Bir Fenomen: Zeki Müren… Salih Zeki Çavdaroğlu
Toplam Okunma: 10025 | En Son Okunma: 20.11.2024 - 22:37
Geleneksel Türk müziğinin ”Sanat Güneşi” Zeki Müren 12 yıl önce bugün TRT İzmir Televizyonu stüdyosunda katıldığı program sırasında fenalaşarak aramızdan ayrılmıştı. Sevgiyle anıyoruz.(M.D.) “… 1950’lerde Türk milleti onun şahsî hallerini fark edemeyecek kadar saftı. Radyoda sesini dinleyerek, sinemalarda fimlerini izleyerek onu gönüllerindeki tahta oturttu… Bir milletin sanat ikliminin her asrında benzerine ancak birkaç kere tesadüf edilebilen bir ses sanatkârı idi…
Bir Fenomen :Zeki Müren… Salih Zeki Çavdaroğlu
Zeki Müren 1950’li yıllarda, Türk Musıkisinin en büyük fenomenidir.İstanbul radyosunun bir emisyonu ile kendini tanıtan bu genç solist,Türk Musıkisine yeni bir ses,soluk ve görüntü getiren Münir Nureddin Selçuk’ un tahtına bir rakip olarak vizyona çıkar.
Radyo’ya girişinden önce bayağı birikimlidir.İlk müzik derslerini Bursa’ da Tanburî İzzet Gerçeker’den alır.Güzel Sanatlar’ da yüksek öğrenimini yapmak için İstanbul’ a geldiğinde ise Refik Fersan ve Şerif İçli’den aldığı derslerle kendisini olukça geliştirir; profesyonelliğe hazırlar.
İstanbul Radyosu sınavını verip,ilk solo proğramını yapmasından sonra birdenbire Türkiye genelinde bir fenomen olur.
Daha sonraki yıllarda bir röportajında ifade ettiği gibi radyoya girmeden önce ezberinde 2000 şarkılık bir repertuvar zenginliği vardır ve 16 yaşında “Zehretme hayatı bana canânım”şarkısını besteler. Daha sonraki yıllarda ise “Manolyam”,”Yoksun bu gece yine zehroldu şarabım”,”Beklenen şarkı”,”Yaşamak zevki verir ruhuma sonsuz kederin”,”Şimdi uzaklardasın”şarkılarının bestesini yapar.
1955’ de “Manolya”isimli şarkısı ile ilk altın plâk ödülünü alır.
Bu müzikte olduğu kadar sinemada da böyledir.1950’ ye kadar Münir Nureddin’ in öncülüğünde çevrilen müzikli fimler,bu kez Zeki Müren’ le devam edecektir.Nitekim 1954 yılında Müren,devrin ünlü kadın yıldızı Cahide Sonku ile çevirdiği “Beklenen Şarkı”filmiyle çok büyük bir sükse yapar.
Zeki Müren 1960’ lı yılların ortalarına kadar klâsik üslup ve tavrı korumuş,ancak o yıllardan sonra Gazino şarkıcılığına başlar.Artık son derecede allı-pullu,cicili bicili,son derecede ekstrem ve frapan giysileriyle şarkıcılığın da ötesinde bir show-man’ dır artık.Müziğe adım attığı dönemdeki tarzından,üslup ve icrasından bir eser yoktur.
“…Zeki Müren’i genç kuşaklar ‘Sanat Güneşimiz’olarak hatırlarlar.Kendisine bu lâkabın kim tarafından yakıştırldığını bilemiyorum.Ama bu yakıştırmanın onun 1970 sonrası gazino ve plâk çalışmalarını yansıtan bir ad olduğu kesin…
…Zeki Müren’in müzik kariyeri aslında birbirinden epey farklı iki döneme ayrılıyor:
1970 öncesi ve sonrası.1970 öncesinin Zeki Müren’inin sesli izlerinden ise günümüze pek azı ulaşmıştı.Oysa 1931 doğumlu olan Zeki Müren,aşağı yukarı yirmi yaşından itibaren İstanbul Radyosu’nda solist olarak düzenli Türk Müziği proğramları yapmış,bir çok bant doldurmuştu.1950’li yıllar geleneksel Osmanlı/Türk musıkisi icrasının tarihi açısından önemli yıllarıdır…” [1]
Her ne kadar “Sanat Güneşi”sıfatı ile taçlandırılsa da 1980’lerde piyasanın gerektirdiği “arabesk”leşmede,Zeki Müren Geleneksel Musiki’deki kariyerinini adeta sıfırlayarak oldukça sıradan şarkıların icracısı olacaktır.Ancak: “…onun ‘Kahır Mektubu’şarkısındaki etki çeşitliliği ve esneklik,Sadettin Kaynak’ ın’Leylâ’sının çok çok ötesine gitmektedir…” [2] gibi yorumlar pek gerçekçi gözükmemektedir.”Kahır Mektubu”ile “Leyla”arasında bir kere kıyas kabul etmez bir kalite farkı vardır.Kahır Mektubu bu gün hem melodisi,hem sözleriyle tamamen unutulmuş bir geldi geçti’nin müziğidir.Oysa Leylâ halâ söylenmekte,dinlenmektedir.
Aslında Zeki Müren bu değişimin tam anlamıyla bir öncüsü değildir:
“…Bir yanda ses ve tavır,diğer yandan da shnedeki hareketler değişti ve öncülüğünü Müzeyyen Senar ve Zeki Müren yaptılar.Müzeyyen Senar’in hareketi müziğin önüne geçirerek başlattığı değişime,Zeki Müren’in önce sesiyle,sonraki senelerde de giyimiyle,kuşamıyla ve davranışlarıyla katıldı.Müren’in cinsiyet özelliği taşımayan sesi ile ciddî bir icra asla mümkün olamazdı.Ama senelerce devam eden son derecede başarılı reklâm faaliyeti sayesinde bir ‘sanat güneşi’yaratıldı….” [3]
Bir başka yazar Zeki Müren fenomenine çok değişik,daha doğrusu sosyo-kültürel açıdan yaklaşır ve Müren’in Türk toplumun değişim vetiresininden nasıl etkilenip;etkilediğini, yararlanıp,yine iadeten topluma sunduğununu şu satırlarla anlatıyor:
“…Zeki Müren bu gün bir efsâne.Bu,onun dehâ düzeyine varan zekâsının bir sonucuydu.Bu yargıda bulunmaktan kaçınmamak gerekir.Türkiye gibi kültürel olanakları sınırlı,hoş görüsü dar,alışkanlıkları katı bir ülkede onun yaptıklarını başarmak ikili bir çabayı gerektiyordu.Bir yandan yeni,farklı,görünmemiş bir şey yapmak,ikincisi bunu halka kabul ettirmek ,hatta gelip geçici bir balon olmadan bunu sürdürebilmek…
…Türk sahne kültürü aslında Türk toplumsal yapısındaki değişimin de bir yansımasıdır.Zeki Müren bunu 1950’den 1980’ e kadar yaşadı.1950’lerde ortaya çıkan taşra burjuıvazisi ve hacıağa tipi,1960’larda beliren ticaret burjuvazisi,1970’lerde patlayan gecekondulaşma ve arabesk onun sahne kültürüne yansıdı.Özellikle o yıllarda meydana gelen büyük toplumsal kaymanın şehirde baş gösteren yansımalara karşı kapandı ve bir efsaneye dönüştürmekle yetindi…
…Zeki Müren sadece Bizans’tan beri yaşadığınız o çetrefil ahlâkın toplumsal ölçekteki son durağıydı…
…Zeki Müren kendisiyle birlikte bitti.Biten yanı daha çok müzikle ilgili kısmıydı işin.Popüler kültüre ve toplumsal ahlâka ait yanıyla Müren daha hayli yaşayacaktır…” [4]
1980’ lere doğru artık “arabesk”olarak adlandırılan müzik kirliliği ,piyasanın gözdesidir.Zeki Müren de geçmişteki kariyerini,müziğin ticarî getirisi karşılığında terkedip “Kahır Mektubu” türünde hiçbir müzikalitesi bulunmayan eserler okur ve bu çizgiyi artık hayatının sonuna kadar devam ettirir.
Müren 24 Eylül 1996 günü akşamı TRT’ ce düzlenen bir ödül proğramında oldukça duygulu ve heyecanlıdır.Dakikalar ilerledikçe bu heyecan oldukça artar ,stüdyoda fenalaşır ve saatlerin 20.59’u gösterdiğinde son verir.
Cenazesi 27 Eylül günü adeta bir Devlet töreniyle Bursa Emir Sultan Mezarlığı’nda torağa verilir.
Türkiye’de her kes için geçerli olan bir kuralla,kişinin ölümünden sonra ,ya olağanüstü bir şekilde övgü veya yergi çarkı onun için de başlar.Ancak,bunların içinde oldukça objektif ve gerçekçi satırlar da vardır.İşte bunlardan bazıları:
“…Zeki Müren,bir milletin sanat ikliminin her asrında benzerine ancak birkaç kere tesadüf edilebilen bir ses sanatkârı idi.Klâsik musıkimizin ‘neoklâsik’ismiyle bilinen repertuvarını yumuşak ve artistik sesi,eski tabirle ‘mehârice riayetkâr’telâffuzu ile çok iyi seslendirmişti.1950 ile 60 yılları arasındaki icra tarzı bir ekol teşkil etti…Bana göre Zeki Müren büyük bir trajedi yaşadı;icra ettiği sanatı,kullandığı lisanı ve hayata bakış tarzını,kendi şahsiyetinde birbirini nakzeden iki kutup halinde yaşatmaya çalışması,tek kelime iletrajikti;o,insafsızca ikiye bölünmüş çelişkilerin ağırlığını sürükleyerek hayata veda etti ve benim nazarımda geriye 60’lı yılların ortasına kadar,gelenek ve sanat endişesini dikkate alarak doldurduğu bir kucak dolusu plâk bıraktı…” [5]
Bir başka yazar,Zeki Müren ekseninde 1950’li yılların sosyo-politik ortamı ile birlikte,1990’lı yıllara kadarki Türkiyenin profilini şöyle çiziyordu :
“…O,bir ömür boyu ‘sevgili’sine şarkı söyledi,hiçbir zaman da sevgilisi olmadı.
Evlenmediği gibi,bir kadınla da adı çıkmadı.
Peki onun sevgilisi kimdi?
Bazan bir Mecnun gibi arayış içinde…Bazan bir Kerem gibi onun ateşine yandı…Bazan da bir Ferhat gibi dağları yardı..Amma onun Leyla’sını gösteremezsiniz.Aslı’sı,Şirin’i hiç olmadı.
‘Bir muhabbet kuşu da ben olurum,dilesen…’Bunu kime söyledi?…
…Avrupa’da aydınlıkçılar,kiliseye karşı çıkarken,bizdeki aydınlar İslâmiyet’ e de karşı çıktıklarından,1950’li yıllarda Zeki Müren,renkli ışıkların altında sevgilisine en güzel şarkılarını söylerken,Allah’ ı sevenler tevkif ediliyordu.
Bizdeki aydınlar kiliseyle cami arasındaki farkı ayıramıyacak kadar kadar miyoptu..
…Zeki Müren’in son şarkılarından biri de ‘Hoşuma gitmiyor böyle yaşamak’tı.Herkes onun hayatına imreniyor,o yaşadığı hayatı sevmiyordu…
…Zeki Müren kibardı,tarihimize,medeniyetimize ve dinimize saygılıydı.Fakat iki büyük çarkın içine düşmüştü:Biri resmî ideoloji ,ikincisi şahsî hayatı.Bunlar hiçbir zaman onu,ona bırakmadı.Kendisi için değil,eğlence dünyası için yaşadı…” [6]
Bir başka yazar,Zeki Müren’in ölümünden üç gün sonra yazdığı yazıda,Müren’den takriben bir hafta önce ölen, klâsik Türk Musıkisi icrasının en seçkin solistlerinden b iri olan Bekir Sıdkı Sezgin ile Zeki Müren’e gösterilen ilgi farkını mukayeseli olarak yorumlar ve sonuçta bir Zeki Müren analizi yapar ve yazısını sonunu yine Bekir Bey ile bağlar : :
“…Zeki Müren’i müzik tarihimizin neresine koymak gerektiğine karar vermek çok zor;onu ve müziğini sosyolojik bir hadise olarak ele almak ve sosyal tarih çerçevesinde değerlendirmek belki daha doğrudur.Kısaca şöyle diyebiliriz:Zeki Müren’ in ‘sanat serüveni’,Demokrat Parti iktidarıyla başlayan.tek parti devri yasaklarının büyük ölçüde sona erdiği ve toplum üzerindeki baskıların azaldığı yeni döneme tekabül etmektedir.
Tek parti döneminde müzikle ilgili yasakların fazlalığı hayret vericidir;çünkü çağdaşlaşma ideali,dolayısıyla resmî ideoloji,akıl almaz bir biçimde çok sesli müzik ve kalabalık senfoni orkestralarıyla özdeşleştirilmişti.Bütün resmî kurumlardan kovulan ve aşağılanan Türk musıkisi bir yandan piyasaya düşmeyen seçkin sanatkârlar tarafından evlerde kadim meşk metoduyla yeni nesillere aktarılıp yaşatılmaya çalışılırken,diğer yandan yasaklar dolayısıyla işsiz kalıp yoksullaşan müzisyenler tarafından bir çeşit meyhane mezesi haline getirilerek ayağa düşürülmüştü…
…1950’ den sonra hızlanan sanayileşme hamlelerine paralel olarak yaşanan iç göç,yeni bir şehirli tipinin ve yeni bir sınıfın doğmasına da yol açtı.Gazinolar,bu sınıfın eğlence merkezleri olarak ortaya çıkmıştır.İlk plâğını 1950 yılında dolduran Zeki Müren,tam bu geçiş döneminin taleplerine cevap veren bir sanatçıydı;yıldızı radyo sanatçısı olarak parladı ve çok geçmeden gazinoların ve o yıllarda palazlanmaya başlayan magazin basının ‘sanat güneşi’yani kitle kültürününilk idolü oldu…
…Bekir Sıdkı Sezgin mi?O da kim? [7]
Zeki Müren’in yorumunda güftenin hakkını verme konusundaki ustalığını da şu satırlar oldukça güzel bir şekilde anlatıyor :
“…Nasıl okunursa okunsun,güfte bir iki noktada boğulur,ezilir.Bu açıdan o bir istisna idi.Telaffuz talimi yapıyormuşcasına her hecenin ses hakkını veriyordu.Klâsik usulle okuduğu şarkılarda,bu özelliği apayrı bir zenginlil getiriyordu.Onca dev arasında kendisine ‘buyrun’denilerek yer açılmasının sebebi buydu.En ağır parçalarda bile bu tarzını uygularken hiç zorlanmıyordu…
… Zaman,950’li yıllar.Şiiriyetin ve romantizmin millîleştiği yıllar!Devletçe Batı Müziğinin dayatılmasını gevşetmeye başladığımız yıllar…” [8]
Zeki Müren hakkında en ağır eleştiriyi,bu gün Türk musıkisi icrasının yaşayan birkaç değerinden bir olan Ahmet Özhan yapar.Bir gazeteci ile yaptığı söyleşide Özhan bakın neler söylemiş:
“… Zeki Müren fenomeni vardır.1950’lerde Türk milleti onun şahsî hallerini fark edemeyecek kadar saftı.Radyoda sesini dinleyerek,sinemalarda fimlerini izleyerek onu gönüllerindeki tahta oturttu.Ama Zeki Müren Bey bunu ayakta durabilmek ve her zamanın adamı olabilmek adına hep kullanmıştır.Halka hizmet üretmemiştir.Halkın hizmetini ve kendisini finanse etmesini talep etmiştir.Bunlar onun tercihleriyli.Fakat inkâr edilemeyecek bir gerçek Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük fenomenlerinden,şöhretlerinden,starlarından çok önde gelen birisidir.O çizgisi ile hatırlanacaktır.Altını çiziyorum.O marjinal çizgisiyle hatırlanacaktır…” [9]
____________________________________
Kaynaklar:
1 Cem BEHAR,”Zeki Müren’ den Kalan Müzik”,Zaman gazetesi,16 Haziran 2002
2 Nazife GÜNGÖR,”a.g.e”,s.61
3 Murat BARDAKÇI,”Alaturkanın Cazgırı”,Sabah Gazetei,26 Şubat 2007
4 Hasan Bülent KAHRAMAN,”Gerçek Anlamda Bir Efsâne”,Radikal Gazetesi,6 Haziran 2002
5 A.Turan ALKAN,”Sanatkârın Parçaladığını Sanat Bütünleştiriyor”,Zaman Gazetesi,30 Eylül 1996
6 HEKİMOĞLU İsmail,”Zeki Müren Gerçeği”,Zaman Gazetesi,28 Eylül 1996
7 Beşir AYVAZOĞLU,”Bir İdolün Ölümü”,Zaman Gazetesi,27 Eylül 1996
8 Ahmet SELİM,”950’lerin Sesi”,Zaman Gazetei,27 Eylül 1996
9 Ahmet ÖZHAN,”Anlayacak Kimse Kalmadı”,Tercüman Gazetesi,7 Şubat 2003