Kekeça: Kendin Kendini Çal…
Toplam Okunma: 6391 | En Son Okunma: 19.11.2024 - 11:14
Son zamanlarda hem müzik, hem spor hem de terapi içeren yeni bir hobi alanı ismini daha sıkça duyar olduk. Kekeça.. Kekeça beden müziği, vücut perküsyonu. Bireyden toplumsallığa, birlikte müzik yapmaya uzanan bir süreç. Uğraşanlarının yanıtlamak için çalıştıkları bir soru var: Neremden nasıl ses çıkıyor? Vücut enstrümanını iyi tanımak gerek… “Ritmin alt katmanları” olgusunu en iyi kekeçada duyumsamak mümkün. Tempo, ritm ve içsel atım… Kendi başına kekeça yapmayla, ritmi hissetmeyle, birlikte yapma arasında belirgin hissetme farkları var…
Beden Perküsyonu, ellerin ayakların bedenle birlikte vurmalı bir enstrüman olarak kullanıldığı bir alandır. Müzik ve Hareketin tam da ortasında yer alır. Çalanın da çalınanın da aynı kişi olması, beden perküsyonunun benzersiz bir özelliğidir: “Kendin Kendini Çal”ma süreci “ben”in “beden”le olan ilişkisinde ritim-müzik-hareket-dil aracılığıyla bir kendini ve ötesini keşfetme, fark etme yolculuğuna dönüşmektedir. Bu kendini keşfetme sürecinde yerçekimi aracılığıyla, kendimizi akışa bırakmayı öğreniriz adım adım. Sese-yolaçan-hareket’in farkında olmakla ve yerçekimine kendini bırakabilme becerisi kazandıkça beden perküsyonu, beden müziği, müzik-dans ortaya çıkar…
KeKeÇa’nın Türkiye’deki öncüleri 2002 yılından bu yana birlikte çalışan Tugay Başar, Zekiye Doğan, ve Timuçin Gürer
Tugay Başar:
“Kendi bedenini kendin çal, “gündelik” olarak kullandığın-kullanmadığın yerleri, alışıldık-alışılmadık biçimlerde çal. Keyifle çal, içinden geldiğinde, geldiğince…”
Zekiye Doğan:
“Bildiğimiz kadarı ile başka bir örneği yok. Kulak yoluyla işitmenin yanında, kemikler ve tüm beden yoluyla sesleri algılayabiliyoruz. Bir de görsel yoldan algılama var ki, onu da azımsamamalıyız. Duyuları birbirinden ayırmak yerine bütünlüğü içinde görmek ve hissetmek, yaşamı daha kolaylaştırıyor. İşitme engelli gençler işte bu anlayışla birlikte, içlerindeki ritmi ortaya çıkarmak istedi. Bedenin aslında şarkı söylediğini, konuştuğunu, ne çok şey anlatabildiğini hissettiriyoruz. Beden perküsyonu, elleri ayakları ve tüm bedeni vurmalı (perküsyon) bir çalgı olarak ritim tutmak, müzik yapmaktır. Tek başına yapılabildiği gibi, toplu olarak da yapılabilir. Ses çıkartmak ve işitme engellilik ilginç bir tezat esasında. Gruptakilerin bazıları işitme cihazları sayesinde kısmen duyabiliyor. Kısmen duyanlar, hiç duyamayanlar, cihaz taşıyanlar, taşımayanlar. Çok geniş bir yelpazede öğrenciler var.”(1)
* * *
İnsan kendini nasıl çalar ya da niye çalar ki? Ne olur da kendini çalmaya başlar? Cevabını ben de bilmiyorum ama, ben örneğin, kendimi çalmaya bir yaz stajında karar verdim. Öncesinde az çok çalıyor, çaldırıyordum. Ama o stajda büyülendim. Üstelik yaptığımız “basit” bir rock ritmiydi, herkesin yapabileceği cinsten. Dum şık şak dum dum şık şak. Göğsüne vuruyorsun, el çırpıyorsun, bir de parmak şıklattın mı temel beden baterisinin davulu, trampeti, zili tamamlanmış oluyordu.
Bedenime vurarak farklı sesleri keşfetmeye ve bu sesleri organize edip ritim tutmaya başlayınca iş ciddiye bindi sonra. Öylesine, kendi başına kendini çalmanın ötesine geçip başkalarına kendilerini çalmak için ortam hazırlar olmak kekeça’yı bir iş, bir uğraş haline getirdi.
Oyun oynatmak, kekeça yapmak “gündelik” olanın içine girmiş, işim haline gelmişti. Neyse ki kekeça yapmanın kendisi hâlâ oyun alanında kalıyordu benim için. Birlikte oynamak üzere ”oyun arkadaşları” buluyor, oyun başlayana kadar “gündelik” olanda kalıyor, sonra da “ötesi”ne geçebiliyordum onlarla birlikte. Her oyun gibi kekeça yapmanın da bazı kuralları vardı. Oyunun gönüllü bir eylem oluşu kuralı örneğin. İstekli olmadan, yani mecburiyetten kekeça yapmaya kalkınca “tam” olmuyordu, olamıyordu.
Örneğin sürekli sorulabilecek “bu ne işe yarar?” sorusu kekeça’nın içine girmemizi engelleyip yalnızca işe yararlık ekseninin bir yerlerinde kalmamızla sonuçlanabilecektir. Gevşemek, kekeça sürecinde olası sonuçlardan biridir. Bunun için bırakmaya açık olmalıdır katılımcı. Neleri bırakmaya? “N’ap’cam ben?!” tarzı düşünceleri. Bazı hareketleri yapmak, bazı sesleri çıkarmak için kendini zorlayıp germeyi… Bedenlerin salınımında gözle görülür bir artış, dansa varan bir hareketlenme, yüzlerde memnuniyet ifadesi, gülümsemeler, espriler, kahkahalar…
Tek başına ritim tuttuğumda, birlikte ritim tuttuğumuzda, birileri izlerken tuttuğum(uz)da farklı duygular oluşabiliyordu. Örneğin kendi başıma kekeça yaptığımda ritmi hissedişimle, birlikte yaptığımda hissedişim farklı oluyordu.
Kendi bedenimle ritim tutmanın, bir ritim aleti çalmaktan farkı vardı: Çalan da çalınan da bendim! Özne de, nesne de ben
Çoğunlukla oluşabilen, o ortak yolculuk duygusu, kekeça yapan katılımcıları daha alıcı (ve verici) hale getirebiliyordu. (2)
Tugay Başar
Galatasaray Lisesi’nden sonra MSÜ Devlet Konservatuarı Etnomüzikoloji Bölümü’nden mezun oldu. Aynı bölümden yüksek lisans derecesi, 1997’de de psikodrama yönetici yardımcısı sertifikası aldı. 1997’den başlayarak Orff yaklaşımı temelinde müzik ve hareket eğitimi seminerlerine katılmaktadır. 1982’den bu yana çeşitli anaokullarında müzik eğitimi vermektedir. 1992-1998 yıllarında başta otistikler olmak üzere çeşitli gruplarla müzik terapisi alanında uygulamalar yapmıştır. 2002-2007 yılları arasında Ayışığı Atölyeleri’nde kurduğu müzik atölyesinde çalışmalarını sürdürdü. Çocuklarla ve yetişkinlerle KeKeÇa (Beden Perküsyonu), Müzik ve Hareket eğitim ve kişisel gelişim alanlarında atölyeler, etkinlikler yapmakta, Orff Schulwerk Eğitim ve Danışmanlık Merkezi’nde ve Pusula Danışmanlık’ta eğitim vermektedir. Ezginin Günlüğü, Rönesans, Bezmara, Emin İgüs Grup, Uçan Halı topluluklarında çalışmış, 2003’te KeKeÇa Üçlüsü’ nü kurmuştur. 2004-2005 yıllarında Aksak İstanbul Hikayeleri (Yeşim Özsoy Gülan) oyununun ritim ve müzik yönetmenliğini yapmıştır. 2007’de Anadolu Üniversitesi EEYO’da okuyan 35 işitme engelli gençten oluşan KeKeÇa Topluluğu’nu Zekiye Doğan’ın öncü çabalarıyla Timuçin Gürer’le birlikte kurmuştur. Onun yönetiminde, “Her Beden Duyar/Every Body Hears” anlayışıyla çalışmalarını sürdüren topluluk Mayıs 2008’de Macaristan’ın Pecs kentinde performanslar sergilemiştir.
Timuçin Gürer
Boğaziçi Üniversitesi’nde Makine Mühendisliği okudu. Halen, ortaklarindan biri olduğu ELİAR Elektronik’de stratejik planlama danışmanı ve yeni iş geliştirme sorumlusu olarak çalışıyor. Lise ve üniversite yılları boyunca halk müziği ve halk danslarıyla ilgilendi. BÜO’da (Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları) oyunculuk yaptı 1980’li ve 90’lı yıllarda şarkıcı ve perküsyoncu olarak MOZAİK müzik topluluğunda yer aldı. 1995′ten bu yana AYŞE TÜTÜNCÜ Piyano Perküsyon Grubu’nda muhtelif vurmalı çalgılar çalıyor, vokal yapıyor. 2002′den bu yana TUGAY BAŞAR ile Beden Perküsyonu çalışıyor. Bu alanda “KeKeÇa”(Kendin Kendini Çal) adını verdiği yeni bir yaklaşım geliştiren Tugay’a muhtelif atölye çalışmalarında, okul ve kurum eğitim programlarında asistanık yapıyor; birlikte perfrormanslar gerçekleştiriyorlar. Engelli veya “engelsiz” çocuklar, gençler ve her yaştan yetişkinlerle çalışıyorlar. 2007 yılından bu yana Anadolu Üniversitesi Engelliler Entegre Yüksek Okulu’nda(EEYO) okuyan 35 işitme engelli gençle birlikte kurdukları EEYO KeKeÇa Topluluğu ile Tugay yönetiminde “Her Beden Duyar / Every Body Hears” anlayışıyla çalışmalar yapıyor,performanslar sergiliyorlar. Bu yıl Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde 2 gösteri yapan topluluk, Mayıs 2008’de Macaristan’ın Pecs şehrinde bir festivale katıldı. Timuçin Gürer müzik, tiyatro ve dansta beden muziğinin kullanımı üzerine çeşitli atölye çalışmalarına katılarak bu konudaki araştırmalarını sürdürüyor. Bir beden perküsyoncusu olarak her bedenin müziğe katılabileceğini düşünüyor.(3)
__________________________________
(1) http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=9169622
(2)Huizinga, Homo Ludens oyunun toplumsal işlevi üzerine bir deneme, Ayrıntı Yay.,İstanbul, 1995.
http://www.bugday.org/portal/haber_detay.php?hid=737
(3) http://www.kekeca.net/kkc.htm
(4) İzlemek için:
http://www.youtube.com/watch?v=mJThmtwlLPs