Abdülhamid ve müzik… Salih Zeki Çavdaroğlu


Toplam Okunma: 3360 | En Son Okunma: 21.11.2024 - 14:24
Kategori: Fikir Yazıları

Osmanlı padişahları arasında Sultan II. Abdülhamid’ in şahsiyeti, devlet adamlığı ve saltanat dönemi hakkında bu güne kadar ciltler dolusu kitap yayımlanmışsa da, onun sanata ve özellikle de musıkîye karşı bakışı üzerinde pek durulmamıştır…

Abdülhamid ve Müzik… Salih Zeki Çavdaroğlu

Bunda, özellikle 1908′den 20. yüzyılın sonlarına kadar resmi tarihin onun hakkında, haksız bir şekilde yakıştırdığı “Kızıl Sultan ” etiketinin payının çok fazla olduğundan şüphe yoktur.

Çünkü onlara göre Hakan’ ın işi gücü hafiyelerinden ” jurnal ” almak ve bu jurnallar doğrultusunda “istibdat” uygulayan bir devlet başkanının bütün işi siyaset, iç güvenlik ve buna benzer bürokratik işler dışında herhangi bir uğraşı ve hobisi de olamazdı.

Oysa sayın Taha Akyol’ un altını çizerek belirttiği gibi :

“… Abdülhamid döneminde siyasî düşünce yasaktır. Ama bunun yanında edebî düşünce, sosyal düşünce, sanat hareketleri son derecede güçlenmiştir…”

Çocukluğunda Paul Dussap (ö.1905) tan musıkî, Guatelli ( 1820 ?- 1899) den piyano dersleri alan Abdülhamid, şehzadeliğinde :”…Aleksan’dan piano, Guatelli Paşa ile Miralay Lombardi Bey’ den de Batı musıkisi öğrenmişti… Biraz da keman çalardı. Şehzadeliğinde Batı tarzında bir kaç parça besteledi. Selefleri derecesinde olmamakla ve Batı Musıkisini tercih etmekle beraber,Türk musıkisini ciddi şekilde himaye eden sonuncu hükümdar oldu…”

Abdülhamid’ in çocukluğundan beri saray müzisyeni olan Paul Dussap, O’ nun müzikle olan ilgi ve ilişkisini şöyle anlatıyor :

Abdülhamid piyanodan ve yaylı kuartetlerden hoşlanırdı. Bu şekilde bestelenmiş birkaç parça çaldıktan sonra, benden şarkı söylememi ister, sonrasında da müzik sohbetleri yapardı. Türk musıkîsinin kendine özgü tuhaf ilkelliğini ve onun biraz daha medenî kardeşi Macar müziğini severdi…”

Zaten bizzat kendisi de :

“ Musıkîyi hem severim, hem de anlarım. Güzel nota bilirim. Oldukça iyi piyano ve biraz keman çalarım. Alaturka musıkîden pek o kadar hoşlanmam, insana uyku getirir. Alafranga musıkîyi tercih ederim. Bilhassa opera ve operetler pek hoşuma gider.’’ şeklinde musıki zevkinin ne olduğunu açıklamaktadır.

Şehzadeliğinde,Padişah Sultan Abdülaziz ile birlikte çıktığı Avrupa gezisi onun Batı müziğine olan sevgisinin gelişmesinde önemli bir yer tutar. Paris’te izlediği ”Giselle” balesini o kadar beğenir ki, Padişahlığında bu balenin Saray’da sergilenmesini ister.Bale’nin dramatik finali onu üzdüğünden,oynanırken finalinin onun isteği ile mutlu bir sona çevrildiği söylenir.

Abdülhamid tahta çıktıktan sonra, Abdülaziz döneminde Mızıka-i Hümâyûn Komutanlığı’ndan azledilen Ahmed Necip Paşa’yı yeniden bu kurumun başına getirir.Paşa da bir şükran ifadesi olarak onun adına “Hamidiye” marşını besteler. Bu marş Sultan’ın 33 yıl sürecek olan saltanatında âdeta milli marş olarak çalınacaktır.

Yine II.Abdülhamid’in teşvikiyle Türkiye’ de opera ve özellikle operet oldukça yaygınlaşır. Daha önceki yıllarda Batıdan aynen veya Türkçe’ye çevrilerek oynanan operetlerin yerine,19.yüzyılın bitimi,20.yüzyılın başlamasıyla beraber yerli operetlerin yazımına başlanır.
Sultan’ın tahta çıkışından kısa bir süre sonra Yıldız Sarayı içinde özellikle opera ve operet temsilleri için bir tiyatro binası yaptırır.

1880’li yıllarda Yeni Fransız Tiyatrosu,Verdi Tiyatrosu ve Tepebaşı Tiyatrosu’nda “Kamelyalı Kadın”,”Tosca”,”Fedora” gibi eserler oynanır.

“…Yıldız Sarayı Tiyatrosu’ nda yalnız piyesler oynanmaz, aynı zamanda seri konserler verilir, opera ve operetler sahneye konulur, zaman zaman da İstanbul’ a gelen yabancı tiyatro grupları ile Sarah Bernhardt, Adelaide Ristori, Suzanne Despres ve Madame Judic gibi yıldız oyuncuları saraya davet edilerek, sahne almaları temin edilirdi.

Yani Yıldız Sarayı, 350 kişinin maaş aldığı dev bir konservatuvar gibiydi onun zamanında…”

Her ne kadar şehzadeliğinde çok az Klâsik Türk Musıkîsi dersleri almışsa da, tercihi Klâsik Batı Müziği olmuş, çocuklarına da da bu müziğin eğitimini aldırmış ve çoksesli müziğin elit çevre içinde yerleşmesinde önemli bir rol oynamıştır.

II. Abdülhamid döneminde yaşayan yazar Semih Mümtaz o günlerin müzik hayatını şöyle resmeder :

“ UNİON FRANÇAİSE’ de ve benzeri umumî salonlarda ve bazı sefârethânelerde (büyükelçilik) verilen konserler kulaklarımızı terbiye eder, Garp müziğini yavaş yavaş bize sevdirirdi. Bir çoklarımız keman ve piyano çalmak hevesine düşmüştük…”

Sultan Abdülhamid bu etkinlikleri Yıldız Sarayı’ nda izlerken, yanında kızları Ulviye, Zekiye, Ayşe ve Naile Sultanlar ile, saray protokolunun bütün isimleri de eksiksiz bulunuyorlardı.

Sultan Abdülhamid şehzade ve sultan olarak toplam 17 çocuğunun tamamına mükemmel müzik eğitimi aldırmış olup, onlar da zaman zaman bir araya gelip babalarına konserler de vermiştir.

Bunlardan Şadiye Sultan piyanist, Ayşe Sultan ise piyanist, arpist,viyolenselist ve kompozitör olup, her ikisinin de hocaları o dönemde Saray’ da görevli Macar piyanist Geza Hegyel (1863-1926) dir.

Kendisinin bizzat kalem aldığı hâtıratında,yabancı müzisyenlerin adına ithafen besteledikleri toplam 2000 adet besteden bahseder. Hatta bu tarzda bir günde üç değişik bestecinin ayrı ayrı üç eserinin kendisine verildiğini yazar ve bundan çok şikâyetçi gözükür. Sonra da bu bestelerin kendisine ithaf edimesinde ana amacın kendisinden ödül istemeleri olduğunu söyler. Buna karşılık kendisinin eser sahiplerine sadece teşekkür etmekle yetinmesi sonucunda da bunların büyük bir öfkeye kapıldığını da ayrıca vurgular. Konuyu kendi ifadeleri ile şöyle bir sonuca bağlar:

“…Eserini takdim eden sanatkâra, Alman İmparatoru’ nun veya bir başka hükümdarın hediye vererek iltifat etmesi, pek nâdir bir hâdisedir. İstanbul’ a gelip, sefirleri vasıtasıya huzuruma çıkabilmeyi temin eden sanatkârların herbirine neden hediye vermeye mecbur olayım? Üstelik ağırbaşlı musıkilerini de kat’iyen sevmiyorum. Çaldıkları parçaların çok güç olduğuna şüphe yok; fakat ben zihnimi yoran musıkiyi değil, dinlendirici musıkiyi tercih ediyorum. Klâsik Musıkiyi sevecek kadar musıkişinas değilim…”
diyorsa da, “ Araştırmacı Ziya Şakir Bey’e göre, Sultan II.Abdülhamid, ‘ çok yüksek bir musıki istidadına malikti. Asıl dikkate şâyân olan cihet şurasıdır ki, bu hükümdar, şark ve garp musıkîleri hakkında taassup göstermez, her ikisini de severdi…”

Bu sözlerinden de anlaşıldığı gibi Hakan, Batının klâsik müziğinden çok,operet gibi hafif formdaki parçalarına meraklıdır.

Ancak buna rağmen Abdülhamid geleneksel musıkimize karşı da asla ilgisiz kalmamıştır. Mesela, devrin en önemli bestekârı olan Hacı Arif Bey, Abdülhamid tahta çıktığında geçmişinde yaşadığı serüvenler sonucu artık sarayda değildir. O artık evindedir ve Kürdilihicazkâr ve Hüzzam gibi nadide makamlardan harikalarını üretmektedir.Eserlerinin şöhreti İmparatorluk sınırlarını aşmış, besteleri diğer İslâm ülkelerinde de çalınmaktadır.

Bu ülkelerden İran Hükümdarı Nasıreddin Şah, ülkesinin İstanbul sefiri kanalıyla ve Abdülhamid’ in aracılığıyla Arif Bey’ i ülkesine ve Sarayına davet etmek ister. Ancak :

“…Sultan Hamid, Ârif Bey çapındaki bir dâhiyi Türkiye’den kaçırmanın tarihi mesuliyetini biliyordu. Büyükelçi’ ye şöyle dedi :
-Ârif Bey’in Mızıkay-ı Hümâyûn’dan ayrıldığını kat’iyen işitmedim. Onun yerini dolduracak kimse yoktur. Şah Hazretleri’ nden özür dilerim!..” diyecek kadar da o devirde öz musıkîmizin büyük bestekârına sahip çıkıyor ve Hacı Arif Bey’ in kronik kaprislerine rağmen onu tekrar Saray’ a alıyordu.

Öyle ki Hacı Arif Bey, Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz’ e yaptığı kaprisleri hiç çekinmeden Abdülhamid’e de yapmaktan çekinmiyordu. Bunu müzikolog- tarihçi Yılmaz Öztuna şöyle anlatır :

“ Bir defasında Padişah,bir kaç yeni şarkısını bizzat Hacı Arif Bey’ den dinlemek istedi; huzuruna davet etti. Bestekârın keyifsiz bir ânıydı; hasta olduğunu bildirdi.Ârif Bey’ in hocasının hocası olan büyük Dede Efendi’ nin torunu Miralay Rifat Bey, arkadaşının kaprislerinden bıkmıştı; biraz da kıskanıyordu. Sultan Hamid’e “ temâruz ediyor !” diyerek şikâyet etti. Padişah, bir mabeynci göndererek gelmesi için ısrarda bulundu. Ârif Bey, mâbeynciye san’atta irade-i hümâyûn geçmiyeceğini, babası Sultan Mecîd’ den, Sultan Hamid’den daha fazla riâyet gördüğünü söyledi. Hatta dilini tutmak âdetinde olmadığı için, Sultan Hamid’ in küçük bir şehzâde iken bir gün kendisinin kucağını ıslatığını anlattı…Sultan Hamid’ in sabrı taştı. Büyük bestekârın Mızıkay-ı Hümâyûn’ un bir odasında süresiz olarak hapsedilmesini irade etti…”

Yine Öztuna’ nın anlatımına göre; Ârif Bey 50 gün kadar yaşadığı hapis hayatından sonra hapiste güftesi Mehmet Sâdi Bey ‘ e ait olan ‘meşhur nihavent şarkısı ;

Ahteri düşkün garîb ü âşık-ı âvâreyim
Gün gibi deryâ-yı aşkında gezer bîçâreyim
Sana kul oldum kapında gayrı kande varayım
Şîvekârım sen dururken ben kime yalvarayım’ ı besteler.

Bu şarkısında; Talihsiz, başıboş bir garip, sevgilinin aşk denizinde yüzen çâresiz bir âşık olduğunu,sevgiliye hitaben: ey sevgili kapında kul olan ben, nereye gideyim ve senden başka kime yalvarayım ? Şeklindeki sözler ve bu sözlerle uyumlu içli bestesini, Padişah’ a okuması için arkadaşı bestekâr Rifat Bey’e teslim eder ve o da Sultan’ ın huzurunda okur. Sultan Abdülhamid de buna kayıtsız kalmaz ve Ârif Bey’ in hapis cezasına son verir.

Sonuç olarak yukarıdan beri anlatıldığı gibi Sultan Abdülhamid’ in 33 yıllık saltanatı içinde müzikte de restorasyon amaçlı hamleler gözükmektedir.Tıpkı eğitim, teknik, ulaşım v.d.konularda olduğu gibi Anadolu coğrafyasında, modern Türk müziğinin oluşmasına alt yapı teşkil edecek adımları attığı farkedilmektedir.

Bu adımları atarken de asla geleneksel musıkîmizi yok etmek niyeti göstermemiş, aksine onu korumayı ve desteği hiç esirgememiştir.

Sonrası mâlum, İmparatorluğun tasfiyesi ve sonrasında kurulun Cumhuriyet rejiminin müzik politikasında yapılan yanlışlar ve bunun sonucunda oluşan kaotik durum hepimizin mâlumu…

D İ P N O T L A R :

1)Taha AKYOL, Gelenek ve Türk Aydını “Objektif Yazılar”, Kadim Yayınları, Ankara, Ekim 2006, s.10

2)Yılmaz ÖZTUNA,” Türk Musıkisi Ansiklopedisi ”, MEB Basımevi,İstanbul, 1969, c.1, s.7

3) Evren Kutlay BAYDAR, “ Osmanlı’ nın Avrupalı Müzisyenleri “ Kapı Yayınları, İstanbul, 1. Baskı, Nisan, 2010, s.182

4) Mustafa ARMAĞAN,”Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı”,Ufuk Kitap, İstanbul 2006, ikinci baskı, s.97

5) Evren Kutlay BAYDAR, a.g.e, s.33

6) Sultan ABDÜLHAMİD,”Siyasi Hâtıratım” Dergâh Yayınları,İstanbul 1999,s.157

7) Mustafa ARMAĞAN, a.g.e., s. 93

8) Yılmaz ÖZTUNA,” Türk Bestecileri Ansiklopedisi ”, Hayat Neşriyat A.Ş, İstanbul,1969, s. 6

http://ferahnak.wordpress.com/2013/10/17/abdulhamid-ve-muzik/




Hoşgeldiniz