“Geleneksel Türk* Müziği Konservatuarı” Kurulması Gereği… Dr. Ayhan Sarı
Toplam Okunma: 4780 | En Son Okunma: 21.11.2024 - 04:44
Konservatuar kelimesi, Ülkemiz için yeni bir kelime olsa da müziğin eğitim boyutunda “ustadan çırağa” olarak betimlediğimiz meşk sistemi ve geleneği oluşturan büyük müzikal mirasın, günümüzde yaşayıp-yaşamadığı açısından konumu, işlevi tartışılan bir kavramdır. Enderun’dan Dar’ül-Elhan’a, Dar’ül-Elhan’dan konservatuara ve günümüz diğer müzik okullarına uzanan süreçte “bir şeyler” yaşandı. Geçmişi tabii ki sorgulayacağız. Anlatacağız. Ders alacağız. Ama bir o kadar da geleceği düşünmek gerekiyor ki, kanımızca üzerinde durulmayan asıl nokta burasıdır. Geçmiş geçmişte kaldı. Gelecek ne olacak?..
“Geleneksel Türk(Türkiye!)* Müziği Konservatuarı” Kurulması Gereği… Dr. Ayhan Sarı
Ülkemizde 1828’de kurulan “Muzıka-i Humayun”u Batı Müziği eğitimi veren ilk konservatuarımız olarak görmek mümkündür. Bu konservatuarın Avrupa ve Rusya dahil birçok konservatuardan önce kurulmuş bir kurum olma özelliğini gözardı etmememiz gerektiğini de belirtmeliyiz. (Örneğin İtalya’da 16.yy. Paris’te 1784, Viyana’da 1817, Berlin 1822, Brüksel ve Madrid 1830, Leipzig 1843, Münih 1846, Londra 1861, Petersburg 1862, Moskova 1866, Budapeşte konservatuarı 1874’de kurulmuştur)…
O zamana değin akademik anlamda hiç konservatuarı olmamış bir toplumun bu işe Batı Müziğiyle başlamış olması, üstelik de Avrupa’daki birçok devletten önce işe koyulunması, ortaya ilginç bir durum çıkarmaktadır.
Bugün ülkemizde müziğe meraklı gençlerimizin bu yönde kendilerini eğitebilecekleri dört ayrı türde, dört önemli “müzik eğitim kurumu” görülmektedir :
1- Batı müziği Devlet konservatuarları.
2- Türk müziği Devlet konservatuarları.
3- Eğitim fakültelerinin müzik bölümleri.
4- Müzikoloji Bölümleri
Ölçüt alınabilecek dünya konservatuarlarında müzik eğitim türü kendi içlerinde “Pop, caz vb. konservatuarları” şeklinde ayrılırken bu içerikler bizde “Türk müziği, Batı müziği konservatuarları” şeklinde ele alınmış ve durum bugüne dek süregelmiştir. Yukarıdaki üçgende görüldüğü gibi, eğitim şeklinde, müziğin kendi içindeki türleri esas alınması gerekirken, -ağırlıklı olarak- bir ana tür olan Batı müziği tercih edilmiş bu da beraberinde sanatsal müzik üreticisi ile tüketicisi arasında uçurumların ortaya çıkması sonucunu getirmiştir.(1).
Politikanın her türlüsü Bakanlıklar’dan sokaklara dek yaşanıp/yaşatılırken, hatta bu uğurda çıkarlar için birçok milli erozyona müsaade edilir hale gelmişken, öncelerden beri eksikliği dile getirilen kültür politikamızın bulunmayışı, sözkonusu erozyonun –sadece- bir parçası olmaktan öteye gidememekte ise de kimi müzik kurumlarımızda görülen değişim, tekil yeni bir oluşumun/kurumun gerekliliğini çağrıştırmaktadır: Her yönüyle geleneksel/otantik sanatlarımız üzerine yoğunlaşmış “geleneksel Türk müziği konservatuarı” .
Müzik camiası olarak TBMM’ne üç vekil bile gönderememiş olmamız, “önerilerimizi açıklayamayız” anlamına tabii ki gelmez. Sözkonusu öneri açıklamalarının geri dönüşümünün kişiye olumlu şekilde yansıdığı söylenemez. Çünkü iyi, yerinde önerileri bazı politikacı/siyasetçi uyanıklar kapıp kendi fikirleri olarak büyüklerine sunar iken, yerer nitelikteki önerilerin, öneren kişinin başına türlü belaları açması, politika ve siyasetin maalesef geleneği olmuştur.
Ülkemizde şimdiye değin kurulmuş bulunan konservatuar ve müzik okullarımız temel müzik ve müzik eğitim sistemimizin oluşmasına katkı sağlamışlardır.
Ama artık görülmektedir ki “müzikal anlayış olarak ayrıntıya inen konservatuar/müzik okullarına” ihtiyaç vardır.
Bunların başında da çalışma alanı tüm otantikliğiyle meradaki çobanın kavalından, kahvedeki/düğündeki aşığın/müzisyenin tezenesine; Tanburi İshak ekolünden, Necdet Yaşar’a, Alaeddin Yavaşça/Bekir Sıtkı Sezgin vs üslubuna/tavrına değin “otantizm” olan eğitim şeklini müfredat programında uygulayan/araştıran konservatuarımızın kurulması ihtiyacı gelmektedir.
Evet, bir adet “TÜMÜYLE GELENEKSEL” Türk Müziği Konservatuarı’nın kurulması gereğinden sözediyoruz. Mezunlarının eğlence piyasasında değil, Türkiye’deki cd kayıt vs. dışişleri, diğer kültür kurumları etkinlikleri ve müzik okullarında -geleneksel müziğimizi araştırma/öğretme/seslendirme amacıyla- çalışması amaçlanan bir konservatuar.
Elin yabancı müzik araştırmacısı Anadolu’da sahada derlemeler yapıyor(yapsın tabii ki ama…), ülkesine döndüğünde bunları aynen sahada derlediği gibi cd olarak da yayınlayıp satışa sunuyor. Sonrasında ise biz bunları ithalden satın almak zorunda kalıyoruz.
Trakya’dan Doğu Anadolu’ya, Uygur/Şincan Özerk Bölgesinden Balkanlara uzanan kültür coğrafyasında tesbit edilmeyi, dünya insanıyla tanıştırılması, tadının tattırılmasını bekleyen kökleri derin, dalları uzun bir kültür ağacımız ve meyveleri bulunmaktadır.
Bu ağacın gölgesi bizlere verse verse ferahlık verir. Yoksa başka bir şey değil…
Geçmiş ve yaşayan kültürümüzün irdelenmesi, tesbit edilmesi, geleceğe aktarılması gittikçe yalnızlaşan dünyamızda ayrıntılardaki hoş sadanın açığa çıkmasını sağlıyacaktır.
Geleneklerin yaşamasının bölünmeye sebebiyet vereceğinden kimsenin korkmaması gerekir.
Gelenekteki otantizm yeni neslin yaratıcılığına doyumsuz ilhamlar sağlayabilir.
Avrupalılaşmak(!) demek kültürel açıdan Fransa haline gelmek demek değildir.
Tıpkı onların “dünyalılaşmak uğruna yok ettikleri kültürlerinin” özlemini şimdilerde başka ülkelerin kültürlerini destekleyerek tatmin etmeleri gibi…
_________________________________
(*) “Türk müziği mi / Türkiye müziği mi ” travmasını da aşacağız elbet…
(1) Ayhan Sarı “Türkiye’de Müzik Eğitimi VerenKurumlar Üçgeni”; “Müzik Türlerinin Eğitimdeki Yeri” Simpozyumu, Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi, Müzik Eğitimi Bölümü, 26-28 Haziran 1993, Trabzon