İstanbul 2013 Sonbaharı’nda bazı konser izlenimlerim… Tonguç Çağın
Toplam Okunma: 3712 | En Son Okunma: 23.11.2024 - 08:49
Tonguç Çağın’ın İstanbul’da bulunduğu zamanlarda izlediği uluslararası çoksesli müzik etkinlik ve konserlerinden bir derleme sunuyoruz. Geçmiş birikim ve gözlemleri dayanağında –eskilerde yapıldığı gibi- gereksiz eklemelerden kaçınarak yazdığı eleştirilerinden tanıdığımız Çağın’ın 22 Ekim – 23 Kasım 2013 tarihleri arasında İstanbul’da izlediği etkinliklerin gözlemi, eleştirisi…
1- BERLİN FİLARMONİ ORKESTRASI KONSERİNİN İSTANBUL PERA MÜZESİ’NDE DİGİTAL NAKLEN GÖSTERİMİ…
02 Kasım 2013 tarihinde gerçekleştirilen Berlin Filarmoni Orkestrası konseri İstanbul Pera Müzesi’nde Digital Concert Hall (DCH) üzerinden canlı gösterildi.
Schumann’ın 4. senfonisinin ilk versiyonu ve 1. senfonisi ile Prokofiev’in 1. keman konçertosunun seslendirildiği konserde solist:
Orkestranın 1. sehpa kemancılarından Daishin Kashimoto, sef ise Simon Rattle’dı.
Konserden çok Pera Müzesi’ndeki etkinliğin kendisi hakkında yazmak istiyorum:
Konserden önce yapılacağı duyurulan yapıtlara ilişkin tanıtım konuşması dikkat dağıtıcı ve yetersizdi.
Konserin başlamasına yakın bir vakitte başlayan konuşmada konuşmacı dinleyenlere hiçbirşey ifade etmeyecek bir sürü Almanca kelime (senfoni bölüm başlıkları ve daha birçok terim) kullandı.
Bir ara iş, salondaki Almanlarla Almanca konuşma noktasına kadar vardı.
Birçok dikkat dağıtıcı bilgi bir düzen izlenmeksizin paylaşıldı.
Bunun doruk noktası ise konuşmacının, Prokofiev konçertosunun solisti Kashimito’yu ne kadar yakinen tanıdığını anlatırken, solistin kazandığı bir yarışmanın ikincisini de ne kadar yakinen tanıdığından bahsetmesiydi !
Schumann’ın 4. senfonisinin bölümlerinin bağlı çalındığı gibi temel bir bilgi dahi altı çizilerek verilmezken konserin ikinci yarısından önce, ikinci yarıda çalınacak 1. senfoniye ilişkin konuşma esnasında lafın dönüp dolaşıp 4. senfoni ve konçertoya gelmesi –gene- dikkat dağıtıcıydı.
Öte yandan konuşmacıya sunulan konuşma ortamı, konusu bu olan bir konuşmayı sağlıklı bir biçimde yapmak için uygun değildi.
Kanaatimce binanın başka bir yerinde konserden belli bir süre önce sadece ilgilenenlerin katılacağı, salona girenle çıkanla dikkatlerin dağılmayacağı, mümkünse kimi müzikal örneklemelerle konuşmanın desteklenebileceği ve dahi soruların \ yorumların yapılabileceği bir ortamda gerçekleştirilmesi neticesinde çok daha verimli sonuçlar elde edilebilirdi.
Bir diğer nokta da ikinci yarıdaki yapıtların tanıtımlarının yapılması için DCH (Digital Concert Hall) yayınının, konserin ilk yarısının bitimi akabinde durdurulmasıydı.
Konuşmacıya saygım tam, lakin DCH’de konser arasında konserin şefi Simon Rattle ile yapılan bir röportaj yayınlanmaktaydı ve yapıtlar yahut temsil hakkında bilgi edinmek için Rattle ile yapılan bu konuşma Pera Müzesi yayınına aktarılmadı. Kesildi. İngilizce olmasına karşın, daha faydalı olduğunu düşündüğüm bu konuşmanın son cümlelerine denk geldik. Rattle’in o kısacık zaman diliminde bile söylediği şeyler çok ilginçti ki ya konuşmasının tümü boyunca anlattıkları?..
2- CRR ŞOSTAKOVİÇ GÜNLERİ
Kasım ayının 11, 12 ve 19′unda CRR’de Şostakoviç günleri düzenlendi. Ben sadece 11′indeki konserlere katılabildim.
1. Katılım :
Katılımın çok düşük olması dikkat çekiciydi. Sadece bu açıdan, ilk günün bir fiyaskoyla sonuçlandığını söyleyebiliriz. Katılım düşüklüğü o noktadaydı ki ücretsiz yapılan ilk konserin (16:00, fuaye konseri, 2. piyanolu üçlü) akabindeki yaylılar dörtlüsü konseri (saat 17:00) önceden ücretli olarak ilan edildiği halde katılım azlığı nedeniyle alınan anlık bir kararla ücretsiz gerçekleştirileceği duyuruldu.
Belki benzer bir nedenden ötürü 19 Kasım 2013’de yapılması planlanan ilk konser sonradan öğrendiğimiz kadarıyla iptal edilmiş.
2. Katılım: Yaylılar dörtlüsü konseri :
Şostakoviç’in 8. ve 10. Yaylı Dörtlülerini seslendirmek üzere sahne alan topluluk tempo seçimlerinden cümlelemelerine; genel tınılarından bireysel entonasyonlarına kadar çok kötüydü…
Seslendirilen yapıtlardan daha aşina olduğum 8. Yaylı Dörtlü üzerinden konuşacak olursam : Dörtlü’nün üyeleri, 1. bölümü tüm nüanslarından arındırıp bir ceset berraklığında seslendirmek için özellikle sözleşmiş gibiydiler.
2. bölümdeki tempo seçimleri sonucu bölümün tüm enerjisi sönümlenmiş, fazla temkinli çalmalarının bir sonucu olarak çıkardıkları zayıf sesler nedeniyle de tüm şiddeti yok olmuştu.
Bölümlerin birbirine bağlı olarak seslendirilmesinin planlandığı anlaşılan yapıtın 2. bölümünden 3. bölümüne geçerken verdikleri ara çok ilginçti! Açıkçası bir an 1. kemancının bir tür panik atak geçirip durmak zorunda kaldığını düşünmüştüm. Kendisi olanca rahatlığı ile partisine uzanıp notayı çevirip kemanının boynundaki yerini kontrol edip 3. bölümü başlattığında bu soğukkanlı umursamazlığına epey şaşırdım.
3. Bölüm valsinin ironik içeriğinden eser yoktu. 4. bölümün karakteristik forteleri gene pek güçsüzdü. 5. bölümün seslendirilişi nitelik olarak 1.bölümden farksızdı.
Konserin ikinci yapıtı olan 10. Yaylılar Dörtlüsü’nü konserden önce hatırlama imkanım olmadığından bu yapıtın temsiline ilişkin ayrıntılı bir-iki şey söyleme imkanım yok. Lakin yapıtın temsili esnasında ilginç ve de uyarıcı hiçbirşey duymadığımdan eminim.
Saat 20.00’deki solo piyano konseri :
Katılımın son derece düşük olmasından istifadeyle, piyanist Alexander Frey, yapıtları seslendirmeden önce haklarında kısa ve doyurucu açıklamalarda bulundu.
Bu konserde seslendirlen yapıtların seçiminin kimler tarafından yapıldığını bilemiyorum. Lakin son yapıt (The Bolt Balesi’nin 1. perdesinin piyano uyarlaması) çok boş bir müzikti. Bu kerte uzun ve anlamsız bir yapıt yerine “daha kısa kimi yapıtlar yahut yapıt bölümleri tercih edebilebilirdi” diye düşünmeden edemedim.
Konserlerin öncesinde yapılan konuşmalar hakkında:
Şostakoviç günlerinin ilkindeki konserden son ikisinde, konserlerden önce iki kişilik kısa birer sohbet yapıldı.
Sohbetlerde dikkatimi çeken şu oldu :
Seslendirilecek yapıtlardan çok bestecinin hayatına, yaşadığı devrin siyasi koşullarına ilişkin değerlendirmelerde bulunuldu. Olabilir. Söz konusu Şostakoviç olunca, bu hususlar çokca ön plana çıkmakta…
Öte yandan bu yapılırken konuşmacıların Şostakoviç’e olan ve açık olarak dillendirdikleri hayranlıkları nedeniyle O’na karşı fazlaca öznel bir portre çizdiklerini düşünüyorum. Bu bir yere kadar anlaşılabilir, en nihayetinde herkesin herkese hayran olmaya hakkı var. (Gerçi bu hayranlık Şostakoviç’i Mahler’e benzetme ve O’nu 20. yy’ın en büyük bestecisi görme noktasına varınca yorucu oluyor…)
Daha önemlisi konuşmalar esnasında yapılan kimi siyasi, tarihsel ve hatta müzikal değerlendirmeleri spekülatif yahut tartışmalı bulduğumu söylemeliyim.
* Örnegin : ‘DSCH motifi ilk kez 10. senfonide kullanılmıştır’ cümlesini duydum. Halbuki bu motif ilk olarak o senfoniden 5 sene kadar önce kaleme alınmış 1. Keman Konçertosu’nda kullanılmıştı, yanılıyor muyum?
Konçertonun ilk seslendirilişi senfoniden sonra yapılmıştır ancak sonuçta, kimi düzenlemeler dışında, ondan daha önce bestelenmişti.
** 8. Yaylılar Dörtlüsü’nün 4. bölümündeki sert vuruşlar acaba denildiği üzere kapıyı çalan gizli servis polislerini mi; yoksa yapıtın bestelendiği Dresden’in besteciye hatırlattığı 2. dünya savaşı anılarındaki hava bombardımanlarını ve silah seslerini mi?.. [Kaynak : Alan George, Emerson dörtlüsü DG, Şostakoviç yaylılar dörtlüleri kaydı kitapçığı]
Yoksa bunlar sadece ses olarak duyulması, bir anlam yüklenilmemesi icap eden notalar mı?
*** Gene aynı konuşmada fırsat var iken konserler arasında bağlar kurulabilirdi. Örnegin 8. Yaylılar Dörtlüsü’nün seslendirildiği konserden önce bu yapıt hakkında konuşulurken:
“Yapıtın 2. bölümünü zaten az önce fuayedeki konserde (2. piyanolu üçlü, 4. bölüm) dinlediniz” denebilirdi. Eğer bu yapılsaydı, bence hoş olurdu…
4* Üçüncü konser bestecinin solo piyano yapıtlarına ilişkin oldugu halde konser öncesi konuşma tümüyle alakasız konular üzerinden yapıldı. (Dvorak’ın ve Şostakoviç’in takıntıları, önceki konserin programında olan 8. Yaylılar Dörtlüsü’nün Şostakoviç’in kariyerindeki önemine ilişkin değerlendirmeler vb.).
Gerçi yukarda değindiğimiz üzere konserin piyanisti bu açığı fazlasıyla kapattı.
5* Bestecinin hayatının belli bir evresindeki şartların, ömrü boyunca devam ettiği yanılgısıyla yapılan siyasi değerlendirmeler ise kafa karıştırıcıydı. Günün siyasi / politik ortamı hakkında yapılan değerlendirmeleri de tartışmaya açık bulmakla birlikte, bunu konunun “doğa”sında olduğu kabulüyle üzerinde durmuyorum.
6* Konuşmalar esnasında müzikal örneklere yer verilebilirdi. Fakat biliyorum ki bu konuşmacılara fazladan iş çıkaracaktı. Ancak içimden geçen böyle bir konuşmayı dinlemekti…
Bir dahakine diyelim…
Şostakoviç günlerini gerek düzenleyen gerekse içinde aktif rol alan tüm sanatçılara teşekkürlerimi sunuyorum.
3- 15 KASIM 2013 İDSO KONSERI…
İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası (İDSO) 15 Kasım 2013’de Brahms’ın 4. Senfonisi’ni, C. Saint-Saens’ın 2. Piyano Konçertosu’nu ve Wagner’in Rienzi Operası’nın uvertürünü seslendirdi.
İDSO’yu Theodore Kuchar yönetti, solist piyanist Pascal Roge’ydi.
Biletimi konser başlamadan kısa bir süre evvel, konserin yapıldığı mekandan, Fulya Sanat Merkezi’nden aldım.
Biletin satışı esnasında nahoş bir olay vuku buldu.
Görevli kişiden birer adet öğrenci ve tam bileti istedim. Bilet kesen hanım ilgisiz bir biçimde önündeki bilet zincirinden iki tane kopardı,
‘Öğrenci ve tamlar aynı bilet zincirinde alterne şekilde mi duruyorlar da hiçbir ayrım gözetmeksizin sıradan iki tane kesiverdi?’ diye kendi kendime sorgularken bana ‘Sizin bir öğrenci bir tamdı, degil mi?’ diye sordu.
Onaylayınca 30 lira istedi (20+10).
Kestiği biletleti aldığımda her iki biletin de 10 liralık olduğunu gördüm.
Konuyu daha sonra bir e-posta grubunda gündeme getirdiğimde İDSO Program Koordinatörü Sezai Kocabıyık benimle iletişime geçerek “bilet satışı yapan görevli ile irtibata geçtiklerini, durumun tamamen bir yanlış anlaşılmadan ibaret olduğunu, eğer istersem bir geri ödemenin mümkün olduğunu”söyledi. Kendisine teşekkürlerimi sunuyorum.
Theodore Kuchar’ı Carl Nielsen senfonileri icin Brilliant Classics’e yaptığı kayıt turundan biliyordum. Roge’nin adı Fransız piyano repertuarı ile sıkça anılmaktaydı. Bu açılardan bakıldığında “ideal bir konser olacak” düşüncesinde idim.
Konsere gidişimin asıl vesilesi Brahms’ın 4. Senfonisi idi. Bu kadar klasik bir yapıtta profesyonel bir orkestranın bu kadar entonasyon sorunu yaşamasını (Örn. en belirgin olarak 2. bölümde üflemelilerde) ve hatalı giriş (Örn. 3. bölüm üçgen girişi) yapmasını garip karşıladım.
Konseri rastgele seçip gittiğimden konserdeki hataların konsere özgü olmadığını düşünmeden edemiyorum.
Gene de bu yapıtları canlı dinlemenin keyfini yaşattıkları için müteşekkirim.
Kuchar’i ilk kez canlı seyrettim.
İlk yarıdaki yapıtları kürsüden yönetirken, Brahms senfonisini orkestra platformunda yönetmesinin nedenini çözemedim.
Yönetirken çok hareketliydi. Yaylılara işaret verirken eli \ kolu 1. sehpaların ötesine geçiyormuş gibi görünüyordu. Kendine ayrılan bölgede ise adeta yürüyordu. Wagner Uvertürü’nün son vuruşları arasında dönüp seyirciye bakması ve seyircilerden aldığı sesli gülümseme tepkisi ilginçti.
Bölüm arası alkış, uyuklama, cep telefonu çalması, konser esnasında konuşma vb. gibi dinleyici tutumları hakkında yazılanları ve süregelen tartışmaları genelde manasız buluyorum ama bu konser özelinde ben de bu kervana katılmaktan kendimi alamayacağım :
Konser bu açıdan tam bir ‘fail’dı, sürekli olarak birileri yere birşeyler düşürmekteydi ki yerin parke oldugunu hatırlatmak istiyorum…
Eline koluna bu kadar hakim olamayan bir seyirci topluluğu aynı konserde böylesine az denk gelir.
Dikkat dağıtıcı bir gacırtı sesi orkestra tarafından gelmekteydi. Acaba sahnedeki bir sandalye \ tabureden mi yoksa orkestranın üzerinde bulunduğu platformdan mıydı? Saptayamadım.
İlk defa gittiğim konser bu mekanı epey sapabir yerde imiş.
AKM’ye nazaran yarı yarıya küçük bir seyirci kapasitesi olmasına rağmen tam dolu değildi ki bileti veya davetiyesi olduğu halde gelmeyenler olduğunu anlaşılıyor…
4- BUDAPEŞTE FESTIVAL ORKESTRASI ODA MÜZIĞI TOPLULUĞU KONSERİ
Budapeşte Festival Orkestrası Oda Müziği Topluluğu 18 Kasım 2013 gecesi Mozart’ın 334 Kochel sıra numaralı 17. Divertimentosu ile Çaykovski’nin ‘Floransa Anıları’nı seslendirdi.
Koltuğuma oturup da programı açtığımda büyük bir hayal kırıklığı yaşadım zira bu iki yapıttan daha çok ilgimi çeken ve ilk kez canlı dinleyeceğim icin hafiften heyecanlı olduğum ilk yapıtın bölümleri programa eksik yazılmıştı. Programa göre topluluk 6 bölümlü yapıtın 4. ve 5. bölümlerini çalmayacaktı.
Neyse ki bu sadece bir yazım hatasıydı, sırası geldiğinde o bölümler de çalındı.
Bir ara not :
Bunun bir yazım hatası değil de yapıtı çalan topluluğun seçimi olduğunu düşünmek için bir nedenim vardı :
Bu yapıtın Karajan’ın yönettiği bir konser görüntü kaydında (1987, Telemondial) şefin 5. bölümü seslendirmediğini, 4. Bölümden doğrudan 6.’ya geçtiğini izlemiştim ki bu uygulamanın bir benzerinin oda müziği toplulukları tarafından da yapılabileceği düşüncesinde idim.
Yapıtın 5. bölümü olan 2. Menuet’si çalınmasa, ‘eh, hadi neyse’ derdim ama Adagio’sunun atlanması beni çok üzerdi…
1. kemancının çok iş üstlendigi yapıtta dinleme alışkanlığım Iona Brown’in gerçekten çok güzel, zarif ama öte yandan canlılığından ödün vermeyen ve virtuöz Philips kaydını aramadım degil… Ancak gene de temsile ilişkin genel olarak olumsuz bir yargıda bulunmam söz konusu olamaz.
Görece güncel bir ifadeyle :
Ben tatmin oldum. Gerek topluluğun genel tınısı, gerekse getirdikleri yorum biz dinleyenlerin keyifli bir konser deneyimine vesile oldu.
Sadece şekle ilişkin 3 noktaya değineceğim :
4. bölümdeki tekrarları (hiç olmazsa ilkini) gözetebilirlerdi.
Yapıtın açılışı olarak düşünülmüş 445(320c) Köchel sıra numaralı marş temsile dahil edilebilirdi. Temsilde bas yazısını seslendirmek üzere viyolonsel ve kontrbas kullanıldı ki önceki izleme tecrübeme kimi zaman bu aletlerden sadece birisi kullanılıyor, o açıdan değindim.
5- BORUSAN YAYLILAR DÖRTLÜSÜ BEETHOVEN’IN YAYLI DÖRTLÜLERİNİ SESLENDİRİYOR.
Web sitelerindeki programlardan (neden diye sormayın) İngilizce sayfaya bakıp 21 November 2013 (Kasım), akşam saat sekiz saatli konsere katılmaya kalkıştım.
Lakin konser aslında 21 Ekim’deymiş, İngilizce sayfaya yanlış yazılmış.
Tabii Süreyya’ya vardığımda kapı duvardı. İlginç olan aynı saatlerde (19.15 gibi) yaşlı bir çift geldi. Kendileri Verdi’nin Jan Dark operasını ve gene aynı saatte izlemeye gelmisler !
Tam bir karmaşa. Aslında öyle bir temsil de yok.
Süreyya Operası’nın astığı Kasım ayı programında o çiftin izlemek üzere geldiği bir 21 Kasım 2013’de Jan Dark temsili gözükürken, yapıta özel hazırlanmış afişte böyle bir temsil gözükmüyor ve birbiri ile çelişen bu iki afiş arasında birkaç metre var.
Biri binanın girişinde camda asılı, diğeri ise biraz ilerisindeki duvarda.
4 kişilik kalabalığımız bina güvenliğinin dikkatini çekmiş, kendisi dışarı çıkıp “neden orada olduğumuzu” sordu. Durumu izah ettik. Kendisi o gece orada “hiçbir etkinlik olmadığını” söyledi. Rahatlayıp ayrıldık.
Durumu her iki kuruma da e-posta yolu ile ilettim.
Süreyya Operası, İDOB’un program değişikliğini programlar basıldıktan sonra yaptığını söyledi.
Biletlerin gişeden yahut internetten alınacağını varsaydıklarından tarih konusunda bir sorun yaşanmayacağını düşündüklerini belirttiler.
Borusan da ivedilikle döndü ve durumdan duydukları üzüntü nedeniyle Alagna konserine iki kişilik davetiye ayarladılar.
Bu ince davranışları için kendilerine ve beni konu hakkında muhatap alan Sacide Erkman’a teşekkür ediyorum.
6- BORUSAN MÜZIK EVİ 06 KASIM2013 ÇARŞAMBA SAAT 20.30′DA “BAND ON A CAN – ALL STARS” KONSERİ
Kontrbas, viyolonsel, klarnet, piyano, vurmalılar, elektro gitar ve elektronik seslerden müteşekkil Topluluk üç adet Türkiye (David Lang: Sunray, Michael Gordon: For Madeline, Julia Wolfe: Lick) ve bir tane de dünya ilk seslendirilişi (Erdem Helvacıoğlu: Tales of Oppression and Resistance [TOR]) gerçekleştirdi.
İlk üç yapıt yaklaşık 10′ar dakikalık sürelemeleri ve kolay dinlenilir müzikleri ile ikinci yarının yaklaşık 50 dakika süren 12 bölümlü tek yapıtı TOR için bir prelüd görevi gördüler.
Helvacıoğlu yapıttan önce yapıtın programına ilişkin kısa bir konuşma yaptı.
Besteci tarafından müzikle betimlenmesi amaçlanmış program ile duyduklarım arasında bir ilişki kuramamış olmakla birlikte yapıttan etkilendiğimi söylemeliyim.
Konser esnasında salonu terkeden dinleyicilerin yapıtı oldukça karanlık, kimi bölümlerinde (ritm açısından) saplantılı ve mod olarak monoton bulduklarını düşünüyorum.
Hayır, ben de böyle düşündüğüm için değil, böyle düşünen bir dinleyiciyi yanımda konsere götürmüş olduğum ve gerek konser esnasında gerek konser sonrasında bu yöndeki değerlendirmelerini duyduğum için…
Öte yandan ben bu nitelemelerin adı TOR olan bir yapıt için kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.
Yapıt boyunca kendimi konusunu anlamadığım ama modunu iliklerime kadar yaşadığım bir hikayeyi dinlerken buldum.
Besteciye gelecekteki çalışmalarında başarılarının devamını diliyorum…
* * * *
Tonguç Çağın
Ekim/Kasım 2013
İstanbul