Yozlaşmadan Şikayet Ediliyorsa Bundan Kim Suçlu?-2- … Göktan Ay


Toplam Okunma: 3051 | En Son Okunma: 23.11.2024 - 14:34
Kategori: Fikir Yazıları

Emre Kongar; “…Türk toplumunun bu kesimi, bütün etkinliklerde, özellikle siyasal yaşantıda kırsal nüfustan daha etkin bir rol oynayacaktır.”, Mümtaz Soysal; “Bu kadar tutulduğuna göre, bizim toplumumuzda da arabesk bir yan var demektir.” Türkan Şoray; “Bu müziği dinledikçe bizim de kulağımız alışıyor. Geniş kitleler dinlediğine göre bir şeyler var herhalde.”…

Yozlaşmadan Şikayet Ediliyorsa Bundan Kim Suçlu?-2
(Görüşler ışığında…) Y.Doç.Dr. Göktan AY

Gazeteciler, atv’nin dizisi Hatırla Sevgili hakkında siyasilerden görüş almak isteyince, ÖDP Lideri Ufuk Uras’ın 5 yıldır televizyon izlemediği ortaya çıkmış. Uras, yaklaşık 5 yıl önce ruh sağlığını tehdit ettiği gerekçesiyle evinden televizyonu kaldırmış. Televizyonun “bağımlılık” yaptığına dikkat çeken Uras, “Televizyon, evin kâbesi gibi. Nereye koyarsanız, evin şekli, koltuklar ve düzen ona göre ayarlanıyor” demiş. Ufuk Uras eğer “sıradan” bir vatandaş olsaydı, “Kendi tercihidir” deyip, geçiştirebilirdim. Ancak insanların günde ortalama 5 buçuk saatini ekran karşısında geçirdiği bir ülkede “televizyonu görmezden gelmek” bir siyasi için önemli bir eksikliktir. Zira bu ülkede televizyonu bilinçli ve analitik bir gözle izleyebilirseniz, onu sosyal bir laboratuvar olarak değerlendirebilirsiniz. Hele ki asli görevi o ülkenin vatandaşlarının ne yaptığını, ne istediğini, neye ihtiyaç duyduğunu, hayatını nasıl geçirdiğini bilmek ve siyasi politikalarını bu ihtiyaç ve beklentiler üzerine kurmak isteyen bir siyasetçi için televizyon izlemek başlı başına bir “saha çalışması” olmalı. Örneğin; Ufuk Uras eğer izdivaç programlarını izlemiş olsaydı, “Bekarlara eş bulacağım” vaadinin en fazla oy getirecek siyasi yatırım cümlesi olduğunu bilecekti. Eğer Var mısın, Yok musun’u izleseydi, ekonomi politikalarını “sıfıra satın alıp, bankaya en pahalıya satmak” ve “risk almak” üzerine kuracaktı. Yaprak Dökümü’nü izleseydi, yanlış ekonomik planlamalardan kaynaklanan geçim sıkıntısının çekirdek aile yapısını nasıl bozduğuna şahit olacaktı. Avrupa Yakası’nda Burhan Altıntop ve Tanrıverdi gibi Anadolu kökenli gençlerin, İstanbul’da nasıl kültür erozyonuna uğradıklarını tespit edecekti. Tüm faydalı tartışma ve haber programlarının gece yarısından sonraya ötelendiğini görüp, televizyonun yeri geldiğinde nasıl etkin bir “uyuşturucu” olarak kullanılabileceğini fark edecekti. Ve daha neler, neler… Bana göre bir siyasi parti liderinin yapacağı en son şey, ruh sağlığını korumak ya da korkularıyla yüzleşmemek için gözlerini yummasıdır! “ (1)

Dolayısı ile bu kesimin dinlediği ve yanlış olarak “arabesk” olarak adlandırılan arap tarzı müzik geçici bir moda gibi görülmüş, küçümsenmiş, ancak, maalesef kalıcı izler bırakmaya başlamış, müzik türlerinin sayısı da artmıştır.
1980 li yıllarda konu ile ilgili kim ne demiş diye notlar almışım, tarih düşmeden.

Emre Kongar; “Yanlış hatırlamıyorsam; Türk toplumunun bu kesimi, bütün etkinliklerde, özellikle siyasal yaşantıda kırsal nüfustan daha etkin bir rol oynayacaktır.”,
Mümtaz Soysal; “Bu kadar tutulduğuna göre, bizim toplumumuzda da arabesk bir yan var demektir. Arabesk yanı, topluma yakıştırmayanlar, arabeskliğin toplumdan söküp atılması için gerekçeleri göstermek zorundadırlar.,”
Can Yücel; “Arabesk müzik, yanlış devlet politikalarına bir tepkidir bana göre.”,
Atilla İlhan; “Lisede Sophokles okuduk. Klasik Türk Musikisine sövmeyi, divan şiirini hor görmeyi, buna karşılık; kötü çevrilmiş Batı klasiklerine körükörüne hayranlık göstermeği öğrendik. Sanki Sinan, Leonardo’dan önemsiz, Mevlana, Dante’den küçüktü. Itri ise Bach’ın eline su dökmezdi. Aslında kültür emperyalizminin ilmiğini kendi elimizle boynumuza geçiriyorduk.”
Türkan Şoray; “Bu müziği dinledikçe bizim de kulağımız alışıyor. Geniş kitleler dinlediğine göre bir şeyler var herhalde.”,
Vedat Nedim Tör; “ Müzik insanı yüceltir. Ama bizde bir zevk soysuzluğu egemen kılınmaya çalışılmaktadır.”,
Ruhi Su; “Bu müziğin öteden beri, Istanbul’da Sulukule’de benzerleri vardı. Toplumumuz kültür değerleri ve değer yargıları ile iyice çözülmektedir. Bu müzikten bir yere varılacağını zannetmiyorum.”,
Atila Özdemiroğlu; “Toplumu etkileten müziklerin sentezidir. Toplum değiştikçe bu müzikte gidecektir. Bu müziği gelişmiş sanatlar arasına koyamıyorum. Toplumda egemen olmasınıda istemem.”,
C.Reşit Rey; “Arabesk bir usluptur. Bizde ortalıkta dolaşan saçma sapan kolay bir çeşit nağmeler dolaşıyor bu sisim altında.”,
İlhan Usmanbaş; “Belli kişilerin dinlediği, yaşadıkları 24 saati mümkün olduğu kadar afyonlayacak bir müzik bu, yasaklamak ta çözüm değil.”,
Attila İlhan; “Sanayileşme ile kırsal kesim geleneksel yapısından kaybediyor. Arabeskte halk kesiminin yabancılaşmasını ifade ediyor, kentte. Gecekondu olayı olmasaydı, arabeskte olmazdı sanıyorum.”,
Selim İleri; “Arabesk yadsınamaz. Simgelediği, lumpenlik, kentselleşme üzerine bir sürü kuşku, karanlık yalnızlıklar ve aydın küçümseyişi…şeyler var. Karmakarışık bir şey işte.”,
Nevzad Atlığ; Türk müziği ile alakası olmayan, uydurma bir müziktir. Bu yolla ciddi müzik tehdit edilmekte. Yeni nesiller şartlandırılıyor, müzik zevki yozlaştırılıyor.”,
Orhan Gencebay; “Bağlama ve nota öğrenmiştim küçük yaşta. Kendime özgü, batı müziğini yıkan bir müzik türü yapmaya çalıştım. Halk müziği ve sanat müziği kurallarına bağımlı olmadan, teknikten faydalanarak Türk müziği ezgileri içinde serbestçe dolaştım.”, Gülden Karaböcek; 1970 lerde aranjman çok tutuluyor, yabancı parçalara Türkçe sözler yazılıyordu. Sonra folklor dönemi başladı, halk ozanlarının eserleri, yeni uyarlamalarla halka sunulmaya başlandı. Bizde akıma ayak uydurduk,kendime özgü bir müzik türü arıyordum”

Görüldüğü gibi, konunun uzmanları dahi sorunda, aynı fikirde buluşamadıkları gibi, çözümde de anlaşamamışlar. Sosyologlar zaten konu ile ilgilenmemişler, sahaya/alana inmek/gitmek yerine masa başı bilimsel çalışmalara devam etmişlerdir. Gençlerin hangi dizileri kaçırmadığını/takip ettiğini sosyologlar/eğitimciler iyi tahlil etmeliler.

“Bugün ülkemizde yayın yapan gazete ve televizyonlarımızın çoğu, ne yazık ki, insanımızı enforme etmeleri gerekirken, kültürel hayatımızın taşıyıcı, öğretici, eğlendirici, düşündürücü unsurları olmaları gerekirken kültürel yozlaşmanın en büyük sebebi olabilmektedirler. Çok düzeyli ve sorumluluk bilinciyle yayın yapan bazı TV. kuruluşlarını tenzih ediyorum ama televizyonlarımızın büyük bir kısmı tavernacı, gazinocu bir anlayışla yayın yapıyorlar.

Şiddet, müstehcenlik, karamsarlık aşılama, özenti yaratma, yanıltıcı reklamlarla tüketimi arttırma, yazılı kültürden uzaklaştırma, gibi mahzurları olan yayınlar üzülerek belirteyim ki çoğunluktadır. Çizgi filmlere varıncaya kadar şiddet, yıkma, dökme, ortadan kaldırmanın ağırlıkta olduğu yapımlar gençlere 24 saat sunuluyor.

Bizim kültürümüzde saygıdeğer bir konumda olan, anne, kızkardeş veya eş olarak hürmet edilen kadın, adeta bir ticari malzeme bir reklam aracı ve herşeyden daha vahimi cinsi bir obje haline getirilmiştir. Ünlü şairimiz Ahmet Haşim, daha XX.asrın başında ilahelere benzettiği sevgilisine seslenirken bugünkü beşerin kirli bakışından dert yanıyordu.

Sana yalnız bir ince taze kadın
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bugünkü beşer,
Bu sefil iştiha, bu kirli nazar,
Bulamaz sende bende bir ma’na…”(2)

“……………..Dün okudum, tamı tamına elli yıl sonra, 2008′in sıcak bir ilkbahar ayında aynı sınava giren çocuk sayısı 2840…50 kişi alıyorlarmış ama kura çekerek! Üstelik de liseye, sonra da üniversiteye devam edebilmek için “kurum içi sınavlar” varmış… Üniversiteyi anladık da, bizim zamanımızda “aşağıki okuldan yukarıki okula sınavla geçilecek” diyene deli derlerdi. Tövbe, o zaman “sınav” yok, “imtihan” var tabii, biz de “leyli” okuyoruz, gece yatılı…

“Sıra dışı kişiler yetiştirirmiş” Galatasaray… Veliler bunun için çocuklarını sınava sokmuşlar, gazete yazıyor… Faturasını ağır ödediğim için bilirim, öyle yapar. “Sıra dışı olmayı” iyi bir şey sanıyorlar, çocuklarını hangi ülkede büyüttüklerinin farkında değiller.İyi eğitim almanın hem kişiye hem ülkeye çok faydalı olduğunu sanırdım. Daha sonra, çok daha sonra, Galatasaray’da okuduğum, hele hele Fransızca öğrendiğim için “istiskale” uğrayınca anladım, kıskançlığın, çekememezliğin, kinin, nefretin, aydın düşmanlığının boyutlarını. Para kazanmanın düşman kazanmak olduğunu bile bilmiyordum. Buna bir de İstanbullu olmayı ekleyin, yatacak yeriniz yoktur.Dedim ya, Türkiye’yi henüz tanımıyordum, çocuktum daha.Türkiye mi? Hani şu, debelene debelene çamurdan çıkmaya çalışanları paçasından tutup aşağı çekenlerin cehennemi mi?” (3)

2008 Türkiye’sinde korsan baskılar, telif haklarının ihlali yasalarla korunmaya çalışılıyor, ancak, nedense! bir açık kapı bulunuyor… Müzikte yozlaşma Ankara Türküleri, Napoliten Türküler, Popüler şarkılar altında üretmeye/etkilemeye devam ediyor. Bu arada; sanatı ve sanatçının korunması için yasalarla belirlenmiş kurumlar amip gibi bölünmeye devam ederek, güç kaybettiklerini, çoğalma ile yozlaşmaya prim vereceklerini anlayamıyorlar…

Müzikte örnek çok fazla ama, bakınız Doğuş, 6. hissi ne kadar güzel anlatmış!

“Yürüdüğün yolları öpüyorum
Gül değil kalbimi veriyorum
Artık anladım
Ben sensiz yapamıyorum
Aşkın ebediyeti var mı
Varsa sevende son bulsun
Biliyorsun ki bende sana
Tapmıyor, fıttırıyorum
Senin için bağırıyor yüreğim
Vazgeçmem, vazgeçemem
6.His olmazsa olmaz
Aşkta gurur olmaz”

Yazımıza…Antepçe (folklorik) bir hazin platonik aşk öyküsü ile devam edelim;

”Gız sen benim göynümün yuha bülbülüsün,
Acı bi gül ki bu yüreg havas etsin, bi gülsün
Binaan şoorda sümbülken, binaan bülbülsün,
Dinnemedim senin için ne demir gapı, ne de taha,
Ambel beter çemkiriyn ya yüzüme, ganın içine aha…

Maalle uşaayıg senden, eyisin, hoşsun, yeen güzelsin
Neynemeli löküs yaşıycım deye zıpırlarlan geziyisin,
Erzıgırıg adamlarınan yeriyip, hanen uloonu ediysin,
Dinnemedim senin için ne demir gapı, ne de taha,
Ambel beter çemkiriyn ya yüzüme, ganın içine aha…

Bundan soora ısdıfıl ol, ben olsam da fıhara,
Seni terhediym, galbimde galsa da bööyk bi yara,
Esas da eyi oldu heerif, artıg sen düşün gara gara,
Dinnemedim senin için ne demir gapı, ne de taha,
Ambel beter çemkiriyn ya yüzüme, ganın içine aha…”

Maalesef kırsal kesimlerde bir birine destek için “imece” yapan insanlar, şehirlere gelince, nedendir bilinmez “ayrışma/küsme/kendini diğerinden üstün görme/ diğerini beğenmeme/ dağılma” prensibine! uyarak “çözümsüzlüğe” davetiye çıkarırlar..
“TOKİ apartmanlarına her meşrepten aile yerleşiyor. Biri sitenin camiine giderken, diğeri kafayı çekiyor. Özetle: Gelenekçi imamın bu dönüşümden memnun olduğunu mu sanıyorsunuz? Mahallesizleşmeyle birlikte imam toplumsal denetimini çoktan kaybetti. Öğretmen ve imam; küresel kapitalizme ve onun üstüne oturan medyaya yenildi.Artık rol modeli; ne öğretmen, ne de imam. Gözler dizilerde, filmlerde, reklamlarda. Tarkan konserindeki o kızı düşünüyorum. Hani türbanlı olduğu için öğretmene, göbeği açık olduğu için de imama yaranması mümkün olmayan kız.

Ama sanırım; ne öğretmen umurunda, ne de imam! “(4)

Şimdi, sorularınızı duyar gibi oluyorum; Memleketin kültürü mü? halimi? sanatı mı? dili mi? Yapmayın! Nasıl olsa, kapı arkasında/önünde/eşiğinde konuşuruz/tartışırız bunları! Çözmez mi?!..

“Artık hapishanelere gerek kalmadı. Öylesine bir hayat tarzını bize benimsetti ki modern toplum son 50 yıldır… Denetimi artık sistem kendisi yapmıyor. Bize öğrettiği yaşama üslubunun içerisinde, denetimi kendimiz yapıyoruz. Eskimeyen ayakkabımızı ikinci sene giymek istemiyoruz. Üç yıllık buzdolabını değiştirmek istiyoruz. Konu-komşudan uzaklaşıyoruz. Çünkü onları kıskanıyoruz. Neden? Çünkü benim dolabım çalışırken, komşu üç yıllık dolabını ya da arabasını değiştirmiş. Hayat, acımasız bir şekilde, insanların birbirini yargıladığı bir yarışma halinde geçiyor. Parayla satın alınabilen statü simgeleri; iyi ev, iyi ayakkabı, yeni araba… Sistemi eleştiren bir iktisat hocası bile televizyona çıktığı zaman pahalı bir kravat takmak zorunda. Sistem, nereye kaçarsanız kaçın, kendisini yeniden üretmek için bizi ücretsiz iş gücü olarak kullanıyor. Müzik, ortalama beğeniye indi. Operalardan operetler çıktı. Onları revüler izledi. Sonuçta öyle bir yere gelindi ki, artık sahnede 40 tane kızın bacağı birden havaya kalkıyor. Öyle bir dünyada oraya giden adam ne görüyor da mutlu oluyor? Oraya gidebilmiş olduğunu görüyor, göstermek istediklerine de kendisini gösteriyor. Eğer yukarılara çıkmak istiyorsan, o kahrı çekeceksin… İnsanlar yarışmayı seviyor. Başka türlü bir toplum inşa edildi. Peki insanların yarışacağı başka alanlar yok mu? Ayakkabı eskimemiş, evde de 15 tane var. Peki neden yenisini alıyoruz? O zaman ne oluyor, 40 yaşında ülser, 50 yaşında kanser! Ama ayakkabılar burada kalıyor. Bir de kim kalıyor biliyor musunuz; sistem. Sistem, yeni ülserler, yeni kanserler yaratmak üzere yeni malzemeler buluyor. Günümüzün tapınakları artık televizyonlar ve alış-veriş merkezleri. Buralarda dini bir ritüel gerçekleşiyor aslında. Başarılı bir insan olduğunu ancak buralarda hissedebiliyorsun. Sevsen de böyle, sevmesen de böyle… Don alacaksın, fistan alacaksın ama 40 tane dükkan geziyorsun. İrrasyonel, gerçek dışı bir hayat bu. Rasyonel olan bir şey var; insanları çok iyi kullanan, hem de ücretsiz bir emek olarak kullanan modern toplum. Sistem kendini yeniden üretiyor ve bu da para yoluyla oluyor. Çünkü para etmeyen bir şey, değer taşımıyor. Tarihi bilmeyen, sosyoloji bilmeyen iktisatçı bir …a yaramaz… Oturun biraz okuyun yahu! Sofokles’i, Cervantes’i, Shakespeare’i okuyun. Sait Faik’i okuyun. Çünkü bunlar da her yerde satılıyor.” Ünsal Hoca’nın sözlerine burada noktayı koyuyorum. Dileğine de gönülden katıl- dığımın altını çiziyorum. Bir televizyon yazarı olarak, ben de hocanın temennisini aynen tekrarlıyorum: Oturun biraz okuyun yahu!” (5)

“Şair Ataol Behramoğlu, “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var” diyordu meşhur şiirinde… Ben de diyorum ki:
Tartışmalarımızdan öğrendiğim bir şey var: Biz daha çok tartışırız.” (6)
_____________________________________

(1) Aytuğ, Yüksel; TV İzlemeyen Politikacı Olur mu?, Sabah-Günaydın Gazetesi, 31.05.2008
(2) Kültürel Yozlaşma, donusumkonagi.net
  (3) Ardıç, Engin; Panpan est un pantin, Zizi est une poupee, Sabah Gazetesi, İstanbul, 26.05.2008
  (4) Aköz, Emre; Şerif Mardin’in eksik bıraktığı bazı noktalar, Sabah Gazetesi, 31.05.2008
  (5) Güler, Mahmet; Oturun biraz kitap okuyun yahu!’ Vatan, 29.05.2008
  (6) Hakan, Ahmet; Kısa Türkiye tarihi, Hürriyet Gazetesi, İstanbul, 25.05.2008




Hoşgeldiniz