Cumhuriyetimiz ve Geleneksel Türk Sanat Müziği… Dr. Ayhan Sarı - 1995
Toplam Okunma: 5235 | En Son Okunma: 20.11.2024 - 21:13
Cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne geçen süreç içerisinde değişmeyen hemen hiçbir olgu yok gibi. Şöyle bir bakıldığında kısa gibi görünen sürecin içeriği ve uygulamaları dikkate alındığında, hiç de kısa olmadığının farkına varıyor insan. Geçen bu kısa zamana sığdırılan uygulamalar, tabii ki beraberinde tartışmaları da getirdi. Ama gelişim ufukları ATATÜRK’ün çizdiği yol doğrultusunda kendini göstermeye başlamıştı. Tıpkı “şu zaman da geçmek bilmiyor” dedirtircesine…
CUMHURİYETİMİZ ve GELENEKSEL TÜRK SANAT MÜZİĞİ
Ayhan SARI
“Musiki dendiği zaman yüksek duygularımızın ve hatıralarımızın ifadesini bulan bir musiki murad ediyoruz(1)”
Mustafa Kemal ATATÜRK
Cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne geçen süreç içerisinde değişmeyen hemen hiçbir olgu yok gibi. Şöyle bir bakıldığında kısa gibi görünen sürecin içeriği ve uygulamaları dikkate alındığında, hiç de kısa olmadığının farkına varıyor insan. Geçen bu kısa zamana sığdırılan uygulamalar, tabii ki beraberinde tartışmaları da getirdi. Ama gelişim ufukları ATATÜRK’ün çizdiği yol doğrultusunda kendini göstermeye başlamıştı. Tıpkı “şu zaman da geçmek bilmiyor” dedirtircesine…
ATATÜRK, Alman gazeteci ve yazar Emil Ludwig’e* verdiği demeçte müzikle ilgili olarak şunları söylüyordu:
-Montesqieu’nün “Bir milletin musikicilikteki meyline ehemniyet verilmezse, o milleti ilerletmek mümkün olmaz” sözünü okudum. Tasdik ederim… Bizim müziğimizi geliştirmede Batı gibi 400 yıl beklemeye tahammülümüz yoktur…(2)”
Bugüne değin yaşanan hızlı değişimden nasibini alan kültürel değerlerimizden biri de, hiç kuşkusuz geleneksel Türk sanat müziği (GTSM)dir. Bu değişim Batılılaşma doğrultusunda, 19.yy. ortalarından itibaren kendini göstermeye başlamıştı.
Cumhuriyet yıllarımızın başında müziğimizde iki ana tür varlığını sürdürüyordu: Türk ve Batı müzikleri…
Ama etkileşimleri o kadar fazla değildi. Çünkü ikisi de 1980’lere değin sürecek olan “birbirini kabul etmeme” çözümsüzlüğüne girmişlerdi. Halkın ise böyle bir olaydan haberi bile yoktu. O varolan müzikler arasında kendine uygun olanını seçme şansına sahipti. Uygulamalara Türk Müziği açısından baktığımızda sonuçta elde edilen zaman kaybı ve verimsizlik olmuştu. İki grubun fikirleri genel olarak şöyleydi:
Geleneksel Türk müzikçisine göre:
“Batı müziği bizim değildi. Bu müzikle uğraşmak kendi kültürünü, müziğini inkar etmekti.
Batı müzikçisine göre ise:
“Geleneksel Türk müziği tek sesli, çağın gerisinde kalmış, hiçbir evrenselliği olmayan bir müzik idi.
Bu iki tür varlığını sürdürürken Ziya GÖKALP’in de etkisiyle Türk halk müziği (THM) önem kazanmaya başladı. Anadolu’ya derleme gezilerine gidiliyor, yurdun dört bir yanındaki halk ezgileri notaya alınıyordu.
Bu görüşün yıllar sürecek uygulamasında etkili olan Ziya GÖKALP ölümünden (1924) bir yıl önce yayınladığı “Türkçülüğün Esasları” kitabında geleneksel Türk müziği (GTSM) ile ilgili olarak yeterli araştırmaya dayanmayan fikirlerini öne sürüyordu**:
O’na göre yurdumuzda üç türlü müzik vardı. Kendi deyimiyle “Doğu müziği, Batı müziği ve Halk müziği”. Müzikle dinleyici olmaktan öteye ilgisi olmayan GÖKALP müzik görüşlerini şöyle tamamlıyordu.
“Acaba bunlardan hangisi bizim için millidir? Doğu müziğinin hem hasta, hem de gayr-ı milli olduğunu gördük. Halk müziği kültürümüzün, Batı Müziği de medeniyetimizin müzikleri olduğu için, her ikisi de bize yabancı değildir… Halk Müziğimiz bize birçok ezgiler vermiştir. Bunları toplar ve Batı müziği usulünce armonize edersek, hem milli, hem de Avrupai bir müziğe kavuşmuş oluruz.”
İlk uygulamalar da bu yönde oldu…
GTSM’nin ilk yıllarında resmi uygulamalardan dışlanmasının temelinde, metodsuzluğu, notayı kabul etmemesi ve geçen 100 yılın da etkisiyle gerek seslendirimde, gerekse yeni belirlemeye başlayan müzikte popülerleşmenin kısmen de olsa getirdiği bozulmanın yanında, Osmanlı’nın reddi yatıyordu.
Atatürk bütün özel toplantılarında GTSM’i eksik etmiyordu; ama yine de GTSM’nin ve THM’nin bir bütün olduğu fikri ilk zamanların resmi uygulamalarında rağbet görmüyordu. Tabii ki nedenleri vardı.
Ulu önder Atatürk, “Türk müziğindeki sentez” düşüncesini ve müzikte de bilimselliğin gerekliliğini, hemen her müzikli toplantıda vurguluyor, sanatçılara yaptıkları müzikle ve çalgılarıyla ilgili sorular soruyordu. Saadettin Kaynak (1895-1961) dokuz saat süren bir müzikli toplantıda Ata’nın:
-“Musıki nedir? Şark ve Garp musıkilerinin hangisi bize bu dokuz saati doyumsuz kıldı?” şeklinde bir bir konu açtığını ve konunun bir toplantı havasında görüşüldüğünü belirterek diğer anısını şöyle anlatıyor:
“… Başka bir gece Dolmabahçe Sarayı’nda yapılan İzzettin Paşa’nın kızının düğününde Atatürk alaturka saz heyeti ile orkestrayı imtihana çekti. Aynı eserin her iki heyet tarafından çalınmasını emretti. Fakat bu kabil olmadı. Daha sonra orkestranın bir zeybek çalmasını istedi. Lakin onların bunu yapamayacağı anlaşıldı. En sonunda saza zeybek, orkestraya da dans havaları çaldırtarak düğünün neşe içinde devamını buyurdular. Selahaddin Pınar ile Safiye (Ayla) Hanım da orada idiler (3).
Cemal Reşit Rey (1904-1985) 22 Eylül 1925 tarihindeki Atatürk’le ilgili bir anısını şöyle anlatıyor:
“.. Bizlere gelince; ben piyanonun, arkadaşlarım da hazırlanmış olan nota sehpalarının önüne önüne oturduk. Cesar Franck’ın ‘Quintet’ini çalmaya başladık. Baştaki “introduction” bitmişti ki Atatürk’ün misafirleriyle sohbete dalması üzerine konserimizi kesmenin münasip olduğunu hissettik. Klasik Batı müziğine karşı alakasının fazla olmadığını o gün anladım. İşte bu sebepledir ki çoksesli müziğin memlekete girmesi konusundaki gayretleri kendisine karşı olan hayranlığımı büsbütün arttırdı. … Kendisinde hissiyata kapılmadan tarafsız görüşlerin ne derece kuvvetli olduğunu gördüm. (4)”
Bu yıllarda resmi uygulamalar sürerken arayışlar da devam ediyordu. GTSM ise varlığını dernek ve cemiyetlerde sürdürüyordu. Buralarda GTSM’nin ünlü isimleri dersler veriyor, yeni besteler üretiliyor, araştırmalar yapılıyordu. Çoğu İstanbul’da olmak üzere yurdun çeşitli yörelerinde 30’u aşkın dernek ve cemiyet faaliyet gösteriyordu.
Bu arada GTSM’nin belli bir sisteme oturtulması çalışmaları H. Saadettin Arel (1880-1955) ve arkadaşları tarafından sürdürülüyor, denemeler yapılıyordu.
1926 yılında Darülelhan’ın(***) adının “İstanbul Belediye Konservatuvarı”na dönüştürülmesiyle birlikte GTSM eğitiminin yasaklanması, hem GTSM hem de GTSM uğraşanları için ağır bir karar olmuştu.
Bu olayı Cemal Reşid Rey’in ağzından aktarıyoruz:
“Sene 1926. Yaz aylarında Ankara’dan bir davet geldi Da’r ül-elhan Müdürü Musa Süreya Bey’e ve bana. Daveti Maarif
Vekili Necati Bey yapıyordu. Maarif Vekaleti bir encümen kurmuş. Sanayii Nefise Encümeni(4*). Sanat meselesi görüşülecekti. Bu encümende kimler vardı: Reis olarak rahmetli ressam, Güzel Sanatlar Akademisi müdürü Namık İsmail ve burada hoca olan Çallı İbrahim, İstanbul Müzeleri müdürü Halil Etem Bey, İsmail Hakkı Bey, Mimar Kemalettin Bey. Biz Musa Süreyya Bey’le bir layiha (tasarı) hazırladık ve encümene sunduk. Bu tarihi bir lahiyadır. Darülelhan isminin kaldırılması ve onun yerine Konservatuar isminin kullanılmasını, ayrıca Maarif’e bağlı bütün mekteplerde müzik tahsilinin eski tarz usulleriyle yani yegah, düğah, segah ve düm-tek tabirleriyle değil; solmizasyon denilen usulle yani do, re, mi, fa, sol tabirleriyle yapılmasını teklif ettik. Bu teklifimiz kabul edildi ve günden itibaren Darühelhan ismi kalktı ve yerine Konservatuar ismi alındı. Türk müziği tedrisatına son verildi. Onun yerine eski Türk sanat musikimizi notaya almak ve doğru olarak icra etmek üzere bir icra heyeti kuruldu. Bu topluluğun ismi de Türk Müziği İcra Heyeti oldu.(5)”
Türk müziği eğitiminin yasaklanması kararı birçok resmi ve özel müzik öğretim kuruluşunu etkiliyor; Mildan Niyazi Ayomak (1888-1947) İzmir Musiki Mektebi’nde GTSM eğitimini kaldırarak yalnızca keman, mandolin, piyano gibi Batı müziği dersleriyle yetinmek zorunda kalıyordu.
Tekkeler, özellikle Mevlevi ve Bektaşi Tekkeleri GTSM’nin yaşamasında yüzyıllardır etken olmuşlardır. 30 Kasım 1925’de kapatılmalarına rağmen bu türden yeni örnekler bestelendi ve özel toplantılarda, 1950’den sonra ise halka açık konserlerde seslendirilmeye devam edildi(5*).
Maarif Vekaleti’nin 9 Aralık 1926 günlü yazısıyla Darülelhan’ın İstanbul Belediye Konservatuvarı’na dönüştürülmesi sonucunda kurulan Tasnif ve Tesbit Heyeti’yle birlikte, belki de GTSM’nin bugün bile en önemli eksiği olan müzik araştırmacılığı da kurumlaşmış oluyordu. Önce Rauf Yekta Bey (1875-1935), Muallim İsmail Hakkı Bey (1866-1927) ve Zekaizade Ahmed Irsoy’un (1869-1943) görev aldığı heyete, İsmail Hakkı Bey’in 1927’de vefatı üzerine Ali Rıfat Çağatay (1867-1935) getirildi. 1935’de Heyet’e giren Mesud Cemil (1902-1963) üç yıl görev yaptı. 1950’de Refik Fersan’ın başkan olduğu heyet kuruluşundan O’nun vefatına dek 43 defter ve 250’yi aşkın yaprak nota yayınlandı. Buna benzer çalışmalar daha sonra Ankara ve İstanbul Radyolarında “Repertuar Kurulu” ve Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde “Türk Musikisi Araştırma ve Değerlendirme Komisyonu” gibi kurumlarca sürdürüldü. Bu kurullarda GTSM’ye isim vermiş birçok ünlü isim görev aldı.
İlk Radyo yayınları İstanbul’da 1927, Ankara’da 1928’de başlamıştı. O dönemleri Ruşen Ferit Kam (1902-1981) şöyle anlatıyor:
“… İstanbul Radyosu ilk kurulduğu zaman (1926) yayın yeri Osmaniye’deydi. Otobüslerle giderek çok iptidai bir stüdyo yayın yapardık. Ancak burada çok kalmadık. Kısa bir süre sonra İstanbul Büyük Postane’nin en üst katında işe başladık. Canlı yayın yapılırdı. Her program arasında spiker ‘beş dakika istirahat’ der ve bir metronom çalmaya başlardı. Bu arada işi biten sanatkarlar dışarı çıkar, dışarıda bekleyenler içeri girerdi. En çok yarım saatlik programlar düzenler ve bir sanatkara refakat ederdik. Ayrıca Mesud Cemil’in yönetiminde haftada iki kere ‘Klasik Koro’ yayınları yapardık. Bu koro programında saz olarak Refik Fersan(1893-1965), Kemani Reşad Erer(1899-1940), Kemal Niyazi Seyhun(1885-1967), Vehice Daryal(1908-1970) gibi seçkin isimler vardı.(6)”
Burada şunu rahatça söyleyebiliriz ki radyolar ve sonra TRT geleneksel Türk müziğinin yaşamasında ve bu alanda sanatçıların yetişmesi konusunda adeta bir okul görevi görmüştür.
Ulu Önder Atatürk’ün aramızdan ayrılışına dek sürekli yakınında bulunan ve Devletimizin en üst katında GTSM’ni seslendirerek bu konuda katkılar sağlayan1925 yılında 13 kişiyle kurulan Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyeti’nde Refik Fersan (tanbur ve şef), Münir Nureddin Selçuk - ses, Hafız Yaşar Okur(1885-1966) - ses, Şevki Algın (ud) ve Zühtü Bardakoğlu–santur(1903-1993) gibi ünlü isimler görev almışlardı.
Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyeti görevini sürdürürken Atatürk’ün TBMM’nin 4.Dönem, 4.Toplanma yılını 1 Kasım 1934 günü yaptığı açış konuşmasından esinlenen Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim Tör’ün(1897-1985), bağlı bulunduğu Dahiliye Vekili Şükrü Kaya’ya(1883-1959) Radyo’dan geleneksel Türk Müziğinin (GTM) yasaklanmasının önermesi üzerine GTM 2 Kasım 1934’de radyo yayınlarından kaldırıldı. 1 yıl, 9 ay, 4 gün sürecek olan kararla ilgili olarak Anadolu Ajansı 3 Kasım 1934’de şu haberi geçiyordu:
“Ankara (AA)- Dahiliye Vekaletinin bugün TBMM’de Gazi Hazretlerinin alaturka musiki hakkındaki irşadlarından ilham alarak, bu akşamdan itibaren alaturka musikinin radyo programlarından tamamen kaldırılmasını ve yalnız Garb tekniğiyle bestelenmiş motifleri, milli musiki parçalarımızın Garb tekniğine vakıf sanatkarlar tarafından çalınmasını alakadarlara bildirmiştir.(7)”
Atatürk’ün vefatına dek Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyeti’nde görev yapan ve hala Ata’nın yanıbaşında oturan ve kendi deyimiyle ‘Ata’yı bekleyen’ Santuri Zühtü Bardakoğlu (1903) ile Ayhan Sarı’nın 26 Nisan 1989, Ankara’da yaptığı görüşmede, Bardakoğlu yasağın kaldırılışı hakkındaki anısını şöyle anlatmıştır:
“… Bu yasak çıkınca biz Radyo’ya (Ankara) gidemez olduk. Bursa Milletvekili Rasim Ferid Bey Atatürk’ün yakın arkadaşıydı. Müziği seven insanlardı. Hanımı piyano, kızı tanbur ve viyolonsel çalardı. Bu sıralarda ben Rasim Bey’in kızına ders için evlerine gidiyordum ve ekseri yemeğe de kalırdım. Bu sıralarda Rasim Bey bana dedi ki:
-Bana bando şefi Veli Bey’i (Kanık)(1881-1953) getirir misiniz? Biz Türk musikisi sazlarıyla Garb müziği sazlarından birleşme bir grupla biraz da kontrpuanla bestelenmiş eserleri üretmek ve çalmak ve bunu da Atatürk’e dinletmek istiyoruz. Bunu yapar mısınız? Çünkü siz her iki tarafı da biliyorsunuz.Veli bey hem Türk müziğini hem de Garb müziğini iyi biliyordu. Veli Kanık önce kabul etmedi. Ondan sonra orkestranın maestrosuna teklif ettik. Kabul etti ve geldi. Hafif bir armoni uygulamasıyla Garb müziği sazlarından keman, viyolonsel ve bizim sazlarla Benli Hasan Ağa’nın Rast Peşrev ve Saz Semaisini adapte ettik. Biz orada Cumartesi günleri çalışırdık. Mesai bittikten sonra da isteyen gider, isteyen kalırdı. Akşam üstü sofralar kurulur, Türk müziği sazları çalınmaya başlanırdı.
Yine bir hafta sonu çalışma esnasında Atatürk birden bire teşrif buyurdular:-Geçiyordum, evinizde saz sesleri duydum da bakayım dedim. Rasim Bey ne yapıyor diye?..
Tabii ki Ata bilinçli gelmişti. Bize espri yaptılar. Rasim Bey de çalışmaları anlattı: ‘karma bir müzik çıkarmaya çalışıyoruz paşam’ diye.
Atatürk ‘güzel çalışın’ dedi ve bir kahve içtikten sonra:
‘akşamları ne yapıyorsunuz?’ diye sordu. Biz de isteyenlerle yemeğe kaldığımızı, çalıp söylediğimizi belirttik… Ata, haftaya geleceğini söyleyip gitti.
Ertesi hafta Cumartesi gündüz çalıştık. Bu meyanda Tanburacı Osman Pehlivan da(1874-1942) gelmişti. Akşama doğru Atatürk teşrif ettiler. Mutfağını aşçısını herşeyini beraberinde getirmiş bir araba. Biz Ata’nın hoşlanacağı şarkıları çalmaya başladık. O sırada Atatürk Tanburacı Osman Pehlivan’ı dinlemek istedi. Çünkü Osman Pehlivan’ın sazı bizim sazlarla çalmaya müsait değil. Tek başına çalar ve okur. Türkiye’de yayan gezmek suretiyle mahalli ve Rumeli türkülerini toplamış. Sermayesi bundan ibaret.
Atatürk O’nu yanına oturttu ve ‘hadi çal bakalım’ dedi. O da başladı çalmaya. Bir çaldı, iki çaldı ve bir süre sonra Ata vecde geldi. Gözleri dolu dolu olmuştu:
‘Sen bana bu türkülerle annemi hatırlattın’ dedi. Osman Pehlivan da bunun üzerine:
-Paşam, ben sizin annenizin okuduğu türküleri çaldım. Siz annenizi hatırladınız. Müsaade buyrun, şu vasıtayı (radyoyu) açın da Türk milletine oradan sesleneyim. Onlar da annelerini hatırlasınlar’ deyince Atatürk:
-Yarın Radyoya git ve türkülerini orada çalmaya başla. Eğer bir şey derlerse ‘burası sizin malınız değil, Türk milletinin malıdır’ dersin. Annesini hatırlamak Türk milletinin de hakkı cevabını verdi.
Ertesi gün(6*) Osman Pehlivan Radyoya gitmiş ve Atütürk’ün emriyle müziğini icra etmiştir. (7*)”
Böylece geleneksel Türk müziği yayınları yeniden başlamış oluyordu. Zühtü Bardakoğlu o zamanlar yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre Türk müziğinin yasak olduğu zaman içinde Philips firmasının radyo alıcısı cihazlarının satışlarının düştüğünün belirlendiğini ve bu firmanın da yasağın kalkması için müracaatta bulunduğunu söylemektedir.
1934’ün sonlarına doğru opera, senfoni gibi müzik türlerinin Türk kimliğine uygun olarak bestelenmesinin ve seslendirilmesinin o zaman için kültürel yapı ve gerçekleşmesi istenen sentez için ülkede yaşayan müziklerin tümünün dikkate alınması gerektiği görüşü Atatürk tarafından yakın çevresine aktarılmaya başlanmıştı.
Bu görüşü Burhan Belge, Atatürk’e dayandırarak 30 Aralık 1934 günü Ulus gazetesinde “Yarı Siyasal” başlıklı köşesinde yayınladı. Bundan başka Falih Rıfkı Atay(1894-1971) ve Ahmet Cevat Emre(1876-1961) de bu görüşe şöyle diyordu:
“1934 yılında yoğunlaşan ve birer atılım niteliğine bürünen dil ve müzik çalışmaları, birkaç aylık kısa bir süre sonunda bu konuda yeterli ön bilgi ve becerilerin birikmemiş, yeterli uzmanların yetişmemiş ve ön hazırlıkların yapılmamış olduğu, ayrıca her iki konudaki devrimlerin takvim ve harf devrimi gibi bir çırpıda yapılamayacağı; başarıyla yürürlüğe konduktan sonra alışılıp sindirilmeleri için yıllarla ölçülecek bir süre gerektiği gerçeklerini ortaya koydu. Bu görüş 1934’ün son günlerinden başlayarak Atatürk’ün de uygun görmesiyle uygulanmaya başlandı(8)”
Atatürk’ün özel toplantılarında bulunmuş Ahmet Cevat Emre ise 1956’da yazdığı kitabında bu düşünceleri şöyle dile getiriyordu:
“-Ata’nın –ikişeyden inkılap olmaz. Dilde ve musikide’…diyeceği zaman çok uzak değildi. Musikimizi de Avrupalılaştırmak istediği ve sonra vazgeçtiği malumdur.(9)”
İstanbul Belediye Konservatuarı’nda 1926’dan beri eğitimi yapılmayan GTSM, 1943’de Hüseyin Saadettin Arel’in (1880-1955) başkan olmasıyla yeniden başladı…
Metodlar yazma konusunda öğreticiler isteklendiriliyor, GTM ezgisel yapısına uygun Türk çalgılarının da kullanıldığı çoksesli denemeler yapılıyordu. Nazariyat derslerinde Arel-Ezgi Uzdilek ses sistemi öğretiliyordu. GTSM konusunda ilk kez atılan bilimsel adımlar yine tutucular ve piyasacılar tarafından engellenmeye çalışıldı. Her konuda bir çok yenilik çalışmaları tam olarak uygulanmadan Arel beş yıllık sözleşmesinin bitim tarihi olan 1948’den sonra görev kabul etmedi. Ardından öğrencileri tarafından kurulan İleri Türk Musikisi Konservatuarı Derneği’nde çalışmaları yürüten Arel burada, ileride GTSM konusunda söz sahibi olacak birçok değerli öğrenci yetiştirdi.
Bu dernek GTSM tarihinde ilk olmak üzere 24 perdeli ses sistemine göre bestelenmiş çoksesli parçalar seslendirilmiş(8*) ve ileriki yıllarda bu düşünceyle eserler üretecek olan öğrencilere de bu yolu açmış oldu. Arel’in vefatından sonra buradan yetişmiş birkaç değerli müzik adamımız bu konuda çalışmalar yaptılarsa da bunların aktif olarak seslendirilmesini ve GTSM çevrelerince (sınırlı olarak da olsa) kabul edildiğini görmek için 1980’li yılları beklemek gerekecekti.
Cumhuriyetimizin ilanından sonra GTSM açısından önemli bir olay da 1936-1948 yılları arasında gösterimde kalan Mısır ve Hint kökenli filmlerin ve müziklerinin Anadolu’nun her yanında izlenmesidir. Geçen bu 12 yıllık süre içinde 1130 Mısır filmi oynatılmıştır. 1946’da matbuat ve Umum müdürlüğünün “Mısır filmlerinin müziklerinin Arapça olmasının yasaklanması” kararı bu müziklere Türkçe söz adaptasyonu modasını başlattı. O zamana değin sözleri yabancı olduğu için tekrarlanamayan bu müzikler, sözlerin Türkçeleşmesiyle geniş bir kesime yayılma olanağı buldu. Hatta ünlü GTSM bestecilerimizden birkaçı, para kazanma amacıyla böyle çalışmalar yaptılar. Bu da GTSM üzerinde yozlaştırıcı bir etkinin oluşmasına neden oldu. Bunlardan “Avare” ve “Aşkın gözyaşları” isimli filmlerin ezgileri hala kulaklardan silinmemiştir. 1948’de bu filmlerin ithali yasaklandı ama bu kez de taklitleri ortaya çıkmaya başlamıştı.
GTSM’de bir topluluğun şef tarafından yönetimi denemesi ilk olarak 1921’de düzenlenen Şark Musiki Cemiyeti’nce düzenlenen “(Tanburi) Cemil (Bey) Konseri”nde derneğin başkanı Ali Rıfat Çağatay (1867-1935) tarafından gerçekleştirilmiştir. Koro yönetimi işini profesyonel anlamda ilk uygulayan kişi ise Almanya’da müzik eğitimi görmüş Mesud Cemil (1902-1963) olmuştur. Şefliği, kurduğu “Klasik koro”da uygulamaya başlayan Mesud Cemil o zamana değin dejenere olmuş GTSM icrasına modern, ciddi ve müzikal bir anlayış getirmiştir.
Mesud Cemil’den önce bir meşk havasında süren icra tarzı bundan sonra “tüm topluluktan, tek bir sesin çıkması, isteyenin, istediği sekizliden okuyamayacağı ve uzun seslerin, istendiği gibi doldurulamayacağı esasına dayanan bugünkü yönetim biçiminin temelleri de böylece atılmış oldu.
Bu arada GTSM’de şefe gerek olmadığı tartışmaları da sürmesine karşın, yorum, tavır, balans, entonasyon gibi özelliklerin nasıl sağlanacağı, bu savı ortaya atanlar tarafından dikkate alınmıyordu. Ama bu gerçeğin bir başka boyutunun günümüze yansıması daha vahim olmuş; el titreten, hamur açan, trafik polisliği yapan, işaret parmaklarını aşağı yukarı -döver gibi sallayan- görüntülerdeki şeflerin kabul görebileceği -o zamanlar- kestirilememiş, 1990′lardan sonra durum daha kötüleşmişti..
Kurumların yapacakları şef seçimlerinde şeflik özelliklerini ve uygulamasını bilen, yeterli eğitimi almış kişileri tercih etmeleri bu tartışmaların aza indirgenmesi konusunda etkili olacaksa da aynı şef görüntülerinin sürdüğüne tanık olunmaktadır…
Tanzimata değin geleneksellikle kuşaktan kuşağa aktarılan türler üzerinde yenilikler yapılmaya çalışıldıysa da, bu yeniliklerin, hep daha basite kaçan yanları benimsendi. Bunda GTSM’nin olduğu gibi korunması gerektiğini savunan fikirlerin de büyük etkisi oldu. Bu fikirlerde amaç sadece korumaydı. Üretime, işlevselliğe yönelik, geniş kitlelere seslenebilen ve toplumun değişimine cevap verebilen, düzeyli eserler görülmüyordu artık.
Gelişen teknoloji ve iletişim olanakları sayesinde popüler müzik türleri gittikçe gözdeleşiyordu. Arayışlar görülüyordu. GTSM ve THM de dahil olmak üzere tüm müzik türlerinde gerek ezgi, gerek ritm, gerekse çalgı kullanımları açısından yakınlaşmalar son zamanlarda belirginleşmeye başlamıştı.
Önce “çok sesli mi, çok sazlı mı” tartışmaları duyulur oldu. Kendisine TSM’ci diyen solistler ve besteciler baterili, orglu, gitarlı yeni parçalar yapmaya başladılar. Neyin TSM olduğun, neyin olmadığı konusunda belirsizlikler başlamıştı. Yeni bir tür beliriyordu.
Özel radyo ve TV’yi engelleyen Anayasa maddesinin 1993’de değiştirilmesiyle yurdun her yanında 800’ü aşkın radyo kuruldu. Hepsi popüler müzik yayını yapıyorlardı. Bunun üzerine arayışlara giren ve o zamana değin geleneksel Türk müziğinin yaşatılmasında büyük katkıları olan TRT özel radyolara serbestlik getiren yasanın çıkmasından sonra, R2 kanalını da Eylül 1993’den itibaren haber kanalına dönüştürülmesiyle GTM radyolardan bir kez daha silinmiş oldu. Bir süre TRT GTM yayınları açısından boşluk yaşandıysa da sonraları TRT 4 TV ve Radyo kanalları yayına başladı.
Halkın müzik düzeyini belirleyen ve ona göre yapımlar üreten Unkapanı kaset ve disk yapımcılarına alternatif olarak sanat değeri olan ve müziğimiz açısından belli kaygıları duyan nitelikli müzik yapımları yıllardır üretilemedi.
Devlet müzik kurumlarımızda birçok nitelikli müzik sanatçısı görev yapmasına karşın bu sanatçılar yönlendirilemedi.
Çünkü her müzik kurumunda varolması veya kiralanması gerektiğine inandığımız stüdyolar kurulamadığı gibi, özel stüdyolarla işbirliği sonucu ortaya çıkarılmaya çalışan ürünler göstermelikten öteye gidemedi. Üstelik Devlet müzik kurumlarımızdan bazı sanatçıların popülerleşme uğruna Unkapanı müziği doğrultusunda çalışmalar yapmak zorunda kaldıkları gözlendi.
1950’den sonra bütün türlerin daha hafifleri gözdeşleşmeye başlamış, peşrevin yerini “medhal”, sözlü eserlerde ise “şarkı”nın yerini “fantezi” ve benzer türler almış, GTSM giderek bir eğlence müziğine dönüşmeye başlamıştır. Bu arada çalıcının teknik anlatım alanındaki ustalığını gösterebilmesi için bestelenen “konser saz semaisi’nin ilk 29 örneğini H.S. Arel 1945-49 yılları arasında bestelenmiş, Arel’in vefatından sonra görülen bir-iki örnek dışında unutulup gitmiştir. Bu arada Arel’in ardından gelen öğrencilerinin Arel’in çağdaş anlamda uyguladıklarının yanına bile yaklaşmadıkları-yaklaşamadıkları gözlenmiştir. Yaklaşabilenler de diğer tutucular tarafından susturulmaya çalışılmışlardır…
Son yıllarda kullanılan makam sayısı azalmış, Batı müziğinin majör ve minör tonlarına yakın makamlar tercih edilir olmuştur. Örneğin Cumhuriyetimizin ilk 50 yılında kullanılmış makam sayısı 110 dolaylarındadır. Bugün ise bu rakam yarıdan fazla düşüş göstermiştir. Hicaz, nihavend, hüzzam, kürdilihicazkar gibi makamlar gözdeleşirken, uşak, hicazkar, suzidil, karcığar, saba, bestenigar gibi geçen yüzyılın sevilen makamları daha az kullanılır olmuştur. Usuller de piyasaya uymuş, büyük usuller görülmez olmuştur. Örneğin 1910 yılında 1000 eserden 157’si düyek usulünde bestelenirken, bu sayı 1970’lerde 275’e çıkmıştır. Buna karşılık ağır orta ve yürük aksak usulleri 340’dan 214’e, devr-i hindi usulü ise 82’den 15’e düşmüştür(10).
Son 15 yılda Yalçın Tura (d.1934) tarafından başlatılan ve büyük tartışmalara yol açan GTSM ses sistemi, nota yazımı ve icrası, GTSM çoksesli çalışmaları hala belli bir temele oturtulamamıştır. Bu konularda herkes kendi görüşünü uygulamaktadır.
GTM konservatuarları arasında birlikteliğin olmayışı da ayrı bir sorundur.
Bugün Türk ve Batı müziği konservatuarları ayrı çatı altında çalışmalarını sürdürmekte olup ikisinin de birbirinden haberi yoktur. İçinde kanun, kemençe veya bağlama partı bulunan orkestral bir eseri çalabilecek grup yok gibidir.
Gerek GTSM, gerek THM’de ayrıntıya inen araştırmalar henüz yapılmamıştır. İşi sadece araştırma olan bir “Türk Müzik Bilimleri Enstitüsü” ve GTM kaynaklarını içeren “Türk Müziği İhtisas Kütüphanesi” kurulamamıştır. Konservatuarlarda ve çeşitli üniversitelerde henüz yeni yeni kurulmaya başlanan “Müzikoloji” bölümlerinin henüz bir varlık gösteremedikleri gözlenmektedir.
İlk Türk musikisi Devlet Konservatuarının (İstanbul) ilk Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nun (Dr. Nevzat Atlığ), ilk Müzik Bilimleri bölümünün (D.E.Ü.-GSF) 1976’da çalışmaya başlamasının ardından 1980 sonrası GTSM’nin kurumlaşması açısından altın yıllar olmuştur.
Kültür Bakanlığı’na bağlı olarak ANKARA (1986-Özer Altın, sonra Kayhan Şentin, Uğur Bayrak), İZMİR (1985-Dr. Teoman Önadlı, 2002 Hayati Çiftçi), BURSA (1991-önce İnci Çayırlı, Ümit Atalay, Erdinç Çelikkol, Kudsi Sezgin), ELAZIĞ (1991-Naci Sönmez), SAMSUN (1991-Taner Çağlayan), DİYARBAKIR (1991-Ümit Atalay) Devlet Klasik Türk Müziği Koroları; İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu (1987-Necdet Yaşar), İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu (1992-Ahmet Özhan), Konya Türk Tasavvuf Müziği ve SemaTopluluğu (1990-Tevfik soyata), Edirne Devlet Türk Müziği Topluluğu (1993- Nejat Atlığ, 1994-2002 Dr. Ayhan Sarı).
Bunların yanı sıra ANKARA (1986-Mehmet Özbek), SİVAS (1990-Celal Vural) ve URFA (1991-Halil Atılgan) Devlet Türk Halk Müziği Koroları kurulmuştur. Ayrıca yine bu yıllarda İZMİR (1984) ve GAZİANTEP (1988) Türk Musikisi Devlet Konservatuarları öğretime başlamıştır.
Bu yıllarda Mutlu Torun (ud), Cüneyd Orhon (kemençe) ve Necati Giray (viyolonsel)dan kurulu “Türk Müziği Triosu” 1960’larda Arel öncülüğünde İleri Türk Musikisi Konservatuarı Derneği’ndeki çalışmalardan sonra ilk kez çalgılarıyla çoksesli eserleri seslendirmeye başlamışlar(günümüzde Ege Çoksesli Türk Oda Müziği Grubu aynı anlayışla çalışmalarını sürdürmektedir), bunu Ruhi Ayangil’in yönettiği “Ayangil Türk Müziği Orkestra ve Korosu”, Kültür Bakanlığı “İzmir Devlet Klasik Türk Müziği Korosu” ve Ankara Radyosu’nda Alper Sözmen izlemiştir. Hasan Ferit Alnar (1906-1978) tarafından bestelenmiş dünyanın ilk “Kanun konçertosu”nu bestecisinden sonra ilk kez Ruhi Ayangil (1980), (ardından Tahir Aydoğdu-1997 ve Halil Altınköprü-2006) seslendirmiştir.
Günümüzde gelinen veya gözlenen son durum, her alanda yapıldığı gibi gerek sanat gerekse halk, tüm geleneksel müziklerimizin serbest piyasa koşullarında dalgalanmaya bırakılmış olduğudur.
Ayhan Sarı
_____________________________________________
Bu yazı Ocak 1995 tarihinde “Orkestra Dergisi” 253. sayısında yayınlanmış olup küçük eklemeler yapılmıştır.
Kaynak dip notları:
(1)Atatürk’ün Isparta Milletvekili Kemal ÜNAL’a 4 Ocak 1938 günü yazdırdığı nottan alınmıştır. Kemal ÜNAL “Musikiye ait Bir Not” Ulus Gazetesi, 10 Kasım 1939.
(2) Prof. Dr. Gültekin ORANSAY “Atatürk+Küğ” Yayınları, İzmir, 1985.
(3) Oransay, “Ön.Ver.” sf.56.
(4)Oransay “Ön. Ver.” Sf.77.
(5)“Kuruluşunun 50.yılında İstanbul Belediyesi Konservatuarı” Hazırlayanlar: Hikmet TONGUR, Orkestra Dergisi Yayınları, İstanbul, 1976, sf.4.
(6)Yılmaz ÖZTUNA “Türk Musikisi Bestekarları Külliyatı” Hayat Tarihi Mecmuası.
(7) Oransay “Ön.Ver.”
(8)F.R. Atay “Çankaya”, İstanbul, 1969, sf.477.
(9)A.E. Emre “Atatürk’ün İnkılap Hedefi ve Tarih Tezi”.
(10)Makam ve usul kullanımı istatistik çizelgesi için bkz: Prof. Dr. Gültekin Oransay “Cumhuriyetimizin ilk 50 yılında GTSM” 50.Yıl Kitabı Ayrı basım.
Açıklama dip notları:
(* ) Emil Ludwig “Vossiche Zeitung” muhabiri olarak Atatürk’le 21-24 Mart 1930 tarihinde görüştü. Yayınladığı yazının Türkçe çevirisi “Ayın Tarihi – sayı: 73, 1930’da yayınlanmıştır.
(**) Ziya GÖKALP ne yazık ki Hüseyin Saadettin AREL’in “GTSM’nin bizim olduğu” konusunu belgeleriyle açıkladığı ve ilk olarak Nisan 1939-Kasım 1940 arasında “TÜRKLÜK” mecmuasında 14 makale halinde yayınlanan “TÜRK MUSİKİSİ KİMİNDİR?” başlıklı araştırmasını okuyamadan bu dünyadan ayrılacaktı.
(***) Ezgiler evi
(4*) Güzel Sanatlar Kurultayı.
(5*) Tekke müziği bugün, eskiden olduğu gibi dini amaçla değil, daha çok müzik ve bu müziğin taşıdığı sanat değeri ön planda tutularak repertuarlarda yer almaktadır.
(6*) Geleneksel Türk müziğinin Radyo’da yeniden başlaması tarihi olan 6 Eylül 1936 tarihi Pazar gününe rast gelmektedir. Çalışmalar Cumartesi günleri yapıldığına göre anlatılanların doğruluğu konusunda önemli bir kanıt elde edilmiş oluyor.
(7*) Aynı olay Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyeti üyesi Hafız Yaşar Okur’un anısına dayandırılarak 1943’de Osman Ergin tarafından Türkiye Maarif Tarihi, C 5, fs.1538’de anlatılmıştır.
(8*) 17 Aralık 1948’de Arel’in “Saba Kanun’u, 25 Mart 1952’de Arel’in “Tanbur ve Keman için gönülden gönüle, “Karcığar sonatin”, “Dua” ve “Bayram”.