Sinan Çetin’in filmi* ve silah zoruyla GTM yasağı… Dr. Ayhan Sarı
Toplam Okunma: 4977 | En Son Okunma: 20.11.2024 - 18:49
Kimi gazete, internet ve dergi yazılarında yıllardır GTM yasağının “gelecek bütün müzik hayatımızı etkilediği” şeklinde ima ve yorumlar yapılıyor… Sözkonusu uygulamanın temellerinin o tarihten 100 yıl önce atıldığı ise hep gözardı ediliyor… II. Mahmud 1828′de neden Türk müziği konservatuarı değil de ilk Batı müziği konservatuarı Muzıka-y-ı Humayun’u kurdu? Yerli GTM hocalarını neden okullulaştırmadı, neden yabancı hocalar getirtti? Geleneksel Türk müziği(GTM) ve çalgılarının eğitiminin geliştirilmesi yerine neden Batı çalgılarını müziğimize soktu? II.Mahmud’dan Cumhuriyet ilanına değin neden GTM bestekar ve hocalarına üvey evlat muamelesi yapılmaya başlandı? GTM neden tâli (ikincil) meslek haline getirildi?..
İsmail Dede Efendi (1778- 1846) ‘artık bu işin tadı kaçtı’ sözünü neden sarfetti ardından da İstanbul’u sonsuza dek terketti?” şeklinde birçok soru ve düşünce üretilebilir.
Dünden bugüne Devlet uygulamalarının kaçta kaçı doğrudur, ne kadarı yanlıştır?..
Bu açıdan bakıldığında tartışılacak birçok şey var iken dönüp dolaşıp Cumhuriyet dönemindeki müzik yasağına gelmek müziğimize bir fayda sağlamamaktadır.
Son günlerde Sinan Çetin’in yönettiği, radyoda GTM yasaklanması olayını anlatan kısa metrajlı bir görüntü dolaşıyor dar ekranlarda… Filme göre o zamanlarda -yani 1934-36 arası- GTM seslendirdiğinizde veya dinlediğinizde güya jandarma tepenizde bitiyor… Film böyle çekilmiş.
Filmin yansıttığı gibi bir silahla zorlama ve bu suçtan da –yani GTM dinledi diye-herhangi bir Türk vatandaşının karakola alındığına dair belge de yok (varsa açıklanmalı).
Ama gel gör ki Sinan Çetin’in Filmi konuyu böyle aktarıyor…
Konunun özü(1):
Yıllardır bazı insanlarımız geleneksel Türk müziğinin(GTM) birbuçuk-iki yıl arasında bir süre Radyo’dan yasaklanması konusunu adeta yüzyıl efsanesine dönüştürdüler. Çoğu da gerçekleri araştırmadan, belgeye dayanmadan, birbirinden duymuş, okumuş şekilde yansıttılar. Bu gibi sebeblerle mahzun bir efsane haline getirilmiş bulunan “GTM’nin yasaklanma konusu” bizce artık kabak tadı verse de, kimileri nezdinde lezzeti yıllardır giderek artan “yasak meyve” tadına dönüşmüştür… Çoğunluk Türkiye toplumu gerçeklerden ziyade bu tür dedikodusal söylemlerden daha çok zevk alır hale gelmiş/getirilmiş midir?
Yeni bir şeyler söyleseler biz de faydalansak ama öyle olmuyor… Mevzuyu Temcit pilavı gibi önümüze sürüyor da sürüyorlar.
Nedir bu geleneksel Türk müziği yasaklanma olayının iç yüzü?
Öncelikle yasak tarih periyodunu Murat Bardakçı, Can Dündar gibi (sekiz ay şeklinde) yanlış aktaranların yanlışını düzeltelim:
Sözkonusu yasak 2 kasım 1934 Cuma - (5 Şubat 1936 Çarşamba - 1.aşama) 6 Eylül 1936 pazar tarihleri arasında 1 yıl 10 ay 4 gün sürmüş olup özü şudur:
“Atatürk’ün TBMM’nin 4.Dönem, 4.Toplanma yılını 1 Kasım 1934 günü yaptığı açış konuşmasından esinlenen Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim Tör’ün(1897-1985), bağlı bulunduğu Dahiliye Vekili Şükrü Kaya’ya(1883-1959) Radyo’dan geleneksel Türk Müziğinin (GTM) yasaklanmasının önermesi üzerine GTM 2 Kasım 1934’de radyo yayınlarından kaldırıldı. 1 yıl, 10 ay, 4 gün sürecek (2 kasım 1934, Cuma-6 Eylül 1936, pazar). olan kararla ilgili olarak Anadolu Ajansı 3 Kasım 1934’de şu haberi geçiyordu:
“Ankara (AA)- Dahiliye Vekaletinin bugün TBMM’de Gazi Hazretlerinin alaturka musiki hakkındaki irşadlarından ilham alarak, bu akşamdan itibaren alaturka musikinin radyo programlarından tamamen kaldırılmasını ve yalnız Garb tekniğiyle bestelenmiş motifleri, milli musiki parçalarımızın Garb tekniğine vakıf sanatkarlar tarafından çalınmasını alakadarlara bildirmiştir.”
Konu “Bir duman varsa istediğin gibi ateş yakabilirsin” şeklinde özetliyebileceğimiz tipik gazeteci mantığıyla örnekleştirilerek geliştirilmiş, belgesiz ve de istediği yandan bakan bilgilerle -nereden- nereye getirilmiştir…
Sinan Çetin’in “film”inden
* * *
Popülist gazete, internet ve kimi dergi yazılarında, toplum hayatı içinde hiç sayılabilecek kadar kısa olan sözkonusu yasağın “gelecek bütün müzik hayatımızı etkilediği” şeklinde ima ve yorumlar yapılıyor ki -Toplumların kültürlerini değiştirmede 300 yıl bile yeterli gelmezken- bu kadar kısa bir sürenin müzik hayatımızı etkilediğini düşünmek, sonuç çıkarımı açısından işin kolaycılığına ve dar görüşlülüğüne kaçmaktan başka bir şey değildir.
“Yanlıştır, yerine başka uygulamalar yapılabilirdi. O uygulamalar olmasa Batı müziğiyle o kadar koyu bir şekilde tanışmayabilirdik” veya “1828′de II. Mahmud(Saltanat 1808-1839) neden Türk müziği konservatuarı değil de Batı müziği eğitimi veren Muzıka-y-ı Humayun’u kurdu? Geleneksel Türk müziği’nin(GTM) ve çalgılarının eğitiminin geliştirilmesi yerine neden Batı çalgılarını müziğimize soktu? Yerli GTM hocalarını neden okullulaştırmadı, neden yabancı hocalar getirtti? Mehteri külliyen neden kapattı? Neden GTM uğraşanlarımızın birinci mesleği GTM olamadı? Neden hemen tümü memurluk, avukatlık, doktorluk, esnaflık vb gibi tâli bir meslekle geçimini sağlayıp, müziği ise mesai dışındaki zamanlarında yapmak zorunda kaldı?” şeklinde birçok soru ve düşünce üretilebilir.
Dünden bugüne Devlet uygulamalarının kaçta kaçı doğrudur, ne kadarı yanlıştır?.. Bu açıdan bakıldığında tartışılacak birçok şey var iken dönüp dolaşıp müzik yasağına gelmek müziğimize bir fayda sağlamamaktadır.
Sinan Çetin’in “film”inden…
* * *
GTM eğitimi 1926 yasaklanmış, 1943’de Hüseyin Saadettin Arel’in İstanbul Belediye Konservatuarı’nın başına geçmesiyle kaldırılmış, radyo yasağı ise Anadolu Ajansı’nın yukarıdaki haberinde belirtildiği gibi 2 kasım 1934 Cuma başlamış, 6 Eylül 1936 pazar günü aşağıda verdiğimiz Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyeti üyesi Santuri Zühtü Bardakoğlu ile Ayhan Sarı görüşmesindeki (26 Nisan 1989 Bkz: Ayhan Sarı “Türkiye’de İlk Ney Metodu, Santur Metodu ve Ziya Santur” Dokuz Eylül Üni. Sos. Bil. Ens. Yüksek Lisans Tezi, 1989, İzmir) canlı tanıklığıyla birinci ağızdan sizlere aktardığımız, anlattığımız yaşanım ile sona erdirilmiştir. Özeti budur. Öncesindeki ve sonrasındaki ilgili ayrıntılar aşağıda sunulmuştur.
* * *
Konunun özüne dayanan detayını 1995’de kaleme aldığım “Cumhuriyetimiz ve Geleneksel Türk Sanat Müziği” başlıklı (Orkestra Dergisi Ocak 1995, sayı: 253 ve Kültür Bakanlığı, Sanat Dergisi 1996 sayısında yayınlanan) makalemde kaynaklarıyla dile getirmiştim.
Atatürk’ün vefatına dek Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyeti’nde görev yapan ve hala(1989) Ata’nın yanıbaşında kendi deyimiyle ‘Ata’yı bekleyen’ Santuri Zühtü Bardakoğlu (1903-1993) ile Ayhan Sarı’nın 26 Nisan 1989, Ankara’da yaptığı görüşmede, Bardakoğlu yasağın kaldırılışı hakkındaki anısını şöyle anlatmıştır:
“… Bu yasak çıkınca biz Radyo’ya (Ankara) gidemez olduk. Bursa Milletvekili Dr. Rasim Ferid (Talay)Bey Atatürk’ün yakın arkadaşıydı. Müziği seven insanlardı. Hanımı piyano, kızı tanbur ve viyolonsel çalardı. Bu sıralarda ben Rasim Bey’in kızına ders için evlerine gidiyordum ve ekseri yemeğe de kalırdım. Bu sıralarda Rasim Bey bana dedi ki:
- Bana bando şefi Veli Bey’i (Kanık)(1881-1953) getirir misiniz? Biz Türk musikisi sazlarıyla Garb müziği sazlarından birleşme bir grupla biraz da kontrpuanla bestelenmiş eserleri üretmek ve çalmak ve bunu da Atatürk’e dinletmek istiyoruz. Bunu yapar mısınız?
Çünkü siz her iki tarafı da biliyorsunuz…
Veli bey hem Türk müziğini hem de Garb müziğini iyi biliyordu. Veli Kanık önce kabul etmedi. Ondan sonra orkestranın maestrosuna teklif ettik. Kabul etti ve geldi. Hafif bir armoni uygulamasıyla Garb müziği sazlarından keman, viyolonsel ve bizim sazlarla Benli Hasan Ağa’nın Rast Peşrev ve Saz Semaisini adapte ettik. Biz orada Cumartesi günleri çalışırdık. Mesai bittikten sonra da isteyen gider, isteyen kalırdı. Akşam üstü sofralar kurulur, Türk müziği sazları çalınmaya başlanırdı.
Yine bir hafta sonu çalışma esnasında Atatürk birden bire teşrif buyurdular:
-Geçiyordum, evinizde saz sesleri duydum da bakayım dedim. Rasim Bey ne yapıyor diye?
Tabii ki Ata bilinçli gelmişti. Bize espri yaptılar. Rasim Bey de çalışmaları anlattı: ‘karma bir müzik çıkarmaya çalışıyoruz paşam’ diye.
Atatürk ‘güzel çalışın’ dedi ve bir kahve içtikten sonra:
‘akşamları ne yapıyorsunuz?’ diye sordu. Biz de isteyenlerle yemeğe kaldığımızı, çalıp söylediğimizi belirttik… Ata, haftaya geleceğini söyleyip gitti.
Ertesi hafta Cumartesi gündüz çalıştık. Bu meyanda Tanburacı Osman Pehlivan da(1874-1942) gelmişti. Akşama doğru Atatürk teşrif ettiler. Mutfağını aşçısını herşeyini beraberinde getirmiş bir araba. Biz Ata’nın hoşlanacağı şarkıları çalmaya başladık. O sırada Atatürk Tanburacı Osman Pehlivan’ı dinlemek istedi. Çünkü Osman Pehlivan’ın sazı bizim sazlarla çalmaya müsait değil. Tek başına çalar ve okur. Türkiye’de yayan gezmek suretiyle mahalli ve Rumeli türkülerini toplamış. Sermayesi bundan ibaret.
Atatürk O’nu yanına oturttu ve ‘hadi çal bakalım’ dedi. O da başladı çalmaya. Bir çaldı, iki çaldı ve bir süre sonra Ata vecde geldi.
Gözleri dolu dolu olmuştu…
‘Sen bana bu türkülerle annemi hatırlattın’ dedi.
Osman Pehlivan da bunun üzerine:
-Paşam, ben sizin annenizin okuduğu türküleri çaldım. Siz annenizi hatırladınız. Müsaade buyrun, şu vasıtayı (radyoyu) açın da Türk milletine oradan sesleneyim. Onlar da annelerini hatırlasınlar’ deyince Atatürk:
- “Yarın Radyoya git ve türkülerini orada çalmaya başla. Eğer bir şey derlerse ‘burası sizin malınız değil, Türk milletinin malıdır’ dersin. Annesini hatırlamak Türk milletinin de hakkı” cevabını verdi.
Ertesi gün (Geleneksel Türk müziğinin Radyo’da yeniden başlaması tarihi olan 6 Eylül 1936 tarihi Pazar gününe rast gelmektedir. Çalışmalar Cumartesi günleri yapıldığına göre anlatılanların doğruluğu konusunda önemli bir kanıt elde edilmiş oluyor.)
Osman Pehlivan Radyoya gitmiş ve Atütürk’ün emriyle müziğini icra etmiştir. (Aynı olay Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyeti üyesi Hafız Yaşar Okur’un anısına dayandırılarak 1943’de Osman Ergin tarafından Türkiye Maarif Tarihi, C 5, fs.1538’de anlatılmıştır.)”
Akşam Gazetesi’ndeki haber şöyledir:
“Radyo Programlarına Milli Havalar Konuluyor – Matbuat Umum Müdürlüğü İstanbul Radyosu programına milli havaların konulması için radyo şirketine bir tezkere göndermiştir. Bu tezkerede, Tamburacı Osman Pehlivan’ın radyoda Türk halk havaları çalması ve söylemesinin muvafık görüldüğü bildirilmiştir. Sanatkar, milli musıki örnekleri vererek ve milli çeşnileriyle halk havaları söyleyecektir. Ancak fasıl ve enderun musikisine temas etmeyecektir.” (05.02.1936)
Böylece geleneksel Türk müziği yayınları yeniden başlamış oluyordu. Zühtü Bardakoğlu Ayhan Sarı’ya anlattığı anılarında o zamanlar yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre Türk müziğinin yasak olduğu zaman içinde Philips firmasının radyo alıcısı cihazlarının satışlarının düştüğünün belirlendiğini ve bu firmanın da yasağın kalkması için müracaatta bulunduğunu söylemektedir.
05 Eylül’de Ankara Radyosu müdürlüğüne Veli Kanık’ın getirilmesiyle geleneksel Türk müziği yayın yasağı tümüyle kaldırılır (6 Eylül 1936). (Oransay sf. 125)
Telsiz Telefon Türk Anonim Şirketi ile Posta Telgraf ve Telefon (PTT) Umum Müdürlüğü arasındaki on yıllık sözleşmenin sona ermesi, İstanbul ve Ankara radyo istasyonlarının devlet eline geçmesi konusu Cumhuriyet Gazetesi’nde şöyle aktarılıyordu:
“İstanbul Radyosu Hükümet Elinde, Nafia Vekaletinin Emrile Dün Şirkete Vaziyet Edildi – İstanbul radyosunu işleten Telsiz Telefon Türk Anonim Şirketi 7 Eylül 1926’da hükümetle mukavele yaparak radyo neşriyatına başlamıştı. On senelik olan bu mukavelenin müddeti pazartesi akşamı bitmektedir. Esasen şirketle hükümet yeni bir mukavele yapmadığı için hükümetin pazartesi günü şirkete vazıyed etmesi bekleniyordu. Fakat dün verilen ani bir emirle Posta Başmüdürü Nazif’in riyaseti altında bir heyet kurulmuş ve heyet İstanbul radyosuna giderek şirketin bütün eşyasına ve neşriyatına vaziyed etmiştir.” (05.09.1936)
Görüldüğü gibi GTM yasağının kaldırılması hususunda Tanburacı Osman Pehlivan ve Riyaset-i Cumhur Orkestrası klarnet sanatçısı Veli Kanık isimleriyle anılan iki aşama sözkonusudur. İki isim de Santuri Zühtü Bardakoğlu’nun Ayhan Sarı’ya anlattığı yaşanımda geçmektedir.
Atatürk 1938’de ölmüş, İsmet İnönü iktidarı 1950’de Adnan Menderes’e devretmişti. TRT -1960 İhtilali sonrasında- 1964′de kurulmuş, eski radyo sanatçılarının yanına yeni sanatçılar alınmış, GTM araştırma komisyonları kurulmuş, birçok çalışmalara girişilmiş iken;
GTSM tarihine imzasını atmış Hüseyin Saadettin Arel’in ilk -aynı zamanda son- kuşak öğrencileri gelecek on yıllarda İstanbul kemençesine (H.G. Farmer’in(1882-1965) rebab sınıflamasından kopyalayarak) yaptıkları o garip benzetmenin (Armut) artık lezzeti değişmiş meyvesini toplayacaklardı…(1)
___________________________
Dr. Ayhan Sarı - 23 Ocak 2012
* Sinan Çetin filmi için gerekirse Bkz:
http://www.youtube.com/watch?v=Bj5A6jnAkM8
(1) Yazının tümü için BKZ: http://www.musikidergisi.net/?p=1732