Tarihi Bir Gerçeği Daha Öğrendik; Meğer “Türk Mûsıkîsi“ Yasağı Bir Efsâne, Hatta Efsâne Bile Değil, Sadece Bir Dedikodu imiş!.. Salih Zeki Çavdaroğlu
Toplam Okunma: 3601 | En Son Okunma: 19.11.2024 - 22:07
Dergimiz yayınlanabilir ölçütlerdeki karşı görüş yazılarına da yer vermeyi objektif yayıncılık ilkesi nezdinde doğalllıkla kabul eder… Sn. S. Z. Çavdaroğlu’nun yazısı: Adında “Musîkî“ kelimesi geçen “çok sesli“ müziğin “tek“ ses olarak dillendirildiği bir sitede (http://www.musikidergisi.net/?p=1732 ) :“Bazı kendini bilmezlerin Geleneksel Türk Müziğinin (GTM) bir dönem yasaklandığı konusundaki söylemi adeta yüzyıl efsanesine dönüştürülmüş… “Böyle diyor beyefendi. Meğer birileri bizi yıllardır nasıl kandırıyormuş. Yeni öğreniyoruz. Tabii “çağdaş“ müzikçilerimizin sayelerinde…
Hatta sayın yazar başta Can Dündar ve Murat Bardakçı olmak üzere bütün muhataplarını bir ültimatom üslubuyla azarlıyor ve verip veriştiyor.
“ Artık kabak tadı verdiniz, ne diyosam o …“ şeklinde argo ağzı ile fırçalıyor.
Böylesine asılsız dedikoduları topluma zerk eden insanların da ne kadar cahil ve belge yoksunu olduklarını, hatta imlâ kuralından falan habersizliklerini “ âllâme “ liğinin bütün haşmetiyle belirliyor.
Ne kadar ilginçtir ki, başkalarının imlâ yoksunu olduğunu söyleyen bu beyefendi, kendi yazılarının kurgularına bakma ihtiyacı duymadığından olacak ki, Atatürk’ ü bile bazı cümlelerde “ Atütürk “ olarak yazdığının da farkında olamıyor. Hiddetlerine veriyor ve anlayışla karşılıyoruz.
Beyefendinin efsâne ve dedikodu olarak tanımladıkları Türk Müziği yasağı tarihine bir daha baktım. Şunlar yazılı orada :
1934 senesinin yaz aylarında Yalova’ daki köşkte Atatürk’ün karşısında ileriki yıllarda “ulusal musıkî” nin önde gelen kompozitörü olacak A. Adnan Saygun vardır. İşte ona söyledikleri :
“…Osmanlı musıkîsi T.C. deki büyük inkılâpları terennüm edecek kudrette değildir. Bize yeni musiki lâzımdır ve bu musiki özünü halk musıkîsinden alan çok sesli bir musiki olacaktır. İtiyâd ettiğimiz şeye gelince, sizin Osmanlı Musıkînizi Anadolu köylüsü dinlermi ? Dinlemiş mi ? Onda o musıkînin itiyadı yoktur…” 1
Atatürk’ ün aynı yılın sonbaharında, TBMM’ ni açılışında yapacağı konuşmadaki musıkiye vurgulamaları, bir anlamda musiki politikasındaki değişimin de habercisi oluyordu.
Yine aynı yıllarda bu kere Çankaya’ da ; “…müzik konulu bir toplantıya çağrılır Saygun. Öztürkçe’ ye çevrilmiş bir şarkı güftesini, piyano çalarak yeni melodilerle seslendirmesi istenir. Atatürk bu icrayı birkaç kez tekrar ettirir ve heyecanla davetlilerine dönerek şunları söyler :
‘ Efendiler: O sözler Osmanlıca’dır ve onun musıkîsi Osmanlı musıkîsi’ dir. Bu sözler Türkçe’ dir ve bu musiki Türk musıkîsidir. Yeni sosyete, yeni sanat!’
Saygun kendi tanıklığıyla naklettiği bu olayın analizini yıllar sonra yaparak, Türk milletinin konuşma ve müzik lisanının paralelliği bağlamında izah etmektedir…”2
Netice’ de Atatürk’ün 1 Kasım 1934’ de Türk Musıkisini “ basit musıki ” tanımladığı sözlerinin açılımını Neyzen Kudsi Erguner şu sözlerle anlatır :
“…Atatürk’ün bir sözü var. Bunu ben kendim uydurmuyorum.Türk Ordusu’nun yayımladığı ‘Atatürk’ün Düşünceleri’ diye bir kitap var. Bunu o kitapta bulacaksınız. Diyor ki : ’Türk’ ün bir tek müziği vardır, o da köyde çobanların kavalıdır.’…”3
Nitekim, M. K. Atatürk’ ün 1 Kasım 1934 günü TBMM’nde yaptığı konuşma bu konuda en etkili icra makamı olan Dahiliye Vekâleti (İçişleri Bakanlığı) ile o makamda oturan Bakan Şükrü Kaya’ yı hemen harekete geçirir. Dahiliye vekili işareti devrin Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim Tör’ den almıştır.
Tabiiki İttihatçılık’ tan gelen bir alışkanlıkla ve “söyletmen !Vurun!” tarzındaki bir genelge ile: “…
Ankara ve İstanbul Valilerine radyo programlarında alaturka musıkinin yasaklandığı, sadece Batı müziğinin çalınabileceği…” 4 emir buyuruluyordu. Bu yasak 6 Eylül 1936’ ya kadar, yani 1 sene, 6 ay 4 gün sürecekti.
O günden bu güne başta “ Turkish Five “ etiketli “ çokseslendirme “ montajcıları olmak üzere, “ Harika Çocuklar “ , ı, diğer mensupları, hatta o dönemin yazar, şair ve bürokrat takımının bu ülkenin geleneksel müziği ve müzikçilerine ne kadar ağır hakaret ve küfürlerde bulundukları da yazıyor efsâne dedikleri tarihte.
Bu müziği el bebek gül bebek büyütmek ve beslemek uğruna Hükümet bakanı düşürdükleri, Darbeler’ in sonrasındaki günlerde TRT’ yi basarak nice değerli binlerce taş plâk ve bant kayıtlarını tepeledikleri de yazıyor.
“ Cumhuriyet devrimlerinin “ vazgeçilmezi olarak işaret buyurdukları ve “ çağdaşlık “ sosu ile süsledikleri “ uyduruk “ bir müziğin, zamanla terbiye edeceklerini söyledikleri toplumca zoraki dinlenmesi için neler yaptıkları da yazılı o tarihte. Tıpkı “ Bayburt Bayburt olalı böyle zulüm görmedi “ anekdotunda olduğu gibi.
Zaten onlara göre “ Takrir-i Sükûn “ diye bir kanun, “ İstiklâl Mahkemesi “ diye bir mahkeme, “ Dersim “ diye bir olgu da asla ve kat’ a yoktur. Yani hepsi bir efsâne ve dedikodudan ibarettir.
Tarihte bütün bunlar yazmasına yazıyor da, acaba bunlar Türkiye’ de değil Moritanya’ da mı oldu ?
Olmasına oldu da, belki de tarih yazılırken yer, şahıs ve olgu isimleri dedikodu bâbından Türkçeleştirilmiş olmasın !..
D İ P N O T L A R :
1 Şefik KAHRAMANKAPTAN, ”İsmet İnönü ve Harika Çocuklar”, Ümit Yayıncılık, Ankara, 1998, s.43
2 Gönül PAÇACI, ”Cumhuriyet’in Sesli Serüveni” , Cumhuriyet’ in Sesleri, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999, s.23
3 “Ahmet CAN’ın Kudsi Erguner ile Söyleşisi”, Vakit Gazetesi, 9 Nisan 2008
4 Yasemin DOĞANER, ”Atatürk Dönemi’nde Radyo”, Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara,2002, s.381
* * * * * * *
Yazarın aynı atmosferde diğer bir yazısını aktarıyoruz(M.D.):
Osmanlı Müziği Ne Zaman Çöker ve Yerini Türk Çağdaş Müziği Nasıl Alır ?.. S. Z. Çavdaroğlu
Aslında bir dönem metazori de olsa bu hayal bir anlamda gerçekleşmişti. Millet “ Çağdaş Müziği “ dinlemiyordu, dinlememekte direniyordu. Olsun; Osmanlı müziği de inadına dinlettirilmiyordu ya…
Ah o adına “ konjonktür “ denilen dünya düzeni vardı ya, hesapları bir anda o bozmuş, “ çağdaş “ müzik daha onlu yaşlarının ortasında bir bebek iken “ devlet ana “ sının şefkatli kollarından zorla alınarak “demokrasi “ adlı analığının insafına terkedilmişti.
Ancak analık , her ne kadar öz anası kadar olmasa da, çağdaş müziğe, kendi öz evlatları olan “ Halk “ ve “ Geleneksel “ adlı iki öz evladından daha fazla ilgi gösteriyor, onu maddî ve manevî olarak el bebek gül bebek büyütmeye devam ediyordu.
Buna rağmen ne yapsa, nedense öz evladı bir türlü gelişemiyor, öz evlatlar gıdasız ve ilgisiz bırakılmalarına rağmen, onları seven büyük bir kitle tarafından ata yadigârı olarak seviliyor, himâye ve teşvik ediliyorlardı.
�
1971 yılında Türkiye’ nin 12 Mart cuntasınca yönetildiği sıcak günlerde, dönemin Kültür Bakanı üvey evlatlardan birine Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası salonunu sadece bir seferlik “ Hammamizâde Dede Efendi “ konseri için tahsis etme teşebbüsüne karşı, öz evlatların kemancı abları ve muhterem eşleri haneye tecavüz edilmişcesine itiraz eder ve yeri göğü ayağa kaldırır.
Soluğu önce dönemin “ şalcı “ Başbakanı, akabinde o dönemin müzmin muhalefet parti lideri sabık “ Millî Şef “ in huzurunda alırlar. Bunlara destek, “ Türk Beşleri “ nin o dönemde yaşayan isimleri ve cenâhın diğer aktörlerinden de âcilen geleceklerdir.
Hep bir ağızdan, bu konserin verilmesi halinde Cumhuriyetin yıkılma gibi bir tehlikeye mutatab olacağı, sarıklı irtica’ nın müzik yoluyla geri geleceği, bu nedenlerle karşı devrimci hareketin ağzının payının gecikmeden verilmesini buyururlar.
Öyle ya bu koskoca ülke gibi, CSO’ da irsen intikal yoluyla kendilerine miras olarak kalmış tapulu mallarıdır. Orada sadece kendilerinin “ küğsel “yapıtlarını “ ırlamak “ suretiyle yorumlama hakları vardır. Eğer bu “ mürteci “ müziğe böylesine ulvî bir mekânda bir kereliğine de olsa icra edilme imkânı verilirse, devlet ertesi gün çökecektir.
Etkili ve yetkili yöneticilerimiz gereğini hemen yaparlar, “ sarıklı irtica konseri “ hakettiği muameleyi görür, dolayısıyla o mekânda yaptırılmaz.
Bu işe boyunun ölçüsüne bakmayarak yeltenen Kültür Bakanı’ nın ise, üç beş gün sonra bakanlığı makanlığı kalmaz.
Tâ ki 1970’ li yılların ikinci yarısında, öz ana, eş dost, konu komşu ve akraba-i taâllukatın eleştiri, ikaz, uyarı, hatta azarlarına dayanamayacak hale gelir.
Halk ve Geleneksel adlı iki evlat bir anda kendilerini ifade edecek, konservatuvarlarına, korolarına kavuşur.
İşte o zaman bu nâzenin bebeğin hayranları hemen üvey anneye, aileye “ ihanet “ ettiğini koro halinde seslendirmeye başladılar.
Hani aynen “ devrim “ ler elden gidiyor, “ karşı devrim “ , “ irticâ “ gibi mâlum suçlamaların ardı arkası uzun seneler boyunca hiç kesilmedi.
Bu gün 80’ li yaşlarını yaşayan bebeğin hayranları, halâ onun büyüyeceğinden, b süreççok uzun da sürse, eninde sonunda üvey kardeşlerini tepeleyeceğinden son derece ümitliler. Hatta bazıları, büyüdüğünden, diğer iki kardeşinin öldüğünden falan bahsediyorlar.
Bizler her ne kadar bu olguyu göremiyorsak da, onlar böyle bir gerçeği yaşıyorlarsa bize susmak düşer.
İşin ironi boyutu burada noktalayalım da, haddimiz olmayarak Türkiye’ nin “ çağdaş müzik” ile yeniden ve kalıcı olarak hayata geçmesi için :
1) Ülkenin “ demokrasi” denilen rejimden umudunu kesip, yeniden 1940’ lı yıllardaki “ Millî Şef “ lik yönetimine geçmesi ve halkın başkaca müzikleri dinlememesi için genelge yayımlayarak, bunu TRT’ ye olduğu gibi, özel radyo ve tv’ lere de emrettiğinde ( ancak böylesine bir ortamın oluşması için de Avrupa ülkelerinde Führer ve Duçe’ liklerin oluşmasının göz ardı edilmemesi gerekir.)
2) Bu gün “Allahüekber “ lâfzı ile okunan ezanın, 1950 öncesinde 18 senedeki gibi, bir gün gelip “ Tanrı uludur” şeklinde okunduğunda,
3) Camilerde Cuma ve Bayram hutbelerinin, imamların cübbe ile değil, simokinle okumalarının sağlanması, camilere kiliselerde olduğu gibi sıralar konması, ilâhilerin enstrümanlar eşliğinde okunmasının sağlandığında, ( Dolayısıyla tekbîr ve selât-ı ümmiyelerin çöken Osmanlı mûsıkisinin pirî Itrî’ nin segâh larıyla değil, mesela Adnan Saygun’ un “ yapıt “ larıyla seslendirilmesi zarurettir)
4) 60 senedir milletin seçtiği milliyetçi, muhafazakâr iktidarlar yerine, “ hümanist “, “ çağcıl “ ve “ devrimci “ iktidarlara rağbet ettiğinde,
5) Halk radyo, televizyonlar, müzikholler, konser salonları, düğünlerde, derneklerde okuduğu dinlediği, Küçüksuda gördüm seni, Yine bir gülnihal, Alişimin kaşları kare,Erkilet güzeli, Gelyanıma gel gibi Osmanlı müziği ve ondan türemiş müziklerden nefret edip, yerine bunların çokseslendirilmiş versiyonları, ya da “ Sinfonietta “ , “Türk Kapriçiyosu”, “Humerosque “, “Senfonik Episodlar”, a meylettiğinde,
6) Bayburt luların dinleyeceği bir Nevit Kodallı, ya da Ulvi Cemal Erkin senfoni, sonat ya da rapsodisi sonrasında “ Bayburt, Bayburt olalı böylesine muhteşem bir ‘küğ ‘dinlemedi “ dediğinde,
7) Veya 12 Eylül’ de olduğu gibi “ Osmanlı müziği mi, Çağdaş müzik mi ?” diye bir referandum sonrasında, çağdaş müziğe meselâ yüzde 58’ lik oranda bir “ evet “çıktığında,
Anlamışızdır ki, Osmanlı müziği “ çökmüş “, dolayısıyla Ulusal-çağdaş müzik “ inşaa “ edilmiş demektir.
N O T :
Bu yazı, http://www.musikidergisi.net/?p=1719 te yayımlanan bir makaleden esinlenerek yazılmıştır…