Itrî: 300. Ölüm Yıldönümünde “Musıkîmizin Pîr’ini“ Hatırlamak… Salih Zeki Çavdaroğlu


Toplam Okunma: 4620 | En Son Okunma: 23.11.2024 - 20:36
Kategori: Haberler

Birleşmiş Milletler Bilim, Eğitim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) himayesinde, 2012 ve 2013 yıllarında uluslararası düzeyde büyük bestekârımız Itrî ile şairimiz Nâbî 300. ölüm yıl dönümlerinde, mimar ve şehirci Kemal Ahmet Aru 100. doğum yıl dönümünde, Piri Reis haritası da yapılışının 500. yılında anılacaklar…

Bu vesile ile biz de, doğumunun 300. yıldönümünde Buhurîzâde Mustafa Itrî Efendi’ yi bir kere daha hatırlamak istedik.

Yahya Kemal’ in :
Büyük Itrî’ye eskiler der:
Bizim öz musikimizin pîri,
O kadar halkı sevkedip yer yer
O şafak vaktinin cihângîri
Nice bayramların sabah erken,
Göğü, top sesleriyle gürlerken,
Söylemiş saltanatlı Tekbîr’ i.
Tâ Budin’den Irak’a, Mısır’ a, kadar…

dediği musıkîmizin en büyük bestekârımız ITRÎ’ yi…

* * *
Bestelediği bini aşkın eserden çok azı günümüze ulaşan Buhurizâde Mustafa Itrî Efendi’ den, mahlası ile, ITRÎ (1640-1712) den bahsediyoruz.

Cami musıkisi formundaki tekbir ve salâtları bu gün bile, sadece ülkemizde değil, bütün İslâm âlemininin ibadetlerinde bütün haşmetleriyle, vecd ile okunmaktadır.

Mûsıkîmizde O’nunla başlayacak olan klâsik dönem, 19. yüzyılın ortasına kadar devam ederek, daha sonra yerini neo-klâsik döneme terk edecektir.

Bestekârlığı yanında iyi bir yorumcu ( hânende ) ve neyzen olması yanında, ayrıca iyi bir şair ve hattat olan Itrî, aynı zamanda çiçek ve meyve yetiştiricisidir. Zaten kendisine Itrî mahlası da yetiştirdiği güzel kokulu çiçeklerden dolayı verilmiştir.
Günümüzde “ MUSTABEY “ armudu olarak bilinen ve yurdumuzun en lezzetli armut türleri arasında sayılan bu meyvenin ilk olarak Itrî tarafından yetiştirildiğinden bahsedilmektedir.

Buhûrizâde lâkabının ise, hoş kokan, yakılarak koku dağıtan madde anlamına gelen “ buhur “ satıcısı olan babası, ya da buhurcu dedelerinden kendisine intikal ettiği sanılmaktadır.

Bazı musıkî tarihçileri, Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’sinde , “hünkâr hânendesi Buhurîzade Hâfız “ olarak ismi geçen şahsın, Itrî’ nin babası olduğunu zikretmektedirler.

Ayrıca onun bir de Esir Pazarı Kethüdâlığı görevinde bulunduğu da biliyoruz. Onun bu göreve, esirler arasında kaabiliyetli ve güzel sesli gençleri bulup yetiştirmek, geldikleri ülkelerin musıkîleri hakkında onlardan bilgi almak amacıyla kendi talebi ile getirildiği rivayet edilir.

Bir rivayete göre :
“ Buhûrizâde Itrî Efendi, Dördüncü Mehmet’ in huzurunda verdiği bir konserden sonra, Padişâh’ ın itifatına mazhar olmuş ve kendisine bir dileği olup olmadığı sorulduğunda, Itrî Tutsaklar Kâhyâlığı ‘ nın kendisine verilmesi istemiş, Pâdişâh da bu kâhyalığı kendisine vermiştir…” (1 )

Özellikle günümüz gençliğinin çoğunluğunun, ancak merak edip 100 TL’lık banknotların arka yüzüne baktığında göreceği portresi ile ilk kez tanışacağı bu büyük musıkî dehasının hayatına elimizdeki veriler ışığında bakmak istedik.

HAYATI ve YAŞADIĞI DÖNEMİN SİYASAL, SOSYAL VE KÜLTÜR YAPISI :
“…Itrî Kimdir? Bazı ansiklopedilerin, dünyanın gelmiş, geçmiş ve büyük ihtimalle de gelecek en büyük bestekârı olarak nitelendirdikleri, Beethoven’ın, onun için “Ben hayatımda böylesine üstün bir bestekâr görmedim.” dediği Itrî…” ( 2 )
“ Itrî kimdir ?” diye soran yazar, cevabını da şöyle veriyor:
“…Vaktiyle İsmet Özel ile yapılan bir söyleşiden Itri ile ilgili bir bölümü aktarmak istiyorum. Kendisine “Itrî’ mi, Bach mı? ” diye bir soru sorulduğunda şöyle demiştir:
“Ben, Türk Mûsikîsini hep yukarıda tutarım. Fakat bana “Itrî’ mi büyük, Bach mı?” diye sorarsanız, “ Bach ” derim. Çünkü, Bach’ tan sonra Beethoven var, Brahms var; ama Itrî’den sonra yok. Yani, Itrî’nin yaptıklarının üzerinde bir başarıyı göstermiş kimse yok… “(3)

İstanbul Mevlânâkapı civarındaki Yayla semtinde 1630 ile 1640 yılları arasında doğduğu tahmin edilen ve 1712 yılında hakkın rahmetine kavuşan bu büyük musıkî üstâdımız çok iyi bir öğrenim görmüş, bunun sonucunda Arapça ve Farsça dillerine büyük hakimiyet kazanmıştır.

Daha genç yaşlarında, IV. Mehmed ( slt:1648-1687) in padişahlığı zamanında hem Saray’ da musikî hocası, hem ser-hânende ( İcrâ Hey’ eti Şefi ), hem de Padişah’ ın, musâhib-i şehriyârî ( padişâhın sohbet arkadaşı ) si görevlerine getirilmiştir.

IV. Mehmed’ in tahtan indirilmesinde sonra da, İkinci Süleyman (slt: 1687-1691), İkinci Ahmed ( slt: 1691-1695), İkinci Mustafa (slt:1695-1703) ve Üçüncü Ahmed’ (slt:1703 -1730) in saltanat yıllarında da, saraydaki bu görevlerine devam etmiştir.

Itrî’’ nin yaşadığı 17. yüzyıl Osmanlı Devleti’ nin eski gücünü iyiden iyiye kaybetmeye başladığı bir zaman kesitidir. Bu yüzyılın başından itibaren kesintisiz olarak süregiden savaşlar, yeniçeri ve kapıkulu ocakları tarafından başkent İstanbul’daki isyanlar ve Anadolu’ daki Celâli ayaklanmaları gibi iç, merkezi otoritenin sarsılmasından dolayı Erdel, Eflak, Boğdan, Yemen, Tunus gibi eyaletlerdeki dış isyanlar yaşanır. Bunlara ilâveten bir de devletin büyük bir mâlî kriz içine girmesiyle tam anlamıyla bir “duraklama “ durumu yaşanmaya başlanır. Tabii bütün bu gerekçelerin yanısıra, bilim ve teknik’ te Batı’ daki gelişmeler karşısındaki çaresizlik de devletin duraklamasındaki önemli bir etkendir.

Her ne kadar Itrî ‘ nin yaşadığı yıllar bir siyasî inkıraz devri ise de, ilginçtir ; başta musiki olmak üzere, mimarî,tasavvuf, şiir, hat ve diğer kültür ve sanat dallarında yaşanan bir altın çağ niteliği taşır.

“…XVII. asrın 2. yarısı, musıkîmizde, hiç olmazsa klâsik yolda,olgunluk dönemidir. Sonradan gelen Lâle Devri (1718-1730) bu dönemin hızıyla yol alır. Gene XVII. Asrın ortaları, Divân Şiiri denen klâsik şiirimizin de en olgun devridir…” ( 4 )

O dönemin büyük bestekârları olarak, aynı zamanda Itrî ’ nin hocaları olan, Hafız Post ( 1630-1694) ve Kutb-ı Nâyî olarak vasıflandırılan Şeyh Osman Dede ( 1652?-1730 ) nin yanında , Kûçek Mustafa Dede ( ö.1683 ) yi de sayabiliriz.

Bestekârımız 1712 senesinde vefât ettiğinde, onu çok sevdiği an¬laşılan çağdaşı bir şair şöyle bir tarih düşürmüştür :
 ” Buhûrîzâde’yi bûyâ-yı bezm-i Adn ede Allah ” ( ebced hesabı ile : 1124/1712)
 ( Ben bu mısraı ‘Buhurizâde’ yi ALLAH (c.c) hoş kokulu Cennet topluluğuna dahil etsin‘ olarak anladım. )

Itrî’ nin kabrinin yeri maalesef bilinemiyor. Divan şairi Şeyhülislam Esad Efendi’ nin verdiği bilgiye göre Itrî, Yenikapı Mevlevihanesi’nde yatmaktadır. Hayatı ve çevresine bakılarak mezarının muhtemelen ya, Yenikapı Mevlevihanesi civarında ya da Edirne¬kapı dışındaki Mustafapaşa Dergâhı kar¬şısında olabileceğii rivayet ediliyor.

ŞAİRLİĞİ ve HATTATLIĞI :

Döneminin ve bütün zamanların en büyük bestekârlarından biri olan Itrî, aynı zamanda önemli bir şairdir. “Şuarâ Tezkireleri “ ve “ Güfte Mecmuaları “nda Divân Şiirinin, NAÂT, TAHMİS, NAZÎRE, GAZEL v.d. formlarında olduğu gibi, hece vezni ile de bir çok şiir yazdığı anlaşılmaktadır. Ancak, Itrî’nin sayısız bestesi gibi şiirlerini barındıran “ DİVAN “ ı da halen kayıptır.

Edebiyatçılarca, şiirinde ünlü şair NÂBÎ’ nin etkisinde kaldığına dair yaygın bir görüş vardır.

Örnek olarak yine kendisi tarafından Nühüft makamında ve

Ağır Dûyek usûlünde “TEVŞİH “ formunda bestelenmiş aşağıdaki naât, Itrî’nin hem şâirlik gücünü, hem de eserindeki tematik zenginlikle birlikte Peygamberimiz ( s.a.v. ) e olan sevgisini ortaya koyan güzel bir örnektir :

Sâyesi düşmez yere bir böyle nahl-i Tûr’ sun
Mihr-i âlem-gîrsin başdan ayağa nûrsun

Târik-i gülzâr-ı âlem mâlik-i mülk-i adem
Münkirîne mahz-ı mâtem mü’ minîne sûrsun

Sensin ol şâh kim Süleymanlar kapında mûrdur
On sekiz bin âleme hükmetmeğe me’mûrsun

El benim dâmen senin ey rahmeten li’ l-âlemin
Şöhretim isyan benim sen afv ile meşhûrsun

Padişah-ı evvelîn ü kıblegâh-ı âhirîn
Evvel ü âhir imâmu’ l-enbiya mezkursun…

Şairliğine ilâveten, TA’ LİK yazıda da güçlü bir hattat olduğunu biliyoruz. Devrinin ta’ lik yazı üstâdı Tophâneli Mahmud Nuri Efendi’ nin öğrencilerinden SİYÂHÎ AHMED EFENDİ’ den ders aldığını, Sadettin Nüzhet ERGUN’ un ifadelerinden öğreniyoruz.

Mustakimzâde, “Tuhfe-i Hattatîn” ( Hattatların Armağanı ) adlı eserinde Buhûrizâde Mustafa Efendi’ nin yazı sanatında ” Hattat-ı Fahir ” ( Büyük, ünlü hattat )olduğundan söz ediyor.

MUSIKÎDEKİ HOCALARI ve HANENDELİK VE NEYZENLİĞİ :
Itrî ‘ yi yetiştiren hocalar kesin olarak bilinmemekle birlikte, bazı müzikologlar O’ nun, DERVİŞ ÖMER, KASIMPAŞALI KOCA OSMAN, KÜÇÜK İMAM MEHMED EFENDİ, VAKIF HALHÂLİ NASRULLAH EFENDİ ve HÂFIZ POST gibi üstâdlardan yararlanmış olabileceğini tahmin etmektedirler.

Ayrıca O’ nun Yenikapı Mevlevîhânesi’ nin bir dervişi olduğunu, dönemin Mevlevî musıkîşinaslarından yararlandığını, burada ney üflemeyi de öğrendiği Rauf Yektâ Bey tarafından belirtilmektedir.
Itrî’ nin “…bulunduğu mecliste diğer hânendedere ağız açtırmayacak derecede güzel sesli “ olduğu SÂLİM TEZKİRESİ’ nde anlatılmaktadır .

Buna karşılık, Ebu İshakzâde MEHMED ES’ AD EFENDİ’ nin, ATRABÜ’L- ÂSÂR isimli tezkiresinde ise , kendisinin hem huzûr-u hümâyûn fasıllarına katıldığından bahsedilip, hem de sesinin çok çirkin olduğu yazılıdır.

Sesi belki güzel, ya da çirkindi; ama onun yüksek musıkî bilgisi, makam ve usullere hâkimiyetinin ona güzel ve doğru icralar yaptıracağına şüphe yoktur.

B E S T E KÂ R L I Ğ I :

Uğraştığı bütün işler dışında , şüphesiz Itrî’ nin bir musıkîşinas olarak en önemli tarafı muhakkak ki bestekârlığıdır.

Yahya Kemâl’ in ondan söz ederken :

Saklamış kazâ ve kader
Belki binden ziyâde bestesini
Bize mirâsı kaldı yirmi eser.
. . .
değindiği gibi, bestelemiş olduğu binlerce eserden her ne kadar günümüze sadece Yılmaz ÖZTUNA’ ya göre 42, Ekrem KARADENİZ’ e göre 49, günümüz araştırmacılarına göre de ancak 20 eserinin gelebildiği belirtiliyorsa da, o kadarı bile onun musıkî tarihimizin en büyük bestekârı sıfatına lâyık olduğunu kanıtlamaya yetecektir.

Marmara Üniversitesi Türk Din Musikisi öğr.üyesi Doç. Dr. Ahmet Hakkı Turabi’ ye göre:
” Buhûrîzâde Mustafa Efendi, musikimiz adına bir devrin kapanıp yeni bir devrin açılmasını sağlayan en önemli bestekârdır. Gerek dinî, gerek lâdinî musiki alanında geleneklere bağlı kalarak yaptığı yeniliklerle dönemi zirveye taşır ve Türk musikisinin önde gelen birkaç ustasından biri kabul edilir.”

Itrî’den önceki dönem bestekârların eserlerinde bâriz bir şekilde farkedilen İran ve Horasan musikîlerinin etkileri, onun öncülüğünde neredeyse tamamen silinmiş ve Osmanlı – Türk Musıkîsi’ nin karakteristik vasfı şekillenmiştir. Itrî klâsik musıki mâceramızın şekillenmesinde tabir caizse tam anlamıyla bir dönüm noktası ve Osmanlı Medeniyet Müziği’ nin en önemli bir referanslarından biri olarak kabul edilmektedir.

Mehmed Esad Efendi ATRABÜ’ L- ÂSÂR’ ında onun 1000’ den fazla MURABBA, NAKIŞ ve KÂR bestelediğinden ve BERKA,NECD, REKB, SELMEK gibi unutulmuş makamlar dahil, günümüzde de kullanılan bir çok makamdan besteler yaptığından söz eder.

O, geleneksel musıkîmiz içinde, gerek din dışı, gerekse dinî musıkinin ,hem cami, hem de tekke musıkîsi dalında önemli ve kalıcı eserler bırakmıştır. Peşrev’ den saz semâisi, besteden kâr’ a, ilâhi’ den âyine, tekbir’ den salâ’ ya değişik formlarda bestelediği şâheserler bu gün ülkemizde olduğu gibi, özellikle tekbir ve salât-ı ümmiyesi bütün İslâm âleminde huşu ile icrâ edilmektedir. Bestelerinin Klâsik, Cami ve Tekke musıkîsi olmak üzere 3 ana grupta değerlendirilmesi uygun olacaktır .

KLÂSİK FORMLARDA YAPTIĞI BESTELER :

Aslında Itrî’ nin Peşrev, saz semâisi, kâr, beste v.d. klâsik formda bestelediği bütün eserlerin de melodik olarak yaptığı çağrışımda ilâhî bir mesajı hemen farkediyoruz. Bizim burada dindışı şeklindeki tasnifimiz tamamen müzikologların Dinî ve Dindışı formlar olarak belirlediği bir ayırımdan kaynaklanmaktadır. Yoksa melodik örgü itibariyle bunların farklı nitelikte değerlendirilmesi asla mümkün değildir.

Itrî’ nin bestelerinde, o zamana kadar yapılmış eserlerden tamamen farklı, kendine özgü bir melodik örgü taşıdığı kolayca farkedilir.
Güftelerini, kendisi de iyi bir şair olmasına rağmen, daha ziyâde FUZULÎ, NÂZİM, NEV’ Î, NÂBÎ ve ŞEHRÎ’ den almıştır.
Bu formdaki eserlerinin başında gelenlerinden biri de Hâfız SÂDİ ŞİRÂZÎ’ nin :

“ Gül bî ruh-i yâr hoş nebâşed Gülbün-i ‘ıyş mîdemed sâkî-i gül-‘izâr ku?
  Bâd-ı behâr mîvezed bâde-i hoş-güvâr ku?
  Her gül-i nev zi gül-ruhî yâd hemîdehed velî
  Gûş-i suhân-şinev kuca? Dîde-i i’tibâr ku?
  Meclis-i bezm-i ‘ayş ra galiye-i murâd nist
  Ey dem-i subh-i hoş-nefes nâfe-i zülf-i yâr ku?
  (Ey şâhid-i kudsî ki keşed bend-i nikaabet
  V’ey mürg-i behiştî ki dehed dâne vü âbet) “

Farsça gazeline yaptığı, Nêva - Kâr bestesidir. Nevâ-kâr, kendi musıkî formundaki emsalleri ile kıyaslandığında bir şâheser olduğu kolayca farkedilir.

‘Neva - Kâr’, çeşitli makam ve usul geçkileri uygulanarak âdeta nakış gibi işlenmiş bir melodi şaheseri olup, klâsik musıkî üslubumuzun prototip eserlerinden biri olarak repertuvarımızın baş köşesindeki yerini sonsuza kadar koruyacaktır.

Yerleşik geleneğe göre besteciler o zamana kadar besteledikleri “kâr “ ları hep “ terennüm “ ile başlatırken, Itrî nevâkâr’ ı ile bu kurala riayet etmeyip, doğrudan güfte ile başlatır. Bunun dışında, Nef’ i’ nin :

Tuti-i mucize-guyem ne desem laf değil
Çerh ile söyleşemem ayinesi saf değil

Ehl-i dildir diyemem sinesi saf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insaf değil

Gazeline yaptığı segâh beste de, klâsik musıkîmizin abide eserlerinden biridir.

Bunlara ilâveten, Bâkî’ nin “ Câm, lâ’ lindir senin, âyine, rûy-i enverin…” mısraı ile başlayan şiirine yaptığı Hisar makamındaki “beste ”si, Tıflî’ ’ nin “ Her gördüğü periye gönül mübtelâ olur…” mısraı ile başlayan güftesine yaptığı buselik “ beste “si, Rezmî ‘ nin “ Gamzen ki olâ sâkı-î çeşm-i siyeh-î mest …” sözleri ile başlayan şiirine yaptığı Bestenigâr “ beste “ sini sayabiliriz.

CAMİ MUSIKİSİ FORMUNDA YAPTIĞI BESTELER :

Geçtiğimiz günlerde toprağa verdiğimiz büyük tarihçi ve musıkîşinas Yılmaz ÖZTUNA’ nın ifadesiyle O :
”…Cami musıkîsi’nde Itrî,Türk Musıkîsi’ nin kesin şekilde en büyük bestekârıdır. Esasen bu san-hadaki tek rakîbi,< hiç olmazsa bu gün elimizde mevcut notalara göre > Hatîb Zâkirî Hasan Efendi’ den ibarettir ki, Itrî’ nin doğumundan bir müddet önce (17 yıl kadar önce) çok yaşlı olarak ölmüş. Kanunî devrine yetişmiş bir sanatçıdır…” ( 5 )

Bestelediği segâh BAYRAMTEKBİR’ i ve SALÂT-I ümmiyesi Cami musıkisinin iki şâheseridir. Her iki beste de, dar bir ses alanı içerisinde, süslenmeden, sade ezgilerle yapılandırılmasına rağmen, taşıdığı büyük ifade gücüyle kulakta ve gönülde coşkulu tatlar bırakır.

TEKBÎR :
“ Allahü Ekber, Allahü Ekber , Lâ İlâhe İllallahü Vallahü Ekber

Allahü Ekber Velillahi’ l- Hamd…”
Tekbir, hem Ramazan ve Kurban Bayram namazlarında, Ayrıca Kurban bayramının bir gün öncesi ( arefe )nin ikindi namazından başlanarak, son gününün ikindi vaktine kadar bütün vakit namazlarının farzlarını sonunda, kurban kesimi esnasında, Hac esnasında Kur’an-ı Kerîm Hatim dualarında hazır bulunan cemaat tarafından okunmaktadır.

Itrî tarafından her ne kadar “ Durak Evferi “ usulü ile bestelenmişse de, camilerde icraları esnasında cemaat tarafından alışılagelmiş serbest bir ritim ile icra edilmektedir.

SALÂT-I ÜMMİYE :
Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedi nin nebiyyil
Ümmiyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim…

Daha ziyâde Mevlîd okumalarında her bahir arasında ve özellikle Peygamber Efendimiz (s.a.v) in doğumunu anlatan “ Velâdet Bahri “ bölümünde ve mukaddes emanetlerin ziyaretinde bulunan cemaatin de katılımıyla okunmaktadır.

Bazı müzikologlar bu salât’ ın Hatîb Zâkirî Hasan Efendi’ ye ait olduğunu söyleseler de, çoğunluk tarafından Itrî’ ye ait olduğu kabul edilmektedir.

“… Bu salât, Suphi Ezgi’ nin “ Nazarî Amelî Türk Musıkîsi “ adlı eserinin 3. Cildinde, ¾ lük orta semai giderindeki usul ve teamüle uymayan lâhin mimârisiyle yer almaktadır. Bu tesbite göre okuduğumuz zaman salâtın Arapça kıraatında bozukluk meydana gelmektedir. Merhum Neyzenlerimizden Halil Can bu eseri, uzun bir çalışma neticesinde gerçek prozodi taksimatı ve kıraaatına uygun düşen 43 zamanlı bir “ Darbeyn “ usulü ile doğru olarak tesbit etmiştir. ( 6 )

O’ nun gerek bayram tekbiri ve gerekse salât-ı ümmiye’ sine ilâveten, Mâye Cum’a Salâtı ve Dilkeş-Hâverân Gece Salâsı da İslâm coğrafyasının camilerinde, Cuma ve bayram namazlarında 300 senedir coşku ile okunmaktadır.

Bunun dışında, Camilerdeki cumhur müezzinliğinin musıkî dahil bir çok uygulamasının, teravih namazları esnasında imam ve müezzinlerin makam değiştirme kurallarının da genellikle Itrî tarafından hayata geçirildiğine dair rivayetler vardır.
TEKKE MUSIKİSİ FORMUNDA YAPTIĞI BESTELER :

a) Nât-ı Mevlânası :
Mevlevî Âyinlerinden önce okunması değişmez gelenek olmuş ve “YÂ HABÎBALLAH, RESÛL-İ HÂLİK-I YEKTÂ TÜYİ “ mısraı ile başlayan bu eserin sözleri Mevlâna Celâleddin Rûmi’ ye aittir. Itrî bu eseri Rast makamında bestelemiştir.

20. yüzyılın önemli şairi Arif Nihat Asya ’nın na’tında dahi : “ Itrî bestelesin tekbîrini ” mısraı dahi, dolaylı olarak, bu güne kadar bestelenmiş en muhteşem na’t’ ın Itrî ’nin eseri olduğuna vurgu yapmaktadır.

Musıkîmizin abide seslerinden Safiye Ayla, haftada bir yayımlanan 1954 tarihli bir RADYO DERGİSİ’ ne yazdığı yazıda, Nât-ı Mevlâna’ nın besteleniş efsânesini şöyle anlatıyor :

Osmanlı İmparatorluğunun en azametli devirlerini yaşadığı sıralarda, Konya şehri Selçukîler devrinde olduğu gibi hakikî bir irfân yuvası halinde bütün Türk münevverlerinin merkezi olmuştu.

Günün birinde kadirşinas Konyalılar, Mevlâna’ya büyük bir türbe inşa ettirirler…Bilmem bu satırları okuyanlar arasında Konya’da Mevlâna Hazretlerinin türbesini görenler var mıdır? Ben iki kere gördüm…

Türk’ün sadelik içinde ihtişamını ve azametini gösteren bütün Türk abideleri gibi bu eserin de, daha ilk bakışta insana huzûr veren sadeliği ve o nisbette huşû içinde bırakan azameti vardır.

İşte bu büyük eserin resmî küşadı günü, memleketin her tarafından kervanlara baha biçilmez hediyelerini takdim etmeğe koşup gelen kadirşinas zenginler, mollalar, hocalar, talebeler, dindar büyük bir halk tabakası türbenin avlusunu bir mahşer yeri gibi kaplamıştır.

Dinî âyînle merasim başlamak üzere iken kapıda telâş içinde, yorgun, çekingen bir derviş görünür; sıkılarak içeri girer…O sırada, kıymetli hediyeler sahiplerinin isimleriyle sıralanmaktadır. Buhurdanlıklardan süzülen mistik ve güzel kokular içinde herkes, fakir ve zengin gözetilmeden sırasını almış, mûsikî merasimine hazırlanmışlardır.

Bu son gelen derviş kimsenin nazar-ı dikkatini celbetmeden başı önünde sessiz durmaktadır. Mûsikî başlar; bitmek üzere iken, mıtrıpların bulunduğu hücreye doğru, bu dervişin ağır adımlarla yaklaştığı görülür…Ve tam sırasında koltuğundan çıkardığı ney’ini çok azametli ve ilâhî bir nağme ile söyletmeğe başlar.

Herkes sükût içinde mest-ü hayran dinledikten sonra ney susar, fakat halkın heyecanı bu aziz dervişi göklere çıkarır. Elinden ve alnından öpenler, sırtını sıvazlayanlar ve takdîr için kendisine söyleyecek kelime bulamayanlar etrafını almışlardır.
Derviş, bu büyük takdirler önünde mahcup ve mahzun bir edâ ile:

“ – Hazrete hediye edecek kıymetli hiç bir şeyim yoktu…Bu naciz besteyi onun ruhuna ithaf ediyorum…Allah kabul etsin…” demişti….
İşte Itrî’nin ney’inden çıkan nağmeler Mevlâna Hazretlerinin ruhuna o günün en büyük ve ebedî hediyesi olmuştur…

Mevlevî âyînlerinde okunan bu beste “Naâtı Mevlâna”dır.
b) Segâh Mevlevî Ayini :

O’ nun besteleri içinde kuşkusuz ki, muhteşem ses ahengi taşıyan Segâh Âyin-i şerifinin yeri farklıdır.

Ocak aynının son günlerinde Yenikapı Mevlevihanesi’nde büyük bestekârın Segâh Mevlevi Ayini’yle açılışı yapılan etkinlikler, 2012 yılı boyunca O’ nun adına düzenlenecek seminer, panel, sergi ve konferansların bu büyük bestekârın hem yurt sathında, hem de uluslararası sanat plâtformunda tanıtımında büyük katkılar sağlayacağını ümidederek, kendisini rahmet ve muhabbetle yâdediyoruz.
_______________________________________________
D i p n o t l a r :
(1 ) Sadi Yaver ATAMAN , TÜRK İSTANBUL, İBB Kül. Ve Sos.İşl. D.Bşk. Kültür Md. Yayınları, İstanbul,2006, 2. baskı, s.
(2) Dr.Fazlı ARSLAN, ” Segâh Tekbîr, Salât-ı Ümmiye ve Mustafa Itrî Efendi ”, www.kalemgüzeli.net
(3) Dr.Fazlı ARSLAN,” a. g. e. ”
(4) Yılmaz ÖZTUNA, “ ITRÎ “, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1987, s. IX
(5) Yılmaz ÖZTUNA, “ a. g. e. “, s.33

(6) Ahmet Şahin AK, TÜRK DİN MUSIKÎSİ (Cami ve Tekke Mûsıkîsi ), Akçağ Yayınları, Ankara, 2009, s.82, 83

YARARLANILAN KAYNAK ESERLER :

Yılmaz ÖZTUNA “ ITRÎ ”, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1987.
Yahya Kemal BEYATLI, “ KENDİ GÖK KUBBEMİZ “, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 1983.
Rüştü ŞARDAĞ “ MUSTAFA ITRÎ EFENDİ ”, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1992.




Hoşgeldiniz