Solist Açısından İngiltere… Gülsin Onay - Fazıl Say
Toplam Okunma: 5790 | En Son Okunma: 23.11.2024 - 11:08
İngiltere Türk müzik sanatçılarının konser verme açısından iki ucu birbirine değmesi zor merdiven olarak algılanmış yıllar boyu. Bu olumsuz algılamada İngiltere’nin Türk müzisyenlere karşı bilgi, merak ve de tanıtımsızlıktan kaynaklanan önyargısı önemli etken olarak görülüyor. Orada icra-yı sanat eyliyecek Türk sanatçıdan her konser için ayrı vize istiyorlar. Eh bir de toplum olarak içe kapanıklıkları, soğuklukları hakkındaki ön yargımız hatıra getirildiğinde İngiltere’nin Türkiye’ye pek çok açıdan uzak olan sosyal mesafesi açılıyor da açılıyor… Fazıl Say ve Gülsin Onay İngiltere’de konser konusu üzerine söyleşmişler:
Fazıl Say:
BBC Magazine Dergisi’nde sizi şaşkınlığa uğratan yazı beni hiç de şaşkınlığa uğratmadı. Bu iş oldum olası böyledir. İngilizler Türk sanatını, Türk sanatçılarını bilmiyor. Bunun birinci nedeni İngilizlerin Türklere karşı önyargıları olmasıdır. Bu “önyargılar”ı kırabilmek için gerekli tüm mekanizmamız da yok edilmiş durumdadır.
Bunun nedenleri var;
Şöyle ki;
1- İngiltere her konsere ayrı vize ister. Mesela bir yılda 4 konser mi var? 4 kere vize almaya gidilecek…Oysa Avrupa’nın diğer tüm ülkelerini kapsayan SCHENGEN vizesini menejerlikten alınan bir mektup ile beş yıllığına alabiliyoruz ve bu beş yıl süresince 500′den fazla “resmi” ve “kontratı-çalışma izni” olan konseri gerçekleştirebiliyoruz.
Bu durum İngiltere’de mümkün değil…
2- İngiliz vizesini almak diğer tüm vizeleri almaktan daha komplike. Pasaport’u 1 veya 2 hafta konsoloslukta bırakmanız lazım. En az 3-4 kere saatlerce orada bulunmanız lazım.
Mesela sadece Pasaport’u 2 hafta bir konsoloslukta bırakmak benim açımdan mümkün değil. Çünkü diğer ülkelerdeki konserler için yurtdışına çıkış yapmam lazım.
Bunlar uğraştırıcı bezdirici durumlardır.
3- Genel bir başka konu;
Londra’da çalan sanatçıları Viyana ,Zürih, Amsterdam, Berlin, Paris, Roma dinleyicileri bilmez. Ve keza, Viyana, Berlin, Zürih, Amsterdam, Roma, Paris’de çalanları ise Londra bilmez. Londra’da meşhur olan İngiliz sanatçıları bizler diğer ülkelerde bilmeyiz.
Viyana’daki bir salonun yıllık programına bakalım. Göreceğimiz isimler Londra’daki bir salonun programından neredeyse %80 farklıdır
Böylelikle diğer ülkelerde çalan sanatçılar da İngiltere’de çok az bilinir.
Sorun aslında bir MENAGEMENT sorunudur. İngiliz menejerleri “local menagement” (yani sadece İngiltere’de konser Organize etmeyi) istemiyor. İllaki WORLDWİDE GENERAL MENAGEMENT olsun diye diretirler. Eğer tüm dünyaya bakan konser menejeri İngiltere’de değilse, İngiltere’deki konser sayınız minimuma düşer.Yani ben, 12 yıldır oturttuğum menejerlik ağımın tamamını bozmak durumundayım ki, Londra’da da sık sık çalabileyim…
Buna değmiyor…
Bunun bildiğiniz en iyi örnekleri Leyla Gencer ve Fazıl Say.
Birçok Avrupa ülkesinde artık en üst mertebede tanınır bir durumdayken, İngiltere’de soru işareti.
Ayrıca bir de maddiyat sorunu ortaya çıkmakta.
Müzisyen tanındığı ülkelerde artık mesleğinin en iyi maddi şartlarına kavuşur.
İngiltere’de ise, bir şeye yeni başlayan konumda, Almanya, Fransa, İtalya, Japonya’da aldığı ücretin, onda birine razı olmak zorunda, çünkü yeni başlıyor…
Şimdi, düşünün, hem her konsere ayrı vize almak için uğraşacaksınız, bunun uğruna 2 hafta pasaportunuzun konsoloslukta kalması gerekecek, bu en fazla yılda bir veya iki kere yapılır,
hem Türklere karşı kimi önyargıları olan bir izleyici kitlesine gideceksiniz, önyargıları kırmak için yeterince konser sayısı olmadan.Ücreti de normalde aldığınızın onda biri olacak. Hem menejeriniz Almanya’dan Londra için istemeye istemeye uğraşacak, hem plak şirketiniz Fransız, Nota yayıneviniz Alman, bunlar İngiltere’de İngiliz şirketlerinin yanında ezilmekte…
Yani ,
Bunun daha kolayı İngiltere’yi bir kenara koymak olur.
Ben de onu yaptım son 4 yıldır…
Hüseyin Sermet 55 yaşında sanırım.
1 yıldır İngiliz menejeri var.
Hüseyin Sermet’in Londra’da Orkestra ile Debut yapması için 55 yaşına gelmesi mi gerekiyordu?
Yoksa İngiliz menejerinin olması mı?
Benim şu ana kadar İngiltere de verdiğim konserler inanın şunlar sadece;
1998 Wigmor Hall Recital
2004 Maxim Vengerov ile 2 kere Barbican Center konserleri.
2004 Quinn Elizabeth Hall Resital
2007 Sabine Meyer ile Wigmore HAll resital
2008 Wigmore Hall resital
2008 Edinburgh Festivali resital
12 yılda Toplam 7 konser.
Fransa, Almanya, Japonya, İsviçre, İtalya, Avusturya, Hollanda, İSrail, ABD, vesaire her ülkede 12 yılda verdiğim konserleri saysak her birinde en az 300 konser çıkar.
Sadece Paris’te 1998-1999 yıllarında 32 konser verdim.
Gelecek sezon (2011) Academy Of St. Martin Orkestrası ile Avrupa turnemiz var. 6 konser. İlginçtir, İngiliz Orkestraları benimle İngiltere dışında seve seve çalıyor, BBC Orkestrası ile de 2002′de 6 konserlik turne yapmıştık.
St. MArtin Orkestrası provalar için Londra’ya gelmemi istedi. Mektubumda yazdığım sebeplerden dolayı reddettim. Konser günü Hamburg’da ilk provayı yapacağız. Tek prova. Kendi konçertom İpek Yolu ve Mozart k467 , şef yok konserde..
Durum bu…
* * *
Gülsin Onay:
Fazil hakli..Ingiltere nevi sahsina munhasir bir diyar..
Yine de Londra her sanatcinin fethetmeyi istedigi bir dunya sanat merkezi konumunu koruyor nedense..New York cevreleri de ille Londra’da basarili olanlari gozler, Tokyo da..Ingilizlerin kabul ettigi bir sanatci her yerde kabul edilmeyebilir ama tersi tamamen imkansiz, onlar ancak kendi kararlariyla secerler begendiklerini..gercekten ilginc bir pazar muzik kariyerinde Ingiltere. Ben burada yasadigim icin vize kolayligim var, belirli sayida konserlerim oluyor, bircok Ingiliz Orkestrasi ile Almanya’da,Turkiye’de turneler yaptim, (City of London Sinfonia, English Chambre Orchestra, Academy of London) Royal Filarmoni ile Londra’da,Northern Sinfonia ile Newcastle ve Durham’da konserler verdim.tabii orkestralari provasiz calabilen ust duzey muzisyenlerden ve cok kaliteli.. Yine de hicbir zaman 15 yildir kendimi kabul ettirmis hissetmiyorum..
Fazıl Say:
Gülsin’e hak verdiğim konular var.
İngiliz Orkestralarının “çok iyi” olması bunlardan biridir.,
İngiliz Orkestra şef, dostum Howard Griffiths der ki:
“İngilizler birey olarak başarılı olamazlar. Mesela besteci bireydir, piyanist bireydir, kemancı bireydir. Bunlarda İngiliz bulamazsınız. Ama topluluk olarak; İngilizlerin üstüne yoktur.
Orkestralar mesela… Opera evleri… Futbol takımları…”
Gülsin’in diğer sıraladıklarında;
Londra’nın fethedilmesi gereken bir merkez olması da doğrudur.
Sokolov bugün en önemli piyanistlerden biridir. Londra’da çalmıyor… Vize illetiyle uğraşmak istemiyor. Sokolov Londra’da yok diye değer kaybetmiyor ama…
Malesef İngilizler bunu anlamıyor…Ve “bizde yoksa iyi değildir” kanısına kolay varıyorlar…
Fethedilmesi gereken konusundaki duruma gelince;
Bu biraz efsanevi çellist Rostropoviç’in Viyana Filarmoni ile olan ilk konserinin 72 yaşında olması gibi bir durum. Orada bir de hoş anekdot vardır, İnsanlar Viyana Konzertmeister’ine sormuşlar:
“Yahu koskoca Rostropoviç niye anca şimdi sizinle çalıyor? Bu buluşma niye daha önce nasip olmadı?” diye.
Konzertmeister de hayli arrogant(kibirli, kendini beğenmiş) anlaşılan;
“Bizimle çalmak için çok iyi olmak lazım!” diye cevaplamış.
Ancak bu fethedilmesi gereken merkezler konusunda bir ağ sistemi var ki, burada ABD (Newyork) -İngiltere (Londra)-ve Avustralya (Sydney) arası(yani İngilizce konuşan ülkeler) menejerlikler ve konser büroları -organizatörler diğer tüm ağları takmıyor…
Diğer ağlar da İngiliz sanatçıları almıyor…
Bu genel bir kopukluktur.
Halbuki Müzikteki ağın çok daha iç içe olması lazımdı… Diğer tüm ülkelerle birlikte iş yapmaları lazımdı.
Mesela bir İngiliz Organizatörün Londra’daki bürosundan Antalya Piyano Festivalinin tüm operasyonunu yapması sizce mümkün müdür? Binde sıfır ihtimaldir. Çünkü, Antalya’da akla hayale gelmeyecek sorunların bin tanesi bir konser esnasında ortaya çıkabilir:
Elektrik kesilebilir. Tuvalet tıkanabilir. Filanca Politikacı en öne oturtulmadı diye olay çıkartabilir…
Dolayısıyle, İngilizler Antalya’yı Londra’dan fax’la email ile asla yönetemez.
Tabii ki yönetilemiyor diye Antalya kötü Festival değil…
1998 yılında hem NewYork’da hem Paris’te çok faaldim; İnan edin NEWYORK ve PARİS konser salonlarının yıllık programları, CD satışları birbirinden tamamen ayrı iki dünya gibiydi… Tamamen ayrı! İsimler ayrı! Her şey ayrı!
NewYork’da fevkalade meşhur Amerikalı piyanistler vardır, her ay Lincoln Center’da, Carnegie Hall’de çalarlar.
Birisi dostumdu. İnan edin daha hayatında Avrupa’ya gitmemişti!!! Yani konsere değil. sadece merak edip turist olarak da gitmemiş…Hayatı boyunca çaldığı Bach’ın Mozart’ın Ravel’in memleketi neresidir merak da etmemiş. Böyle tipler var…
Hem ABD hem AVRUPA ; iki kıtada birden kariyer sürdürmek inanın zordur. Hayatınız uçaklarda geçer. Tatsızdır…
Bence birinden birinin yılda bir kere turne yapılan kıta olması gerekir. Dediğim gibi, burada da bunu yapmayan menejerler var… Bu hala mümkün değil. Vengerov bile minimum sayıda ABD de çaldı…
Bu durumda sanatçı birinden vazgeçmek durumundadır…
Gülsin’in mektubunda, Japonlara gelince;
Japonlar sadece Londra’yı baz almıyor elbette… Japonlar her şeyi baz almakta.
Salzburg, Verbier, Schleswig Holstein, La Roque, Menton Montpellier Montreux gibi festivallerde bir çok Japon menejer görürsünüz. Takipçidirler…
Ljubliana’daki bir konserde Japon menejer vardır. Aklınıza gelmeyecek İtalyan taşrasında Japon menejer sizi dinlemeye gelmiştir… Japonlar her yerde…
Ama , Japonlar aslında en çok Viyana’yı baz alır.
İsmi WİENER ile başlasın, oraya gidip dümbelek ile kaval çalınsın Japonlar yine doldurur o salonu… Öylesine bir WİENER hayranlıkları vardır…
Wiener Philharmoniker üyelerinin her yıl Japonya turnesinde elde ettikleri gelirin Vıyana’daki maaşlarının toplamından daha fazla olduğunu biliyor muydunuz?(1)
______________________________________
(1) klasikbatimuzigi@yahoogroups.com - 14.12.2010 tarihinde gelen mesajlardan derlenmiştir.