Müzikte bütünlük kavramına insan modellemesi… Sabutay Uğur
Toplam Okunma: 3604 | En Son Okunma: 19.11.2024 - 12:54
Debussy biçim olarak, sonat formunun keskin karşıtlıklarından ve gelişimci tekniğinden kaçınmıştır. Bunun nedenini kendisi şöyle açıklamıştı: ‘’Daha Beethoven zamanında müzikte gelişim sanatı denen şey, özdeş temaların ardı arkası kesilmeyen tekrarından ibaret hale gelmişti. Wagner bu prosedürü bir karikatür haline getirinceye kadar abarttı. Sizce bir kompozisyonda aynı duygu iki kere ifade edilebilir mi?..’’
Müzikte bütünlük kavramına insan modellemesi… Sabutay Uğur
‘’ (…) Öyleyse bir kere daha başlıkları söyleyelim: diyatonik gam; kilise modlarının yıkılması: öte yandan, formlarla ilgili olarak, polifoninin giderek artan bir bütünlük yoluyla en büyük verimine ulaşması ve bunun sonucunda Hollanda okulunun son dönemlerinde tüm parçanın tek bir nota dizisiyle, yansıma, kankrizan, değiştirilmiş ritm vb. yapılarak kurulması. Daha fazla bütünlük mümkün değildir, çünkü herkesin söylemek istediği şey aynıdır.’’
(Anton Webern-Yeni Müziğe Doğru)
Debussy biçim olarak, sonat formunun keskin karşıtlıklarından ve gelişimci tekniğinden kaçınmıştır. Bunun nedenini kendisi şöyle açıklamıştı:
‘’Daha Beethoven zamanında müzikte gelişim sanatı denen şey, özdeş temaların ardı arkası kesilmeyen tekrarından ibaret hale gelmişti. Wagner bu prosedürü bir karikatür haline getirinceye kadar abarttı. Sizce bir kompozisyonda aynı duygu iki kere ifade edilebilir mi?’’
Farz edelim ben bir fakültede ya da bir konservatuarda kompozisyon hocasıyım. Sınıfa giriyorum. ‘Merhaba!’ diyorum. Dersimiz: ‘Kompozisyonda tema-melodi üzerinden gelişme.’ Tahtaya dört ölçülük F majör tonda bir tema yazıyorum.
Sınıftaki genç dimağlara dönüp diyorum ki; ‘Arkadaşlar tahtada yazan temayı görüyorsunuz.’ Daha sonra siyah uzun ceketimin cebinden yaklaşık 10 cm uzunluğunda sarıya çalan bir lastik çıkarıyorum. Onlara gösteriyorum. Esnetiyorum ve uzatabildiğim kadar uzatıyorum. Sonra diyorum ki ‘Dersimiz bitti. Şimdi size ev ödevinizi veriyorum; önümüzdeki haftaya kadar ne anladıysanız bana müzik olarak getirin!‘
Sayfalar dolusu armoni, form analizi yapmamış bir öğrenci bile olsa minimum ‘öğrenilmiş bilgi’yle bu sorunla başa çıkacaktır. Falanca ne yapmış diye bakmaksızın ve hiçbir ek kaynak gerekmeksizin yeterince yoğunlaştığı ve düşündüğü takdirde üstesinden gelecektir. Bir hafta boyunca bu lastiği düşünürken herhalde ilk dikkatini çeken ‘uzama’ olacaktır.
Diyecektir ki; ‘Aa! Dur ben bu müziği uzatayım! Ama sürekli aynı şekilde uzatmayayım sıkıcı olabilir(sezgiler!) başka bir şeyler bulmalıyım. ’Pekiyi neler yapabilir? O kadar çok ki! Oyun gibi!
Birkaç tanesini yazalım: Bir tempo belirler. Temadaki notaların süre değerlerini iki, üç vs. katına çıkarabilir, süre değerlerini 1/2 , 1/3 ile çarpıp düşürebilir dolayısıyla daha hareketli hale getirebilir. Böylelikle tempo değerini değiştirmesine gerek dahi kalmaksızın tempo zaten değişmiş olur. Sondan başa doğru sıralayabilir. Sonra bazılarını aynı tutup bazılarını kesebilir, kırpabilir, kısacası oyun hamuru gibi oynayabilir bu temayla.
Hele hele birazcık armoni, kontrpuan biliyorsa farklı yaklaşımlarla daha zengin hale getirebilecektir: sadece lastik üzerinden gidelim; belki de lastiğin uzayınca incelmesi ona bir fikir vermiştir; serbest haldeyken, yani kalınken 8 sesli olarak başladığı müziği, lastik incelmeye başladıkça azaltıp en son 2-3 sesli yapıda bitirir belki de kim bilir! Ya da ilk başta bakmıştır lastik daha yoğun sıkı bir halde, uzadıkça yoğunluk azalıyor(lastikteki renk değişiminden bile bunu fark edebilir), bu durumu belki de başta armoniyi ve orkestrasyonu dar serimde yapıp sonra genişleterek yapar.
Örnekler böyle uzar gider. Bunlar için Mozart ya da Beethoven analiz etmeye gerek yoktur, yoğunlaşıp düşünmek yeterlidir.
Başta verdiğim iki alıntı bize klasik bütünlük anlayışının aslında ‘parçacık’ temelli olduğunu anlatmaya çalışıyor. En ufak yapı taşından(motif,tema gibi)yola çıkılarak daha büyük bir yapı inşa edilmeye çalışılıyor. Elimizdeki bir motifi bir parçacık gibi düşünürsek bu parçacıktan başka parçacıklar/parçalar oluşuyor yansıma, kankrizan, değiştirilmiş ritm gibi yöntemlerle. Parçacıklar arasında da bir benzerlik oluşuyor. En küçük yapılar arasında bile benzerlik ile bütünlük oluşturma çabası var. Yani buna formdaki bütünlük için ‘işi baştan sağlama almak’ ta diyebiliriz ve Bach’ın füglerinde bunun en iyi örneklerini görürüz. Mümkün mertebe benzerlik ve tekrar. Benzetme(imitasyon) özellikle Füg’de temayı geliştirmek için önemli bir yoldur. Fakat beni burada asıl ilgilendiren konu parçacıklardan bütünü oluşturmaya yönelik çabadır. Bu tematik bütünlük anlayışına ben ‘tikelden tümele varmak’ diyorum. Bu izlenen yol kompozisyonun kiliseye mi, köprüye mi, stadyuma mı benzediğini de ortaya çıkaracaktır tabiî ki, yani formunu.
Şimdi biraz insan ve onun günlük hayattaki davranışlarından bahsetmek istiyorum.
İnsandaki bütünlük nasıl bir bütünlüktür? İnsandaki bütünlüğü en yalın şekilde nasıl görürüz?
Önce davranışlarını parçalara ayıralım. Kısa video filmler gibi ya da fotoğraf kareleri gibi ayırıp gözlemlemeye çalışalım ve bunu tek bir insan üzerinde yapalım. Uç sınırları daha iyi belirleyebilmek için örnekleri keskin yapacağım:
-Evde kitap okurken,
-Bir resim sergisinde resimleri incelerken,
-Elinde torbaları olan yaşlı bir teyzenin kırmızı ışıkta karşıya geçmesine yardım ederken,
-Melankoliye tutulmuşken,
-Sonra ziyarete gelen kayınpederinin karşısında mahçup mahçup sanki az önceki adam göğe yükselmiş gibi davranırken,
-İçkiyi fazla kaçırıp fütursuzca istifra ederken,
-Bir Bergman filmi izlerken,
-Çok sevdiği birinin ölümüne ağlarken,
vs. vs. örnekler daha da çoğaltılabilir. Parçaları görüyoruz! Bütün bunların hepsini aynı insan yapıyor!
Bu parçaların her birini istediğimiz kadar detaylandırabiliriz.
Asıl mevzu şu; burada ‘bütünlük’ kavramı nerededir? Nerede durur?
Aynı özden çıkıyor olmalarına rağmen parçalar arası benzerlik yok gibi (tutarlılıkla karıştırılmasın, her insan bu ve benzer davranışları tekrar eder. Bu davranışlar insanın doğasıdır. O yüzden bunlar ‘tutarsızlık’ değil ‘benzersizlik’ ya da ‘benzemezlik’ olarak yorumlanabilir)…
Bach’ın füglerinden bahsetmiştim! Pek öyle bir şey yok sanki!..
Yani bütünü parçalara böldüğümüz zaman ya da sadece parçalara/parçacıklara baktığımız zaman benzerlik yok. Benzerlik olsa dahi bunu kullanarak bütüne ulaşma çabası içinde olmayacağım. Yani imitasyonla gelişme yapmak değil amaç.
Yukarıdaki örneklerin hepsi insana ait özelliklerdir. Bizim buradan insan hakkında bilgiye ulaşabilmemiz için bu örneklerin hepsini birden görmemiz, gözlemlememiz gerekir.
Baygın bir halde çok çok büyük bir labirentin içine bırakıldığımızı tahayyül edelim. 100 dönümlük bir arazide ve duvarları 4 metre yüksekliğinde. Yani duvara tırmanılacak bir durum yok. Ayıldığımızda oturduğumuz yerden bunun bir labirent olduğunu anlayabiliriz ama görmemiz çok güçtür. Bu kişi(suje) yollar-duvarlar arasında(obje) dolaşmaya başlayıp gözlem yapmalı, incelemelidir. Sonrasında bunun bir labirent(bilgi) olduğuna karar verebilir. Tabii burada suje, labirent tanımını biliyordur. Bilmese de sorun değil. Algısı, gözlemleri yerindeyse doğru tarif edip sonra sorarak adını öğrenebilir. Dikkat edecek olursak burada suje labirentin içindedir. İçindeyken gözlemleri sonucu bir tahmin de bulunmuştur. Fakat labirenti bir bütün olarak görememiştir. Göremez! Bana göre bunun yöntemi şudur; ‘nesnenin bütünlüğünü daha iyi görebilmemiz için onu kendimizden uzaklaştırmamız gerekir. ’ Suje, içinde olduğu mekana yüksekten, kaynağın kendisinden uzaklaşarak örneğin bir helikopterden bakarsa –labirentin odaları ister eşit, ister duvarlarının yükseklikleri, renkleri vb. farklı olsun- kaynağın tamamına yakınını görebilecektir. Göremediği ayrıntılarda olabilir elbette. Sonuçta insanında görüp algılayabileceği bir mesafe vardır fakat ‘bütünü’ maksimum düzeyde yine de bu yöntemle görebilir.
Göremediği yerlere yaklaşır, analiz eder vs.
‘Bilgi’yi ‘labirent’ değil de ‘insan’ olarak değiştirirsek, insandaki bütünlüğü, parçalardan ‘bütünlük’e ulaşarak değil bütünü parçalara ayırarak(tümelden tikele) anlamaya, görmeye çalışalım.
‘insan’ değil de ‘canlı’ olarak ta ele alınabilir. Bu durumda mezhep daha da genişleyecektir, benzersizlikler daha da keskinleşecektir.
Bu sefer ‘bilgi’yi ‘insan’ değil de ‘kompozisyon(beste)’ olarak ele alalım.
Yukarıdaki davranışları okuduğumuzda aklımıza ‘insan’ gelir değil mi? Çünkü bunların hepsi insanın özünde olan şeylerdir.
Dolayısıyla kompozisyonda bunun en temel karşılığı ‘ses’tir. İnsan ‘öz’ündeki her şey nasıl insan davranışı-parçası olabiliyorsa ‘ses’in yapısındaki her şey müziğin, kompozisyonun ve bütünün bir parçasıdır. ‘Ses’ bütünün kendisidir. Dolayısıyla nasıl insanın bütün fiziki, akli, psikolojik yönlerini anlamaya çalışıyorsak sesin de yapısının tüm detaylarını anlamaya çalışmalıyız.
Bakış açımızı biraz değiştirmemiz gerekiyor.
Frekans ve tını temelli çağdaş bir kompozisyonda diyelim ki bizim ‘öz’ümüz bir x frekansı olsun. Bu x sesinin yapısına girerek bütünü parçacıklara ayırıyoruz(doğuşkanlar, vibrasyon vb.). Klasikte tek ya da birkaç sesten yani frekanstan oluşan ‘parçacık’ en küçük yapıtaşıdır. Buradan çıkılır ve kompozisyon gelişir büyür.
Bense tam tersini söylüyorum. Diyorum ki biz zaten bütündeyiz, onu parçalıyoruz -bir sodyum elementini atomaltı parçacıklara ayırmak gibi- özelliklerini, davranışlarını, hareketlerini gözlemliyoruz. Aynı ‘insan’ın davranışlarını parçaladığımız gibi. Çünkü insan zaten bir bütündür. Daha geniş bir ifadeyle sesle yapılabilecek mantıksal-sezgisel her şey müzikal bütünlüğe dahildir. Bu parçalamanın sonucunda sesin envai çeşit hareketlerini bulabilmek, matematiksel-fiziksel bir dile ve sezgilere bağlıdır. Bulunan her şey bestecinin keşfidir ve yukarıdaki listedeki gibi bu bulguların permütasyonu / kombinasyonu sezgisel ve besteciye bağlıdır. Formal yapı bu şekilde vücud bulur. Besteci parçaları istediği gibi kategorilendirebilir, bir algoritma oluşturabilir. Sıralanışta, dizilişte kural yoktur. Bu doğuşkanlarla barışık fakat onların dizilimiyle çelişik bir ifade. Evet! Tam olarak söyleyeme çalıştığımda bu. İnsan yukarıdaki davranışları sırasıyla yapmıyor çünkü. Bu kendi dışındaki değişkenlere, etmenlere de bağlı. Örneğin J. Cage’in hazırlanmış piyano için yazdığı kompozisyonlara bakarsak eğer; bir frekansın telleri arasına vida ya da kauçuk koymak bir dış müdahaledir, bir dış etmendir. Dolayısıyla ‘ses’in en belirleyici dış etmeni bestecidir.
Sonuç olarak bu düşünce yapısında doğuşkan dizilimine uymak gibi bir zorunluluk yok. Örneğin x frekansına sahip bir sesin içine yolculuk yaptığımızda bulacağımız, keşfedeceğimiz tınılar değişik kompozisyonlarda birbirinden farklı olabilir(ki besteci için böylesi daha makbul olur) çünkü her kompozisyonda farklı dış müdahalelerde bulunabiliriz, örneğin farklı denklemsel yapılar kullanabiliriz, elektronik ortamda dalga şekliyle(tını) oynayabiliriz. Fakat bu kompozisyonlar, aynı bütünün yansımaları olacaktır. Bunu tek bir insanın davranışlarını tespit ederken gözlemcinin birinci analizle ikinci analizde farklı davranışlarla, tepkilerle karşılaşmasına benzetebiliriz.
Davranışlar farklı olsa da kaynak aynı insandır.