İstanbul Belediyesi Konservatuarı etrafında… Lâika Karabey


Toplam Okunma: 5276 | En Son Okunma: 20.11.2024 - 22:26
Kategori: Tarih ve Anılar

Geleneksel Türk müziğinin yazı kısmıyla biraz ilgilenmiş dostlarımız Laika Karabey (1909-89) ismini, Hüseyin Saadettin Arel kuruculuğunda yayın hayatına başlayan (1948) Musiki Mecmuası’ndaki yazılarından ve kitaplarından bilirler. Aşağıda kendisinin Musiki Mecmuası’nda (1954) yayınlanmış; bugün varlığını İstanbul Üniversitesi çatısı altında sürdüren Konservatuar ile Türk Musikisi İcra Heyeti’ne dair o günün atmosferini yansıtan yazısını aktarıyor, “bugün ile karşılaştırılacak o kadar çok husus var ki…” demekten de kendimizi alamıyoruz…

İstanbul Belediyesi Konservatuarı etrafında… Lâika Karabey

I- “Türk musikisi İcra heyetine dair”

Günlük gazetelerin hemen hepsi birer musiki mecmuası haline geldi: her gazetenin muhtelif yerlerinde İstanbul Belediyesi Konservatuarı mevzuu ele alınıyor. Kimi bugünkü durumu alkışlamakta, kimi valiyi (İstanbul Valisi ve aynı zamanda Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay 1954 M.D.) tenkid etmekte. Kimi Türk musikisi icra heyeti üyelerinden İstifa edenleri kabahatli görmektedir. Elhasıl alâkadarların her biri hakkında söylenecek söz bulunabiliyor.

Ben şahsiyat ile meşgul olacak değilim. Zaten hiç bir zaman bunu tecviz etmedim. Yalnız görüyorum ki ortada kâh tenkid, kâh takdir yollu sözlerden başka müsbet bir fikir yok. Hiç kimse muayyen bir programla “şöyle yapılması münasip olur” demedi.

Ötedenberi gerek günlük gazetelerle, gerek Musiki Mecmuası ile neşrettiğim yazılarda bu konuya dair fikir yormuş bir musiki müntesibi olarak nâçiz mütaleamı belirtmek istiyorum.

Esasen dikkat ettim, senelerce evvel ileri sürdüğüm hakikatler zaman geçtikçe yavaş-yavaş kendini kabul ettiriyor. Meselâ -konservatuar- sözünün, görünüşüne rağmen, konserle hiç bir münasebeti olmadığını ve orada konser verilmekten daha ziyade ders verilmesi lâzım geldiğini, yâni bu pek açık bedaheti defalarca tekrarlamıştım. Ancak şimdi sözümün doğruluğu kabul ediliyor ve konservatuarın. Türk musikisi icra heyetine bir sığınak değil, bir tedris müessesesi olması lâzım geleceği bizzat İstanbul Valisi (aynı zamanda Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay 1954 M.D.) tarafından gazetelere beyanat şeklinde bildiriliyor.

Buna benzer hâdiseler çok. Eminim ki bugün yazacağım şeyler eğer hemen tatbik edilmiyecek olursa bir müddet sonra, benim tesirimle değil, her yerde kendini zorla kabul ettiren hakikatin mahiyeti icabı olarak ister-istemez tasdik edilecektir. Temenni ederim ki o zaman iş işten geçmiş olmasın.

Konservatuarın gazetelerde mevzu-u bahs olan son macerasında nazar-ı dikkate alınması lâzım gelen bir kaç unsur var:

1—Konservatuar müessesesinin istikbali;
2—Türk musikisi icra heyetinin vaziyeti;
3—İstifa eden san’atkârların hali;
4—İlgili makamın bu vak’alardaki durumu ve rolü.

Şimdi bu noktaları birer-birer gözden geçirelim:

1— Konservatuar herkesin bildiği ve benim de dâimâ söylediğim gibi, bir konser müessesesi değil, akademik bilgi kaynağıdır. Amma ona bu mahiyeti verebilmek için bugünkü Belediye konservatuarında yeni-baştan teşkilât icrası icap eder. Çünkü esas böyle bir maksada uygun olarak kurulmamış bulunuyor.

Batı musikisinin yanında Türk musikisinin de nazari ve ameli olarak öğretilmesi şart olduğuna göre derslerin kime tevdi’ edileceği keyfiyeti ilk düşünceyi teşkil eder. Zira tedris vazifesi, ehliyetsiz ellere tevdi” edilecek olursa hem müessesenin, hem de san’atın tamamile aleyhinde neticeler verir ve sonunda bugünkü gibi karma-karışık gaileler doğar.

Ne okutulacağı bahsine gelince, bu cihetin uzun- uzadıya münakaşasına hacet görmem. Çünkü umumiyetle konservatuarlarda okutulan şeylerin hepsi yeni teşkil edilecek tedris müessesesinde öğretilmek lâzım gelir: Türk musikisinin bünyesine, makamlarına ve usullerine dair etraflı malûmat; solfej, armoni, kontrpuan, füg. kompozisyon, prozodi, enstrü- mantasyon, orkestrasyon, Türk ve batı musikisi tarihi. Türk ve Batı sazları ilâ…

Bu bilgiler arasında ve Türk musikisinin çevresi içinde batı musikisinin de hakkiyle öğretilme¬sini, yine her vakit tekrar ettiğim gibi, zaruri bulurum.

Şunu da kaydedeyim ki Belediye konservatua¬rının batı musikisi kısmı şimdiye kadar bir gürültü ihdas etmemiş ise bunun sebebini herhalde bütün kusurlardan münezzeh olmasında aramamalıdır. Maamafih şimdilik mevzuumuzun dışında kalan bu nokta ile uğraşmak niyetinde değilim. Ancak Belediye konservatuarının Türk musikisi tedrisatında batı musikisinin de yer aldığını göz önüne getirerek bu kısım için Avrupa’dan san’atkâr hocalar getirilmesini bilhassa tavsiyeye lâyık bulurum.

On sene evvel böyle bir teşebbüs yapılmıştı, fakat maddî imkânsızlıktan dolayı muvaffakiyet hasıl olmamıştı. Hattâ tanınmış pianist Cortot’nun san’atkâr seçiminde tavassutu bile rica edilmiş bulunduğunu hatırlıyorum.

Türk musikisi sazlarının tedrisatında ise, tembr’indeki hususiyet dolayısile bütün dinleyenlerin takdirine mazhar olan kemençenin dört telli olmak üzere mütekâmil şeklinin eski şekline tercih edilmesi umumiyetle metodun göz önünde tutulması lâzımdır.

2— Henüz yetişmekte olan talebeye örnek olmak ve didaktik mahiyette konserler vermek üzere seçilmiş san’atkârlardan mürekkep bir icra heyetinin konservatuarda mevcudiyetine ihtiyaç vardır. Bu heyet harice de konserler verebilir. Konservatuar tedrisatından istifade ederek dinlenebilecek hale gelmiş olan öğrencilerden de, tıpkı İleri Türk Musikisi Konservatuarında bizim yaptırımız gibi. heyetler tenkil edilir. Bunlar konservatuar muhitinde kendi başlarına konserler verdikleri gibi icra heyetine iltihak suretile de mümareselerini artırırlar.

Yeni konservatuarda bilhassa Türk musikisinin çok-sesli şekline hayati bir ehemmiyetle itina gösterilmelidir. Bu bakımdan oda-musikisi takımları , teşkil edilerek uzun müddet beraber çalışmağa mecbur edilmelidir. İkilemeler, “üçlemeler, dörtlemeler, beşlemeler, yaylı sazlar orkestrası, a capella korolar. çifte korolar, refakatli korolar ilâ., (tahayyülü bile insana sevinç veren şu hali, elinde imkânlar bulunan kimseler tahakkuk ettirmeği acaba özlemezler mi?) Böyle bir konseri dinlemeği Tanrı’nın bana nasip etmesine dua ederim.

Git-gide bu saydığım heyetler gelişip genişliyerek tam bir orkestra haline gelebilir ve gelmelidir. O zaman Türk musikisinin ne hazineler saklamakta olduğunu dostlar göğüs gere-gere, düşmanlar büzü- le-büzüle göreceklerdir.

3—İstifa eden san’atkârların istifa sebepleri arasında yukardanberi tasvirine çalıştığım tekemmü- lâta ait bir düşüncenin de mevcut olmadığını kim iddia edebilir? Zaten söylediğim şeyler ne saz bakımından, ne de söz bakımından piyasa tavrile başarılacak mahiyette değildirler. Piyasacıların konservatuara avdeti gerek san’at bakımından, gerek diğer birçok bakımlardan asla tecviz edilemez. Bereket versin o gibilerin iştirak etmeyişi hiç bir eksiklik hissettirmiyecek durumdadır.
Bir nokta daha var: Eğer istifa eden san’atkârlar kendi aralarında bir tesanüd teşkil ederek halka güzel konserler verecek olurlarsa, ki bunu kendilerine tavsiye ederim, artık o zaman Belediye konservatuarının şimdiki za’fı büsbütün meydana çıkar.

4—İlgili makamın bu vak’alarda durumu ve rolü pek mühimdir Şimdiye kadar konservatuar mevzuuna taallûk eden işlerde pek müsamahakâr davranan Vali Bey umarım ki müsamahanın ne netice verdiğini gördükten sonra kararlarında teenni ile hareket etmek vücubunu teslim eder.

Rivayete göre Vali Bey (Fahrettin Kerim Gökay) konservatuarda önüne ilk çıkan bir piyasa san’atkârını. o sırada münhal bulunan ilmi kurul başkanlığına getirmek istemiş, fakat san’atkâr pek yerinde bir hakşinaslıkla kendisinin böyle bir vazifeye ehil olmadığını söyleye-rek kabul etmemiştir.

Bir ilim adamı ilmi kurul başkanlığının ne demek olduğunu elbette müdriktir. O halde Türk musikisini bu kadar küçümsemeğe hakkı yoktur. Musikinin san’at olduğu kadar da müsbet bir ilim olduğunu bir Ord. Prof. takdir eder sanırım. Yoksa nota bilmiyen, bittabi nota koleksiyonuna da malik olmıyan, musikiden hiç anlamıyan, memleketten yirmi sene mecburî uzaklaşmak suretile sanata yabancı kalan, hüsn-i niyet sahibi olmadığı birbirlerine zıd yazılarile aşikâr bulunan Ulunay gibi kimseleri bizzat selâhiyetine dayanarak seçmesindeki isabetsizliğe son vermesi temenni edilir. Zira ilimle münasebeti olmıvan bir adamın ilmi mevkie getirilmesi vaktile kazasker çocuklarına beşikte iken pâyeler verilmesini andırmaktadır.

Ötedenberi muhtelii yazılarımda takip etmekte olduğum gayeleri şöylece hülâsa ettim. Yukarda zikri geçen bütün bu hastalıklarla bu ilâçların senelerdenberi makalelerimde incelenmiş bahislerden ibaret olduğu görülüyor. Allah ilgili makamlara bu sefer hakikatin sesini ivedilikle duyursun!

II — Beyati faslı konserine dair

Yine son günlerde İstanbul Belediyesi Konservatuarının dedikoduları bütün samimi musikisever- leri üzmektedir. Burada samimi musikiseverler sözünü yerinde kullanıyorum. Çünkü sever görünen bazı zevatın musikiye faydalı olmaktan ziyade muzır oldukları meydandadır.

Musikimizin muhtaç olduğu vasıtalardan biri ve mühimi de bitaraf, bilgili münekkiddir. Mevcut birkaç muharrir, galiba makalelerini saklayıp tekrar okumadıkları için dün yazdıklarını bugün tekzip ediyorlar. Meselâ bir gün genç okuyucuları ve bu arada Sami Toker’i batıran münekkid ertesi gün onu alkışlamakta idi. Çünkü menfaati öyle icap ettiriyordu. İstifa edenler arasında olmayıp bir boşluğu doldurduğundan dolayı Sami Toker’i bir şükran borcu olarak alkışladılar. Münekkid bu mudur? Ve böyle mi olmalıdır? Halbuki maalesef bu genç “Allı yemeni” gibi iptizale uğramış bir eseri bile iyi o- kumadı. Zavallı musikimiz daha ne vakte kadar şu¬nun bunun kaprislerine hizmet etmek esaretinde kalacak?

İşte İstanbul Belediyesi Konservatuarının 28 şubat 1954 pazar günü Taksim gazinosunda verdiği konser bizi böyle müteessir etti. Senelerdenberi bir türlü ilmi bir mahiyet alamıyan ve hiç bir terakki hamlesi yapamıyan talihsiz müessese!

Eserlerin icrakârlarda zayıflığı ve provasızlığı her türlü hareketlerinden ve okuyuşlarından anlaşılıyordu. Esasen bunu fasılada Refik Fersan da itiraf etti ve “bir prova ile sahneye çıktılar” dedi. Acaba konservatuarın adının başındaki konser kelimesinden o müessese kendini, sadece mahiyeti ne olursa olsun, konser vermekle mükellef mânasını mı çıkarıyor?

İrkilmeden dinlediğim tek eser Beyati ağır semai oldu. Herkes onu vaktiyle solistlerden dinleyip ezber bildiği ve esasen eser de çok güzel olduğu için sırf o güzellik sayesinde kusurları örtüldü. Bu meziyet icracılara değil, bestekâra ait olmak icap eder. Yürük semaideki hataları umarım ki heyetteki sanatkârların hepsi takdir etmiştir. Bir kere, nasıl olur da santurun düzeninin bozukluğunu duymazlar ve nasıl olur da kulakları bu falsolara tahammül eder? Sonra da eserin usulü ne olursa olsun, kudümün düm tek tek dümü dümü tek diye değişmez tokmakları bizden evvel onun yanında oturan saz arkadaşlarını rahatsız etmiyor muydu?

Bu konserin programına konservatuar konseri denilmek için ya konservatuar kelimesinin akademik ve didaktik mahiyeti bilinmiyor, yahut herkesle alay ediliyor. Çünkü evvelâ konservatuar nedir? Bunu bilmemiz lâzım. Sazlarda metod yok, notalarda ilmî esas nazara alınmaz, nazariyat dersinde okutulan bahisler icrakârlıkta tatbik edilmez. Acaip bir faaliyet! Yazık ki müessesenin bağlı olduğu en büyük memur, bir ilim adamıdır. Kendisi bu faaliyeti nasıl tasvip ediyor?

Bu değerde değil. Bundan daha değerli konserleri bir çok amatör heyetler vermektedir. Hiçbirinin da 350 bin lira gibi mühim tahsisatı yok. Belediyenin sokağa atılacak bol parası varsa memleketin sayısız ihtiyaçlarına sarfetsin!

Şaşılacak bir nokta da programda, mukaddes kitap gibi, zerre kadar değişiklik yapılmamasıdır: Saz ne kadar zayıf olursa olsun yine mutlaka saz eserleri çalınacak, okuyucuların mahiyeti ne olursa olsun mutlaka solistlik vazifesiyle mükellef tutulacak. Hele Sami Toker’in alkıştan sonra iki eliyle bütün saz çalanların birer birer ellerini tutarak öpmesi görülecek bir sahne idi.

Kanuni Vecihe Daryal asil tavrı ile yıpranmama, takılmamış nasme motifleriyle güzel ve geçkili bir taksim yaptı. Konserin yegâne iyi tarafı bu oldu ve gönülden alkışlandı.

Şunu unutuyordum: Dinleyicilerde ne kadar alkış merakı var! Saz eserlerinden Neveser semaisinin dördüncü hanesi sonunda yapılan ritardandoyu eserin bitişi zannedenler hemen alkışa başladılar.

Demek ki bir eserin bitip bitmediğini bile anlamıyarak alkışlıyorlar. Artık, bir muvaffakiyet diye ikide bir ileri sürülen alkışın hakiki kıymetini siz düşünün!
Konser arasında görüşürken tanıdıklardan bir zat icra heyetinde (mutadım üzere isim zikretmek istemiyorum) “… filân zat yok muydu?” diye sordu.

“-Hayır, istifa etti.” dediler. O zat:
“-Tevekkeli değil, sahnede bir temizlik vardı.” cevabını verdi.

İngilizler birini kovmak istedikleri zaman “Lütfen kapıyı dışardan kapayınız” derlermiş. Biz de aynı sözü söyliyelim: Eğer o muhterem zat tam temizlik istiyorsa konservatuar heyeti lütfen kapıyı dışardan kapasın!

Solistlerden Akile Artun sahneye çıktığı zaman sazendelere mahsus olan yüksek mikrofonu kendi, ait zannederek sinirli bir tavırla ton maystere işaret verdi. O da biraz ilerde duran alçak mikrofonu eliyle gösterdi. Fakat solist anlamadı ve yine sinirli bir halde şarkısını okumağa başladı. Maamafih bu kadar külfete rağmen dinlediğimiz şarkılar kendisinin on sene evvel okuduğu eserlerden ibaret kaldı. Yalnız bir şey dikkatimi çekti. Akile Artun gazinodan gelecek arkadaşlarına iyi intibak edecek gibi görünüyor. Daha onlar gelmeden kendisini piyasa üslûbuna alıştırmağa başlamış: Bütün eserleri bir sekizli tizi ile bitirdi. Esasen gittikçe okumasını kötüleştirmekten hâli kalmıyor!

Konserden sonra heyetten Mustafa Çağlarla görüşüyorduk. Bana:
“—İstifa meselesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Ben doğru bulmadım. Çünkü onlar da arkadaşlarımdır. Tekrar konservatuara gelecekler diye neden istifa edeyim?” dedi.
Ben şöyle mukabele ettim:
“—Mütalâanızı doğru bulmuyorum. Çünkü görünüşe bakılırsa, istifa edenler şu veya bu geliyor diye değil, bir prensip uğruna çekilmişler ve maddi istifadelerini hiçe saymışlardır. İçlerinde üniversite talebesi de vardı. Elbette iktisadi bakımdan bu çekiliş onlar için bir fedakârlıktır. Fakat takdir edilir ki müesseseye bağlılıkları maddi endişe ile değil, san’at aşkiyle imiş.”

Musikimiz ancak böyle samimi severler ve fedakârlar eliyle şimdiki durumdan kurtulacaktır.

Şahsi emellerini tahakkuk ettirmek için musikiyi heba edenlerden ziyade makul ve fedakâr kimselerin imkânlara nail olmasını temenni ederim.

LÂİKA KARABET (Dergide yazıldığı gibi M.D.)
______________________________________
Lâika Karabey “İstanbul Belediyesi Konservatuarı etrafında” Musiki Mecmuası, Sayı: 74, Nisan 1954
Yayına hazırlayan: Ayhan Sarı




Hoşgeldiniz