Orta Asya’dan Anadolu’ya Çalgıların Yapımcısı…
Toplam Okunma: 5456 | En Son Okunma: 19.11.2024 - 14:04
Haberi okuyunca gözümün önüne İzmir Devlet Korosu -emekli- müdürü Güner Özkan ile çalgı koleksiyonuna çalgı yapmak için yıllarca gezdiğimiz çalgı yapımcıları geldi. O zamanlar TRT’de “Geçmişten Günümüze Çalgılarımız” programını hazırlıyorduk. 200 -250 parça bir çalgı koleksiyonuna sahip Güner Bey ise bulunamıyan çalgılar ve ses kayıtları ile yapım ortağımdı. Ben çalgının ismini, şeklini yapım özelliklerini kaynaklardan tesbit ediyor, sonra bir çalgı yapımcısına gidiyor çalgıyı imal etmeye başlıyorduk. Bazen bir akşamda İzmir’in sekiz çalgı yapımcısını dolaştığımız oluyordu. Feridun Obul’un yaptığı işti yaptığımız. Orta Asya’dan Anadolu’ya her tür çalgının bire bir yeniden imali…(Ayhan Sarı)
Nuriye Akman’ın Feridun Obul ile yaptığı ilginç röportajı sunuyoruz:
Enstrüman Yapmak İçin Resmine Bakması Yeterli… Nuriye Akman
Feridun Obul, bin çeşit sazı yapabilen bir çalgı yapım ustası. Hem Doğu’nun hem de Batı’nın enstrümanlarını, bazen eski örneklerine, bazen minyatürlere bazen de resimlerine bakarak yapabiliyor. Dünyanın her yerinden siparişler alan Obul, Sultanahmet’teki küçücük bir atölyede her şeyi tek başına yapıyor. Nota bilmeyen, ilkokul mezunu bir ustanın hikâyesi bu.
Feridun Obul bir çalgı yapım ustası. Öyle bir usta ki dünyada eşi benzeri yok. Çünkü bir değil, üç değil, beş değil, bin çeşit sazı yapabiliyor. Mazisi binlerce yıl öncesine dayanan, hem Doğu’nun hem de Batı’nın enstrümanları bunlar. Kimini eski örneklerine bakarak yapıyor, kimini minyatürlerden, resimlerden çıkarıyor. Hiç tanımadığı sazları rüyasında görüp madde alemine taşıdığı da oluyor. Dünyanın her yerinden siparişler alıyor. Yardımcısı yok. Sultanahmet’teki küçücük bir atölyede her şeyi tek başına yapıyor.
Onu benzersiz kılan bunlar da değil. O aslında bir çatı ustası. Bu hale dönüşmesi bir anda oldu. Evet. Bir anda: Hiç hesapta yokken bir konsere gidiyor. Ertesi gün onu çalgı ustası olarak görüyoruz. Bir daha da çatılara çıkmıyor. Yaa, işte böyle… Şaka gibi, mucize gibi, pek acayip, şahane bir hikâye bu.
Obul, 1961 Eskişehir doğumlu. Aslen Çerkez. Memur bir babayla ev hanımı bir annenin 5 çocuğundan biri. İlkokul mezunu. Nota bilmiyor. Bin tane sazın adını burada sayacak değilim. Siz şunları telaffuz ededurun:
Dombra, tobşur, çeng, kopuz, karaçorga, nefir, tar, çetigen, kudüm, rübab, rebap, alaş, balalayka, mazhar, şeştar, çatra, nakkare, sıbızgı, miskal… Vesaire vesaire…
Duyduklarım doğruysa inanılmaz birisiniz. Ben bildiklerimi anlatayım, siz hikâyeyi tamamlayın. İlkokul mezunu bir çatı ustasısınız. Her şey 1986’da başlıyor. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi bünyesinde bir etnomüzikoloji bölümü var. O bölümün başkanı sizin akrabanız. Siz o tarafta bir çatı işi yapıyorsunuz. Başkan, “Akşam bir konser var. Bizi dinlemeye gel.” diyor. Gidiyorsunuz. Ertesi gün çatı işini bırakıp o konserdeki sazları yapmaya başlıyorsunuz. Doğru mu?
Doğru. Orta Asya’dan bir grup gelmişti. Sovyetler Birliği dağılmamıştı henüz. Çok zordu Türkiye’ye gelip gitmeleri. O akrabam, “Böyle fırsat bir daha olmaz. Gel dinle.” dedi. Benim hiç müzikle alakam yoktu o zamana kadar. O akşam dinledik o grubu. Ertesi gün orada bir tuvaleti iptal ettik ve bir tezgâh kurduk.
Nasıl oluyor bu? O müziği dinlerken güçlü bir ilham mı geldi size?
Benim dedemler, babamlar Kafkasya’dan göç etme. Annem yine Kazakistan ile Kafkasya’nın arasındaki bir bölgeden. Artık kan mı çekti bilmiyorum. Konserden sonra o müzisyenlerle çay içtik. Türk musikisini araştırma merkezini kuran Oruç Güvenç, “Bu enstrümanları Türkiye’de yapan yok.” deyince, ben yaparım dedim. “O zaman yarın gel.” dedi. Ertesi gün tezgâhı kurduk. Şu gördüğünüz koç boynuzu gibi enstrüman var ya adı koçgarca, ondan başladık yapmaya. Özbekistan’a özgü bir sazdır.
Sazın aslına bakarak mı yaptınız?
Evet. O müzik grubu ülkelerine dönerken yedi sekiz enstrüman bıraktılar. Onlara bakarak yaptım.
Eline müzik aleti almamış biri, nasıl oluyor da yapabiliyor?
Benim resmim iyidir. Hobi olarak minik ağaç materyaller, masalar, küçük tabureler yapıyordum evde boş kaldığımda.
Demek ki o saklı beceriniz ortaya çıktı…
O gelen grup da etkiledi tabii beni. Adamlar o kadar içten çalıyordu ki, sanki ömürlerini vermişlerdi o müziğe. Valla bir günde başladı. Çatı işini bıraktım.
Bir çatı ustasını, Ortaçağ’ın sazları dahil 900 çeşit müzik aleti yapan bir dâhiye dönüştüren şey ilahi bir ilham mıydı?
Muhakkak yani. Yoksa başka türlü nasıl izah edilebilir? Hiç alakam yokken, nota bile bilmezken… Her yaptığım enstrüman çocuğum gibi oldu. Birisi götürürken üzülüyordum. Ama mecbur tabii, tanıtılması lazım. Hemen hemen 21 sene oldu. Çeşit sayısı bin oldu. Gittikçe de çoğalıyor.
Nota bilmeden nasıl akort ediyorsunuz onları?
Demek ki kulağım da iyiymiş. Bu do, bu re demeden, tüm sesleri ayırt edebiliyorum.
Nota öğrenmeye gayret etmediniz mi?
Valla bir hafta başladık Tümata’da. Baktım benim yaptığım işleri engellemeye başladı. Zaten gerek de yoktu benim için. Bıraktım. Nota, seslere kısıtlama gibi geldi bana. Sazların sanki ayrı bir nefesi var. Sazlar nefes alıyor. O nefesi duyuyorum ben.
Sazları çözümleyebilmen için bazı bilgiler rüyalarında geliyor mu sana?
Evet. Rüyamda görüp yaptığım enstrümanlar oldu. Mesela şu çeng dediğimiz enstrümanda akort sistemi yoktur. Bakın şu Osmanlı modeli çeng, şuradaki Kafkas modeli. 13, 14 çeşit model çeng vardır. Şuradaki pazırık çengi. Pazırık vadisinden çıkmış Altaylarda. Eski bir Türk mezarından. Milattan önce 3. yüzyıl modeli.
Bunları mı rüyanda görüyorsun?
Evet. Üstünde on beş, yirmi gün düşündüm, bunu nasıl akort edebilirim diye. Çünkü çalarken böyle dik tutuyorsun. Kanun gibi yatık değil. Dik olduğu için kanunun mandalları düşüyor aşağıya. Nasıl bir akort sistemi olabileceğini gece rüyamda gördüm. Ve sonra yaptım onu. Hocalar çok beğendiler. Biz nasıl düşünemedik böyle bir şeyi dediler. Ondan sonra başka enstrümanlar gördüm rüyamda. Adını dahi bilmediğim, daha önce hiç görmediğim enstrümanlar. Eski bilgiler genetik olarak bana geçti belki de.
Yani 17 göbek öncesindeki bir atanız da bu işi yapıyordu belki. Bunu mu demek istiyorsunuz?
Bakın, bu sene Kültür Bakanlığı’nın düzenlediği bir festival oldu. Taksim’de sergi açtık. O sergide bir de eski Türk kâğıtlarını tanıtan, Uygur bir arkadaş vardı. Kaçkar bölgesinden çıkmış kâğıt. Hani Çinlilerden çıktı diyorlar ya. Ondan önce Türklerde varmış. O arkadaş bir kitap gösterdi bana. Kaçkar’da bir tane enstrüman yapan adam varmış. Adamın ismi de Feridun Obul’muş.
Aaa, yok artık!..
Evet. Ödül almış Avrupa’da filan. Dutar ve koçgarca yapıyormuş.
İkiziniz olabilir mi?
Yok. Benden daha yaşlı. Hiç alakamız yok. Hem adımız aynı hem de yaptığımız iş. Bilmediğimiz şeyler var ama Allah bilir artık.
Üniversitedeki o atölye duruyor mu hâlâ?
Hayır. 94’te rektör değişti. Ertesi günü orayı kapattı. Tıp fakültesinde müzik olmaz diye. Hâlbuki o psikiyatri ile ilgili olan bir bölümdü. Müzik ile tedavi yapıyorlardı. Yani kültüre düşman bir adamdı o. Ben de o üniversite öğrencileriyle beraber derslere girmiştim. Müzikle terapi konusunda epey bir şey öğrendik o zaman.
Müzik nasıl oluyor da bir hastalığı tedavi edebiliyor?
Belli frekanslar var insan vücudunda. İşte o frekanslar bozulduğu zaman, hastalık çıkıyor ortaya. Tekrar o frekansları aynı seviyeye getiriyor bu tedavi müziği. 11 bin yıllık bir bilgi bu. Orta Asya’da Şamanlar başlatıyor bunu. Daha sonra Selçuklular uyguluyorlar. Bugün Tümata’dan Rahmi Oruç Güvenç ile Adnan Çoban bazı hastanelerde uyguluyorlar bu tedaviyi.
Eski sazları gün ışığına çıkararak siz de bu tedaviye yardımcı oluyorsunuz…
Evet. Türkiye’de kurulan grupların yanı sıra Avrupa’da; Avusturya’da, İspanya’da, Almanya’da, Fransa’da, İtalya’da, Amerika’da, Güney Afrika’da, Japonya’da da gruplar kuruldu. Bu enstrümanlarla hem tedavi ediyorlar hem müzik yapıyorlar hem de tanıtıyorlar bu sazları, eğitim yaptırıyorlar. Yurtdışındaki üniversitelerde bunlar için bölümler açıldı. Oralardaki öğrenciler, Türkiye’ye gelip konser veriyorlar.
Bütün dünya sizin yaptığınız sazları kullanıyor yani?
Evet bizden alıp götürüyorlar. Çünkü orada yapımı yok. Bir tane enstrümanı almak için, mesela bu dutar için Kaşgar’a gitmesi lazım. Kopuzu almak için Kazakistan’a gitmesi lazım. Onlar için hem büyük masraf hem büyük zaman kaybı. Hepsi burada yapıldığı için buraya geliyorlar.
Yani dünyada bir tek siz mi yapıyorsunuz bunları?
Bu kadar çeşit sazı birden yapan yok. Her usta belli bir sazı yapar. Bilemedin iki üç saz yapar. Bizim yaptığımız saz sayısı bin. Sipariş üzerine hem Doğu hem Batı sazlarını yapabiliyoruz.
Batılıları nasıl etkiliyor bu sazlar?
Çünkü bunlar natürel sesler. Batı sazlarının çoğu madeni şeyler. Elektro şeyler girdi araya. Onlardan bıkmışlar. Kendileri söylüyorlar. İnsana en yakın gerçek sesleri arıyoruz diyorlar. Bunlarla yapılan müzik hem üretkenliği artırıyor hem de insanları daha havaya getiriyor. Yaptığı işten zevk alıyorlar bunları dinlerken.
Bunların çizimleri var mı kitaplarda? Yoksa siz kafadan mı yapıyorsunuz?
Bazılarının çizimleri var, bazıları kaybolmuş enstrümanlar. Minyatürlerde var bir tek. Tel boyuna göre hesaplıyorsun, yapıyorsun.
Peki size özel ilgi gösterilmedi mi? Sıra dışı bir olay bu çünkü.
Sadece şu oldu. Kültür Bakanlığı geleneksel el sanatları festivali yapmıştı. Oranın müdürü duymuş beni. Geldi. Gördü. Dedi ki bir tezgâh yap, festivale sen de katıl. Öyle katıldık. İşte bu sene geleneksel el sanatları sanatkârı diye hem kimlik verdiler hem de bu enstrüman yapımını geleneksel el sanatlarına dahil ettiler. Eskiden böyle bir şey yokmuş.
Şu anda neye ihtiyacınız var?
İlk önce mekana ihtiyaç var. Şu anda diken üstünde oturuyoruz. Kira çünkü. Her an çıkarılacağımı düşünmek, yapacağım işi de etkiliyor. Rahat olmam lazım ki bir şeyler üretebileyim.
İnsan nasıl bir saz?
İnsan her türlü akorda gelen bir saz. İstediğin akordu çekebiliyorsun.
İnsan kendi akordunu nasıl yapar?
İşin sırrı tevazu. Tevazudan dışarı çıktı mı akort bozuluyor. O zaman karşıdakilerin de akordu bozuluyor. Ve tabii dünyanın düzeni bozuluyor.
____________________________________________
http://pazar.zaman.com.tr/?bl=6&hn=2067