindedir. Birinin halk edebiyatından, diğerinin divan
edebiyatından oluşundandır.Müziğimiz halk müziği, sanat müziği diye
ayrılmamalı. Muzaffer Sarısözen’e kadar böyle bir ayırım yoktu.
Bence musikimize ihanet oradan başlıyor.
  Bu gün pop diyorlar değil mi? Bana sorarsanız bu
türkülerimizin, şarkılarımızın biraz yozlaşmış hali. Bunlar da halka
hitap ediyor ve seviliyor. Dikkat ederseniz bunların içinde de Türk
Musikisi’nin makamları var. Hicaz var, buselik var. Yalnız birer
dörtlük, birer beşlik halinde. Onun için bunlar musikimizi
geleneksellikten çıkarmıyor. Ben tutucu değilim, sınırsız serbestim.
Türk müziğinin karakterini bozmadan her şeye varan.
  - Şarkıcılık nedir? Sizin için şarkıcılık mı bestekarlık mı
önde geliyor ?
  - Şarkıcılık bir şarkıyı alıp söylemek değildir. Şarkının bir
dili vardır, işte o dili konuşmak sanatıdır. Feryat etmek, içini
boşaltmak duyguları hissetmektir şarkı söylemek. Ben önce şarkıcı
oldum, bestekarlığım hep ikinci planda kaldı. Besteye pek fazla
eğilemedim. Eğilseydim elli yıllık meslek hayatımda daha fazla
olurlardı. Radyoevi, televizyon, konserler… Canım çıkıyordu oradan
oraya yetişmek için. Beste yapmak için zaman bulamıyordum. Bir de ben
kendini beste yapmak için zorlayan biri değilim. Canım beste yapmak
isterse yaparım. Bütün bu olumsuzluklara rağmen gene de geleceğe
kalacak yüzlerce bestem var.
  - Beste yapmak ve besteci olmak için neler gerekir?
  - Beste yapmak için insanı ateşleyecek bir tema olmalı.Bir
olaydan etkilenirsiniz, bir güzellikten etkilenirsiniz. Eğer bir
yeteneğiniz varsa, oturur onu şiire dökersiniz ve sonra da
bestelersiniz. Bunun yanında bir de başka şairin verdiği ilham var O
şiirdeki tema hoşunuza gider, duygusal bir iletişim içine girersiniz.
Size bir ilham verir ve bunu musikiye dökersiniz.
  Bazen de bir şiirin yalnız iki mısraı hoşunuza gider, ama
şiir on iki kıtadır. Diğerleri şarkıya uygun olmadığından şairin izni
ile değiştirerek veya ilave edilerek besteleyebilirsiniz.. Benim bu
şekilde yaptığım bestelerim vardır, ama iki satır da alsam güfte o
şaire ait olur.
  Konuya açık bir anlam veren ve devamlılığı olan şiirler
önemlidir beste yapmak için. Ben şairliğin ayrı beste sözü
yazarlığının ayrı olduğuna inanıyorum. Biri şiir, biri güftedir.
Güfteler şarkı hikaye olmalıdır. Bu ne demektir. Dinleyene baştan
sona bir bütünlük sağlamalıdır demektir, anlattığı bir şeyler
olmalıdır demektir. Aynca heyecan verici olmalı, vurucu sözler
içermelidir.
  Beste yapmaya hevesli çok kişi gördüm. Bir çoğu beste yapar
gelir bana. Alırım onu önüme oturturum. Bulduğu melodiler eğer bir
emeğe değecekse, yardımcı olurum, terbiyeli bir beste olmasını
sağlarım. Nota bilmiyorsa, notaya dökerim. Bugün önünü iliklediğiniz
bir çok bestekar nota bilmez. Türkiye’nin değerli bestecilerinden
Rüştü Şardağ’ın, Semahat Özdenses’in ve başkalarının bestelerini ben
notaya döktüm. Ben müziğin neferiyim. Hiçbir zaman hocalık taslamam.
Dinlerim, musikimize bir şeyler katacaksa, ilgilenirim.
  - Bize kendi bestelerinizden bahsedebilir misiniz?
  - İlk bestem güftesi Hüseyin Rıfat Işık’a ait olan “Gördüm o
yeşil gözleri bir lahzada yandım”dır. Orhan Seyfi Orhon’un Türkü
isimli şiiri benden önce üç kere değişik bestekarlar tarafından şarkı
tarzında bestelenmişti. Ben onu aldım, şen şakrak bir türkü şeklinde
besteledim. Çok beğenildi. Dünyada şarkıya pankart açılan ilk
şarkı: “Dünyada biricik sevdiğim sensin”dir. O kadar sevilmesinin
nedeni, bunun üzerine uzun uzun düşündüğüm içindir. Benden önceki
bestekarlar çok güzel eserler vermişler. Ben bu yolda gidersem
taklitçi olacağım dedim. Bunun üzerine öz Türkçe’ye dönük, özellikle
melodik hareketleri şiirin havasına uyan besteler yaptım. Bunlar
Tokatlıoğlu besteleri oldu.
  - Besteleriniz çok sevildi. Bunu başka neye bağlıyorsunuz?
  - Şükürler olsun gerçekten öyle oldular. Her zaman söylerim,
çok yapmak kalitesizliği çağrıştırır. Çünkü tek sizden çıkıyor
melodi. Kendinizden çıktığı için bazı yerlerde tekrarı olabiliyor.
Ben buna toslamak derim. Bir bakıyorsunuz tanıdık, o da sizden.
Bundan kaçınmak lazımdır. Benim bestelerim zorlamadan gönülden çıkan
bestelerdir. Belki de bu yüzden sevilmişlerdir.
  - Sizce sanatı ne yaratır?
  - Duygu birliği, dil birliği sanatı yaratır.. Sanat da insan
topluluğunu millet yapar. Yalnızca bunlar sanatı yaratır mı ? Hayır,
bunları birleştirecek bir de yetenek olmalıdır.Yetenek eninde sonunda
ortaya çıkar. Mızrağı çuvala sığdıramazsınız. Eğer bir yeteneğiniz
yoksa şiir yazamazsınız, beste yapamazsınız. Bir de tabii yeteneği
bilgi ile beslemek gerekir. Duyguyu kaleme dökmekle şiir
olmaz,mırıldanmakla beste olmaz. Biri çıkar bir şiiri çok güzel
yorumlar, bu onun güzel bir şiir olduğunu göstermez. Yorumcunun
gayreti ile güzel görünmüştür. Mesela Yahya Kemal şiirlerini hiç
güzel okuyamazdı. Dinlediğinizde bir şey anlamazdınız. Oysa şiirleri
Türk Edebiyatına damga vurmuştur.
  - Yabancılar bizim şarkılarımızı pek hüzünlü buluyorlar.
Duygularımız neden bu yönde?
  - Biz hüznü kendimize zevk edinmişiz. Hani ne diyor
adam: “Dertleri zevk edindim bende neşe ne arar.” Bizim yapımız bu.
Belki yıllar yılı hasret yaşamamız buna neden olmuş olabilir. Adamı
almışlar on sekiz sene askerlik yaptırmışlar. Ne çocuk babayı
tanımış, ne baba çocuğu.. Yokluklar, Anadolu’nun çektiği çile.. Bu
insanlara hüzün yaraşır. Şimdi bakın etrafımızdaki gençlere. Hoppala
zıppala . Neden ? Baba parasından. Altlarında cipler, arabalar,
sıkıntı yüzü görmüyor. Cebinde parası var istediği yere gidiyor.
Sevgili desen bol, gani… Aşk hasreti çektiği yok. Hüzün dediğin
zaman ona, hadi o da neymiş deyip geçiyor. Biz o hüzünde neler neler
görüyoruz, neler neler hatırlıyoruz. Mesela bana bakın. Tam Alman
Harbi’nin ortasında babacığım ölüverdi. Ben dokuz yaşındayım. Haydi
buyurun bakalım, kaldık ortada. İzmir’in yirmi beş kilometre uzağında
bir köyde doğmuşum. Şehre inmek bir mesele. Otobüs yok.
Seferihisar’dan bir otobüs var, yer bulamazsınız. Biraz büyüyünce bir
bisiklet alındı da şehre inmeye başladım.Bu sıkıntı içinde yetiştim.
Şükürler olsun bakın bugün bu yerdeyim. Diyeceğim şu ki, hüzün bizim
insanımızın içinde. Şarkılarında olmamasına imkan var mı?
  - Eski şarkıların eski eserlerin kaybolduğu
duygusuna kapılıyor musunuz?
  - Atatürk harf inkılabını yaptığı zaman bunların
kaybolmaması için çeşitli kurumlar kurdu. O ölünce bu kurumlar
gelenler tarafindan etkisiz hale getirildi. Eski eserlerimizi
çevireceklerine batının eserlerini çevirmeye başladılar. Gittiler
Shakespeare’i çevirdiler. Çok mu lazımdı bu? Bende var, altı cilttir.
Bizim bir Şeyh Galip’imiz var. Bütün şairlere bedeldir. Niye onu
çevirttirmediler? Bizim kültürümüzü eski yazıda bıraktılar, yeni
nesillere iletmediler. Eski yazı bizim dilimize uygun değil. Bizim
dilimiz Türkçe. Türkiye’nin gelişmesi için değişmesi gerekliydi., ama
bunu yaparken eserlerimizi bu günlere taşıyacak, Atatürk’ün kurduğu
kurumlar işlemeliydi. Biz Osmanlı’nın bir devamıyız ve onun da
kültürüne sahip çıkmalıyız. Şimdi de globalleşmek diye bir şey
çıkardılar. Bununla şimdi tarihler silinecek, diller yozlaşacak, ne
o, dünyaya ayak uyduracağız. Tamam dünyaya ayak uydur ama böyle
değil. Atatürk’ün istediği gibi. Çağdaşlığına uy, ama ulus olarak
özünü kaybetme.
  - Son olarak öğrencilerinize ne tavsiye ediyorsunuz?
  - Çok çalışmalarını, kendilerini yetiştirmelerini,
yeteneklerine bilgilerini eklemelerini söylüyorum. Çalışmadan,
çabalamadan hiçbir şey olmaz.
  - Bu söyleşi için size teşekkür ediyorum ve çalışmalarınızın
devamını diliyorum.
______________________________

Ozan Ağacı Dergisi Mayıs - Haziran 2003 ve Sayı:37




Hoşgeldiniz