Eğitim, Kültür, Sanat… Nereye Gidiyoruz?.. Yrd.Doç.Dr. Göktan Ay
Toplam Okunma: 2773 | En Son Okunma: 20.11.2024 - 07:12
“Arap şair Ferezdek’e sormuşlar; İnsanlar en çok kimden sakınmalıdır? Ferezdek cevap vermiş: “Dostlarından…”. Sormuşlar; Ya düşmanlardan tehlike gelmez mi? Ferezdek; gelebilir, ancak düşmanlardan gelen tehlikeye karşı zamanında tedbir almak mümkündür. Sen dostlarından sakın, çünkü onlar darbelerini en beklenmedik anda ve amansız yerine indirirler…”
Eğitim…..Kültür….Sanat… Nereye Gidiyoruz?
(Yorumsuz…) Y.Doç.Dr. Göktan AY
“Arap şair Ferezdek’e sormuşlar; İnsanlar en çok kimden sakınmalıdır? Ferezdek cevap vermiş: “Dostlarından…”. Sormuşlar; Ya düşmanlardan tehlike gelmez mi? Ferezdek; gelebilir, ancak düşmanlardan gelen tehlikeye karşı zamanında tedbir almak mümkündür. Sen dostlarından sakın, çünkü onlar darbelerini en beklenmedik anda ve amansız yerine indirirler…”
“SENATO önünde dostları (Sen de mi Brutus) tarafından bıçak darbeleri ile öldürülen Jülius Sezar’ın cenaze töreninde Marcus Antonius, halkı Brutus’un aleyhinde galeyana getiren bir konuşma yapar……………………………………………………………………
Dostlar, Romalılar, vatandaşlar, beni dinleyin… Ben buraya Sezar’ı gömmeye geldim, övmeye değil. İnsanların yaptıkları fenalıklar arkalarından yaşar, iyilikler ise çoğu zaman kemikleriyle beraber gömülür gider. Hadi Sezar’ınkiler de öyle olsun. Asil Brutus size Sezar’ın haris olduğunu söyledi; eğer böyleyse, bu ağır bir suç. Sezar da bunu pek ağır ödedi. Şimdi burada Brutus’le diğerlerinin izinleriyle, çünkü Brutus şeref sahibi bir zattır; zaten hepsi, hepsi şerefli kimselerdir, evet müsaadeleriyle burada Sezar’ın cenazesinde söz söylemeye geldim. O benim dostumdu, bana karşı vefalı ve dürüsttü; lakin Brutus haris olduğunu söylüyor ve Brutus şerefli bir zattır. Sezar Roma’ya birçok esir getirdi, devlet hazinelerini bunların kurtuluş akçeleri doldurmuştu. Acaba Sezar’da hırs diye görülen bu muymuş? Fakirler ne zaman ağlasa, Sezar’ın gözleri yaşarırdı; hırs daha sert bir kumaştan olsa gerek. Fakat gene Brutus onun için haristi diyor; Brutus da şerefli bir adamdır. Siz hep gördünüz; luperkalya yortusunda ben kendisine üç defa krallık tacı sundum, üç defasında da reddetti; hırs bu muymuş? Yine de Brutus haristi diyor ve şüphesiz kendisi şerefli bir adamdır. Ben Brutus’un dediklerini çürütmek için söz söylemiyorum, buraya bildiklerimi söylemeye geldim. Bir zamanlar siz onu hep severdiniz, bu sebepsiz değildi. Öyleyse sizi ona yas tutmaktan alıkoyan nedir? Ey izan! Sen hoyrat hayvanlara sığınmışsın, insanlar da muhakemelerini kaybetmiş. Beni affedin. Kalbim tabutun içinde, şurada, Sezar’ın yanında, tekrar bana gelinceye kadar beklemeli.”(1)
“DÜN yapılan Kültürlerarası Diyalog toplantısında, ilk kültür bakanı Talát Halman’ın bir anısı, kültürlerarası diyaloğun yapay, sanal bir kavram olduğu konusunda bende ve dinleyicilerde şüpheler yarattı. Ünlü şef Zubin Mehta, İsrail’de açık havada Bethlehem’de (Beytüm-lahim) bir konser vermek istemiş. İsteğini de gerçekleştirmiş. Meydanın yanında da bir cami var. Konserin tam yarısında ezan sesi duyulmuş. Mehta bagetini nota sehpasına bırakmış, huşu içinde dinlemiş, ezan bittikten sonra kaldığı notadan çaldırmaya devam etmiş. Halman, 1973 yılındaki bu olayı İsrail’de yaşayan, barıştan yana olan dostundan dinlemiş.Aziz dostunun anlattığı bu olay Halman’ı çok etkilemiş.Yıllar sonra, 1983’te, Halman, Zubin Mehta’nın evinde verdiği yemeğe gitmiş. Bu olaydan söz etmeye başladığında, Mehta sözünü kesmiş, ya diye lafa başlamış ve devam etmiş: “Başımıza ne geldi biliyor musunuz? Daha önce o caminin müezzinine dedim ki, ezanı alçak sesle okuyun ki, konseri kesmeyelim. Sanki bunu söylememişiz gibi, öylesine yüksek sesle okudu ki, orkestrayı susturmak zorunda kaldım.Hınzır adam bizim inadımıza hoparlörün sesini daha da açtırmış.” Gerçekten de kültürlerarası diyalog aslında birer monolog. Hepimiz kendimize göre anlıyor, algılıyor, çoğu zaman da gerçekdışı yorumlarda bulunuyoruz. Ünlü şefin bakış açısı ile Halman’ın arkadaşının ve Halman’ın bakışı arasındaki farka, daha doğrusu karşıtlığa dikkat edince, diyalog olmaz diyebiliriz. Ne yaparsak yapalım, diyaloğun konusuna kendi dünya görüşümüz, kendi inançlarımız açısından yaklaşıyoruz.”(2)
“……………………….Kötüleşme sınır tanımaz
Ucuzlaşma durduğu yerde duran bir şey olmadığı için şimdi bu da yetmiyor ve bu defa aklı başında, kültüre, bilgiye dayanması gereken haber tartışma programları da magazin kılıfına sarılıyor. Magazine dönük yanı ne kadar yoğunsa bu programların etkisinin de o kadar olacağı tahmin ediliyor. El-hak, bu şekilde şartlandırılmış bir toplum içinde bu yanlış bir değerlendirme değil. Böylelikle kitle kültürüne teslim olmuş bir toplum var ortada. Bu toplumun bu aşamadan sonra gerçekle kuracağı bağın son derecede sorunlu olacağı besbelli. Çünkü, bir zamanlar Türk sinemasının “halk başka bir şeyden anlamaz” diye sürekli olarak onu aynı şeyleri izlemeye mahkum etmesi gibi bu defa da medyalar aynı mantıkla halkı gitgide basitleşen ve ucuzlaşan bir mantığa mahkum ediyor. Bu, eleştirel düşünme olanağı ortadan kaldırılmış, robotlaştırılmış bir insan topluluğunun toplum sanılmasıyla sonuçlanacak dramatik bir süreçtir. Bir Latince atasözü “corruptio optimi pessima” der. Yani, iyinin kötüleşmesi en kötü şeydir. Bizde ondan beteri var. İyi, aydınlar aracılığıyla kötüleştiriliyor.” (3)
“Özellikle şehirlerde ihmal edilen, âdeta hayatın dışına itilen, çekirdek ailelerde giderek çekilmez bir yük haline gelen, son kullanma tarihi geçen o görmüş geçirmiş insanlar…Zamanımızın bencil, nemelazımcı ve şımarık gençleri onlara genellikle “moruk” diyorlar, sanki kendileri hiç yaşlanmayacaklar gibi onları lüzumsuz bir varlık olarak görüyorlar. Acı ama gerçek… Tespit ettiğim kadarıyla; biraz kalburüstü kesimde ve meslek hayatında çalışmalarını ısrarla sürdüren yaşlılara “dinozor” deniyor.
Bu adın yaygınlaşmasında, seksenli yaşlarda dinozorluğu mizah ağırlıklı bir hoşgörü havası içinde kabul eden Mina Urgan’ın samimi ve esprili bir üslupla kaleme aldığı “Bir Dinozorun Anıları” isimli çok okunan ve sevilen kitabının büyük rolü var. Yaşlıların eskimiş bir eşya gibi köşeye atılması, çekilmez birer yük gibi görülmeleri, saygı ve sevgiden mahrum kalışları beni üzüyor ama işgal ettiği mevkii hayatının sonuna bırakmamaya kararlı davranan, gençlere geçit vermeyen yaşlıların bencilliklerini de onaylamıyorum. Hani dilim varmıyor ama, onlar dinozor yakıştırmasını hak ediyorlar doğrusu! Benim hasretini çektiğim ideal bir sosyal düzende herkes yerini ve haddini bilecek; yaşlılar gençleri sevecek, destek olacak, onların yollarını açacak; gençler de yaşlılara sevgi, saygı gösterecek ve onların bilgilerinden, tecrübelerinden istifade edecek… Böylelikle moruk ve dinozor yakıştırmaları gündemden düşecek…”(4)
“OLAN bitenlere baktıkça içimizden “O güzel insanlar, o güzel atlara binip güzel ülkelere gittiler” demek geliyor.
Artık o güzel insanlar da yok, o güzel atlar da gittikleri yerin “güzel” olup olmadığı da belli değil…
Onun için “Eskiden olsaydı, şöyle olurdu!” diye yorum yapmanın da gereği yok…
Ama olanı da inkâr edemeyiz ya!
Bu ülkede bir zamanlar böyle insanlar yaşardı, böyle şeyler yaparlardı, diye…”(5)
“Vaziyetten Vasiyete
Tanıyasın Yaradan’ı her daim
Üzerine farzdır, “boşlama” oğul!
Halk içinde hizmetkâr ol canlara
Tek kişilik hayat “düşleme” oğul!
Kanmayasın, şu dünyanın süsüne
Cazip görüntüsü, gümbürtüsüne
Mevlâm güç versin de haktan sesine
Dik duruşu asla “esleme” oğul !
Dilin sivri olsa, sakın batmasın
Gönlün hüzün dolsa, sakın yatmasın
Haramı helale asla katmasın
Vücutta habis ur “besleme” oğul!
Arı oğul verir, kendi cinsinden
İnsan tüter, haberi yok isinden
Sen örnek ol, iz sürülsün peşinden
Sağlam dala koruk “aşlama” oğul!
Kimi pulda yüzer, kimisi çulsuz
Azgın yoldan çıkmış, garibim yolsuz
Erenler deryayı geçiyor salsız
Hakiri, sakın ha, “fişleme” oğul!
Cemiyet insanı, hizmette önde
Toptan tamirat var, boş durma sen de
Yiğit belli olur, en kara günde
Sür atını coşsun, “çüşleme” oğul!
Uyurken bir gözün açıkta olsun
Dikkatin, akıldan kaçıkta olsun
Merhametin, sevgin, kucakta olsun
Şefkat sarayını, “paslama” oğul!
Aldatanlar, aldanmıştır bilesin
Kurtuluş bekleyen, hayır dilesin
Yüce hakikate, sen silsilesin
Kirli duvarlara, “toslama” oğul!
Bu topraklar, takas edildi canla
Yüzbinler yürüdü, Ukba’ya şanla
İnsanlık nişanlı, nefsi aşanla
Fikrini yabana “yaslama” oğul!
Vefa denen duygu, olmalı diri
Unutmayan kalpler, saklamaz kiri
Ruh yoksa birlikte, besbelli sürü
Faydasız binayı “süsleme” oğul!
İnsaf elden uçtu, dipsiz kuyuda
Olsun rağbet, yıkıp-döken ayıda
Güller açmış bize, karşı kıyıda
Kömürü elmasla “eşleme” oğul!
Her sâlâ duydukça, benim sanırım
Sesteki mânâyı, iyi tanırım
Kötü mirasımla, çok utanırım
Üç olan hatamı, “beşleme” oğul!” (6)
Ukba : Ahiret Koruk : Ham, olgunlaşmamış, kısır, Hakir: Hor görülen, aşağılanan
Habis : Kötü, zararlı, pis Silsile : Birbirine bağlı, birbiriyle ilgili şeylerin oluşumu
Her konuşmada, yazıda, röportajda insanlarımızın eskiye özlem duyduğunu görmek mümkündür…Büyüklerimiz, yöneticilerimiz “geçmiş geleceğin aynasıdır, geçmişini bilmeyen bir millet geleceğe uzanamaz” diye hitap etmeye devam ederler. Biz tarihimize baktığımızda hep başka uluslara, dinlere, inançlara saygılı olmayı bir görev kabul etmişiz.. O yüzen de bize karşı yapılanlara gereken zamanda ve zeminde cevap vermeyi bilmiyoruz…
Bakınız Sn. Barlas bile “ Bazı Ankaralı’lar Shakespeare” okumalı diyor… Sn. Hızlan, son yıllarda ülkemizde geliştirilmeye çalışılan “hoşgörü ve kültürlerarası diyalog” toplantılarının yapay olduğunu yeni fark ediyor…Sn. Pulur; örnekler vererek “o güzel insanlar atlarına bindi gittiler” diyerek, bir şeylerin kaybolmaya doğru gittiğini vurguluyor…
Bu konuda siz değerli okurların yorumları çok önemli… O halde;
Yabancı dil öğreteceğiz diyerek Anadolu liselerinin açıldığı/ çoğaltıldığı ve düz lise kıvamına getirildiği, sonra yabancı dil kararından vazgeçildiği,
3 ilde kurulması düşünülürken sayıları 50 ye yaklaşan “Güzel Sanatlar Liseleri” nin artırıldığı, bunların batı müziği eğitimi yapan kurumlara dönüştürüldüğü,
Müzik ve spor eğitimi derslerinin bir kaldırılıp bir indirildiği,
Sanatçının çok bol olması! nedeni ile, her yeni kurulan üniversiteye konservatuar, müzik eğitimi bölümü, spor ve beden eğitimi bölümü, güzel sanatlar fakültesi eklendiği,
TV larda sanat programları ile eğlence programlarının birbirine karıştırıldığı,
Orkestraların halkı sanatla buluşturmak amacı ile köylere kadar giderek Vivaldi’den v.b. gibi örnekler sergilediği,
Sanat ile meslek olarak uğraşanların, sorunlarını çözmek için bir araya gelemediği, mesleki birlikler oluşturamadığı,
İlgili Bakanlığın kendilerine bağlı topluluk ve korolarda ortaya çıkan sorunlarına çözümler üretme yerine, onları belediyelere devrederek sorunları çözeceğini zannettiği,
TRT Kurumu’nun kurumdaki sanatçıları ilgili bakanlığa devrederken, ortaya çıkan tepkiler nedeniyle geri adım attığı, böylece savunduğu doğrulardan! Bir anda vaz geçtiği,
TRT sanatçılarının, oluşan durumu fırsat bilerek, bir daha bu tür bir kararın gündeme gelmesini engellemek için, kendileri üzerinde beliren şikayetleri ve üretim eksikliklerini gidermek ve kendi içlerinde revizyon için paylaşımcı/gerçekçi bir tutum içine girmedikleri,
“Alaturka müzik yoktur, alaturka bir yaşam tarzıdır” tanımı bilimsel olarak ispatlandı
ğı ve konservatuarlarda öğretildiği halde, hala TSM yarışmalarının bu adla sürdürüldüğü,
ülke hangisidir? Tarihinde kaç devlet kurmuştur? Bu devletler kültür ve sanat alanında neler yapmışlar, sanatı nasıl desteklemişler, kimleri yetiştirmişler, hangi eserleri vermişlerdir? Neden bu duruma düşmüşlerdir? Merak işte!..
(1) Barlas, Mehmet; “Bazı Ankaralılar Mutlaka Shakespeare okumalı…”, Sabah Gazetesi,17.03.2008
(2) Hızlan Doğan; “Kültürlerarası diyalog yapay bir kavram mı?”, Hürriyet, 25.04.2008
(3) Kahraman, Hasan Bülent; “Medyanın İçler Acısı”, Sabah, 16.05.2008
(4) Emir, Sabahat; “Gönlümce”,Türkiye Gazetesi, 08.12.2007
(5) Pulur, Hasan, “O güzel insanlar…”, Milliyet, 14.04.2008
(6) Ali Rıza Malkoç, Bursa, 27.04.2008