Müzik Öğretmenlerimiz ve MEB… Göktan Ay
Toplam Okunma: 3517 | En Son Okunma: 22.11.2024 - 01:02
Milli Eğitim Bakanımız Sn. Ömer Dinçer’in “birlikte şarkı söyleyemiyor, çocuklarımıza çalgı çalmayı öğretemiyoruz v.b.” sözlerini basında okuyunca, gerçeklerin MEB üst makamlarınca paylaşılması iyi oldu. Ardından Sn. Dr. Ayhan Sarı’nın konu ile ilgili makalesinde(1) görüşlerini ve müzik öğretmenleri sorunlarını ele aldığını gördük. Konu, sanat ve müzik olunca köşe yazarlarımız ilgilenmedi, çünkü hayatın her şeyi olan! popüler kültür ve siyaset ağır basıyordu!..
1976 lı yıllarda, özellikle halk oyunları toplulukları ile ülke dışındaki yarışmalara ve festivallere katılan ve derece alan uzmanların anlattıkları ile Sn. Bakan’ın söylemleri örtüşüyordu, aradan 35 yıl geçmesine rağmen… Anlatılanlara göre, akşamları yapılan eğlence ve tanışmalarda her grup toplu olarak şarkılar ve türküler söylerken, bizim üyelerimiz birlikte bir şarkıyı/türküyü sonuna kadar, doğru olarak okuyamıyordu. En sonunda “Üsküdar”a girilip, kafa göz yara yara iş kurtarılmaya çalışılıyordu.
Bunun sebebi, halk oyunları alanında eğitim alan kişilerin müzikle-ritimle tanışmaması, oynadıkları oyun ezgilerinin sözlerinin öğretilmemesiydi…Hep figür ve harekete önem verilmiş, diğer ana unsurlar –öğreticilerce bilinmediği için olsa gerek- es geçilmişti…Neden halk oyunlarını örnek verdik, sebebi ülke çapında –seviyesi ne olursa olsun-bütün okullarda uygulamalı olarak yapılan en geniş sanat dalı olduğu için tabii ki…Ancak, durum diğer meslekler içinde geçerli…
Ama halk oyunlarında ne oldu?; yıllardır büyük mücadelelerle elde edilen Konservatuarlar Halk Oyunları Bölüm Mezunları’nın HEM kadrolu öğretmenlerinin, 80/2009 sayılı kararname ile hakları ellerinden alındı ve kadroları ile müzik öğretmenliğine geçişleri yapıldı..Hem de bölümü “halk oyunları” olan, ana sanat dalı “halk oyunları” olan, derslerinin ağırlığı “halk oyunları” olan, diplomalarında “halk oyunları bölümü” yazan mezunlar.. Komik olan, bu uygulamanın neden yapıldığı, kimin yaptığı, hangi rapora dayandığı hala öğrenilemedi…
Şimdi anlaşıldığı üzere, yeni Bakanımızla, yeni bir dönem ve uygulamalara geçiliyor…
“MİLLİ Eğitim Bakanlığı (MEB), okullarda yönlendirme ve sanatsal faaliyetlerin daha etkin hale getirilmesi için bir takım değişikliklere gidiyor. Buna göre seçmeli ders saati oranı artacak, sınav odaklı olmayan bir müfredat dönüşüm programı uygulanacak. Ayrıca genel ortaöğretim, mesleki ve teknik ortaöğretim okul türü yerine program çeşitliliğine göre yeniden yapılandırılacak. 2012 yılı hükümet programında eğitime ilişkin hedefler de yer alıyor.
Eğitim sisteminin mevcut durumuna ilişkin bilgilerin yer aldığı programda, eğitim sisteminde kaliteyi yükselten bir dönüşüm programının uygulanacağı belirtilerek eğitim yönetimi, öğretmen yetiştirme süreçleri, müfredat, eğitim, ortam ve araçlarının bu dönüşümü destekleyecek şekilde güçlendirileceği bildirildi.
Öğrenciler, iyi bir üniversite hayatının akademik performansın yanı sıra iyi yönetilen bir sosyal hayatla mümkün olduğunun ayırdında olmalıdır. Bu nedenle, tercih yapacakları okulun sosyal açıdan kendisine sağlayacağı vizyonu ve yenilikleri araştırmalı ve sorgulamalıdırlar. Bilginin ve yaşamın küreselleştiği zamanımızda, küreselleşme olgusunun öğrenimin de önemli bir boyutu olduğunun bilincinde olmamız gerekmektedir. Artık sorumluluk almak, bir dünya vatandaşı olmak bir seçenek değil, bir gerekliliktir…Basından”
Bu çalışmalar; müzik öğretmenlerinin yeterliliğini de/müzik öğretmenliği eğitim kurumlarının programlarını da gündeme taşıyacaktır, taşımalıdır da… Bildiğim kadarı ile 1996 yılından bu güne kadar müzik öğretmenleri için “hizmet içi seminer” düzenlenmemiştir. Sürekli ders saatleri ile, not içi-not dışı yapılarak üzerinde oynanmıştır. Ormana bakmaktan, ağaçlar görülememektedir.
Bir müzik öğretmeni mezun olurken, nasıl bir ana, bir yan çalgıyı iyi derecede çalmadan mezun edilebilir?…
Bir müzik öğretmeni, nasıl kendi ezgilerini, şarkılarını / türkülerini / bestecilerini / aşıklarını öğretmez, batının değerlerini göklere çıkarabilir?..
Maalesef bunlar vb. yaşandı / yaşanıyor…
“Türkiye kültürel bir soykırıma uğratılmış bir ülke, hala da uğratılıyor. Dil konusu bizim başımızın derdi konumuna gelmiş durumda. Bizi millet eden dilimizdir, kültürümüzdür. Kentsel dönüşüm ne kadar elzemse, bugünkü kültürel dönüşümden de dönüşüm o kadar elzem”*
Ülkemizde batı müziği vesayeti, İstanbul Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nın kurulması ile (1975) kırılmaya başlandı. Bu okulda yapılan batı-Türk müziği eğitimi, bakışları olumlu olarak değiştirdi…Bir milletin önce kendi değerlerini, sonra batı ülkelerinin değerlerini öğrenmeleri gerektiği anlaşıldı…Kısa zamanda, yeni eserler yazacak kompozitörler yetiştirilmesi, çalacak orkestralar kurulması, Türk müziğinin orkestra düzeni içinde uygulamalara atılması yolu açıldı…Çünkü, her işin başı eğitimdi…Eğitmezseniz, takipsizliğe/başı bozukluğa ve marjinalliğe yol açılır ki, bu da ülke sanatı için hiç yararlı olmamaktadır…
Evet son yıllarda, üniversitelere bağlı konservatuarlar; GSFler, müzik eğitimi bölümleri çoğaldı…Peki, kaliteli kadrolu öğretim üyesi olmadan, sanatta ilerleme nasıl sağlanacak?…Bu kurumlar nasıl gelişecek?…Uçak Mühendisliği, Mimarlık, Endüstri Mühendisliği v.b. ile sanat kurumlarını aynı şartlarda zorlamak çözüm mü? Elbette ki hayır…Bakınız sanat kurumları, yabancı dil zorunluğu nedeni ile Dr./sanatta yeterlik yapmış eleman bulamıyor…Yüksek lisanstan sonra, sanatında iyi olanlar ilerleme yapamıyor…Yabancı dile önem verenler, sanatı bırakıyor…O halde, YÖK bir an önce karar vermeli…sanat mı? yabancı dil mi?…
“… Demem o ki,
Dizilerin biri bitip, bir başkası başlarken müzik girmez oldu evlerimize…
Müzik programları yaygın kanallardan kaldırılıp, müzik kanallarına hapsedildi.
Bizlere de dizilerle, magazin programlarıyla başkalarının hayatlarını izlemek kaldı.
Dikkat ettiniz mi, son dönemdeki reklamlar, eski unutamadığımız şarkıların sözlerini değiştirerek “kulaklarımızın pasını” siliyor. Reklamlarla eğleniyoruz!
“Tarlaya Ektim Soğan” türküsünün sözlerini değiştiren bir tanesi “aynı nağmeleri dinlemekten sıkılmadınız mı?” diyor…
Doğrusu, yenilerde eski tadı bulamayınca, aynı nağmeleri dinlemekten de sıkılmıyor insan.
Müziğin toplumlar üzerindeki etkisini, şarkı sözlerindeki değişimin irdelenmesini, televizyon yayıncılığındaki değişimi uzmanlarına bırakalım ama, “Müzik ruhun gıdası” değil miydi?..”**
Peki 2012 de durum nasıl?
. . .
Ne cevap verirdiniz?!…
Yazımızı güzel bir şiir ile bitirelim;
“7 yaşında bile değildim.
Babam din görevlisi…
Tuzluca Kaymakam’ı çağırmış babamı.
Ben de yanındayım.
Genç bir delikanlı…
Babam içeri girerken esas duruşta.
Kaymakam Bey, içeri buyur bile etmedi.
Bir şeyler söyledi…
Sonra da kapıyı gösterdi…
***
O gün, hayatıma sirayet etti.
Korku mu?
Saygı mı?
Yoksa…
Gelenek mi?
Kim olursa olsun…
Hangi makamda olursa olsun…
Devlette görevli sıradan bir memur bile olsa…
İçeri girdiğimde, önümü ilikledim hep…
Babamdan öyle gördüm çünkü…
***
Baba söz konusu olunca…
Akan sular durur bizde…
Ayak ayak üste atmak olmaz…
Çocuğunla konuşmak olmaz…
O yanındayken…
Elin cebinde olmaz…
Velhasıl, adetler katıdır bizde…
Yıkılmaz! “***
_____________________________________
* Güllüce, İdris; Şehirlerimizin Geleceği, Tehditler ve Fırsatlar” sempozyumu açılış konuşmasından…,İstanbul, 19.11.2011
**Kaptanbaş, Yasemin; Müzik, evimizi terk etti! Farkında mısınız?, Posta, 02.12.2011
*** Özışık, Hadi; Binnaz Toprak’ın 1950′deki hesabı, İnternethaber.com, 20.10.2010
(1) Dr. Ayhan Sarı “Milli Eğitim Bakanı söyleminden, müzik hayatımıza objektif bir yol oluşturabilir miyiz?..” http://www.musikidergisi.net/?p=2001