Osmanlılar, Macarlar ve Franz Liszt… Beşir Ayvazoğlu
Toplam Okunma: 4055 | En Son Okunma: 20.11.2024 - 21:12
Amerika Kızılderili ezgilerinden, Moğolistan’a, Orta Asya’dan Anadolu’ya, Balkanlardaki Türk ezgilerine değin 7.000 türkü derleyen Macar müzikolog Prof. Janos Sipos röportajını yayınlamıştık (1) … Macar-Türk kültürel birliği henüz tam anlamıyla kurulamadı… Zaman Gazetesi yazarı Beşir Ayvazoğlu’nun yazısı: “Macaristan Cumhurbaşkanı Paul Schmitt, bir İspanyol gazetesine yaptığı açıklamada, Türkler tarafından yüz elli yıl idare edilmiş olmalarını bir şans olarak gördüğünü, bugünkü varlıklarını Türklere borçlu olduklarını söylemiş. Doğrudur, Osmanlı hâkimiyeti sayesinde Avusturya boyunduruğundan kurtulan Macarlar, dil ve kültürlerini Budin paşalarının sağladığı barış ve huzur ortamında hiçbir baskıya uğramadan yaşatmış, kimliklerini korumuşlardı…
Osmanlıların Macaristan’a yerleşmeleri, saltanat tacının bir çocuğa, “İstefan Kral” dedikleri Szigmond Janos’a intikal etmesi üzerine Avusturya’nın Macaristan’ı yutmasını önlemek ve kendisini emniyete almak için bir zaruretti. İlişkilerin her zaman düşmanca olmadığını, ciddi dostluklar kurulduğunu, iki kültürün karşılıklı olarak birbirini etkilediğini unutmamak gerekir. Osmanlı hâkimiyeti süresince Türk-Macar ilişkilerinin nasıl yaşandığını anlamak isteyenler, Sándor Takáts’ın yıllar önce Sadrettin Karatay tarafından dilimize çevrilen ve 1000 Temel Eser dizisinde yayımlanan Macaristan Türk Âleminden Çizgiler (1970) adlı ezber bozucu kitabını okumalıdırlar.
Osmanlılar, Macaristan’dan çekildikleri XVII. asır sonlarına kadar koruyup kolladılar ve Avusturya hegemonyasına karşı isyan hareketlerini desteklediler. Bu destek sonraki asırlarda da devam etti. Bilindiği gibi, Macar halkı, 1848 yılında, Kossuth liderliğinde Avusturya’ya karşı başkaldırmış, başarısızlıkla sonuçlanan bu isyanın ardından başta Kossuth olmak üzere on altı bin kişi Tuna nehrini aşarak Osmanlı Devleti’ne sığınmıştı. Avusturya ve Rusya’nın tehditlerine rağmen iade edilmeyen bu mültecilere, kendilerinin ve ailelerinin hayat ve şereflerinin teminat altında olduğu, istedikleri ülkeye gidebilecekleri, kalmak isteyenlerin de arzu ederlerse rütbe ve mesleklerine uygun görevlere tayin edilebilecekleri bildirildi. Bunun üzerine, mülteci subaylardan bazıları Vidin’de Müslüman olmuş, Osmanlı ordusunun modernleşmesinde önemli görevler üstlendikleri gibi, kültür hayatımıza da ciddi katkılarda bulunmuşlardır.
Macar asıllı büyük piyanist ve kompozitör Franz Liszt’in Osmanlı Devleti’nin başkentinde konserler vermek için duyduğu büyük arzunun arkasında, başta Kossuth olmak üzere çok sayıda Macar milliyetçisine kucak açan Sultan Abdülmecid’e duyduğu sempatinin bulunduğu söylenir. İstanbul’a gelmek için ilk teşebbüsünü 1838 yılında yapan Liszt, bu arzusunu 1847 yılında gerçekleştirebilmiştir. 8 Haziran 1847 tarihinde ayak bastığı İstanbul’da kaldığı beş hafta süresince, müzik âletleri üreten Alexandre Comendiger’in Beyoğlu’nda, Nuruziya Sokağı’ndaki evinde misafir edilen Liszt, eski Çırağan Sarayı’nda Abdülmecid’in huzurunda, Büyükdere’deki Franchini Köşkü’nde, Fethi Ahmet Paşa Yalısı’nda ve Rus Sefareti’nde, ayrıca halka açık çeşitli mekânlarda konserler vermiş, bu arada Donizetti Paşa’nın Marş-ı Sultanî’sine de yeni melodiler eklemişti. Bu konserler için Paris’ten sipariş edilen piyano, Liszt daha İstanbul’dan ayrılmadan Baldagi adında biri tarafından nişanlısına armağan edilmek üzere satın alınmıştır.
(Meraklısı için not: Liszt’in İstanbul macerası, müzik tarihçisi Emre Aracı’nın Yapı Kredi Yayınları arasında çıkan Donizetti Paşa-Osmanlı Sarayının İtalyan Maestrosu (2006) adlı çok önemli kitabında ayrıntılı bir şekilde anlatılır).
Yeri gelmişken, sadece resimle değil Batı müziğiyle de ciddi bir şekilde meşgul olan Abdülmecid Efendi’nin halife olduktan sonra Liszt’in kaldığı evi müze yapmak için teşebbüse geçtiği ve İstanbul’da kullandığı piyanonun peşine düştüğü biliniyor. Bir arzusu da kendisinin yaptığı kompozitör portrelerinin bu müzenin duvarına asılmasıydı. Ancak halifelik ilga edilip yurt dışına sürüldüğü için bu proje suya düştü.
Abdülmecid Efendi, Liszt’in talebesinin talebesiydi. Geçen yılın başlarında bu köşede çıkan “Liszt, Hegyei ve Tanburi Cemil Bey” başlıklı yazımda sözünü ettiğim Macar piyanist Géza de Hegyei, Sultan II. Abdülhamid huzurunda bir konser vermesi için davet edildiği İstanbul’da Prens Lütfullah’ın baldızıyla evlendiği için ülkesine dönmemiş, hayatını Muzıka-yı Humayun’da, Cumhuriyet’in ilanından sonra da Darülelhan ve Türk Ocağı’nda piyano dersleri vererek kazanmıştı. Sadece Abdülmecid Efendi değil, II. Abdülhamid’in kızları Şadiye ve Ayşe Sultanlarla ünlü piyanist Ferhunde Erkin de onun talebeleriydi.
Macarların Türk soyundan geldikleri yolundaki iddialar, Meşrutiyet’in ilanından sonra Türk Turancılarının Macar Turancılarıyla ilişkileri, karşılıklı ziyaretler ve yayınlar ayrı bir bahistir. Meraklılara bu konuda Tarık Demirkan’ın Tarih Vakfı tarafından yayımlanan Macar Turancıları (2000) adlı kitabını tavsiye ederim.
Bunları yazmamın sebebi, sadece Macaristan Cumhurbaşkanı’nın sözleri değil… Bu vesileyle, içinde bulunduğumuz yılın(2011) aynı zamanda “Liszt Yılı” ilan edildiğini, bunun Türk-Macar ilişkilerini yeniden ve çeşitli açılardan gözden geçirmek için bir bulunmaz bir fırsat olduğunu da hatırlatmak istedim.
Not. Senfonik şiir tarzının mucidi olan Franz Liszt, 22 Ekim 1811′de Macaristan’ın Dobroján şehrinde doğmuş, 31 Temmuz 1886′da, bir festival dolayısıyla bulunduğu Bayreuth’ta bir iddiaya göre suikast sonucu hayatını kaybetmiştir. “(2)
_____________________________________
(1) Janos Sipos röportajı için bkz: http://www.musikidergisi.net/?p=2323
(2) Beşir Ayvazoğlu “Osmanlılar, Macarlar ve Franz Liszt” Zaman Gazetesi, 27 Ocak 2011
http://www.zaman.com.tr/columnistDetail_getNewsById.action?newsId=1084876