Zühdi Rıza’nın Kaleminden İsmail Fenni Ertuğrul ve Musiki Çalışmaları… Fazlı Arslan(*)
Toplam Okunma: 3956 | En Son Okunma: 02.12.2024 - 18:50
Genellikle felsefe, İslam itikadı, tarih alanlarında eserleri ve çevirileri ile tanınan son dönem Osmanlı aydınlarından İsmail Fennî Ertuğrul’un aynı zamanda musikişinas olduğu bilinmektedir. Keman ve kanun çalan Fennî Bey, Tanburî Ali Efendi ve Şevki Bey gibi meşhur musikişinaslardan meşk etmiştir. Çok sayıda eseri Batı notasıyla yazmış ve bu notalar yayımlanmıştır. Türk ve Batı musikisi, tekseslilik-çokseslilik tartışmalarında önemli fikirleri kaleme almıştır…
Bu çalışmada, münzevi bir hayat süren Fennî Bey’i evinde birkaç defa ziyaret ederek onun çalışmalarını kaleme alan Türk tabip ve musikişinas Zühdi Rıza’nın el yazması notlarının tanıtımı, özeti ve değerlendirmesi yapılmaktadır.
Zühdi Rıza Hakkında
Türk tabip, kemençeci, musikişinas Zühdi Rıza’nın hayatı hakkında oldukça sınırlı bilgi bulunmaktadır. 1940’lı yıllarda Edirnekapı Sıhhat Merkezinde başhekim olduğunu, 1945’lerde vefat ettiğini, çağdaşı ve musikide hocası ünlü Türk musiki nazariyatçısı ve bestekâr Hüseyin Sadettin Arel’den (ö.1955) öğreniyoruz. Sadettin Arel, Musiki Mecmuası’nda kaleme aldığı bir yazıda 1922 senesinde kendisinden armoni dersi alanlar içinde Zühdi Rıza’nın da bulunduğunu belirtir.1 Bu derslerde kemençe üstüne yapılacak çalışmalardan söz edilir. Zühdi Rıza, fikirleri ile bu konuya katkı sağlar, önemli çalışmalar yapar. Arel’in belirttiğine göre, Türk musikisinde armoni tatbikatı için kemençelerden oluşan bir saz takımının ideal bir vasıta olacağı fikrini Zühdi Rıza ortaya atmıştır. Arel, Musiki Mecmuasındaki yazısında Zühdi Rıza’nın Edirnekapı Sıhhat Merkezinden emekli olduğunu ifade eder ancak emeklilik tarihini belirtmez. Yazıyı kaleme aldığı tarihten (1948) birkaç sene önce de vefat ettiğini yazar. Başka hiçbir kaynakta hakkında bilgi bulunmayan Zühdi Rıza’nın 1945’lerde vefat ettiği düşünülebilir.
Arel’in yazdıklarından ve Zühdi Rıza’nın kendi eseri olan Asrî Kemençenin satır aralarından edindiğimiz bilgilere göre o, dönemin ünlü musikişinasları ile birlikte çalışan, musikide yapılması gerekenler üstüne fikirler ortaya koyan ve özellikle kemençe üstüne yaptıkları çalışmalarda Arel’e iştirak eden musikişinas bir aydındır.
Fennî Bey, Fikir e Âsâr-I Mûsikiyyesi adlı yazma içerisinde Zühdi Rıza’nın imzası…
Zühdi Rıza’nın Eserleri
Zühdi Rıza’nın musiki ile ilgili iki eseri bulunmaktadır. İlki, Sadettin Arel ile yaptıkları derslerden yararlanarak kaleme aldığı Asrî Kemençe (Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Kütüphanesi Yazma Eserler nu: 65/1) adlı kitabı, ikincisi ise yine Sadettin Arel’in tavsiyesi ile kaleme aldığı Bugünün Münzevi Simalarından Fennî Bey, Fikir ve Âsâr-ı Musikiyyesi (Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Kütüphanesi Yazma Eserler nu: 87) başlıklı çalışmasıdır.
Ayhan Sarı’nın üstüne bir çalışma yaparak çevirisi ile birlikte yayınladığı Asrî Kemençe adlı eserden ve muhtevasından kısaca söz ettikten sonra diğer eserine geçeceğiz: Asrî Kemençe’nin ilk sayfasında kitap ve yazarın adından sonra “1926 Kayseri” kaydı bulunmaktadır. Bu kayıt, Ayhan Sarı’ya göre, Asrî Kemençenin ilk sayfalarının Kayseri’de kaleme alındığını akla getiriyor.2 Bu bilgiden yola çıkarak yazarın Kayseri’de de bir süre görev yaptığı sonucuna varılabilir. Bir fihrist ile başlayan yazma eser 83 sayfadan oluşmaktadır. Eserin muhtevasına gelince; kemençenin müzikal değerinden, tını farklarından, ifade gücü ve icra zenginliğinden, musiki fasıllarında kemençenin ve kemanın yeri ve öneminden söz edilir. Kemençenin gelecekteki durumu ele alınır, kemençe tarihi ile ilgili bilgiler verilir. Daha sonra kemençenin teknik özellikleri üstüne bazı yenilikler için yapılması gerekenler kaydedilir. Kemençenin boyunun kısalığının, rast telinin uzunluğunun ne gibi güçlükler doğurabileceği, kemana göre kemençede bir tel noksanlığının kusur sayılıp sayılmayacağı, burguların göğse dayanmasının ne gibi bir kusur meydana getireceği gibi teknik konular ele alınır. Eserin sonuna doğru Zühdi Rıza, kemençe yapımı konusundaki tetkiklerini anlatır ve zamanın diğer saz yapımcıları ile yaptığı görüşmeleri aktarır. Bu gayretli çalışmaları hocası Sadettin Arel;
“Sevgili doktor Zühdü Tinel3 adeta kapı kapı dolaşarak o mesele hakkında faydalı bir fikir vermesi umulan kimler varsa hepsiyle görüştü ve hepsinin mütalaalarını topladı… Musikiye aşık olan, kemençe çalan, bazen de ufak tefek eserler besteleyen doktor Tinel kemençenin tellerine, burgularına, eşiklerine, diz üstündeki mesnedine, yayına ve sairesine dair kendi tecrübelerinden edindiği kanaatleri de tatbik etmek istiyordu. Bu üşenmez dost senelerce süren yorucu mesaiyi, imrenilecek bir takip ruhuyla hiç fütûr getirmeden devam ettirerek mesut neticesine kadar götürdü ve bir gün (kendi el yazısıyla kitabında verdiği izahata göre 15 Temmuz 1932’de) bana gelerek artık hazırlıklarını bitirmiş olduğunu müjdeledi.” cümleleriyle ifade etmektedir.4
Zühdi Rıza’nın, üzerinde herhangi bir çalışma yapılmamış olan diğer yazma eseri, Fennî Bey hakkındadır. Bu isim, meşhur İsmail Fennî Ertuğrul’dur. (1855-1946). Bugünün Münzevi Simalarından Fennî Bey, Fikir ve Âsâr-ı Mûsikiyyesi başlıklı eser, adından anlaşıldığı gibi büyük ölçüde Fennî Bey’in musiki dünyası üstünedir. Rik’a hatla yazılmış, sayfalar 1’den 10’a kadar numaralandırılmıştır. Katalog kaydında 1930’larda istinsah edildiği yazılıdır5 ancak yazının akışından, ziyaretin yapıldığı günlerde kaleme alınmış olduğu anlaşılıyor. Başlıkta “…Âsâr-ı Musikiyyesi” dense de yazma içerisinde Fennî Bey’in musiki dışında diğer alanlarda yaptığı çalışmalardan da kısaca söz edilmektedir.
Fennî Bey, Fikir ve Âsâr-ı Mûsikiyyesi adlı yazmanın ilk sayfasından bir bölüm
Fennî Bey, Fikir ve Âsâr-ı Mûsikiyyesi adlı yazmanın ilk sayfasından bir bölüm Fennî Bey’in musiki çalışmalarına Zühdi Rıza’nın dikkatini çeken yine Sadettin Arel’dir. Arel, Zühdi Rıza’dan, Fennî Bey ile görüşme yaparak eserleri hakkında bir çalışma yapmasını ister. O da bunun üzerine 3, 5 ve 7 Şubat 1339 (1923) tarihlerinde, Fennî Bey’i Cağaloğlu’ndaki evinde ziyaret eder. Zühdi Rıza, sehpa üstünde açık nota sayfaları ve üst üste kitaplar içinde bulduğu Fennî Bey ile ilk karşılaşmasını ve arkasından gelen ziyaretleri anlatır. Zühdi Rıza, Fennî Bey’in malumatını dinî, felsefî, edebî, musiki ana başlıkları altında sunar.
Konumuz musiki olduğu için burada sadece Fennî Bey’in musiki ile ilgili çalışmalarından bahsedilen, ilginç anekdotların da yer aldığı bu ziyaret notlarını tercüme ederek ve kısaltarak buraya nakledeceğiz. İlgili bölüm özetle, Fennî Bey’in, musikiyi kimden öğrendiği, hangi sazlar ile meşgul olduğu, hangi eserleri geçtiği, Türk ve Batı musikilerine nazari ve ameli yönden vukûfuna dair bir takım bilgilerden oluşmaktadır. Bu yazmada Fennî Bey’in bizzat notasını yazdığı çok sayıda eseri, makamlarına göre ayırdığı ve dosyaladığından söz edilir ki bunlar içerisinde kendi bestesi olan sözel taksimleri de bulunmaktadır.6
Günümüz musiki araştırmacılarına önemli ipuçları sağlayacak kıymette olan bu el yazması notlar, hem Fennî Bey’in musiki yönünü ortaya koyması açısından önem taşımakta hem de dönemin musiki anlayışı ve musikişinasları hakkında bilgiler vermektedir. Özellikle dönemin bestekârları hakkındaki özel bilgiler dikkat çekmektedir. Bestekârların eserlerinin kıymeti, hanende ve sazende olarak sahip oldukları değer üstüne yapılan ilk elden değerlendirmelerin tarihsel kıymeti vardır. Örneğin Tanburi Cemil ile ilgili olarak, musiki nazariyatını iyi bilmediğini söylemesi ilk anda okurları hayrete düşürebilmektedir. Çünkü bilinmektedir ki Cemil, Rehber-i Musiki7 adlı kitabın yazarıdır. Ayrıca Ahmet Mithat Efendi (ö. 1912) ve müzikolog Rauf Yekta (ö.1935) arasında geçen bir tartışmanın ardından 1900 yılında Sabah gazetesinde Tanburi Cemil de bu tartışmaya müdahil olmuş ve uzunca dört yazı yazmıştır.8 Bu bilgiler ışığında günümüzden bakıldığında Cemil’in icrakârlığı yanında musiki nazariyatını da iyi bildiği düşünülebilir ancak kendi çağdaşlarının yazdıkları bunun tam tersidir. Tanburi Cemil’in biyografisini yazan Rauf Yekta da Fennî Bey gibi düşünüyor bu konuda. Rauf Yekta;
“…Lakin bila tereddüd itiraf olunmak zaruridir ki ne saza müteallik âsârında bir Tanburi Büyük Osman, ne de şarkıyatda bir Hacı Arif Bey olabilmiştir. Nazariyat-ı musikiye ile iştigalden zaten telezzüz etmediği gibi bir aralık Sabah gazetesinde intişar eden musiki makaleleri dahi tanburnevazlıktaki şöhret-i fevkaladesiyle mütenasib düşmemişdir. Rehber-i Musiki ünvanlı telifi mübtediler için şayanı mütalaa ve istifade bir eserdir. Maahaza bu kitabını tetebbüat-ı ilmiyesinin pek nakıs bulunduğu bir sırada yazmış olmalı ki “esvat-ı musikiye” faslında ilm-i ika mebadisini altüst edecek surette bahsetmiştir.”9
Fennî Bey, kendisinin de musiki nazariyatını pek bilmediğini, daha ziyade ameliyesi ile ilgilendiğini söylüyor ancak özellikle notasyondaki kabiliyeti, makamlara hakimiyeti, tekseslilik çokseslilik tartışmalarına müdahil oluşu dikkate alınırsa onun nazariyatçı yönünün de olduğu bir gerçektir.
Fennî Bey’in İstiklal Marşı bestelediğinin üzerinde duruluyor bu yazıda. 1932 yılında Hilal matbaası tarafından basılan Fennî Bey’in Âsârı adlı eserin ilk bölümü Milli Marşlar ve Şarkılar’a ayrılmış ancak bunlar içerisinde sözleri Mehmet Akif Ersoy’a ait olan İstiklal Marşı bestesini bulamadık. Orada Milli Marş başlıklı tek eser var onun da güftesi “Biz cihangir Türklerin ahfadıyız” diye başlamaktadır. Fennî Bey’in, sözleri Mehmet Akif’e ait olan marşı bestelediği hatta yarışmaya katıldığı, kaynaklarda belirtilmekte ise de10 bu marşa ulaşamadık. Bu besteyi hangi sebeple kendi eserinde Milli Marşlar bölümüne koymadığını bilemiyoruz.11
Fennî Bey, detaylara girmese de o yıllarda Darulelhanın eğitim politikasından rahatsız olduğu bellidir. Bilindiği gibi o satırların yazıldığı tarihten birkaç yıl sonra (1926) Darulelhandan ve Türk Maarifinden Türk musikisinin eğitim ve öğretimi kaldırılmıştır. Fennî Bey’in sohbetinde adını andığı Giriftzen Asım Bey’in oğlu Musa Süreyya, Darulelhanın müdürüdür ve hazırladığı bir raporla Sanayi-i Nefise Encümeni toplanır ve Türk musikisinin kaldırılması kararlaştırılır. Bu olayda ve ardından gelen uygulamalarda Türk musikisine karşı takınılan tavır, bu musiki taraftarları tarafından ciddi bir biçimde eleştirilmiştir.12 Fennî Bey, bu yazıda Musa Süreyya ile yaşadığı bir olayı nakletmektedir. Bu tür bilgiler, dönemin Türk musikisi aleyhtarlarının içinde bulunduğu ikilemi gözler önüne sermektedir.
Fennî Bey, Batı musikisi taraftarı olanların birçoğunun, gerçekten ne Batı musikisini ne de Türk musikisini bildiklerini belirtir ve buna örnekler verir. Batı musikisinin üstün görülmesinin sebebini, müzikal zenginliğine değil, sunulduğu mekânların lüksüne ve sunanların kılık kıyafetlerindeki göz kamaştırıcılığa bağlar. Türk musikisinin yabancıları nasıl etkilediğine örnekler verir ve kör taassupla Batı musikisi taraftarlığı yapanlara bu musikinin neden tesir etmediğini “anlamadığını” ifade eder. Batılılaşma cereyanına kapılmış aydınların, zevkle dinledikleri halde kendi musikilerine tepeden bakıp onu hor görmelerini “anlayabilmek” o dönem için gerçekten zordu. Bir tarafta öz musikileri diğer tarafta Batılı olabilmek için(!) dinlemeleri, benimsemeleri gereken Batı musikisi. İç dünyaları ile halka bakan yüzleri başka idi. Bu ikilem dönemin aydınlarının birçoğunda görülmekteydi.
Fennî Bey’in musiki anlayışını, özellikle Türk ve Batı musikileri konusunda fikirlerini, Süleyman Hayri Bolay, bir makalesinde iki paragrafla veciz bir şekilde özetlemektedir. Bolay’ın ifadesiyle Fenni Bey, Türk musikîsinin teksesli (monoton) olduğu iddiasına karşı gelerek, musikîmizdeki makamların ve usûllerin çok ve çeşitli oluşunun büyük bir zenginlik olduğunu, Türk musikisinin zengin nağmelerine alışmış kulaklara Avrupa musikîsinin birbirine muhalif ve aykırı birtakım seslerden müteşekkil armonisinin bir gürültü gibi geleceğini belirtir. Yine Fenni Bey, Türk musikisinin nazik ve ince nağmeli şarkılarına karşı ekseriya titrek, bununla beraber sakîl (ağır, kaba) seslerle okunmakta olan düz ve uzun nağmeli ‘şanson’ların adeta birer işkenceden ibaret olduğunu vurgular.13 Devamla şöyle yazmaktadır Bolay:
“İsmail Fennî, Batı musikîsi parçalarının, onu sevdirmek için sık sık halka dinletilmesine de karşı çıkarak, bunu, sabah akşam yiyeceği olmayan bir fakirin midesini bulgur pilavı ile doldurmasına benzetmektedir. “Bizim için yabancı damgası taşımayan musikî, yerli eserlerdir” diyen İsmail Fennî özellikle, musikîmizin dinimiz ile çok kuvvetli bir bağı olduğunu ısrarla vurgular. Aydınlarımızın bile musikîmizin güzelliğini ve zenginliğini anlayacak kültürden mahrum olmalarının acı sonucu olarak, millî musikîmizin itibarını ve şerefli yerini yitirdiğini kabul eden İsmail Fennî, halkın bu yüzden adî nağmeleri musikî şaheserlerimize tercih ettiğine dikkat çekmektedir.”14
Yazma Eserin Özeti
Zühdi Rıza eserin ilk sayfasında Fennî Bey ile ilk karşılaşmasını, onun hanesini, odasını ve fiziksel birtakım özelliklerini anlatır. 65 yaşlarında kısa boylu, kuru yüzlü, saçları kaşları kırlaşmış, dinç, yorulmaksızın seri konuşan, telaffuzunda biraz Rumeli şivesi hissedilen bir ihtiyar gençtir Fennî Bey (s. 1). Malumatını, dini, felsefi, edebi ve musiki olarak sınıflandırır (s.2-3). Konumuz musiki olduğu için “Malûmat-ı Mûsikiyyesi” başlığı altındaki bilgileri özetliyoruz:
“Fennî Bey, Sultan Aziz’in baş imamı Tanburi Ali Bey’in çırağıdır. Öğrencileri arasında Fennî Bey’e fazla rağbet gösterirmiş. Tanburi Ali Bey, Kasımpaşalı Asım Bey isminde bir zattan musiki öğrenmiş, tanburu iyi çalarmış ve fakat bazı ayrık perdeleri çalmak için parmaklarının kısa ve tombul olmasından şikâyet edermiş. Tanburi Ali Bey’in muasırı olan arkadaşları Medeni Aziz Bey, merhum Hacı Arif Bey, Zekâi Efendi, Bolahenk Nuri Bey, merhum Şevki Bey imiş. Fennî Bey, hocasının musiki zevkine bilhassa suz-idil faslı hakkındaki himmetine şükran nazarıyla baktığı gibi Hacı Arif Bey merhumun musiki zevkini ve eserlerini takdir ediyor. Merhum Şevki Bey hakkında şöyle mütalaa yürüttü: Şevki çok sarhoştu. Başı Balıkpazarı meyhanelerinden dışarı çıkmazdı. Divanyolunda bir kahvehane Şevki’nin meşkhanesi idi. Ben bu meşkhane müdavimlerinden idim (s. 3). Mesela kahve parası on para iken meşk günleri otuz paraya çıkarırlardı ve herkes meşke iştirak edebilirdi. Kahveci, hasılattan her meşk günü Şevki merhuma dört beş mecidiye verir idi. Bu münasebetle size bir hikâye anlatayım:
Kadıköylü Kel Ali Bey isminde bir hanende varmış. Sesi güzel ve kıvrak imiş. Bestekârlar eserlerini bu zata okutmaktan zevk duyarlarmış. Bir gün benim keman hocam Kemani Ağa (Aleksan Efendi)15 Kadıköy’e bu Kel Ali Bey’i ziyarete gitmiş bilmünasebe keman ile bir hicaz taksimi yapmışlar. Kemani Ağa bilâ ihtiyar bu ne biçim taksim diye şaşırmış ve eşlik edememiş ve taksimi berbat ederek mahcuben avdet etmiş. Kemani Ağa’ya sebebini sormuşlar. Ağa demiş ki “Hicaz taksimi yapıyordu ben de kemana devam ediyordum. Bir aralık ne oldu bilmem ve nasıl seyir gösterdi bunun farkında değilim. Ali Bey’in hicazdan sonra hicazkârda karar kılmış olduğunu yaptığım taksimin sonunda farkına vardım. Ama iş işten geçti. Taksimi berbat ettim. Makam güçlüsünü bana hissettirmeden nasıl ve ne yolla yaptı şaşırdım kaldım ve mahcup oldum.” demiş. Bir gün aynı kahvehanede Şevki merhumun teşrifini beklerken kahvehaneye birisi girmiş herkes Kel Ali Bey’in fiskosuna başlamış. Bittabi bu durum Kemani Ağa hikâyesini bilen Fennî Bey’in de dikkatini celp etmiş. Ve yanına gelmiş oturmuş. Diğer taraftan tekrar Şevki merhumu meyhaneden getirmek için adamlar saldırılmış. Şevki geledursun Fennî Bey ile Kel Ali Bey sohbete tutuşmuşlar. Kel Ali Bey, Fennî Bey’e “Çal bakalım şu kemanını, dinleyelim.” demiş. Fennî Bey her ne kadar acemiliğini ileriye sürmüş ise de nihayet çalmaya mecbur kalmış. “İstidadın var sakın bu sazı bırakma!” diye tenbihlerde bulunmuş ve sohbet arasında Kemani Ağa ile hicaz-hicazkâr kürdi taksimi meselesini Fennî Bey açarak bu taksimin nasıl yapıldığını, tekrar edilmesini Kel Ali Bey’den rica etmiş o da anlatmış.
Fennî Bey’in Çaldığı Sazlar
Evvela kanuna başlamış. Gençliğinde Kemanî Ağa’dan keman öğrenmiş. Tanburî Ali Efendi’den birçok eseri meşk etmiş ve hatta Ali Bey bestelediği eserlerin bazı yerlerinin olup olmadığını Fennî Bey’e sorarmış. Fennî Bey mahviyetini gösterdikçe ısrar edermiş ve fikrini söyletirmiş. Fennî Bey şurası biraz tuhaf olmuş derse Ali Bey oralarını değiştirirmiş. Bu da kendisine Ali Bey’in güvendiğini gösterirmiş (s. 4). Fennî Bey ara sıra Hacı Arif Bey, Medeni Aziz Bey, Tanburi Ali Bey merhumların Edhem Paşa’nın konağında toplanıp fasıllar tertip ettiklerini zikrediyor.
Fennî Bey, Şevki merhumun eserlerinin adedi hakkında sorduğum suale:
Otuzu, kırkı geçmez! Beş yüz veya bin şarkısı olduğu katiyen vârid değildir. Hemen bütün şarkılarını geçtik, diyebilirim. Başka eserleri yoktur. Geçilmemiş eserleri olduğunu sanmıyorum. Seri eser bestelerdi fakat o eserleri tespit ettirecek zamanı yoktu. Çünkü rakı başından ayrılmazdı. Hatta bu ibtilası bir aralık cinnet derecesine varmıştı. Bir gün Bursa’da idik. Bursa valisinin meclisinde idik. Vali, Şevki merhuma iltifat ediyordu. Bir aralık Şevki merhum valinin yanına giderek kulağına bir şey söyleyeceğini teklif etmiş ve vali de icabet eder etmez Şevki derhal hart diye valinin kulağını ısırmış ve vali tabii ki can havliyle bağırdı çağırdı. “Def edin şu deyyusu!” diyerek Şevki’yi kovdular. Maatteessüf musiki istidadını, Şevki, rakı yüzünden baltalamıştı ve serseri bir hayat geçirerek rakı kurbanı oldu.
Fennî Bey’in Nazariyât-ı Mûsikiyyesi Hakkında
Hiç malumatım yok dedi. “Esas itibarıyla musiki, nazariyattan ziyade ameli yollarla teessüs etmiş olduğundan musiki bir ilim değil musiki bir fendir.” diyor ve bu tarife istinad ederek musiki nazariyatıyla uğraşmaktan ziyade amelî âsâr meydana getirmek ve çalmak cihetini iltizam ettiği anlaşılıyor. Nazariyatın öğrenilmesini de faydalı buluyor.
Fennî Bey’in Âsâr-ı Mûsikiyyesi
Takım olarak on kadar muhtelif makamlarda fasıl bestelediği koleksiyonunu gösterdi. Her fasıl ayrı nota kağıtlarında ve ince kaplarda üzerleri kalın ve güzel yazı ile yazılmış, keza notalar muntazam ve temiz okunaklı yazılmış olduğu gibi güfteli eserleri de aynen dikkatli ve itina ile vegüzel bir Türk yazısı ile -kendi yazısı- yazılmış olduğunu gördüm. Bu eserlerden bazılarını hanesinde yazmak şartıyla kopya etmeye müsaade ediyor. Fennî Bey İstiklal Marşını da bestelemiş. Bunu gelecek ziyarette göreceğim (s.5).
Fennî Bey’in Sazendeler Hakkındaki Mütalaaları
Kanun
Kanunî Şemsî16 kadar kanun ustası gelmemiştir. Fikrimce mandallar kanunun sesine madeni bir çeşni veriyor. Vakıa mandallar makam değiştirmek kolaylığı sağlıyor lakin parmak idaresiyle -ki Şemsi böyle yapardı.- diyezleri, bemolleri idare etmek kabiliyetini gösteren bir kanuniden kanunu dinlemeğe doyulmaz. Son zamanlarda kanun çalanlar içinde biraz Selanikli Mustafa Efendi’yi gördüm. O kanunda mandal kullanmakla beraber ara sıra dediğim üslûpta da icrakârlık ettiği için hoşuma giderdi.
Keman
Kemanî Ağa (Aleksan) üstad idi. Kemani Tatyos’un taksimleri mahirane değildi. Bir zevk duymazdım. Fakat bestelediği eserlerin ekserisi pek âlâdır. Memduh’un17 kemanını beğenirim. O ruhlu taksim yapar. Tanburî Cemil Bey merhum iyi bir icrakâr idi. Fakat musiki bilgisi olmamakla beraber ekseriya icrakârlıkta serbest hareket edemediği nağmeleri icra ederken sıkıldığı hissedilirdi.18
Kemençe
Artık dünya yüzünden hemen silinmiş gibidir. (Kaba rast telinin olmaması bence büyük kusurdur).19 Bu sazın ustası Vasilaki20 idi. Selis (akıcı), sıkıntısız çalan ruhlu bir icrakârdı. Hanendeler içinde son zamanlarda bir yerde tesadüf ettiğim Arap Cemal Bey ismindeki gencin taksimlerini fena bulmadım. Titrek iyi bir sesi olmasına rağmen bazı taksim acemilikleri var.
Darülelhan Hakkında Mütalaaları
Fikrimce Darülelhanda takip edilen yol çıkmaz. Musiki müntesiplerini aşağı görmeğe alışmış olan bir millette, bu zilleti, erbabına maddi menfaat temin etmekle yavaş yavaş silmeliyiz. Mesela bu babda benim düşünebildiğim, “güzel sesli kimselere cüz’i bir para vererek veya başlangıçta para vermeyerek ve fakat Darulelhandan şehadetname alan bir müezzin veya imama en az 40-50 lira maaş vererek camii şeriflerde kullanılacaktır.” tarzında hükûmetin ve evkafın kararını ilan etmek kâfidir. İşte böyle bir istikbalde maddi rabıta musikinin kıymetini yükseltebilir.
Gülünç ve ruhsuz besteleri alkışlayamam. Başkalarına ait eserlerin keyfî biçimde tahrif edilmesine karşıyım. Hazır sırası gelmişken eserlerin tahrifi cihetindeki fikrimi söyleyeyim. Ben kaç kere gördüm. Bir bestekâr yaptığı eserin bir ay, birkaç sene sonra (s.6) bir veya birkaç ölçülük bir nağmesini -beğenmediği için- değiştiriyor. Olabilir ki bazı eski eserlerde bestekârın değiştirmediği bir yeri zevk sahibi biri aslına halel getirmemek şartıyla değiştirebilir. Bunda suiistimal caiz değildir. Herhalde Darülelhan hakkında söyleyeceğim son söz furûatla uğraşmaktan ziyade usûle riayetkâr olmasıdır. Bu gibi mebahis cereyan ettiği zaman Ziya Paşa’dan bu tarzda sözler söylemiştim.
Alafranga Musiki ve Bunun Perestkârı Olan Türkler Hakkındaki Mütalaaları
Bu ciheti bir misal ile anlatayım:
Birinci ferik Rıza Paşa komşum idi. Bir gece hanesinde musiki sohbeti ediyorduk. Ben de birkaç parça eser çaldım. Söz alafranga musikiye intikal edince Paşa: “Bu asırda Türk musikisi gibi monoton bir musiki dinlenilmez. Alafranga ile uğraşmalıdır.” deyince ben; “Ben musikimizde monotonluk hissetmiyorum. Alafrangaya nisbetle bizim aralıklarımız ve makamlarımız daha zengindir.” dedim. Ama Paşa ilmî ve amelî olarak her iki musikide de hiç malumatdâr olmamakla beraber Avrupa salonlarında gördüğü gözleri kamaştırıcı baldırlar, gerdanlar ve kokulu tuvaletlerin tesiriyle duyduğu musikinin en mûnis ve şerefli, şanlı bir musiki olduğuna hükmediyordu. Bu gibi şehvani his ile mütehassis olmak cihetine gelince onu teslim ederiz ki bizim musikimiz henüz öyle erkek ile kadının birleştiği serbest salonlarda cevelan edemediğinden, öyle bir kıymet nokta-i nazarından alafranga musikiden dûndur. Adadaki hanemde bir aralık ecnebi kont ve kontesler cebren ikamet ettiriliyordu. Ben odamda yine böyle kendi halimde okuyor ve ara sıra kemanımı çalıyordum. Bir aralık birkaç gün kemanla meşgul olmadım. Aşağıda bulunan ecnebi kadın ve erkekler konuşurken birkaç günden beri kemanla meşgul olmadığımı, kendilerini Türk musikisinin pek mütehassis ettiğini söylediler. Keza Köprülü Camii’nde güzel sesli bir müezzin içerde güzel sesiyle okurken bir Rus’un cami kapısında dinleyerek ağladığını gördüm. Böyle misaller çoktur. Şu halde ecnebilere bile ruhen tesir eden musikimizin birtakım Türklerimize neden yabancı geldiğini ve aleyhinde bulunduklarını anlayamıyorum. Alafranga musiki Frenklere hoş gelir. Bize hoş gelmez. Alışamadık. Bizim ananemize, muhitimize, duygumuza muvafık gelen musiki bizim musikimizdir.
Piyanist Musa Süreyya Bey’in Hanesinde
Bir gün Asım Bey’in mahdumu Süreyya Bey buraya geldi. Musikimiz hakkında fikirlerini sordum. Cevaben: “Türk musikisi olduğu gibi muhafaza edilmelidir. Bunun üzerinde teceddüde kalkışmamalıdır.” demişti. Aradan bir iki hafta geçti. Tanıdığım bir zat bana geldi ve Süreyya Bey’in musikimiz hakkındaki sözünü söyledim. O zat bana dedi ki; “Musa Süreyya Bey ile konuştum. (s. 7) Size karşı öyle söylemiş ama bana dedi ki: ‘Ne yapayım öyle söyledim. Esasen Türk musikisi yaşamayacaktır ve yaşamamalıdır. Zaten bu musikinin müntesipleri gittikçe azaldı, azalıyor. Zaman gelecek bunlar ölecek ve Türk musikisi de ortadan kalkacak. Ben neden zavallı ihtiyarın daha şimdiden gücüne gidecek surette alafranga musikiperverliği söyleyeyim. İyisi bu yolda idare-i kelam ederim vesselam.’” demiş. Bakınız hâle. Burada başka söz sarf ediyor dışarıya çıkınca başka söylüyor.
Musikinin Günah Olup Olmaması Hakkındaki Fikri
Neden musiki günah olsun veya neden günah olmasın? Kullandığın yere göre sevabı da var, i‘tabı da var. Ben İmam Birgivi’nin musiki aleyhdarlığını sufiliğine haml ederim. İmam Gazali en büyük İslam filozoflarındandır. Onun da musiki lehdarlığı doğrudur. Bununla beraber unutmayalım ki musiki fenalığa da sebebiyet verir.21 Eski Eserlere Denk ve Onlara Yakın Eserler Yapmak Hakkında Fennî Bey diyor ki; “Bir gün dahiliye müsteşarı Fuat Bey bana dedi ki: ‘Dede Efendi’nin ırak makamında (Her zaman piş-ı nigâhımda hüveydasın sen) güfteli meşhur bestesine muadil eser yapmaya kalkışmak doğru değildir.’ Ben dedim ki; Hayır efendim benim mütalaam aksinedir. Bizim gibi musiki bidaası (birikim, kazanım) az olanların, geçmişlerimizin eserleri ile yarış yaparcasına eser bestelemesi, o eserlerin kıymetini tenzil etmez, bilakis yükseltir. Çünkü mütalaanız vechile ne de olsa o dahinin eserleri gibi eser yapamaz. Ben şu fikrimden dolayı Her zaman sahra-i kalbimde 22 güfteli ırak makamında eser besteledim23(s. 8).
Fennî Bey’i ikinci ziyaret 5 Şubat 1339 Pazartesi
Ber mu‘tad odasına girdiğim zaman onu Tırnovalı hemşehrilerinden bir ihtiyar zatla konuşuyor buldum. Sohbetleri bir buçuk saat sürdü. Maksadım nota yazmak olduğu için hem geçirdiğim zamana acıyordum hem de cesaret edip “Nota yazmaya geldim, siz bana notaları veriniz siz konuşurken ben yazadurayım.” diyemiyordum. Bir aralık bana teveccüh edip musiki hakkında bugün ne ile meşgul olacağımı sordu. Ben de, “Yazmama müsaade buyrulmuştu.” dedim. Kendi eserlerinin kıymetsizliği hakkında uzun uzadıya mütalaa yürütürken misafir ruhsat istedi gitti. Biz bize kalmıştık. Tekrar sordu ne yazacaksınız? Ben dedim ki Her bestekâr tarzını bir başka musiki addederim, bir iki eserinizin bulunmasını istiyorum. Eserlerinden rast defterini çıkararak iki şarkı çaldı. Bir yere koydu. Kemanı gayet bozuk sesi de ona uygun. Buna rağmen ihtiyarda musikiye karşı genç bir aşk var. Bilafütûr çalıp okumak hevesindeydi. İstiklal Marşını da çaldı. Hakikaten bildiğini göstermek lütuf ve faziletinde bulunduğundan dolayı pek müteşekkir kaldım. Vaktin darlaşması münasebetiyle müsaade isteyerek rast faslından iki şarkısını yazdım ve ayrıca İstiklal Marşını aldım o da müsaade etti. Bazı vatan beyitlerini okudu. Acemaşirandan bir şarkı güftesini pek beğendiğim için hemen yazdım. Bestesini sonra yazarım dedim ve Çarşamba veya Perşembe gelip bir peşrev ile bir saz semaisi dahi yazmama müsaade etti. Ezan okunurken veda ettim (s. 9).
Üçüncü ziyaret 7 Şubat Çarşamba
Fennî Bey’i hücresinde yine kitapları arasında buldum. Felsefi eserine felsefi bir lügatçe tertibiyle meşguldü.24 “Tabiriniz vechile yine gayya kuyusuyla uğraşıyorsunuz.” dedim. Biraz felsefi sohbetlerde bulunduk. Mecrayı kelam dinin felsefesine intikal ediyordu. Biraz sohbete devamdan sonra ben notaları istedim. “Hangisini istersiniz.” dedi. “Hangi makam hoşunuza gidiyorsa onun peşreviyle saz semaisini kaydedeceğim.” dedim. Bence fark yok dedi. Irak faslını çıkardı. “Belki beğenmezsiniz evvela çalayım.” dedi. Ben “Zahmet vermek istemiyorum lütfediniz bir an evvel yazayım.” dedim ve peşrevi yazdım. İki besteden birinci beste ki sekizinci sayfanın son satırlarında bahsi geçen Her zaman sahra-i kalbimde müheyyasın sen bestesi idi. Bunu yazmayınız ikinci daha iyidir dedi. Ben biraz ısrar ettim. Dede efendinin Her zaman piş-ı nigâhımda hüveydasın sen bestesine nazire olduğundan belki cüretkârlık telakki edilir diye ötekini yazınız, dedi. Ben de “Merhum Reşat Fuat Bey’e cevabını vermiş idiniz. Ne zararı var biz de aynı sizin fikrinizdeyiz.” dedim, fazla ısrar etmedim. İkinci besteyi yazarım, deyince pek âlâ yazınız, dedi. İkinci besteyi ve sonra ırak saz semaisini yazdım. Vakit karardı. Ruhsat isteyerek ayrıldım (s.10).
Sonuç
Tarihte asıl çalışma alanı musiki olmayan ancak Türk musikisine büyük hizmet etmiş birçok ilim ve fikir adamı görmekteyiz. Bu noktada Osmanlının son dönem aydınlarından birkaç örnek verecek olursak Ahmet Mithat Efendi bir edebiyat dehası idi. Necip Asım (ö. 1935) bir dilci, Celal Esat Arseven (ö. 1971) bir asker, Sadettin Arel aslen bir hukukçu idiler. Ancak hepsi musikiye de kafa yormuşlar ve Türk musikisinin gelişmesi için fikirler ortaya atmışlardır. Bu fikirlerin lehte veya aleyhte olması amaca hizmeti değiştirmemiş, dikkatleri musikiye çekerek aynı vazifeyi yerine getirmişlerdir. Örneğin Ahmet Mithat Efendi ortalama bir musiki bilgisine rağmen 1880’lerden 1900’lere kadar yazdığı çok sayıda makale ile İstanbul’un aydınlarını ve musikişinaslarını, musiki sahasında yazmaya ve araştırmaya teşvik etmiştir.25 Musiki sahasında birçok tartışmanın fitilini ateşlemiş ve yıllar sonra bu tartışmalar ürünlerini vermiştir. Bu durum birçok isim için geçerlidir. Hasan Basri Çantay gibi bir dinbilgini müfessirin İstiklal Marşı bestelemesinin26 günümüz insanına çok anlamlı mesajlar verdiğini düşünüyoruz. Musiki araştırmacılarının bu aydınların musiki konusundaki fikirleri üstüne yeni çalışmalar yapmaları gerekmektedir. Böylece hem o aydınların farklı yönleri ile yeni kuşaklar tarafından tanınmaları sağlanır hem de musikiye dışarıdan bakanların fikirlerinden yararlanma imkânı sunulmuş olur. Eduard Hanslick’in (ö. 1904) “Yalnız müzikle uğraşan müziği de anlayamaz!”27 sözü bu açıdan önemlidir. Farklı yaklaşımlar, farklı açılımlar demektir. Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyetin ilk yıllarını yaşamış aydınların fikirleri, yaşadıkları dönemin musiki siyasetini günümüze aktarması açısından büyük önem taşımaktadır. Son dönem Osmanlı aydınlarından birisi olan İsmail Fennî Bey’in musiki yönünün bu çalışma vesilesi ile biraz daha yakından görülmüş olmasını diliyor ve bütün el yazması notları üstüne yeni çalışmalara ihtiyaç olduğunu hatırlatmak istiyoruz.
________________________________
(*)Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü
(**) Fotoğraf: Zühdü Rıza (Tinel)
1 Sadettin Arel, “Kemençe Beşlemesi Hakkında Hatıralar ve Düşünceler”, Musiki Mecmuası, sayı: 6 (Ağustos 1948), s. 4.
2 Zühdü Rıza Tinel, Asrî Kemençe (Hzl. Ayhan Sarı), İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Yayınları, İstanbul 2010,
3 Tinel, Zühdi Rıza’nın soyadıdır. Yazarın soyadı sadece Arel’in bu makalesinde ve Ayhan Sarı’nın çalışmasında geçmektedir.
4 Arel, s. 4.
5 Mehmet Zeren, İsmail Güleç, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Kütüphanesi Yazma Eserler Katalogu, İstanbul 2009, s. 279.
6 İsmail Fennî Bey’in Batı notasıyla yazdığı eserler ve kendi sözel taksimleri Beyazıt Devlet Kütüphanesindedir. İbrahim Yavuz Yükselsin sözel taksimleri üstüne yüksek lisans tezi hazırlamıştır, İsmail Fenni Ertuğrul’un Sözel Taksimleri, YLT, İzmir 1994; Ayrıca Fennî Bey’in on bölüm olarak tasnif edip hazırladığı, fasıl notaları 1932 yılında Hilal matbaası tarafından basılmıştır. Yükselsin, s. 8-9.
7 İlk kez Şamlı İskender tarafından 1318 (1901) yılında basılmıştır. Eseri, M. Hakan Cevher çevirerek yayımlamıştır. Rehber-i Mûsikî, (çeviriyazım ve yorum Hakan Cevher), İzmir 1993.
8 26 Kanun-ı Sânî, 15 Şubat, 10 Mart ve 24 Mart 1900 tarihli Sabah gazetesi nüshaları.
9 İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Hoş Sadâ, Maarif Basımevi, İstanbul, 1958, s. 119. (Tasvir-i Efkâr’dan naklen. Tasvir-i Efkâr’da Rauf Yekta Tanburi Cemil ile ilgili 7, 15, 24 Ağustos 1916 ve 16 Kanun-ı Evvel 1916 tarihlerinde dört yazı kaleme almıştır. Son yazı vefatından sonradır. Bkz. Rauf Yekta Türk Musikisi, Pan yay., İstanbul 1986, Kitabın başında Murat Bardakçı, “Rauf Yekta Bey’in Hayatı ve Eserleri”, s. 15; Ekmeleddin İhsanoğlu vd., Osmanlı Musiki Literatürü Tarihi, Ircica, İstanbul 2003, s. 230).
10 Etem Üngör, Türk Marşları, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1965, s. 71; Turan Sağer, “İstiklal Marşı Besteleri”, Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 3, Sayı: 5, (Aralık 2010), s. 218.
11 Adı geçen eserdeki marşlar sırayla şöyledir: Vatan Marşı, Cumhuriyet Marşı, Milli Marş, Asker Marşı, Türk Şarkısı, Cenk Şarkısı, bkz. Fennî Bey’in Âsârı, Hilal Matbaası İstanbul 1932, s. 1-14. Ayrıca bkz. Etem Üngör, s. 49.
12 Bu konuda detaylı bilgi için bkz. Yalçın Tura, Türk Musikisinin Mes’eleleri, Pan Yayıncılık İstanbul 1988, s. 38-40; Cinuçen Tanrıkorur, Müzik Kimliğimiz Üzerine Düşünceler, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1998, s. 296; İsmail Baha Sürelsan, “İstanbul Konservatuarına Dair”, Musikî ve Nota, Eylül 1971, sy. 23, s. 4; Fazlı Arslan, “İstanbul Darülfünûnu İlahiyat Fakültesi Hocalarından İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun Türk Mûsikîsinin Terakkisi Üstüne Fikirleri”, Dârülfünûn İlahiyat Sempozyumu Tebliğleri, İstanbul 2010, 253-261; F. Arslan, “Erken Cumhuriyet Dönemi Türk Mûsikîsi Siyasetinde Necip Asım”, Doğu Araştırmaları, sayı 3 (2009/1), s. 35-58.
13 Süleyman Hayri Bolay, “İsmail Fennî Ertuğrul”, Felsefe Dünyası, sayı, 7 (1993), s. 13; Yükselsin, s. 5.
14 Bolay, s. 24-25.
15 Ünlü müzikolog Rauf Yekta’nın da (ö. 1935) övgüyle söz ettiği Kemani Aleksan, Ermeni asıllı piyasa sazendesidir. Öztuna’ya göre talebesi arasında İsmail Fennî Bey de bulunmaktadır. Bkz. Muhammed Ali Çergel, Rauf Yekta Bey’in İkdam Gazetesinde Neşredilen Türk Musikisi Konulu Makaleleri, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2007, s. 365, 369; Yılmaz Öztuna, Büyük Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1990, I, 43.
16 Dönemin meşhur sazendelerinden biridir. Rauf Yekta’nın “İncesaz Takımlarımız” başlıklı makalesinde ifade ettiği gibi son derece hassas bir kulağa, süratli parmaklara sahipti. Kanundan çıkardığı ses son derece sağlam, pürüzsüzdü ve taksimleri mükemmeldi. Bkz. Çergel, 471; Ruhi Kalender, “Yüzyılımızın Başlarında İstanbul’un Musiki Hayatı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. 23, (1978), s. 412.
17 Rauf Yekta’nın “emsâli arasında bir nazîri daha bulunmaz bir artist” olarak tavsif ettiği Kemani Memduh, (Çergel, s. 471) 1868’de Ayvansaray’da doğdu. Kemanı babasından öğrendi. Genellikle Şehzadebaşındaki kıraathanelerde çalardı. İkinci Abdülhamid çalışını beğenirdi ve ara sıra saraya çağırırdı. Bu davetlerden birinde kendisine som altından bir baston hediye etmiştir. İcracılığı bestekârlığının üzerindedir. 1938 de ölmüş Edirnakapı Tokmaktepe mevkiindeki kabristana defnedilmiştir. Bkz. İbnülemin, s. 221.
18 Kemençe icrasında da dehası bilinen Tanburi Cemil ile ilgili bu cümleler belki de bir sonraki Kemençe başlığı altında olmalıydı. Cemil’in eline aldığı birçok sazı kısa bir sürede ustalıkla icra ettiği bilinmekte ise de kemanın sesini acı bulduğu için terk ettiği de bir gerçektir. (Bkz. İbnülemin, s. 118) Hatta Rauf Yekta onun kemanı ve piyanoyu hiç sevmediğini belirtmektedir. İbnülemin, s. 119. (Rauf Yekta’nın Tasvir-i Efkâr’da Tanburi Cemil ile ilgili yazısından)
19 Parantez içindeki bu son cümle satır arasına sıkıştırılmıştır. Bu fikir Zühdi Rıza’ya ait olabilir. Çünkü kendisi Asrî Kemençede de bu telin yokluğunu önemli bir kusur olarak vurgulamaktadır. Ayhan Sarı, s. 43.
20 Kemençeci Vasilaki, Yorgi adından birinin oğlu. 1845 de Silivri’de Litros Nahiyesinde doğdu. Nakkare, klarnet ve son olarak kemençe çalardı. Çok uzun yıllar Galata’da meyhane ve gazinolarda çaldı. Kemençede çok mahirdi ve kendine has bir tavrı vardı. Kemençe imal ederdi. 1907’de öldüğünde 63 yaşındaydı ve kemençe tavrı da kendisiyle beraber yok oldu. İbnülemin, s. 282-283.
21 Zühdi Rıza, İmam Birgivî’nin musikinin aleyhindeki, Gazzalî’nin de faydalı olan musikinin lehindeki fikirlerini bildiği ortadadır. Zühdi Rıza, İmam Birgivî’nin bu husustaki görüşlerini onun sufice yaşam tarzına bağlamış ancak görüşlerinin detaylarına yer vermemiştir. Bu çalışmada sadece Fenni Bey’in musiki çalışmaları ve musiki üstüne yazdıkları aktarıldığından musikinin helal ve haram oluşu tartışmalarına girilmemiştir. Bu hususta detaylı bilgi almak için bkz. Süleyman Uludağ, İslam Açısından Mûsikî ve Semâ’, Uludağ Yayınları, Bursa 1976.
22 Son sayfada bu şarkının adı tekrar geçiyor ve Her zaman sahra-i kalbimde müheyyasın sen, güfteli şarkı olduğu belirtiliyor.
23 Fennî Bey’in bu bestesini koleksiyonunda gördüm ve güftesini kaydettim. (Zühdi Rıza)
24 1341’de basılacak olan Lügatçe-i Felsefe adlı çalışmasıdır. Bu eser dilimizde yazılan ilk felsefe sözlüğüdür. Bkz. Bolay, s. 13; Yükselsin, s. 5.
25 Fazlı Arslan, Başmuharrir’in Mûsikîşinaslığı Ahmet Mithat ve Müzik, Yayın Evi, Ankara 2009.
26 Etem Üngör, s. 48, 71.
27 Necati Gedikli, Ülkemizdeki Etki ve Sonuçlarıyla Uluslararası Sanat Müziği, Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir 1999, s. 135.
KAYNAKLAR
AREL, Hüseyin Sadettin, “Kemençe Beşlemesi Hakkında Hatıralar ve
Düşünceler”, Musiki Mecmuası, sayı 6 (Ağustos 1948).
ARSLAN, Fazlı, Başmuharrir’in Mûsikîşinaslığı Ahmet Mithat ve Müzik, Yayın Evi, Ankara 2009.
……. “İstanbul Darülfünûnu İlahiyat Fakültesi Hocalarından İsmail Hakkı
Baltacıoğlu’nun Türk Mûsikîsinin Terakkisi Üstüne Fikirleri”,
Dârülfünûn İlahiyat Sempozyumu Tebliğleri, İstanbul 2010, 253-261;
……. “Erken Cumhuriyet Dönemi Türk Mûsikîsi Siyasetinde Necip Asım”,
Doğu Araştırmaları, sayı 3 (2009/1), s. 35-58.
BOLAY, Süleyman Hayri, “İsmail Fenni Ertuğrul”, Felsefe Dünyası, sayı, 7
(1993), s. 13, 24-25.
ÇERGEL, Muhammed Ali, Rauf Yekta Bey’in İkdam Gazetesinde Neşredilen Türk Musikisi Konulu Makaleleri, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2007.
TANBURİ CEMİL, Rehber-i Mûsikî, (çeviriyazım ve yorum M. Hakan
Cevher), İzmir 1993.
ERTUĞRUL, İsmail Fenni, Fenni Bey’in Âsârı, Hilal Matbaası, İstanbul 1932.
GEDİKLİ, Necati, Ülkemizdeki Etki ve Sonuçlarıyla Uluslararası Sanat Müziği, Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir 1999, s. 135.
İHSANOĞLU, Ekmeleddin, Ramazan Şeşen, Gülcan Gündüz, M. Serdar Bekar, Osmanlı Musiki Literatürü Tarihi, Ircica, İstanbul 2003.
İNAL, İbnülemin M. Kemal, Hoş Sadâ, Maarif Basımevi, İstanbul, 1958.
KALENDER, Ruhi, “Yüzyılımızın Başlarında İstanbul’un Musiki Hayatı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. 23, (1978) s. 412.
ÖZTUNA, Yılmaz, Büyük Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1990, I, 43.
SAĞER, Turan, “İstiklal Marşı Besteleri”, Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 3, Sayı: 5, (Aralık 2010), s. 218.
SÜRELSAN, İsmail Baha, “İstanbul Konservatuarına Dair”, Musikî ve Nota, Eylül 1971, sy. 23, s. 4.
TANRIKORUR, Cinuçen, Müzik Kimliğimiz Üzerine Düşünceler, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1998.
TİNEL, Zühdi Rıza, Asrî Kemençe, (Hzl. Ayhan Sarı) İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Yay., İstanbul 2010.
TURA, Yalçın, Türk Musikisinin Mes’eleleri, Pan Yayıncılık İstanbul 1988.
ULUDAĞ, Süleyman, İslam Açısından Mûsikî ve Semâ’, Uludağ Yayınları, Bursa 1976.
ÜNGÖR, Etem, Türk Marşları, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1965.
YEKTA, Rauf, Türk Musikisi, Pan yay., İstanbul 1986 (Kitabın başında Murat Bardakçı, “Rauf Yekta Bey’in Hayatı ve Eserleri”, s. 15)
YÜKSELSİN, İbrahim Yavuz, İsmail Fenni Ertuğrul’un Sözel Taksimleri, YLT, İzmir 1994.
ZEREN, Mehmet, İsmail Güleç, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Kütüphanesi Yazma Eserler Katalogu, İstanbul 2009.
Zühdi Rıza, Bugünün Münzevi Simalarından Fennî Bey, Fikir ve Âsâr-ı Mûsikiyyesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Kütüphanesi nu: 87 (vr. 1a- 10b).