Devlet sanat kurumu özelleştirmeleriyle “sanat zenginleri” yaratılabilir mi?.. Ayhan Sarı
Toplam Okunma: 4586 | En Son Okunma: 21.11.2024 - 17:45
Türkiye’deki kamu kurumlarının özelleştirilmesinin 10 yıllardır gündemde olduğu bilinir. Konu hakkında çok söz söylendi. Halkın düşününde de zaten belli bir kanı oluştu. Özelleştirmeler ile ekonominin zenginlerine yeni zenginler katıldı. Bu bir devlet politikasıydı… Özelleştirme deyince akla ilk gelenin “yine kim zengin edilecek” cümlesi olmasına karşın durum bu kez pek de öyle görünmüyor… Ya diğer devletlerin sanatı desteklemesi hakkında 5. derece kaynaktan dolma bilgilerle artık hurâfeye dönüşmüş söylemler?..
Tiyatrolar, orkestralar ve korolardan meydana gelen devlet sanat kurumlarının durumu resmi düzeyde hemen beş yıldır konuşuluyor, sanatçıların teşvikli emeklilik söylemi yayılıyor.
Konu sonuçlanmayınca, uzadıkça doğal olarak dedikoduları da artarak söylenegidiyor…
Son söylem ise 2012 yaz mevsimi tatil sezonunda gönüllü emekliliği teşvik eden yasanın çıkacağı yönünde…
İçi boş mudur, dolu mudur? Sanatçılar rağbet ederler mi bilmiyoruz.
Eski sanat kurumu yönetmelikleri gibi birkaç tandığın bir araya gelip metnini yazdıkları bir şey ise bir şey beklememek gerek.
Çünkü sanatçılar arasında da “çingeneye makam vermişler, önce babasını kesmiş” tavrı gösterenler hep oldu. Onlar ki bürokratları doldurdu; gerçek sanatçılar ise sempati/takdir yarattı.
Şimdilerde bizim daha önceki yazılarımızda üzerinde durduğumuz (bkz: http://www.musikidergisi.net/?p=2134) Cumhurbaşkanlığı Danışmanı Prof. Dr. Mustafa İsen’in dile getirdiği “muhafazakar sanat” söylemi sonrasında İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları yönetiminin değiştirilmesinin ardından gelişen tepkiler ve de tartışmaya açılan devletin maaşlı sanatçıları konusu gündemde.
Cumhuriyetimizin ilk yıllarında devletin tiyatroya ve sanata verdiği önemin büyük olmasının haklı nedenleri vardı. Atatürk 1932 yılında şöyle demişti:
“Tiyatro yalnız hoş bir vakit geçirme bir eğlence aracı değildir. Bir ulusun fikri seviyesini yaşayışını ve zevkini de yansıtan büyük bir sanat dalıdır.”
Bu sözden 80 yıl sonra Aile Bakanlığı’nın yaptırdığı son araştırmada tiyatroya hiç gitmeyenlerin oranı % 74 olarak geçmiş kayıtlara.
Seviye 2012’de bu maalesef.
Gerçi nerde 20 yıl öncesinin Devekuşu Kabaresi, “Yasaklar” oyunu, Leven Kırca’nın “Olacak O kadar” oyunları ve daha niceleri… Tiyatroda da yürümeyen, uyum sağlayamıyan, tiyatrocuları samimiyetsizliğe, üretimsizliğe, yalnızlığa mahkum eden birşeyler var. Tiyatro gelişmedi. Halkta ses bulamadı. “Buldurulmadı” demeyi işin kolayına, mücadelesizliğe, başarısızlığa kılıf hazırlamak olarak söylemek de mümkün.
Ferhan Şensoy ise 1980’lerde Küçük Sahne’de “Şahları da Vururlar”ı oynadığımızda bilet kuyruğu caddeye taşar, biletler karaborsaya düşerdi” demekte…
12 Eylül’den sonraki yılların koşullarında bile tiyatrocuların durumu iyiydi.
* * *
Devletin sanat ile ilişkisi, daha doğrusu sanatın politikadan önceliği 1990’lı yılların ikinci yarısındaki DSP koalisyonu zamanında devrini doldurmaya başlamıştı. Dönemin Kültür Bakanı İ.Talay’ın sanat yerine politikayı ön planda tuttuğu uygulamaları devletin sanatında görülmeye başlanan ilk erozyondu…
Göstermelik paparazisel haberler bir iki popüler tarihçi/gazeteci yönlendirmesiyle gerçek olmayan boyutlarda sürmeye başlamıştı ki –konu hakkında yazan bir gazeteci yazılarının asılsızlığı ile ilgili belgeleri- arşivimizde mahfuz olan idare mahkemesi kararlarına bile girmişti.
O dönemde (2000) İstanbul Yıldız Sarayı sahnesine göstermelik çalgı dizdirilmesi, gazetecilerin çağrılması ve basında “çalgı müzesi kuruluyor” vb şeklinde yer bulan gerçek dışı haber örneği hala akıllardadır.
O dönemde torpilini bulan taşra sanatçıları bu gazetecilerin açtığı yolda milletvekili desteğini de alıp, sonradan kangrene dönüşecek geçici görev kamuflajı altında üç büyük şehre kapağı atmak ile meşgul oldular. Dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay(1997-99) tarafından başlatılan bu sorun 2005 yılında Kültür Bakanı Atilla Koç’un kararlı duruşuyla düzeltilldi.(*)
Ünlü bestecimiz Avni Anıl 1999’da şöyle diyordu:
“Ben ne zaman sanatçıyı TBMM’de milletvekili odasında gördüm, bu iş bitti dedim”
Öyle de oldu. Taşradaki devlet sanat kurumları güdükleşti. Kadrosuzluktan iş yapamaz hale geldi. Büyükşehire göçen geçici görevli sanatçılar ise kabul görmedi. Zaten kendileri taşrada yıldız olabilecek iken geçici görevle geldikleri büyükşehirde sanat bakımından verimsizleştiler.
Sonuç devlet sanat kurum ve sanatçıların sanat verimsizliği şeklinde tezahür etmiş olup, adeta sonun başlangıcı gibiydi.
Eski efsanevi kurucu sanat yönlendiricileri/yönetmenleri de yaş haddinden köşelerine çekilmek zorunda kalınca kişilerle süren sanat; yeni gelenlerin gidenler ile karşılaştırılması ve resmi sanat geleneğinin de henüz oturmaması / sistemleşmemesi nedeniyle takdir görmemesi olgusu sanatçılar arasında kısır çekişmeler ve iç kavgaları gündeme getirdi.
Krallar ölmüştü ama hangisi yeni kral olacaktı?
Kültür Bakanlığı’nda o zamanların ahbab çavuş tanıdıkları yine toplandılar ve geleceği göremiyen bakışlarına göre on yılda dört yönetmelik çıkararak yap/boz uygulamasını başlatmış oldular.
Bu arada Kültür Bakanlığı’nda daktilo memuru dahi sanatçı kadrosuna geçmek, kadrolu olanlarından kimileri ise şeflerini görevden aldırma amacıyla milletvekili / gazeteci peşinde koşuyorlardı.
* * *
Konunun idari boyutu politikanın dışında kalır mıydı?
Taşra koro/topluluklarına yerel milletvekilleri tarafından atanan hayatlarında koro-orkestra görmemiş taşralı müdürler –şefin altında olmayı hazmedemeyip- politik güçlerinden feyz alarak şefleri “takmaz” oluyor, kimisi de sanatçıların yanında şefi küçültücü olmadık hareketler / söylemler geliştiriyorlardı.
İşte devletin sanat kurumlarının ipinin kertiklenmeye başladığı zamanlarda görüntü böyleydi ki tarihler milenyumu gösteriyordu.
Büyük amaçlarla kurulan cumhuriyet devlet sanat kurumları kendi iplerini kendileri çekmeye başlamışlardı.
İnanıyoruz ki haklarında hatırasal ve de belgeli ayrıntılar gelecek kitaplarda yayınlanacaktır.
Biz gelelim Türkiye’de devlet sanatının tiyatrosu ile ilgili anekdotlara:
İstanbul Şehir Tiyatroları’nda bir seyircinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne maliyeti 120 TL. Tiyatrolar en iyi bilet gelirine ulaştığı dönemde dahi giderlerin sadece yüzde 4’ünü karşılayabildi…
Kültür ve Turizm Bakanlığı, son yıllarda özel tiyatrolara verdiği desteği de arttırdı. Özel tiyatrolar devletten 2002’de 850 bin lira destek alırken, bu rakam 2011’de 3.5 milyon lira oldu. Desteklenen özel tiyatro sayısı ise 2002’de 59 iken bu sayı, 2011’de 162’ye ulaştı. 2002’de Ankara ve İstanbul dışında 13 özel tiyatro desteklenirken, 2011’de 61 tiyatroya destek verildi.
İngiltere National Theatre, Fransa Comedie Française gibi yüzyıllardır yaşayan sanat kurumları devletin denetiminde ve yetkisindedir. Zaten alışılmış gelenek de büyük seçkin sanat kurumlarının devlet ödenekli olmasıdır.
Sacit Hadi Akdede’nin “Kültür ve Sanatın Politik Ekonomisi –Devlet Tiyatroları Örneği” adlı kitabında, işin ekonomik yönü uluslar arası karşılaştırmalarla ele alınmış ve daha çok da mevcut modele eleştirel yaklaşılmış.
Kitapta devletin Türkiye’deki gibi tiyatroyu doğrudan kendisinin üretmesiyle, Avrupa, ABD ve diğer ülke örneklerindeki gibi devletin tiyatroya destek vermesi arasındaki farklara yer veriliyor. Piyasanın tiyatro hizmetini istenen miktar ve özellikte üretemediği, yani talep yetersizliği olduğu, bu nedenle özel sektör tarafından kendiliğinden üretilemediği, toplum için önemli ve gerekli olan diğer mal ve hizmetler gibi bu nedenle tiyatroya devlet desteği verildiği belirtiliyor ve “Tiyatro hizmeti pozitif dışsallık yaratan kamusal mal özelliği olan bir hizmet olduğu için destekleniyor” deniyor.
Diğer ülke örneklerinden yola çıkılarak, özel sektöre teşvik vererek tiyatro grupları için maliyetlerin aşağı çekilmesinin hizmetin topluma olan maliyetini azaltmadığı sadece tiyatro grubunun cebinden çıkan maliyeti azalttığı kaydedilen kitapta “Burada toplum açısından istenen durum en az toplumsal maliyetle (özel sektörün maliyeti ve teşvik maliyeti) en çok seyirci sayısını sağlayacak talep ve maliyet eğrilerine ulaşmaktır” söylemi dile geliyor.
İktidarın yönlendirmesiyle uygulanan sanatta “muhafazakar”ögelerin ağır basması; daha sonra gelen başka bir Hükümetin örneğin faşizmi öven oyunlar yazdırıp onları sahneletmesi, başka bir Hükümetin ise komünizmi öven oyunları desteklemesi gibi örnekler sonucunda bir sanat standardının ve mesleki kaygının gelişemiyeceği…
İsmet Berkan şöyle diyor:
“İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları yönetimiyle ilgili değişiklik protesto edildiğinde kendi kendime gülümsemiştim. Sanki Şehir Tiyatroları özgür sanatın kalesiydi de şimdi o kale kaybediliyordu. Kimi kandırıyoruz, her partinin belediyesi döneminde Şehir Tiyatroları’nın yönetimi de, oynadığı oyunların genel içeriği de değişir.
Aynı durum Devlet Tiyatroları için de geçerlidir. İktidarlar değiştiğinde bu tiyatroların tepe yönetimi de hemen değişiverir. Hatta aynı parti iktidardayken kazayla Kültür Bakanı değişecek olsa Devlet Tiyatroları yönetimi de hemen değişir.”(1)
Erdal Sağlam’ın sözleri:
“Sanat ve tiyatro eleştirel olmak zorundadır; hakim olana karşı durmak, statükoları kırmak, aykırı düşünmek, yaratıcılığı sınırlamamak, insanların ve yönetimlerin duymak istemedikleri gerçekleri yüzlerine vurmak durumundadır, hangi iktidar olursa olsun… Ülkelerin övündükleri uluslararası sanatçılar hep statükoya karşı çıkmışlardır. Statükoya, makama bilerek hizmet edenlere sanatçı değil de “saray soytarısı” denmesinin bir nedeni vardır.
Belli ki Başbakana birileri “Zaten gelişmiş ülkelerde tiyatroya devlet desteği yok” demiş ancak uygulamalar hakkında fazla da bilgi vermemiş.” (2)
Yalçın Doğan’ın yazdıkları ise şöyle:
“Batıda iki uygulama var. Hem devlet tiyatrosu, operası, orkestrası var, hem de aynı alanda özel girişimler var. Özel tiyatrolar ya da genel anlamda sanatın devlet dışında desteklenmesi tarihsel bir temele dayanıyor. Burjuvazinin sanata sahip çıkmasına.
Türkiye’de Batı anlamında burjuva sınıfı var mı, yok mu, çok tartışmalı. Sermaye sınıfı var ama, o sermaye sınıfı burjuva mı? Sermayesinden sanata ve sosyal alanlara ne kadar pay ayırıyor? Batı sermaye sınıfı sanata yatırım yaptığı için sanatın her dalı gelişiyor. Bizde öyle değil. Öyle olmadığı özel tiyatroların yaşama mücadelesinden belli.
Erdoğan sormalı, “yok mu tiyatro kuracak bir babayiğit?”(3)
Şimdilerde sanatın özelleştirilmesi hakkında meydan okuma gündemde…
Özelleştirme olması için bir kurumun kâr amacıyla kurulmuş olması gerekiyor. Devlet sanat kurumlarıyla ilgili özelleştirme sisteminin nasıl olacağının karmaşık olduğu biliniyor ve bunun zor bir olasılık olduğunu belirtiliyor.
CHP İstanbul Milletvekili Aydın Ayaydın şöyle diyor:
”Buralar sosyal ve kültürel aktivitelerin yapıldığı yerler. Kâr amacı olmaz. Özelleştirseniz kim alır? Şehir tiyatroları devletin, kültür sanat faaliyetini gerçekleştirdiği yerlerdir”
Bugün görülmektedir ki tiyatro dahil devlet sanat kurumlarının düne oranla daha fazla desteğe ihtiyacı var.
Devlet TRT’yi nasıl destekliyorsa bir anayasal kültür görevi olarak müzik sanatını, tiyatroyu da desteklemek zorunda…
Sanat “yönetemediğini özele sat” şeklindeki anlayıştan türemiş geçmiş özelleştirmeler örneği gibi sonuç vermeyebilir.
Hele politikacının değil, sanatçının ve eserinin geleceğe kaldığı düşünüldüğünde “tarih affetmez” deyiminin önemi bir kez daha öne çıkacaktır.
Hele tarihin bu denli hızlı yaşandığı bir dönemde…
________________________________
(*) http://www.habervitrini.com/haber/koctan-hayalet-koroya-izin-yok-181516/
(1) İsmet Berkan 1 Mayıs 2012 Hürriyet Gazetesi
(2) Erdal Sağlam 1 Mayıs 2012 Hürriyet Gazetesi
(3) Yalçın Doğan 1 Mayıs 2012 Hürriyet Gazetesi
Ek:
Dünyada devlet tiyatroları(4)
İNGİLTERE
İngiltere’de ‘Art Council’ adı verilen bir “sanat konseyi” var. Bu konseyin başkanı Kraliçe tarafından, yöneticileri bakanlar kurulunun önerisiyle, konsey başkanı tarafından atanıyor. Art Council, özerk bir yapı. Tüm sanat alanları için bütçe düzenliyor. İngiltere’deki iki büyük tiyatro olan National Theatre ve Royal Shakespeare Company’den en küçük kasabalardaki tiyatro topluluklarına kadar herkes bu bütçeden pay alıyor. 2006-2007 dönemi rakamlarına göre İngiltere’de sanat konseyi tiyatroya 120 milyon sterlin destek vermiş. Bu rakam, toplam hükümet harcamalarının yüzde 0.02’sine denk geliyor. Hükümet bu desteği verirken tiyatroların sahneleyeceği oyunların içeriğine karışmıyor. Yeni eser yazımı, prodüksiyon, yeni izleyici programlarının hazırlanması gibi masraflar için de destek veriliyor. Her tiyatro bütçe için sanat konseyine başvuruyor. Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Asu Aksoy’dan edindiğimiz bilgilere göre 2006-2007 yılında özel sektör de tiyatroya 28 milyon sterlin yatırım yapmış. Buna karşılık İngiltere’de tiyatroların ekonomiye yıllık katkısı 2.6 milyar sterlin.
FRANSA
Fransa’da Kültür Bakanlığı’nın en küçük köylere kadar inebilen bir kültür politikası var ve kültür alanında destek verilmeyen hiçbir şey yok. Fransa’nın 22 bölgesinde de Kültür Bakanlığı’na bağlı DRAC’lar (Direction Régionale des Affaires Culturelles) yani Kültürel İşler Bölgesel Müdürlükleri var. onların belirlediği bütçe tarihi tiyatro kurumu Comedie Française’den en küçük kasabalara kadar her kademeye dağıtılıyor. Bu kamusal tiyatrolar, yani kâr etmeyen tiyatrolar için geçerli. Fransa’da aslında tiyatroları bina/salon olarak ele almak gerekiyor. Fransa’da tiyatro salonları ya belediyenin ya da devletin. Devletin tiyatro salonlarında oynamak için, tiyatro grupları devlete müraacat ederek ödenek ister. Ya da salonlar herhangi bir topluluğu seyredip prodüksiyonunu satın alabilir. Comedie Française ise özel bir yapıdır; bir ortaklık tiyatrosudur. Devletten de ödenek alır ancak kendi parasını da kazanır. Klasik dünya edebiyatının klasik oyunlarını seyirciyle buluşturmayı amaçlar. Comedie Française dışında gerçekten devlet tiyatrosu denebilecek bir tiyatro yok ama bütün tiyatrolara devlet yardım ediyor. Fransa’da bunun yanı sıra, bulvar tiyatroları denen ticari tiyatrolar da var ve devlet onlara ödenek vermez.
ALMANYA
Almanya’da her eyalet kültürel desteğini kendi içinde düzenliyor. Tiyatronun özerk, bağımsız bir işleyişi var. Devletin ve yerel yönetimlerin tiyatrolara desteği büyük ancak hem yönetim hem de mali olarak aradaki bağ Türkiye’dekinden farklı. Her eyaletin ayrı bütçesi var ve eyalet senatosuna sunulan projeler önceden belirlenip bütçelendiriliyor. Eyalet yönetiminden belirli sürelerle ödenen bütçeler sunulan proje giderlerinin belirli bir yüzdesini karşılar. Devletin tiyatro için yıllık ayırdığı bütçe ise 500 milyon Euro. İçerik konusunda ise hiçbir kısıtlama olmaz, tiyatrolar kendi programlarını kendileri belirler.
AVUSTURYA
Avusturya’da tiyatroya ayrılan bütçe, hem merkezi hem de yerel yönetimler tarafından karşılanır. Kültürel desteğin oranını sanat senatosu belirler. Avusturya Devlet Tiyatroları’nın bir limited şirketi var ve bu şirketin sahibi devlet. Bütün devlet tiyatroları bu şirket tarafından finanse ediliyor. Yıllık bütçesi 144 milyon Euro. Kurum tamamen Devlet Tiyatrosu Organizasyon Kanunu altında işliyor ve bu kanuna göre tüm sanatçılar ve tiyatro yöneticileri oyun seçimi vb. gibi konularda tamamen özgür. Bir diğer kurum olan Birleşik Viyana Şehir Tiyatroları da aynı sistemle işliyor. Wien Limited Şirketi’ne ve yine tamamen Viyana Büyükşehir Belediyesi’ne ait. Kurum Viyana Etkinlik Kanunu’na tabi. Özel tiyatroların ise kurulurken bölgesel düzeyde resmi izin almaları gerek. Devlet özel tiyatrolara maddi destek veriyor ancak tüm bütçelerini karşılamıyor. Sanatçılar bu tiyatrolarda sezonluk sözleşmeyle çalışıyor.
İSVEÇ
İsveç’te Kraliyet Tiyatroları mevcut. Her yerel yönetimin kendi tiyatrosu var. Hemen hepsi aynı formatta bir sahneye sahip ve bu da kolay turne yapılmasını, tüm oyunların tüm halka ulaşmasını sağlıyor.
RUSYA
Rusya’da tiyatrolar tamamen devlete bağlı değil ama devlet tiyatroya oldukça büyük pay ayırıyor. Oyuncular da tiyatrolardan düzenli maaş alır.
HOLLANDA
Devlet tiyatroları da özel tiyatrolar da her dört yılda bir programlarını güncelleyip Kültür Bakanlığı’na fon için başvuruyor. Uzmanların hazırladığı raporlar sonucu uygun görülen projelere destek veriliyor. Başvurusu kabul edilen projenin bütçesinin yüzde 80’i karşılanıyor. Hollanda’da sanata devlet bütçesinin yüzde 2’si ayrılıyor. Tiyatrolara aktarılan rakam, ortalama 40 milyon euro.
İTALYA
İtalya’daki bütün sanat etkinlikleri kamu desteğiyle yapılıyor. Teatro Stabile denen tiyatro kurumları birer kamu hizmeti. Sübvansiyonları Kültür Bakanlığının Fus-Fondo’sundan sağlanıyor. Giorgio Strehler’in Milano’daki ünlü Piccolo Teatro’su da bir ‘teatro stabile’, örneğin. Yönetimlerine devlet herhangi bir şekilde karışmıyor. La Scala gibi ünlü operalar da hem devlet destekli hem de kendi vakıfları var.
Avrupa’daki üç ana kategoriyi Mustafa Avkıran anlatıyor:
1. Kategori, tıpkı bizdeki gibi devletin desteklediği tiyatrolardır. Bizdeki 657 sayılı devlet memurları yasasıyla çalışanlar gibi yıllık kontratlar ile anlaşma sağlanmış sanatçı ve teknik personelin olduğu tiyatrolardır. Bunların en ünlüsü İngiltere’deki National Theatre, Avusturya’daki Burg Tiyatro, Almanya’daki StaatsTheater (Bunlar bizdeki gibi çok fazla şehirde perde açıyorlar.) Bu tiyatroların bütçelerindeki katkı doğrudan devletten gelir, bazı durumlarda kent yönetimleri ya da uluslararası fonlar desteğe ortak olur. Bu tiyatrolar yüzde 100 oranında devlet destekli tiyatrolardır.
2. Kategori şehir tiyatroları; bunlar tıpkı İBBŞT gibi kent bütçesinden desteklenen ve kente kamu hizmeti veren tiyatrolar. Bunların yönetiminde mutlaka kentin yöneticileri de vardır ancak bunları da bir sanat yönetmeni yönetir. Bütçeler de bu sanat yönetmenin sunduğu program, içerik ve kadrolardan oluşur.
3. Kategori ise özel tiyatrolardan oluşur; bu tiyatrolar fikri özgür, vicdanı özgür bireylerden oluşur. Devlet tarafından desteklenir, sponsor olunmaz. Bizim terminolojimizde yer almayan bir kategoridir. Devlet ve Kent yönetimlerine sundukları dosyalar ve projeler ile bütçelerinin yüzde 60’ından az olmamak kaydıyla desteklenir. Bu tiyatrolara salon verilir, para verilir, olanak verilir, desteklenir.
Her üç kategoride de devletin sanata desteği minimum yüzde 60 oranındadır. Her üç kategoride de sanatın desteklendiği kesin ancak özgürlüğün ya da özerkliğin sınırları ilk iki kategori için her zaman tartışmalıdır. Devlet parayı verdiği için düdüğü çalmak ister ancak düdük her zaman sanatçının elindedir ve iktidarlar bundan rahatsızdır.
_____________________________________
(4) http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1086552&CategoryID=41