Türk Dünyasında “Sarı Gelin” Türküsünün Yeri*… Doç. Dr. Kemale Aleskerli**
Toplam Okunma: 11416 | En Son Okunma: 23.11.2024 - 10:30
“Sarı Gelin” türküsü yalnız Azerbaycan’da değil, tüm Türk dili konuşan halkların soy kökünü, yaradılış kurallarının içeriğini aydınlatarak, tarihi gelişme yolunda bile kendi etkisini yitirmemiş, “görüntü” şeklinde “insanlaştırılıp”, insan biçimine salınsa da, gerçek anlamda kod – şifreye dönüşmüştür.
Giriş
Bütün eski halklarda olduğu gibi, Azerbaycan halkının da soy kökünde var olan dini- mitoloji, kozmogonik tefekkür ve dünya görüşü çok eski çağlara dayanıyor. Halkın inançlar dünyasında öğle bir nesneler var ki, onları bu şekilde ifade etmek mümkünse, “kan hafızası” diye adlandırabiliriz. Azerbaycan halkının kültürel ve maneviyat dünyasının büyüklüğünü, etkileme gücünü ortaya çıkaran bazı görüşler, inançlar, fikirler mevcuttur ki; Onlar eski çağlardan bu yana ilkel şekilde ortaya çıkarak, sonraları biçimlenmiş, dış görünüşü değişse bile, kendi içeriğini korumayı başarmıştır.
Konumuz olan “Sarı Gelin” türküsü bu anlamda yalnız Azerbaycan’da değil, tüm Türk dili konuşan halkların soy kökünü, yaradılış kurallarının içeriğini aydınlatarak, tarihi gelişme yolunda bile kendi etkisini yitirmemiş, “görüntü” şeklinde “insanlaştırılıp”, insan biçimine salınsa da, gerçek anlamda kod – şifreye dönüşmüştür. Bu araştırmada tarihçileri, etnografları, filologları, müzisyenleri uzun yıllardır düşündüren “Sarı Gelin” türküsünün -yalnız Türk dünyasına ait olmasını kanıtlamak amacıyla- ecdatlarımız tarafından bize aktarılan öğütlerin şifrelerini çözmeye çalışılmıştır.
Önce söylememiz gerekiyor ki, “Sarı Gelin”in ortaya çıkış tarihi, başlangıcından itibaren, birçok araştırmacıları öteden beri düşündürmüştür. Günümüzde doğru sonuçlara varanlar da olmuştur. “Sarı Gelin”i araştırmak için her şeyden önce, bir-birine uzak olan ayrı ayrı bilim alanların bedii tefekkürle bağlılığını ortaya çıkarmak gerekiyor. Çünkü “Sarı Gelin” – sıradan bir türkü değildir. Bu türkü geçmişimizi öğrenmek, geçtiğimiz yolu aydınlatmak için etnogenezimizin (bir milletin kökeni) temelinde duran sanki “kan hafızasında benimsenmiş” bir yoldur, asırların derinliğinden günümüze kadar bırakılan bir hikmettir. Bu türkü içinde her şeyi – müziğini, dinini, dilini, ahlakını, en önemlisi ise; İnsan ile Doğanın birliğini, ilişkisini birleştirmiştir.
Bu türküyü araştırmak tabi ki, karmaşık emek istiyor. Yalnız bu şekilde araştırma yapmakla bazı amaçlara ulaşmak mümkün olabilir. Bu yüzden “Sarı Gelin”i araştırmak için mecburen Toponimi, Dilcilik, Müzik, Etno- Soy Psikoloji, Tarih, Edebiyat gibi bilimlerin ışığında “uzak geçmişe” bakmak gerekmektedir.
Türkü ile ilgili belli delilleri gözden geçirirken, anlaşılıyor ki, ulu, müdrik halkımız “Sarı Gelin”i miras gibi geleceğe aktarmış, bizlere bırakmıştır. Bu türkü; Esrarengiz, “ulaşılmaz” söz ve müziğiyle asırların derinliklerinden, tarihin amansız fırtınasından süzülüp, nesilden-nesle geçmiş ve günümüze kadar gelip bizlere ulaşmıştır. O yüzden bu türkünün yaşını belirlemek bile mümkün değildir. Ama “Sarı Gelin”i diğer Azerbaycan halk türkülerinden farklılaştıran bir şer vardır, bu türküler içerisinde onun yeri özeldir, başkadır. Peki, acaba neden bu böyledir?
Önce türkünün ismine dikkat edelim ve “Sarı” sözünün anlamını açalım. Türk dili konuşan halklarda “Sarı” renginin eskiden mitoloji inanışla ilişkili olduğu yaygınlaşmıştır. Eski insanın tasavvurunda açık renkler iyilik simgesinin, tanrısının belirtisi olmuştur. Ecdatlarımız açık renkli zerreciklerden “İyilik” başlangıcının olduğuna inanıyorlarmış. Bu yüzden de Işığın bölgesi olan Sarı Güneş, eski insanın tasavvurunda sıradan değil, eşsiz, yüce sayılmıştır.
Demek ki, “Sarı” renk – Güneşin rengidir, ama diğer taraftan da, sarı yön de bildirmektedir. Özellikle doğada dört ana ( güneş, su, toprak, hava) öğelerinden oluşan, en önemlisi olan Güneşe, Ateşe doğru yön demektir (!)
“Güneş” – Türk halklarında sonsuzluk, hayatın simgesidir, ateş ise onun parçasıdır. Evreni yaşatan Güneş şuası – ateş öğesi, doğa kuvvetidir. Sarı kız, Güneşin kızıdır, Baharın simgesidir. Güneşin şuasının içerisinden çıkan kız, Güneşin insan hali, Işık kız, insanlaşan (insan haline dönüşen) kızdır. Sarı renk, Güneş Tanrısının rengidir. Sarı renk Güneşle ilişkili olduğu için, Türk dili konuşan halklar onu kuvvet rengi gibi kabul etmişlerdir.
Şimdi de “Gelin” sözünün anlamına dikkat edelim. Gelin sözcüğünde, eğer “i” harfine vurguyla söylersek, “evlenen”, yani aile sahibi olacak kız anlamına geldiğini göreceğiz. Ama işin enteresan tarafı odur ki, “e” harfine vurgu kullanırsak, o zaman “Gelin”, aynen “sarı” sözü gibi, yön bildirmiş olacaktır.
Burada çok önemli noktaya dikkat çekmek istiyoruz. “Sarı” kelimesi Azerbaycan dilinde, gramerinde eş sesli olduğu için hem renk, hem de yön bildirmektedir. Şifreyi çözmeye çalıştığımız, açıkladığımız bu kısımda “sarı” kelimesi yönü anlatıyor. Buradan şu sonuçlara varılıyor ki, eski çağlarda başlangıç, varlık, ilahilik, kudret simgesi olan, Ateşe, Güneşe tapınma manasını bildiren “Sarı Gelin”in, yüzyıllarca sonra evlenen kız biçimine dönüşülmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu da Mitoloji, İçtimai- Felsefi, Bedii Tefekkür ve fikirler, çevredeki ortam değiştikce, unutulmuştur.
Demek ki bizim ecdatlarımız kendilerini Doğanın bir parçası ve Doğayla sıkı bir birlik şeklinde olduklarını anlıyorlarmış. Eski insanlar onları saran dünyayı o kadar doğru ifade edebiliyorlarmış ki, bu türkü aracılığıyla ta eski çağlardan beri bilim, sanat ve müziği bir araya getirmişlerdir.
Buradan anlaşılıyor ki eğer Güneş ta eski çağlardan Evreni yaratan esas tanrı olarak bilinmişse, o zaman bir çok Türk dili konuşan halklarda “Sarı Gelin” ikili karakter taşımıştır. Bunlardan asıl ikincisi ecdatlarımızın bizlere anlattığı öğüt şifrelerinin çözülmesini aydınlatmaktadır:
1 - Sarı gelin – Güneşin bölgesi, onun ışığının temsilcisi gibidir;
2 - Sarı gelin – Güneşin durduğu en yüce zirveye, doruğa, sonsuzluğa, Tanrıya sarı (“doğru” anlamında, yön bildirerek) çağrı gibidir (!)
Türkünün metininde Ateşten (Güneş) başka, bildiğimiz diğer üç doğa – hava, su, toprak unsurlarına da rastlanıyor ki, bu da hiç tesadüf olarak çıkmamaktadır. Müziğin özelliğine dikkat edelim. Onu lirik türküler listesine dahil etmek hiç doğru değildir. Çünkü türkünün sözlerinin gizli, içten anlamı vardır. Asıl bu “söz hikmeti”nin, söz açılımının üzerinde araştırma yapıp, “Sarı Gelin” türküsünün sır dağarcığı olmasını belli etmek mümkündür.
Bu sırrın karşısında bazen en güzel yorumcular bile güçsüzdür, çünkü bu türkü, yorumcudan özel ortam, insanda ki maneviyat ve psikolojik istek ve temiz bir kişi talep etmektedir. Bu yüzden de “Sarı Gelin” her hangi ve sıradan bir yorumcunun icra edebileceği bir türkü değildir.
Türkünün özelliklerini incelerken, onun ilk görünüşte basit gözüken sözlerine, içeriğine özel olarak dikkat etmeliyiz. Çoğu kişinin düşüncesine göre “Sarı Gelin” , bir şahsın kavuşamadığı, bir kıza olan sonsuz aşkı hakkında bir türküdür. Aslında türkünün anlamının hiçbir kızla alakası yoktur. Tüm mazmun “ulaşılmazlık” mevhumu üzerinde kurulmuş ve mecaz anlamda kullanılan söz ve ifadelerde saklanmıştır. Dikkatimizi bu özelliklere yönlendirip, türkünün sözlerini satır satır izleyelim.
“Saçın ucun hörmezler” – aslında bu cümle kızın saçının değil de, Gökten gelen Işığın, Güneşin şualarının ulaşılmazlığı anlamını ifade eden alegoridir. Hem de unutmayalım ki, Güneşin saçlı kızı kendi kendiliğinden, Doğa olayıdır. Onun sıcaklığı çok olduğu için saçlıdır (saçlar onun şualarıdır).
“Gülü sulu dermezler” – cümlesi hayat çeşmesi, kaynağı anlamını veren Suyun insana, doğaya, hayvana hayat vermesini anlatıyor ve sabah sabah gülün koparılması kutsal sayılana karşı günahtır. Türkünün bir çok mısralarının sonuna dikkat edersek, “etmezler” – yapmak olmaz, yasaktır gibi kelimelerle karşılaşmaktayız. Genellikle, Doğaya, dört ana unsura, öğeye karşı kullanmak yasaktır, “olmaz” anlamını verir.
“Bu sevda ne sevdadır?” – Tanrıya olan aşkın sınırsızlığını bildiriyor.
“Seni bana vermezler”–Tanrıya kavuşmanın mümkün olmayacağı anlamına gelmektedir. Burada yine alegoriyle karşılaşıyoruz, tek mevhumun (Tanrı) net bir karakterde (kız karakterinde) saklı bir ifadesi vardır. Aslında Tanrıya ulaşmanın gayri mümkünlüğünü ifade etmektedir ve konunun çıkış noktasını “Neynim aman, aman, Sarı gelin”, yani “Neynim aman, aman, (Tanrıya) Sarı (doğru) gelin”– anlamına gelen mısrasında görülüyor.
“Bu derenin Uzunu” – yine söz mecaz anlamda kullanılmıştır, aslında büyük bir uzaklık, yıldızlar ile aradaki mesafe anlamını veriyor. Bu konuda aşağıdakilere dikkat edelim.
“Çoban gaytar (türkçesi: geri getir) kuzunu” – uçurumlu yere girmemek için çobanı geri dönderen bir duadır, aslında saklı bir şekilde adı geçen Kehkeşan (Saman yolu), Ak yol, Süt yolu simgesidir (!)
Kehkeşan‘ a ait ta XII yüzyıl ünlü Azerbaycan mütefekkiri Nizami Gencevi şöyle söylemiştir:
Sanma vermez felekde aman yolu Kehkeşan,
Deymez birce arpaya saman yolu Kehkeşan.
Havalanıb felekden uçmalısan, uçmalı,
Sanma ki, dar dünyanı gucmalısan, gucmalı
(“Sırlar hazinesi”, onuncu sohbet)
Konu açılmışken, Kehkeşan – içerisinde Güneş sisteminin yerleştiği Galaksinin ismidir, burada bir daha “Sarı Gelin”in Güneş sistemiyle bağlılığı vurgulanıyor(!)
Demek ki, türküde, eski tasavvurlarda Galaksinin ölçüleri, sıklığı ve dönme hızına kadar büyük konulara bile yer verilmiştir.
“Ne ola, bir gün göreydim” – kulun Tanrıdan istediği nura kavuşma dileğidir.
“Nazlı Yarın Yüzünü” – onun, yani kulun Tanrıyı “görmek”, ona kavuşmak isteğidir.
Türkünün son bendi ise özellikle ilgi çekiyor:
“Koy (Bırak) ninen ölsün” – cümlesi anlaşılmadığı için çoğu zaman icra bile edilmiyor. Bunun nedenleri aşağıdakilerden ibarettir:
1. Azerbaycan dilinde “nine” – kelimesi ta mader şahlık çağından itibaren kullanılarak, ürün tanrıçası olarak biliniyordu. Hali hazırda da Azerbaycan’ın bir çok illerinde bu gelenek korunmaktadır. Bu ise türkünün yine de bizim eski kökenlerimize dayandığının, Azerbaycan’da var olan “ana, kadın yönetimi döneminin” onayıdır. Hatta, günümüzde Azerbaycan’ın bazı illerinde ( Yukarı Karabağ da bu kısma aittir), anaya hitap ederken “nine” kelimesinden istifade ediliyor.
2. “Koy ninen ölsün” – cümlesine felsefi noktadan bakarsak, ölenle doğanın, yan yana adımlaması anlamına geliyor. “Nine” – ölüp – yeniden canlanan Doğadır, içinde yenisini oluşturuyor, büyütüyor, ışıklı dünyaya devir ediyor. “Nine” – hem ölüm getirmekte, hem de hayat vermektedir. Bu yüzden de, “Koy ninen ölsün” – ölüm-dirimin ebedi, sonsuz olduğu ve hayatın onun üzerinde kurulduğu düşüncesini onaylıyor.
“Yaranma – doğma – ölüm” – ta eski çağlardan insanın dikkat noktası olmuştur. Eski zamanlarda insan kendisiyle Doğa arasında hiç bir ayrım yapmıyordu, tam tersi, kendisiyle Doğa arasında ki yakınlık ve aynı özelliklere sahip olduğunu düşünüyordu. Doğa olayları insanı Doğaya yönlendirmişti. O devrin insanının Doğa hakkında düşüncesi olan “ölüm – olum” felsefi anlayışı, kavraması ortadan kalktığı gibi, bugün de sanki beddua gibi duyulan “Koy ninen ölsün”ün de manasını anlamak zorlaşmıştır.
Çağdaş insan Doğadan uzaklaşmıştır. Bu yüzden de tabi ki, eski insan için esas mevhum olan “Tanrıya sarı (doğru) gelin” çağrısı da bugün unutulmuştur. Bütün bunlardan kaynaklanarak, sonralar hayatla bağlı değişen yaşam tarzı, çevrede oluşan yeni adet – gelenekler, insanı esas konulardan uzaklaştırarak, gelişmekte olan insanın eski çağlarda ortaya çıkan fikirlerden, düşüncelerden uzak durmasına neden olmuştur.
Türkünün eski çağlara ait olması hakkında bizim diğer sağlam delillerimiz de vardır.
“Sarı Gelin”in sözleri Azerbaycan’ın eski halk şiir türü olan yedi heceli dört mısradan oluşan bayatiye de tam uygundur. Bu da “Sarı Gelin”in bir tek eski çağlara değil, aynı zamanda yalnız Türk dünyasına ait olmasını ve dilimizi, kökenimizi, bizim kim olduğumuzu bir daha kanıtlamış oluyor. Bendlerin analizi gösteriyor ki, burada bütün hece ayırmalarının toplamı yedi rakamı üzerinde kurulmuş, bayatideki gibi üçüncü mısrası serbest, diğerleri uyumlu ve kafiyelidir. Aynı zamanda, esas fikir de bayatide olduğu gibi son iki mısrada ifade ediliyor. Bu da “Sarı Gelin”le yine de uyum sağlıyor:
Tablo 1. “Sarı Gelin” türkü sözlerinin hecelere bölünmüş tablosu.
1 2 3 4 5 6 7
Sa çın u cun hör mez ler
Gü lü su lu der mez ler
Sa rı ge lin
Bu sev da ne sev da dır
Se ni ba na ver mez ler
Ney nim a man aman
Ney nim a man aman
Sa rı ge lin
Bu de re nin u zu nu
Ço ban gay tar gu zu nu
Sa rı ge lin
Ne o la bir gö rey dim
Naz lı ya rın yü zü nü
Ney nim a man aman
Ney nim a man aman
Sa rı ge lin
Bu sev da ne sev da dır
Se ni ba na ver mez ler
Koy ni nen öl sün a man
Koy ni nen öl sün a man
Sa rı ge lin
Şunu belirtelim ki, bu hece bölünmelerinin yedi rakamıyla birbirine uyması sadece bayatiyle bağlı bir özellik değildir. Onun, neden asıl yedi rakamıyla ilişkili olduğu hiç tesadüf olarak ortaya çıkmamıştır. Yukarıdakinden yani Tanrıdan bir işarettir. Türkünün müzik konusunda gelişimine, yönüne dikkat edersek, görürüz ki, burada hazin, duygusal türkülere ait olmayan bir özellik vardır.
Sözler türküyü takip etmektedir, türkünün başındaki (“Saçın ucun hörmezler”) yukarı doğru çıkan dizi, beşli aralığına (tam 5 , “d” - re notası - “a”- la notası) sıçrayış “Tanrıya sarı gelin” – çağrısını bir daha onaylamış oluyor. Türkünün tonu ise yukarıda söylediklerimizin zirvesidir – “d” – re esas dayanma noktası – Güneşin şafakları, nurlaşma, altın renkli mirtraldır (!)
Sonuç
Böylece, “Sarı Gelin” türküsünün temelinde yaptığımız araştırma şunu gösteriyor ki, bu türkünün söz ve müziği bir biriyle yegane, tek Varlığın şualanmasına benzer tam birliği, Evrenin direkt seslerle, sözlerle ifadesidir. Türkünün içeriği de asıl şundadır; “Sarı Gelin” – Tanrıya sarı (doğru) gelin” demektir.
Söylenenler Azerbaycan halkının görüş ve iç dünyası, çevreyi anlama becerisi, onun eski çağlardan şekillenen tefekkürüne bağlı olmasını kanıtlıyor. Ve bir başka halkın kökeninde, dünya görüşünde buna benzer bedii tefekkür ve derin zeka bulmak gayri mümkündür. Onun kökeni çok derinliklere uzanıyor ve kadim Türklerin mistik – ritüel yapıtlarına denk geliyor.Tüm bunlar dünya halklarının düşünce dünyasında, kültüründe Azerbaycan halkı ve onun soy kökeninin yerini özellikle belirtiyor.
_______________________________
* 22-24 Ekim 2011 tarihleri arasında Sivas Valiliği’nce düzenlenen “1. Uluslararası Türkü Sempozyumu”nda bildiri olarak sunulmuştur.
**Uzeyir Hacıbeyli Müzik Akademisi Öğr.Üyesi, Bakü / Azerbaycan
Kaynakça
1. Seyidov, Mirali (1989), Azerbaycan Halkının Soy Kökünü Düşünürken, Bakü.
2. Seyidov, Mirali (1983), Azerbaycan mifik tefekkürün kaynakları, Bakü,
3. Гумилев, Л. (1993), Древние тюрки.М.,(Gumilev, L., Eski Türkler, Moskova)
4. Rzayev, N. Ecdatların izi ile (1992), Bakü.