Eski İstanbul Geleneğinde Ezanların Makamı… İnal Karagözoğlu


Toplam Okunma: 4325 | En Son Okunma: 24.11.2024 - 06:35
Kategori: Fikir Yazıları

…Hicaz makamının ezan geleneğimizde pek büyük yeri var(dı): biz ‘biz’ iken, öğle ezanı sabâ ya da hicaz makamında, ikindi ezanı hicaz makamında, akşam ezanı hicaz ya da rast makamında, yatsı ezanı da hicaz, bayatî, nevâ ya da rast makamında okunurdu…

Eski İstanbul Geleneğinde
Ezanlarda Makam

Ard arda gelen olayları kaçırmamak elde değil… Sözlü habercilikte, genel ağ haberciliğinde iş biraz kolay, ama basının, bu katlanarak çoğalan detay haber durumlarına yetişmesi olanaksız.

Bugünler için durum anlaşılıyor: Bir süreliğine ‘Anayasa Mahkemesi’, ‘Anayasa’ ve Anayasa odağında yeni yeni şeyler konuşulacak… Ya sonrası?

Yaşayan görecek…

Bu yoğunluk arasında Musiki Dergisi’nde bir haber göz kırpıyor bana: İngiltere’de Albert Hall’da malikâne fiyatına satılığa çıkarılan loca haberi… Hemen, “acaba bizde böyle bir âdet olsaydı bugün kimlerin kimlerin locaları olurdu” sorusu geçiyor kafamdan hınzırca… Ve nerelerde?

Bu soruya yanıt aramayı bırakıp ‘Basından’ bölümünde dolaşa-dolaşa ‘Türkiye’de 15 makamda ezan okunuyor” haberine kadar geldim.

Yazıyı okuyunca, bir tarihte güzel bir vesileyle yazdığım yazı geldi aklıma; hicaz makamıyla ilgili olan o yazıda, bu makamının ezan geleneğimizdeki yerine de değinmiştim. Ve hemen iki yazı arasında bu konuda örtüşme var mı, diye baktım: hayır, yok!

Bu durum hiç hoşuma gitmedi; acaba yanlış şeyler mi yazmıştım? Bu kez heyecanla notlarıma baktım ve yanlışımın değil de eksiğimin olduğunu gördüm: yazımda verdiğim bilgi, eski İstanbul geleneğindeki uygulamaymış.

Yüreğim az da olsa ferahladı…

Şimdi aşağıda, ‘Bir Sözcüğün Düşündürdükleri / Hicaz İllerine Varınca…’ başlıklı o yazımı sunmak istiyorum; 14 Temmuz 2007 tarihini taşıyor:

«Akşam, dediler, koyda ‘hicaz’ yükselecekmiş,
Gam faslına sevda katan eylül gelecekmiş;
Yaz bitti demek, çek bakalım sahile doğru;
Aşk va’d edip efkâr satan eylül gelecekmiş…

Bu dizeler, İsmâil Bahâ Sürelsan’nın bir hicaz şarkısının sözleri… Ne zaman yapmış bu besteyi Sürelsan? Otuz bir yıl önce bir ilkbahar günü…

Ve, bir güz günü geldiği bu geçici dünyadan müzik evreninin sonsuzluğuna göçüp gittiğinde, Sürelsan, ‘aşk vaad etse de ancak incinme, acı, yara getiren seksen beş eylül’ yaşamıştı. Mevsim ilkbahardı… Doksan iki yapıt bırakmıştı ardında.

Nedendir bilmem, bizde, günün ‘tutulan’ müzik yapıtları, çoğu zaman onları seslendirenlerin adıyla anılıyor:
“Falanca’nın şarkısı”…
Bestecisi kim? Sözler kimin? Bilen eden yok!

Şükürler olsun, Akşam, Dediler, Koyda ‘Hicaz’ Yükselecekmiş’i kim yazmış, biliniyor: Reşit Ersan Merhacı.

Merhacı’nın pek çok dizesi, pek çok bestecinin gönlünde nice seslerin doğuşuna eşlik etmiş… Ama yine de, el altındaki kaynaklarda onun kim olduğuna ilişkin bilgi yok.

Dilerim, bu satırları okuyacaklardan birisi çıkar da bu büyük boşluğu giderir.

*
Makamsal müziğimizde, pek az bestecinin yapıt verdiği ‘kâr-ı natık’¹ denen bir beste biçimi (formu) vardır. Bu, eski bestecilerimizin, ustalıklarını gösterme bakımından büyük önem verdikleri ‘kâr’ denen sözlü ana biçimin bir alt türü…

Günümüzde hemen hemen hiç kullanılmayan bu biçimin başta gelen özelliği, -adından da anlaşıldığı gibi- sözlerinin her satırında başka bir makama geçilmesi. Bir örnek vereyim:

Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi, Rast Kâr-ı Nâtık’ında yirmi dört makamda dolaşır:

Rast getirip fend ile seyretdi Hümâyı
Düşdü o dem hatıra bir beste rehâvî
Şule gerek nağme-i nikrîze giderken
Vardı gönül pencügâha etdi kararı
Anda durup eyledi mâhûru temâşa
Düm de re lel lâ ile gösterdi nevâyı
Şevk ile uşşâka varıp bu dili mecnun
Eyledi tanbur ile bir nağme beyâtî
Sonra nişâbura kadem bastı o perde
Semt-i nihâvendden alıp ol meh-i tâbı
Bu gece âh ü figanım çıktı nühüftden
Vakd-i sabâya varıcak sardı meyânı
Etdi gönül çare eknûn çârgâh okundu
Aldı ele nâyı heman tutdu dügâhı
Saydı hüseynîde tamam nağmeyi bir bir
Eyleyicek sâzı icrâ devr-i hisârı
Oldu muhayyer o güzel başladı cevre
Bûselik için eyleyicek gizli niyâzı
Kûy-i h(H)icaz(’)a varıcak pâyine düşdüm
Etdi o şehnâz ile bir gizli nigâhı
Rahât-ül ervâhla kıldı bana mânend-i izzet
Bir kerre koyvermedi ol bestenigârı
Şevk-i ırakla vericek nağmeye revnâk
Evc ile etdi gönül tamam makamı
Hey hey hey hey hey hey yâr yâr
Yelel lelel lelli dost yelel lelel lelli rast
Yâlâ yâlâ tamam makâmı
Tânâ tânâ tamam makâmı

Sözün bir yerinde Kûy-i h(H)icaz(’)a varıcak pâyine düşdüm² demiş adı bilinmeyen şair;

Merhacı da, “Akşam dediler, koyda ‘hicaz’ yükselecekmiş” diyor.

Rast Kâr-ı Nâtık’ta, ‘Hicaz’ sözü ile Mekke-i Mükerreme ile Medine-i Münevvere’yi kapsayan bölgenin belirtildiği ÇOK AÇIK;

Dede Efendi, sıra; şairin Hicaz’a gönderme yaptığı bu dizeye gelince hicaz makamına geçki yapıyor. Sürelsan’ın şarkısındaki ‘hicaz’ sözcüğü ise, ‘hicaz makamı’ anlamında: akşam dediklerine göre, o gece koyda hicaz makamında nağmeler yükselecekmiş…

Bu iki dizedeki ortak sözcüğün bende uyandırdığı düşünceler yalnızca bunlar mı? Bu ‘H(h)icaz’, bakın, aklıma daha neler getiriyor:

- Dede Efendi, hacca gitmişti; hacı olduktan sonra yakalandığı kolera yüzünden Mekke’de (Kûy-i Hicaz’da) öldü (Yaradan’ın pâyine düştü); mezarı Mekke’de…

- Hicaz makamının ezan geleneğimizde pek büyük yeri var(dı): biz ‘biz’ iken, öğle ezanı sabâ ya da hicaz makamında, ikindi ezanı hicaz makamında, akşam ezanı hicaz ya da rast makamında, yatsı ezanı da hicaz, bayatî, nevâ ya da rast makamında okunurdu.

Şimdilerde bozulmuş bir Arap ağzı aldı başını gidiyor.

- Hicaz makamının, pek çok yararı arasında, kemiklerin, beynin gelişmesinde etkili olduğu, çocuk hastalıklarına iyi geldiği rivayetler arasındadır.

Bütün ninnilerimizin bu makamda olması boşuna değil… Ayrıca hicaz makamının, özellikle iki namaz arasında -en çok da ikindi zamanı- etkili olduğu kaynaklarda geçer olmuştur.

* * *
Her gün bir yenisinin üretildiği yapay ünlüler çağını yaşıyoruz. Ve bu ‘ünlüler’ arasındaki savaşı izlemekten yorgun düşüyoruz.

Ben de bir tutturmuş;

Dede Efendi’den, İsmâil Bahâ Sürelsan’dan, kârdan, ‘H(h)icaz(’)dan, … söz ediyorum.

Kim okur, kim dinler…

_____________

¹ kâr: Far. 1. İş. 2. Eylem; natık: Ar. Konuşan, söz eden, söz söyleyen; açıklayan, bildiren, anlatan; öğreten.
² ‘Kûy’ sözcüğü, geniş anlamda ‘yer’, dar anlamda da ‘köy’ demek; bir anlamı da ‘sevgilinin evi’…

Not: Şiirlerdeki Osmanlıca sözcüklerin yazımında, Rast Kâr-ı Nâtık’ta, bu dizelerin şimdiki abecemize aktarıldığı yılların, “Akşam, Dediler, Koyda ‘Hicaz’ Yükselecekmiş”te de bu güftenin yazıldığı yılların noktalama anlayışına uygunluk sağlamaya çalıştım. İK»

* * * * *

Her gün bir yenisini ürettiğimiz yapay olaylar dönemini yaşıyoruz; ve bu olayların kahramanları arasındaki savaşı izlemekten yorgun düşüyoruz. Ben de tutmuş, iki yazının arasındaki uygunluktan söz ediyorum. Kim okur, kim dinler…

İnal Karagözoğlu
Yarımca, 8 Haziran 2008




Hoşgeldiniz