Müzik Hakkında Forum Görüşleri…


Toplam Okunma: 7391 | En Son Okunma: 20.11.2024 - 21:22
Kategori: Toplum ve Müzik

Hayatımız boyunca birlikte yaşadığımız ögelerden olan müziğin insan tarafından algılanması, beğenilmesi  hep görece olmuş, dile gelenle karşı tarafın ne anladığı konusunda tereddütler hep varolmuştur. Müzik nedir? Aşağıda bir forum söyleşisinde naif insanların birbirlerine müzik algılaması üzerine yazdıkları samimi ve düzeyli yazılarını bulacaksınız: “Müzik, toplumsal farkındalıkların algılanmasında ne kadar etkilidir? Bunu yazmadan önce müziğin insan ruhuna etkisini ifade etmek gerekir. Bu konuda yazılmış birçok makale ve kitap var. Hepsinin de ortak noktası, müziğin insan bedeninde bir sistem üzerine etki ettiği, insanların davranışlarını ve fiziksel sağlıklarını değiştirebildiği yönündedir…

Peki müzik bedenimizde nereyi, hangi sistemi etkiliyor da sözünü ettiğimiz reaksiyonlar oluşuyor? Bu konuyu oturup yeniden yazmaktansa zaten yazılmış olan bazı kaynaklardan aktarmak işi kısaltacak.

Beynimizdeki limbik sistem denen yer, müziğin etkilerinin oluşup, ruh ve fiziksel hallerimizi değiştirmek için kullanılan bir laboratuvar sayılabilir. Bu sistem, beyindeki davranış ve heyecanlarımızı, temel biyolojik dürtülerimizi, belleğimizi ve öğrenmeyle ilgili bazı yapıların nöral mekanizmalarını içerir. Sevinç, keder, heyecan gibi duygu ve davranışlarımızı etkileyecek onları yönlendiren çeşitli olaylar, beyindeki limbik sistemin organizasyonu ile yaşamımızda değer kazanmaktadır. Bu nedenle etkileme gücü olan müzikal bir eser, limbik sistemin bu özelliklerini harekete geçirerek, bireyin motivasyonunda ve davranışlarında değişiklik meydana getirebilmektedir.

Müziğin kendine özgü dili, yapısı ve anlatım öğeleriyle insanın duygu ve düşüncelerine seslendiği söylenebilir. İnsan tüm yaşamı boyunca doğadaki ses veren nesnelerle ilgilenmiş, nesnelerin görünüşlerinin yanı sıra, çıkardıkları seslere göre o nesneler üzerinde bir yargıya varmıştır. Böylece, sesleri tanıyıp anlamaya ve o sesleri kullanarak iletişim kurmaya çalışmıştır.

Müzik, bir kültürün sembolik anlatımı veya bir grubun yaşam biçimidir. Bir ulusal milli marş ulusal bir topluluğun bütün üyelerine ait bir semboldür. Burada grup içerisindeki üyelerin ırkları, politik durumları veya inançları dikkate alınmamaktadır. Müzik karşısında verilen bazı fiziksel karşılıkların kendiliğinden kontrolsüz reflekslerden oluştuğu bilinmektedir. Örneğin; müzik dinlediğimizde aniden hızlanan bir pasaj sırasında nefes almamızın hızlandığını kaydedebiliriz. Bunlar arzu edilmeyen reflekslerdir.

Müziğin duygusal etkileri hafif de olsa, belirli fizyolojik cevapları oluşturmaktadır. Örneğin, kan dolaşımında veya nefes alma sürecindeki değişiklikler burada söylenebilir. Müziğin ritmi kas faaliyetlerini uyarmaktadır ve bedensel hareketleri uyarmaktadır. Belirli ilkel danslar örneğin; savaş dansları fiziksel enerjiyi arttırmakta geliştirmektedir.

İnsanoğlunun müzikten ve seslerden bu kadar etkilenebilmesinin nedenine şöyle bir bakacak (http://www.budur.com ) olursak:

“Kromozomlar içsel olarak DNA lazer radyasyonu kullanarak aynen holografik bilgisayarlar gibi çalışıyor”. Bunun anlamı şu; deneylerde belirli frekans desenlerini lazer ışınına ayarlayıp bununla DNA frekansını etkilediler ve dolayısı ile genetik bilginin kendisini etkilediler. DNA-alkalin eşleri ve lisanın temel yapısı 1990 yılında Moskova da bir grup bilim adamı insan genomunun fazlaca biyokimya düzeyine indirildiği görüşü ile; insan DNA’sı üzerinde bir çalışma başlattılar. Bugüne kadar oluşmuş olan Ortodoks düşünce tarzının birçok bilgiyi “gizlediğini” fark etmişlerdi.

Bu grupta çoğunluğu Rus bilim akademisinden olan üstün yetenekte bilim adamları vardı. Tanınmış Lebedev Enstitüsünden Fizikçilerin dışında moleküler biyolog, biyofizikçi, genetik uzmanı, embriyolog ve dilbilimci de bulunuyordu. Projenin yönetimi bir biyofizikçi ve moleküler biyolog olan Dr. Pjotr Garjajev, kendisi Rus bilim akademisinin olduğu kadar New York Bilim akademisinin de bir üyesidir. 1990′dan bu yana oluşturulan bu projenin neticesinde Moskovalı grup devrimci bir farkındalıkla karşılaştı bu durum bizim DNA ve insan genetiğine olan anlayışımıza yepyeni bir ışık tuttu.

DNA’mızın sadece %10′nunu protein oluşturmakta kullanırız diğer %90′nı işe yaramaz DNA diye kabul edilir, oysa bu Rus araştırmacı grup doğanın aptal olmadığına inanarak araştırmaları başlattı ve neticeler devrim yaratacak nitelikte.

DNA’mızın alkalinlerinin bildiğimiz normal lisanda kullanılan grameri takip ettiğini ve aynen lisanlarımız gibi kalıpsal kuralları olduğunu keşfettiler.

Bu araştırmacı grup aynı zamanda DNA’nın titreşimsel tabiatını da inceledi. Kısaca özetlemek gerekirse “yaşayan aynı olduğuna göre, DNA’yı deşifre etmeye gerek yok. Basit bir şekilde insanın kullandığı lisandaki kelime ve cümleleri kullanabilirsiniz. Yaşayan dokudaki DNA maddesi, eğer gerekli frekanslar kullanılırsa, lisana - ayarlanmış lazer ışını ve hatta radyo dalgalarına her zaman tepki verecektir. Bu ise düşünce ve kelimelerin, cümlelerin, enerji çalışmalarının neden hayatımızı etkileyebildiği ve neden iyileştirici neticeler elde edildiğini açıklamakta. Batılı araştırmacılar DNA sarmalımızdan tek genleri keserek atıp başka yerlere yerleştirirken, Ruslar ayarlanmış radyo ve ışık frekansları ile hücre metabolizması nı etkileyerek genetik yanlışlıkları düzeltiyor.

Garjajeva’nın araştırma grubu bu metotla X ışınının zarar verdiği kromozomların onarılabilineceğini ispat etti. Hatta belirli bir DNA’nın bilgi desenini yakalayıp başka birine aktardılar, böylece hücreleri başka bir genoma programladılar. Mesela kurbağa embriyosunu salamander embriyosuna, sadece DNA bilgi deseninin frekansını ileterek aktardılar. Böylece tüm bilgi kesip biçme olmadan dolayısı ile hiçbir uyumsuzluk ve yan etki oluşmadan aktarılmış oldu. Tüm bunlar sadece vibrasyon ve lisan kullanarak yapıldı. Spritüel öğretmenler bedenlerimizin kelime, düşünce, ses ve titreşimlerden etkilendiğini ve tekrar programlanabildiğini asırlardır bilirler ancak bunun bilimsel olarak ta ispat edilmesi yolumuza daha da somut bir ışık tutmakta.”

Müziğin bu yol ile bizi nasıl etkileyebildiği ortadadır.

İşin fiziği, kimyası böyle… :)
________________________________________
Müjgan
01-10-2009, 23:00
Müziğin fiziği, kimyası dedikten sonra, müziğin toplum yapısı ile olan bağlantısını da yazalım. Etnomüzikolojist Dr. Yıldıray Erdener den alıntı yaparak yazacağım, şöyle diyor.

“Birbiriyle komşu olmayan, hiç bir kültür alışverişi ve etkileşimi olmayan ama buna karşın toplum yapıları birbirine çok benzeyen ülkelerin müzik yapma alışkanlıkları ve şarkı söyleme biçimleri de birbirine çok benzemektedir. Alan Lomax ve arkadaşlarının bir incelemesine göre, bir ezgide kullanılanbüyük ya da küçük aralıkların, çalgı sayısının ve ezgiyi süsleme derecesinin ekonomik yapı ile olan ilişkileri büyüktür.

Evlilik öncesi cinsel ilişkilerin kesinlikle yasaklandığı toplumlarda karışık korolara rastlanmamakta, şarkılar genellikle yüksek perdeden sıkıştırılmış bir sesle söylenmekte ve şarkılarda daha çok e-i, e-ü gibi sesli harfler yeğlenmektedir. Cinsel yasakların ve tabuların olmadığı, kadın erkek ilişkilerinin yumuşak olduğu toplumlarda karışık koroların yanında, a-ı-o-u gibi sesli harfler yeğlenmekte, şarkılar genelde kalın perdeden, yumuşak, açık bir sesle bastırılmadan ve zorlanmadan söylenmektedir.”

Toprakla uğraşıyor olmak ya da sanayi toplumunda yaşıyor olmak bile müzik kültürünü değiştirir. Tarlada çalışan insanlar genellikle aile içinde kalan ilişkilerinde müzik icrasını tek seslilikle yaparlar.
Tarlaya gitmede saata bağlı olmayan insanın rahatlığı ile, fabrikaya hep aynı saatta koşmak zorunda kalan sanayi toplumu insanının arasında ritmsel bir fark vardır. Bir tarlada çalışan on kişiden beşi o anda çalışmasa karmaşa olmaz ama bir fabrikadaki işçilerin yarısı çalışmasa o anda sistem kilitlenir.

Fabrikadaki işçilerin çalışma prensiplerine kesinlikle uymak zorunda kalmasını, bir orkestranın çalışına benzetmek mümkündür. Orkestradaki elemanlardan biri çalmazsa her şey alt üst olacaktır. Bir arada ve ritmik çalışma gerektiren bir fabrikada çalışanların yaratacağı müziğin çok sesli olacağı açıktır. Yaşam kalitesi ve tarzının müziğe böyle direkt bir etkisi vardır.

Nüfusunun çoğunluğu tarımla uğraşan bir ülkede çok sesli müzikle bir mesaj vermek oldukça zordur. Kendi bağrından çıkmış, onu yansıtan müzikle istenen mesajlar verilebilir. Türkülerimiz de içimizden çıkmış, katıksız saf değerler değil midir? Bizi bize anlatır, ifade ederler. :)
________________________________________
hassoman
02-10-2009, 16:23
Kölelelik döneminde Amerika’da zenciler arasında müzik -blues- (http://www.youtube.com/watch?v=3-dGMaxmE8g) yaygınlaşmaya başlayınca çiftlik patronlarını bir telaş almış. Çünkü blues giderek isyankar damar bir hal almaya, üretimi etkilemeye başlamış. Önlem olarak zencilerin ellerindeki çalgılar alınmış. Ama bu önlem zencileri müzikten alıkoymamıştı. Bu defa da çalgı olmadan sadece seslerini kullanmaya başlamışlar (a capella) (http://www.youtube.com/watch?v=eRpQGXC_no0&feature=related )

Müzik denilince aklıma bu olay gelir nedense!..

Müzik sözcüğünün Yunan mitolojisinde Zeus ve Mnemosyne’nin kızları olan esin perileri (su perileri) Musa’lardan geldiği söyleniyor. Bu esin perilerine yaraşır, onlara ait bir sanat anlamındaymış… Azra Erhat’ın yalancısıyım…

Evet, felsefe ve müzik aslında içiçe… Felsefesi olmayan müzik hemen hemen hiç yok gibi… Felsefesi olmayan müzik olsa olsa gürültüdür diyeceğim ama, günümüzün kendini aşmış müzisyenleri gürültüyü bile müziğin içine soktular. Yani kulağımızın duyabildiği her ses artık müziğin ve felsefenin içinde.

Bireysel olarak bestecileri bestelerinden, şarkıcıları seslerinden, saz sanatçılarını yorum tarzlarından tanırız hemen.

Neden?

Çünkü karakterist özellikler yüzünden.

Müzik, bireysel çıkışlara yatkın gibi görünse de anonim yanı daha baskın gibi. Yani toplumsal sahipliği demek istiyorum…
Bir müziğin ritminden, dokusundan, renginden, tarzından hangi ülkeye ait olduğunu hemen anlamaktayız… İşte Hint, Çin, Japon, Arap, İskoç vs müzikleri gibi… Elbette bunların yerel -folklorik- karakterli olduklarına söylememe gerek yok. Ama evrensel müziğe bu folklorik müziklerin kaynaklık ettikleri de bir gerçek… Çağdaş müzik aletlerin ortaya çıkışı da öyle…

İlkel müzik aletleri çoğrafya içinde değişik kültürlere girip çıktıkça geliştirilerek son biçimini almış oluyor. Mesela gitar… Herhalde Uzakdoğudan, ya da Mezapotamya’dan tek telli olarak çıkan saz Endülüs’den dünyaya bugünkü gitar haliyle sonlanmış olarak takdim edilmiş olmakta diye düşünmekteyim… Diğer çağdaş telli, nefesli, vurmalı sazların da aynı şekilde evrimleştiğini, geliştirildiğini söyleyebiliriz…

Ancak, müzik deyip geçmemek gerekir…
Birçok düşünür, müziğin sağlam matematiksel bir özellik taşıdığını belirtmiş ve evrendeki kozmik olaylar ve devinimlerle iişkisini ortaya koymuş.

Örneğin Platon, Decartes gibi… Bu düşünürler evrenin yapısı içinde gök cisimlerin birbirleriyle olan uyumu ve kendi içindeki ritme uygun devinimlerinin müziksel olduğunu söylemişler.
Platon göksel etkiyle oluşan yalın müziğin dışında kalan müziği insanlar için zararlı olduğunu öne sürmüş ve hatta yasaklanması gerektiğini söylemiş… Aristoteles de müziğin insanın kişiliği üzerinde olumlu, olumsuz etkileme gücüne dikkati çekmiş… Öğrencisi Aristoksenos müziğin kulağa olduğu kadar akla da hitap ettiğini söyleyerek dinleyiciyi öne çıkarmış…

Decartes; müziğin matematiksel olduğunun belirtmesinin yanı sıra, duygusal ve uyarıcı etkileri yüzünden tehlikeli moduna dikkat etmek gerektiğini belirterek ılımlı müzik önermiş. Kepler müzikle gök cisimlerinin hareketi arasında ilişkiyi ortaya çıkarmak için kürelerin uyumu düşüncesine sarılmış. Leibniz müziğin evrensel olduğunu, temelinde matematiğe dayandığını söylemiş. Kant, müziği duygusal olarak yararlı bulmuş ama sözleri olmayan (enstrumantel) müziğe güvenilemeyeceğini, kültürel önem kazanması için şiirsel sözlerin olması gerektiğini belirtmiş. Hegel de müziğin mutlaka felsefi dayanağının olması gerektiğini söylemiş… Nietzsche müziğin matematiksel özelliğini önemsememiş, doğayı taklit eden müziği de kabul etmemiş ama onda müziğin akılla olan ilişkisini çok önemsemiş…
. . .

Derya gibi bir konu…
________________________________________
Müjgan
02-10-2009, 21:49
Müzik insanların ruh hallerini böyle değiştirebiliyorken, verilecek mesajların, yerine daha sıcak ve ılımlı ulaşması açısından bu anlamda büyük bir güce sahip.

Majör seslerle çalınan MARŞLAR ruhun kahraman hallerini depreştirip, canlandırdığı için, en uyuz ordu bile düşman üstüne yürüyebiliyor. Ya da içten yıkmak için bir ülkeye “müzikal katakulli” gönderilebiliyor.:) Buna bir örnek diye anlatılan hikaye şöyle:

“Kral 1. Françoise İstanbul elçisi M.De La Foret’in muhtıralarında (II. Süleyman ile 1543′te aktedilen antlaşma münasebeti ile) okunduğuna göre; Kral yeni müttefikini memnun edeceği ümidi ile çok değerli müzisyenlerden oluşan bir takımı, müttefikinin büyüklüğüne layık olmak üzere ona gönderdi. Kanuni Sultan Süleyman önce hepsini güzelce kabul ederek kendi ve bütün saray erkânı huzurunda üç muhtelif konser vermelerine izin verdi. Müzik icralarından pek memnun kalmakla beraber, böyle bir müziğin cengaver ruhunu yumuşattığını farkederek, adamlarının ruhunda belki de büsbütün etkili olabileceğinden korktu.
Müzisyenleri fazlasıyla ödüllendirmekle beraber, imparatorluğu dahilinde musikinin yerleşmesi, şarap kullanmak serbestliğinden doğabilecek düzensizlik kadar bozulmalara neden olabileceğinden çekindi. Bu yüzden bu musiki takımını Fransa’ya geri göndermeye karar verdi. Müzisyenlerin tüm çalgı aletlerini kırdırarak, imparatorluk dahilinde yaşamalarını yasakladı ve müzisyenlere hediyeler vererek, gönüllerini alıp geriye yolladı.”

Müziğin gücünü ve zekice kullanımını gösteren bu alıntı hayli ilginçtir.
________________________________________
Kiraz
02-10-2009, 23:03
Doğa İçin Çal projesinin müzikle ifade edilmesi, ifadenin şekli, renkleri çok güzeldi ve eminim her duyduğumda “ne yapmalıyım?” diye düşünmemi sağlayacak.

Televizyonda seyrettiğim bazı programları, konusunu, anlatımını çok beğenmesem de niye seyretmek istediğimi merak ediyordum ve zaman zaman olan bu bağımlılık beni rahatsız ediyordu. Sonradan farkettim ki ben müziklere takılıyormuşum, özellikle de türkülere.

Neden türküler? Her türlü müzik dinlemeyi severim ama çoğunda sözleri bilmem, duymam, türküler hariç. Belki de çok doğal olduklarından…

Reklamları sessiz izlemeyi denemişsinizdir, müziğin etkisi hemen farkediliyor. Zaten reklamlardaki ses ayarı da diğer programlara göre daha yüksek yapılıyor. Müziğin gücünü bilen, doğru yerde kullanmasını da bilirse sonuç gerçekten etkileyici oluyor. Çoğu haber programlarını bile fonda müzikle izliyoruz.
________________________________________
gece
02-10-2009, 23:52
“Lili Marleen…

Hans Karl Hermann Gottfried Leip veyâ kısa adıyla Hans Leip, 22.09.1893’te Hamburg’da doğmuş bir Alman şâiri, roman ve hikâye yazarıdır. 1915 yılında asker sıfatıyla katıldığı Birinci Dünyâ Savaşı’nda, Marleen ismindeki hemşîre genç kızla tanışmıştır. Ancak, kendisinin bundan öncesinde Lili isimli kızla da gönül birliği olmuştur. Hans Leip, geleceğin bir şâir ve yazarıdır ya, bunun idmanlarına da asker ocağında başlamıştır ki, daha orada bu iki aşkını bir isim altında birleştirip şiire çevirmiştir. Leip’in Lili Marleen dediği şiirinde, genç bir kadınla asker sevgilisi anlatılmaktadırlar. Şiirin gerçek kahramanları, elbette kendisiyle o iki sevgilisidirler.
Şu var ki, iki ayrı sevgili şiirde aynı isimle aynı kimlikte buluşmuşlardır! Kışla, kapı, fener sözleriyle başlayan şiir, oldukça duygulu ve etkileyicidir.

Tam adı Norbert Arnold Wilhelm Richard olan Norbert Schultze de, 26.01.1911’de Braunschweig’da doğmuş gene bir Alman bestecisidir. Bu ikilinin ortaya koyacakları dünyâ ölçeğindeki kompozisyonun üçüncü kişisi, boğuk ve buğulu sesiyle Lale Andersen adında bir tiyatro oyuncusu ve şarkıcı kadın olacaktır. Lale Andersen Bremerhaven’de doğmuş (23.03.1905) olup, Danimarka’yı çağrıştıran soyadına rağmen o da bir Alman’dır.

Bunlardan ilk ikisinin yolları 1938 yılında kesişmiş ve Hans Leip’in Lili Marleen şiiri bestesi üzerinde anlaşmaya varılmıştır. Beste tamamlanınca sıra bunun icrâsına gelecektir. Şâir ve Besteci, Lale Andersen’le işte bu noktada buluşmuşlardır. Beste ve icrâsının 1941’e kadarki mâcerâsı farklı-farklı yazılmaktadır. Tezlerden birine göre başlangıç hüsrandır. Başka bir teze göreyse, daha başlarda yediyüzbin satmış bir plak söz konusudur ki, sonraki gelişmelere bakılacak olursa bunun doğru olması gerekmektedir. Diğer yandan da Alman Hükûmeti cephelerdeki askerlerin morali için bir beste düşünmektedir. Özellikle, Libya-Mısır çölünde savaşan Erwin Rommel ordusunun morali için… Ayrıntılardan arınıp devam edersek, Beste, Belgrad’dan yayın yapan Alman askerî radyosuyla 1941’de bir çalınmıştır ki, dost-düşman ayağa kalkmışlardır! Böyle bir güfte ve onun duygu örülmüş bestesi, askerlerin savaş şevkini kıracak, diye Almanlarca hemen yasaklanmak bile istenmiştir. Ancak… Uyguladığı üstün savaş stratejisiyle büyük başarıları imzâlamış ve bugün hâlâ Çöl Tilkisi diye anılan bir general Erwin Rommel vardır. Askerlerinin duygularına tercüman olup, Hükûmeti’n kararına, bizzat ve derhâl karşı çıkmıştır. Sonuçta, Lili Marleen yayımlanmaya devâm olunmuştur.

Olayın sonrası daha da ilginçtir. İlk yayının ardından Alman cephesi şöylesi bir dalgalanmıştır. Artık, her asker şarkıda biraz kendini bulmaktadır. Cephedeki Alman askerleri, yayın sırasında durup Lili Marleen’i dinlemekte, sonra kaldıkları yerden savaşa devâm etmektedirler! Peki, yalnız Almanlar mı? .. Müttefikler de aynen böyle! .. Müttefik askerleri, biraz marş biraz vals ritmindeki Almanca şarkının sözlerini anlamasalar da, son derecede yumuşak ve hazin bir ilâhî, âdetâ oratoryo karşısında ilgisiz duramamışlardır. İngiliz Hükûmeti, gerçeği kabûl etmek zorunda kalmış, güfteyi İngilizce’ye çevirtip, onlar da ayrıca yayına başlamışlardır! Her iki cephede de Savaş’ın sonlarına kadar ve her gün bir düzen içinde bu şarkı dinlenmiştir.

Güftesi tam elli dile çevrilmiş melodi, sonraki bir dönemde gene bir Alman olan Hollywood sanatçısı Marlene Dietrich’le de özdeşleşmiştir. Filmleri yapılmış, bir süre de böyle gündemde kalmıştır.

Hans Leip, doksan yıllık bir ömrün sonunda 06.06.1983’te İsviçre-Früthwilen’de, Norbert Schultze de doksanbir yılın sonunda 14,10,2002’de Almanya-Bad Tölz’de hayâtlarına vedâ etmişlerdir. Üçüncü kişi Lale Andersen’se, yakalandığı amansız karaciğer kanseri sebebiyle, çok daha erken târihte (23.03.1972) hayattan ayrılmış bulunmaktadır. Maria Magdelene Dietrich von Losch, yâni Marlene Dietrich’e gelince. 12.12.1901’de Berlin’de doğup, 06.05.1992’deyse Paris’te ölmüştür. O da, doksanbir yıl gibi hayli uzun bir ömrü yaşamıştır.

Lili Marleen… O bir hâtırâdır ki, kendisini yaratanlar ve şöhrete kavuşturanlarla birlikte hâlâ yaşamaya devâm etmektedir. Dünyâ durdukça da edeceğe benzeyerek. ”

Kaynak: http://nedir.antoloji.com/lili-marleen/

Müziğin etkileme gücü deyince eklemeden duramadım, zaten klibi kaçırmışım. :(

gece
’savaşma, ‘müzik dinle’ diyen forum kişisi! :)
________________________________________
hassoman
03-10-2009, 09:41
Gece sağolasın. Ben de bu şarkıyı (http://www.youtube.com/watch?v=KP8O8Lgjkiw) nasıl konu etsem diye düşünüyordum.:)

http://fizy.com/s/12n14t
________________________________________
Derya Özen
03-10-2009, 15:50
Başlık böyle olunca, bende en iyi bildiğim alandan. kendi kültürüm için müziğin ne demek olduğunu buraya taşımak istedi.

Müzik, Alevi yaşamının en önemli boyutunu oluşturmaktadır. Gerek dinsel gerekse diğer ortamlarda müziğin varlığı hep hissedilir. Türk halk müziği ağırlıklı olarak Aleviler’e dayanmaktadır. Türkiye’deki en büyük ozanlar da yine Aleviler’in içerisinden çıkmıştır.
Alevi ibadetlerinde de müzik vardır. O da ibadetin parçasıdır. Cemden önce Dede veya Zakir saza üç kez niyaz ettikten sonra çalmaya başlar. Saz için “Telli Kuran” da denir. Saz olmadan söz, söz olmadan da saz olmaz. Saz bir diğer adıyla bağlama Alevilerce kutsal bir müzik aletidir. Çünkü bu toplumun inançları, duyguları, düşünceleri saz eşliğinde dile getirilmiştir. Cemlerde söylenen deyişler, düvaz-imamlar, mersiyeler, miraçlamalar ve semahlar da Alevi müziğinin türleri olarak sayılabilir.
Aleviler’de saz aşıkları Sazandar, Güvende, Aşık, Zakir gibi isimlerle adlandırılır. Aşıklar gerek dinsel ibadetlerde gerekse başka zamanlarda toplumun karşısına çıkarlar. Kimi aşıklar kendi besteleri ile çalıp söylerken kimileri de tanınmış Alevi ozanlarının nesilden nesile aktarılan deyişlerini söylerler. Dedelerin aynı zamanda aşık olanları bulunmaktadır. Bazı cemlerde hem Dedeler hem aşıklar bulunurken, bazı cemlerde Dedeler’in aşıklık görevini de üstlendikleri görülmektedir.
Cumhuriyetin kurulması sonrası ortaya çıkan yeni toplumsal yapı içerisinde ilk başlarda eski geleneğin devamı sayılabilecek Aşık Veysel ve Aşık Ali İzzet gibi halk ozanlarının varoldukları görülmektedir. Daha sonra Davut Sulari, Aşık Daimi, Mahmut Erdal, Ali Ekber Çiçek, Hüseyin Çırakman, Feyzullah Çınar, Nesimi Çimen, Ozan Şah Turna, Mahzuni Şerif, Muhlis Akarsu gibi ozan ve sanatçıların aşık geleneğinin değişen yüzünü simgeledikleri söylenebilir. Günümüz toplumsal koşullarının doğal bir sonucu olarak aşık geleneği giderek yok olmaktadır. Radyo ve televizyon gibi iletişim araçlarının da devreye girmesi ses sanatçılarının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bunların en tanınmışları arasında Sabahat Akkiraz, Güler Duman, Arif Sağ, Gülcihan Koç, Musa Eroğlu, Deste Günaydın, Yavuz Top gibi sanatçıların adları sayılabilir.
Günümüzde deyişler ve müzik bakımından yeni eserler yaratılmaktan çok, önceki yüzyıllara ait deyişler ve makamlar derlenmekte ve topluma sunulmaktadır. Alevilik’in coşkulu ve sosyal içerikli edebiyatı ve buna paralel olarak müziğinin adeta bir dönüşüm sürecinde olduğu görülmektedir. Her ne kadar Pir Sultan’ın, Şah Hatayi’nin deyişleri, düvazları ve semahları cemlerde coşkuyla çalınsa da, yeni edebi ve müzik ürünleri oldukça azdır.

Alevi müziği kanımca ikiye ayrılır:
1. Dinsel içerikli olanlar;
2. toplumsal içerikli olanlar.

Dinsel içerikli olanlar alevi gelenek ve göreneklerini yaşatmak ve sürdürmek, sonraki kuşaklara bunları aktarmak için cem ayinlerinde töreni sürdürmek için kullanılır. Toplumsal içerikli olanlar da insanları iyi ahlaka, doğru davranmaya ve toplumsal kılmaya yöneliktir.

Dinsel içerikli Alevi müziğine örnek olarak Alevi semahlarını ve her dörtlüğünde bir imamın ( Oniki İmam, ali, Hasan, Hüseyin, vd. ) adının anıldığı duvazı İmamları ( Arapça bir tamlama olan duvazı imam bildiğimiz Oniki İmam demektir) verebiliriz. Bu müzikle hem cem töreni sürdürülür hem de imamların adı anılarak onlara saygılı oldukları belirtilir. Genç kuşakların onları tanıması sağlanır. Semah, bir noktanın çevresinde, hareketleri turnanın uçuşunu ve gezegenlerin güneş çevresinde dönüşünü yansıtan, Orta Asya çok tanrılı inançlarında şamanın kuş olup büyüyle uçuş yetisinin bir anlatımıdır. Semahlara çeşitli adlar verilmiştir. Bunları şöyle sınıflandırabiliriz:
1. Eren, evliya, pir adını göre: Hacıbektaş Semahı, Hızır Semahı, Hubyar Semahı, Ali Nur Semahı, Muhammed Ali Semahı, Zeynel Abidin Semahı, Çoban Baba Semahı, Sarı Kız Semahı.
2. Sevilen ve kutsal hayvan adına göre: Kırat Semahı, Turnalar Semahı.
3. Yöre adına göre: Alaçam Semahı, Çorlu Semahı, Erzincan Semahı, Fethiye Semahı, Ladik Semahı, Malatya Semahı, Tokat Semahı, Şiran Semahı.
4. Diğer Semahlar: Kırklar Semahı, Gönüller Semahı, Nevruz Semahı, Dem Geldi Semahı, Çark Semahı, Çapraz Semahı, Erkan Semahı, İllallah Semahı.

Din dışı alevi müziğine örnek olarak da deyişleri verebiliriz. Bu deyişlerin her biri birer okul ödevi görür. Son dörtlüğünde, halk şiiri formuna uygun olarak yaratıcısının mahlasını mutlaka görürüz. Hacı Bektaş Veli’nin bir dörtlüğünü buraya almak istiyorum:

Hareket nardadır sacda değildir
Keramet baştadır tacda değildir
Her ne ara isen kendinde ara
Kudus’te, Mekke’de, hacda değildir

Burada her şeyin merkezinin insan olduğu vurgulanıyor. Bir kitap yayınlaşmıştı Türkiye’de: Tapılacak En Büyük Kitap İnsandır. Kaynağını ilahi varlıklardan da alsa, Alevi düşüncesi ve somut ve gerçekçi temellere dayanmıştır. Geçenlerde ölen Rahibe Teressa, “baktığım her insanda Tanrı’yı görüyorum”, demişti. Rahibe Teressa’nın yeni keşfettiği bu durumu , ondan çok daha önceki dönemlerde Alevi deyişlerimizde bulmamız mümkün:

Aynayı tuttum yüzüme
Ali göründü gözüme

Ya da derisi yüzülerek vahşice öldürülen Hallac-ı Mansur’un sözünde yaşam bulmuştu: Enel Hak. Yani ben Tanrıyım. Elbette Hallac-ı Mansur burada kendisinin Tanrı olduğunu iddia etmiyor. İnsanın Tanrı’nın bir yansıması olduğunu söylüyor. Tanrı insan da tecelli etmiştir. O yüzden insan kötülük eden, Tanrı’ya kötülük etmiştir. İnsanı sevmeyen Tanrı’yı da sevmez.

Alevi müziğinin temelleri Orta Asya’daki yaşamlarında kutsal varlıklar olarak benimsedikleri kam, bakşı, şaman adları verilen ozan büyücüler, şimdiki halk ozanlarının atalarıdır. Toplum içinde büyük saygı duyulan ve onlardan korkulan bir dönemden evrim geçirerek ve İslam dininin de etkisiyle günümüzdeki ozanlara ulaştık. Ozanlarımızın artık korkulacak bir yanı yok (siyasal iktidar dışında ). Halk müziğinin en güzel örneklerini veriyorlar.

Bu kültürün müziği günümüze kadar çeşitli baskılara uğramış ve sindirilmeye çalışılmıştır. Bu yüzden de gizli yapılmış, bu gizlilikten dolayı Sünni Müslümanlar arasında asılsız Alevi tanımlamalarının doğmasına yol açmıştır. Kızılbaş sözcüğü Alevilere bir küfür olarak kullanılmıştır. Dönemin yöneticileri, zamanın ileri gelen din adamlarından, şeyhülislamdan aldıkları fetvalarla dinsel dansları yasaklamışlardır. Örneğin 1666′da tasavvuf sahiplerinin semah yapmaları yobaz Vani Efendi’nin yalan dolan bilgi ve sözleriyle, tesvirleriyle yasaklanmıştır. ( İlhan Cem Erseven, Alevilerde Semah, s. 119, Ekin Yayınları, 1990, Ankara )

Yine İlhan Cem Erseven’in bildirdiğine göre İstanbul’da Vanikoy, tasavvufçular tarafından Vani-i Cani denilen ve Vani Efendi tarafından kurulduğu için lanetli sayılarak gidilmezdi. ( İlhan Cem Erseven, Alevilerde Semah, s. 119, Ekin Yayınları, 1990, Ankara) yine 1490- 1575 yılları arasında yaşayan ve ünü günümüze dek ulaşmış Ebuss’ud Efendi’nin fetvaları, bu kültürü ve müziği yakından ilgilendirir. Kanuni ve II. Selim zamanında otuz yıl kadar Şeyhülislamlık yapmış olan bu kişi Alevilere büyük darbeler indirmişti. Vecd içinde ilahi okuyanları hoş gören Şeyh için katli mubahtır diyen bu adam, Yunus Emre’yi bile küfr içinde gösteriyor.

İlhan Cem Erseven’den başka bir alıntıyla sürdürmek istiyorum: Sema oyunu ile ilgili çatışmalar, tarihin her döneminde oluşmuştur. Bu fetvaların yanı sıra dinsel törenlerde oyun oynamanın, sema yapmanın özgür olması yönünde fermanlar da alınmıştır. Fakat bunlar uzun sürmemiştir. Zamanında, Kemalpaşazade, alevi Bektaşi dergahlarındaki raks ve devran için saygı gösteren fetvalar vermişti. Kemalpaşazade Ahmet Şemsettin, Kanuni döneminin ünlü şeyhülislamlarındandır. Yavuz Sultan Selim zamanında, Balıkesirli Sarı Gürz Muhlissiddin, zamanında şeyhülislamı Kemalpaşazade’ye gelerek- Ne yapar Şeyh Sümbül Sinan Efendi Fatih’te, Ayasofya’da? Deyip kışkırtmaya çalışırmış. ( 1512 -1513 ). Sonraları yobazlar, bu konuyu yeniden ele almışlar, Ustüvani bir yobazın etrafında toplanıp Sivas dergahının mürşidine şöyle yazılı bir kağıt göndermişlerdir:
“Sen raks ve devran etmekle men’in vacip olmuştur. Ve tekkeni basup seni ve etba’ını , - sana uyanları- katlederiz ve tekkenin birkaç arşın temelini kazıp toprağını buraya dökeriz.” Daha sonra Ustüvani, Köprülü Mehmet Paşa zamanında birkaç yandaşıyla birlikte sürgüne gönderilir. ( İlhan Cem Erseven, Alevilerde Semah, s. 120, Ekin Yayınları, 1990, Ankara)

Tüm bu baskılar ve yıldırma çalışmaları Türkiye Cumhuriyeti’ne ulaşmış ve günümüze kadar da sürdürmüştür. Alevilerin cem ayinleri sırasında gizliliğe önem vermeleri ve bunun için de kapıcı dedikleri bir görevliyi bu işle görevlendirmelerini sağlamak içindir. Kapıcı, cem töreni sırasında dışarıdan gelebilecek herhangi bir tehlikeyi önceden görüp önlem almakla görevlidir.

Bu gizlilik Alevi müziğini de etkilemiş ve uzun süre açık bir biçimde icra edilmemiştir. Bu yüzden de Anadolu’da sadece Mevlevi müziği olduğu sanılmış ve devlet tarafından desteklenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra rahat bir nefes alan Aleviler, müziklerini daha rahat ama yine de tedbirli bir biçimde icra etmişlerdir.

Bu gün resmileştirilmeye çalıştığımız söylenen Alevi müziği çok daha önce, TRT’nin kurulmasıyla birlikte resmileştirilmiş
Ama revizyona uğratılarak TRT’de çalışmış ve söylenmiştir. Derlenen deyişler türküleştirilmiş, tek saz, yani bağlama düzeni yerine Yurttan Sesler Korosu aracılığı ile ve çok sayıda sazla birlikte tek sesli olarak icra edilmiştir. Bu müzik, kendisini doğuran ortamdan soyutlanmış ve içi boş ruhsuz bir duruma sokulmuştur. Yine aynı biçimde, Hızır Paşa’nın Pir Sultan Abdal’ı affetmek için ondan içinde Şah sözcüğünün geçmediği deyişler istemesini andırır bir biçimde, tüm Şah, Ali, Pir vs… gibi Alevilerin vazgeçemediği simgeleri bir kalemde silerek yerine dost, yar vs… gibi sözcükler yetiştirmişlerdir. Günümüzde TRT ‘den yetişenler dahil olmak üzere çok sayıda sanatçı ve halk ozanı bu durumu değiştirdiler ve her şeyi yerli yerine oturttular

Kaynak: Yrd. Doç. Dr. BATTAL ODABAŞE
________________________________________
Adalet Yağcı
03-10-2009, 22:18
Bana göre müzik, evrenin ortak dilidir, renkler, diller, dinler, ırklar, mekânlar değişebilir, ama müzikteki notalar hep aynıdır.
Müziğe her zaman ihtiyaç vardır, müzik ve bitkiler, yaşamın olmazsa olmazıdır.
Mozart’ı da, Aşık Veysel’i de, hoyratı da, Münir Nurettin Seçuk’u da aynı aynı heyecan ile dinleyebilirim, asla vazgeçemeyeceğim bir kaç önemli şeyden biridir müzik.

Bu yüzden, bu güzel projenin müzik ile desteklenmesi fikri süper, daha iyisi olamazdı diye düşünüyorum.

Eskiden çocuklara öğretmekte zorluk çekilen çarpım tablosu vb. dersler müzikleştirilerek verilirdi, çocuklar bunu daha kolay öğrenirlerdi.
Müzikten hoşlanmayan, müziği olmayan toplum yoktur, bu yüzden bir fikri müzik ile ulaştırmak daha kolaydır.
________________________________________
hassoman
04-10-2009, 02:09
Evet, “Müzik” kelimesi Hristiyanlara göre “peri dili” iken Arapçada, “mûsîkî- mûsîkâ” olduğu için müslümanlar içinde “meleklerin dili” olsa gerek.

Müzik elbette insanlarda din düşüncesi oluşmadan önce ortaya çıkmıştır.
Sonrasında din müziksiz yapamaz olmuştur.
Ancak hangi din olursa olsun müzik türü ve icrası konusunda hayli titizlik gösterilmiştir.

Hristiyanlık anladığım kadarıyla müzikle olan sorununu çok önceleri çözmüştür. Çok sesli müziğe olan katkısı hayli fazladır.
İslam’da müzik ise küreselleşmenin etkisi ve bazı batılı müzisyenlerin müslümanlığı kabul etmeleri sonucu İslami Müzik çemberini biraz daha açmış, tabuları yıkmaya başlamıştır. Hatta, çok sesli (http://www.vidivodo.com/66126/salat-i-ummiye)denemeler başlamıştır… Elbette bu aşamaya gelmek pek kolay olmamıştır. Ve hala direnmeler vardır…

Hristiyanlıkta kiliseye erken dönemlerde müzik girmiştir. İlk önceleri şeytan işi olduğu inancıyla çalgılara karşı çıkıldığı için sadece insan sesi (acapella) ile müzik yapılmıştır. 16. yy kadar ilahilere sadece org eşlik etmiştir. Rönans döneminde ünlü kilise müziği bestecileri (http://www.youtube.com/watch?v=KTiUfaKjmyQ )çıkmıştır…

Kilise sözlerin müzik aracılığıyla iletiminde sözlerin geri planda kalmamasına özen gösterilmiştir. Önceleri söz ritminin müziğin ritmine uygun olmasına dikkat edilmiş… Aziz Augustinus müziğin kliseye çok yararlı olacağını görmüş ama diğer yandan duyguları kışkırtma gücünden de çekinmiştir. Martin Luther reformcu kimliğine karşılık müziğin ancak basit bir şekilde dinin hizmetinde kullanılmasından yana olmuştur… Daha sonra çalgının ve insan sesinin kullanıldığı kilise besteleri yaygınlaşmıştır. Sonuçta kilise müziği şapallerde, kiliselerde, katedrallerde ibadetle içiçe olagelmiştir. Ama İslamda da olduğu gibi Hristiyanlıkta da müziğin dinin hizmetinde nasıl ve ne ölçüde kullanılacağı hep tartışma konusu olmuştur. Örneğin Metal ve rock müziğini şeytan müziği sayan pek çok Hiristiyan din adamı vardır. (İşin İronik yanı metal müzik grupları içinde aleni olarak şeytana karşı olan, dini içerikli müzik yapan gruplar var.)
Bütün bunların dışında Hristiyanlıkta duanın müzik içeriğiyle yapılmasının daha sevap olduğunu savunan azizler bile çıkmış… Ortodokslar ise Bizans tarzı ilahileri (http://www.youtube.com/watch?v=hExBwdWP71A )benimsemişler…

Kilisede müzik aleti olarak kilise orgu kullanılırsa da ender olarak trompet vb kullanıldığı da görülmekteyken daha sonra diğer yaylı sazlar da kiliseye girmiştir … Günümüzde Hristiyan müziği icra eden pek çok müzik grubu ve korosu (http://www.youtube.com/watch?v=6SvxaNQ6d7M ) bulunmaktadır…

Kilise müziğinin batı müziğinin gelişmesinda katkısı mutlaka büyüktür. Kilise müziğinin yanı sıra Bizans müziğinin de İslami müziğe de kaynaklık etmiş olduğunu görmekteyiz… Bu doğaldır; çünkü, islamiyetten önce bu dinler ve kültürler vardı…

Gelelim İslam ve Müziğe..
Zamanla İslamın da kendine öz bir müziği gelişmiştir.
Cami müziğine Ezan, Dua, Tehlil,Tesbih, Salât, Tekbir ve Temcid;
Tekke müziğine Semâ, Deme, Tevşih, Şugl, Durak, ilâhî, Nefes, Münâcaât, N’at ve Âyin[ vs örnek olarak verebiliriz;

Hristiyanlıkta olduğu gibi İslamda da müzik konusunda pek çok görüş ayrılığı vardır ama cami içinde müzik aletlerine karşı kesin reddedici benimsenmiş bir tutum vardır.

Aletsiz, çalgısız nağmeli sese “sima”, çalgı aleti ile birlikte olan insan sesine “gına” denir.
Gına haramdır.
Buna gerekçe olarak da Lokman suresi’nin 6. Ayeti dayanak gösterilmektedir. Harama kadın sesi de dahildir. Bu nedenle camilere çalgı sokulmaz, kadınlar sima yapamaz… Daha radikal olanlar cami dışında da çalgıya ve kadın şarkıcılara karşı çıkmaktadır…

Örneğin:
“Sesini gına ile yükseltene şeytan musallat olur” Deylemi
“Şarkıcı kadını dinlemek, yüzüne bakmak haramdır” Taberani
“Resulullah çalgı aletleriyle para kazanmayı yasakladı” Begavi
Vs…
Bununla beraber sadece yolculuk türkülerini (Hidâ) ve bedevî şiirlerini (neşîdel-a’râbî) caiz görenler de vardır…

Bütün bu görüş ve karşı çıkışlara rağmen İslamda Tasavvuf görüş içinde çalgılı müzik (gına) ortaya çıkmıştır, kendi usul ve tarzını oluşturmuştur. Bu sayede Mevlevi ayinleri, dini peşrevler ilahiler, naatlar şugllar, mersiyeler Bektaşi nefesleri, duraklar ve tevşihler müzikle buluşmuştur… Itri Dede Efendi, (http://www.youtube.com/watch?v=QEiZiOkfctc&feature=PlayList&p=35C08858DDF432D4&playnext=1&playnext_from=PL&index=8 ) Osman Dede, Ahmet Ağa gibi önemli tasavvuf bestecileri yetişmiştir.

Tasavvuf müziğinde kullanılan müzik aletleri olarak Bendir, kudüm, nevbe (zilsiz tef), ney, rebab sayabiliriz…

Son yıllarda Tasavvuf Müziği önem kazanmış, çok önemli icracılar (http://www.youtube.com/watch?v=PO5jSI-QyF8) , besteciler (http://www.youtube.com/watch?v=b22MWQWboiU&feature=related ), gruplar (http://www.youtube.com/watch?v=TRpzxe0kPWE&feature=related ) ortaya çıkmıştır. Bunlar devlet desteğiyle yurt içinde ve dışında pek çok konserler vermekte, çeşitli sufi muzik festivallere katılmaktadırlar…

İslamcı denilen kesimin klasik batı müziğine nasıl baktığına en somut örnek olay olarak 11 Temmuz günü İdil Biret’in Topkapı Sarayı 1.avlusunda verdiği Çaykovski konserini Alperen Ocaklarına bağlı gençlerin protesto için basmaları ve İslamcı bir gazetenin (http://www.islamseli.net/kose-yazarlari/1017-topkapi-sarayi8217nda-konser-inadina-ve-ozellikle.html) tutumu gösterilebilir…
________________________________________
hassoman
04-10-2009, 10:07
Son dönemlerde sufi müziğimiz çok önemli isimler ortaya çıkarmıştır.
Bunlardan benim dikkatimi çeken ve sıkca dinlediğim isimlerden Omar Faruk Tekbilek (http://www.youtube.com/watch?v=PjtG91GUfrw ), Mercan Dede (http://www.youtube.com/watch?v=ycFykGhEs9I&feature=related ), Göksel Baktagir (http://www.youtube.com/watch?v=GqoVmsdk3HE ), Çinuçen Tanrıkorur (http://www.youtube.com/watch?v=y5Ovp1bcB20) ‘u saymadan edemedim…
________________________________________
Müjgan
04-10-2009, 11:25
Müziğin insanlar üzerindeki etkisini savaşlarda da kullanmışlardı.
Kös, davul ve mehter ile nevbet vurma (http://www.itusozluk.com/goster.php/nevbet+vurmak ), Sefere huruç ve gazaya davet alameti ve işareti idi. İslamiyetten önceki Türkler’de de bu gelenek vardı.

İstanbul’un kuşatılmasını Bizans imparatoru Konstantin, “dervişlerin ordu içlerine dağılıp, ilahi seslerinin çoğalması ile” anlamıştı.
Müzik bir orduyu sefere hazırlarken en büyük savaş aleti olabiliyordu.
________________________________________
Müjgan
04-10-2009, 11:30
Bazı müzisyenler ve müzik türleri ile şartlanmalar oluşabiliyor, bir dönem Hasan Mutlucan (http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=hasan+mutlucan)’ın o davudi sesi ile söylediği kahramanlık türküleri hepimizin tüylerini diken diken etmez miydi? O tür müzikleri belli bir olayla birleştiriyoruz hala.
________________________________________
hassoman
04-10-2009, 11:51
Bir sanatçının başına gelebilecek en kötü şey gelmiştir Hasan Mutlucan’ın başına gelmiştir… Ne yazık ki, 12 Eylül darbecilerinin propagandistleri yüzünden cuntayla özdeşleşmiş bir ses olmuştur. Kendisi bile “Kendi sesimle kendimi uyandırmaktan bıktım artık” “`İtiraz etsem, vatan haini derlerdi`..demiştir. Ama tek başına bunu engelleyememiştir.

Daha sonra hislerini şöyle dile getirmiştir :” “Dehşetli bozuluyorum. Çünkü darbe sanatçısı değilim. Halit Kıvanç attı bu sıfatı ortaya. Sanki bütün millet, hislerinin tercümanıymış gibi kabul etti. Kahramanlık türküleri insanlara tesir eden bir şeydi. Hissiyatlarına tesir ettim ki beni beğendiler. Ama yukarı kademelerden bazı kişiler beni maalesef kullandılar. Propaganda, reklam vasıtası yaptılar. Darbecilere mal etmek istediler, o türkülerden soğuttular beni. Ben kimsenin adamı değilim, halka türküler okuyan biriyim, o türküler ecdadımın kahramanlık öykülerini anlatan menkıbelerdi. Daha fazla konuşmak istemiyorum. Hissiyatıma kapılabilirim. Küskünüm efendim.”

Ne yazık ayaklar altına alınan, hiçe sayılan İtibarı halen iade edilmemiştir. İşin ironik yanı kendisi sol dünya görüşünde olan biridir… Müzik geçmişi (http://tr.wikipedia.org/wiki/Hasan_Mutlucan )hiç de boş değildir.
________________________________________
Müjgan
04-10-2009, 12:18
Müzik toplumsal farkındalıkların algılanmasında ne kadar etkilidir diye düşünürken, konuyu aslında tersine çevirirsek, toplumda değişen bazı olgular, standartlar, koşullarla, müzik de değişiyor diye düşünemez miyiz?
Geleneksel halk müziğimizi yaratan “aşık geleneği”nin neredeyse tükendiği, artık türkü yakanların, ya da bunu kulaktan kulağa aktaran kaynak kişilerin giderek azaldığı, göçlerin büyük şehirlere aktığı dönemde, arabesk müziğin birden ortaya çıkıp, kasıp kavurmasını bununla açıklamak mümkün.
Halklar değişen kültürel, toplumsal ve ekonomik koşullarına paralel olarak yeni müzik türleri ortaya çıkarır, hayata geçirirler.
________________________________________
teomangurses
05-10-2009, 06:28
Yazılanları merakla okudum ve güzel bilgiler edindim. Yanlış hatırlamıyorsam sanırım Almanya’da Dünya savaşının ardından meclis binasından önce opera binası inşa etmişler. Bu piskolojiyi ancak sanatla düzeltebiliriz mantığıyla hareket edilmiş.
Özellikle müzik sanatı insanlara kelimelerle anlatamadığımız duyguları hissettirmeye yarayan en etkili ve en kesin araçtır. Doğa bize bunu sunmuş niye kullanmayalım?
________________________________________
hassoman
05-10-2009, 21:07
Müzik ne zaman ortaya çıktı?
Bence cevabı son derece basit.
İlk insan doğayı farkettiğin andan beri.
Farkına vardığı doğanın seslerini aynısıyla seslendirmeye başlamasıyla ilk ezgiyi yakalamış olmalı.
Elbette ağlama sesini ezgiden saymazsak…
Bedeni de rahat durmamış çıkardığı ezgilere göre çırpınışlar sergilemiştir.
Alın size müziğin ve dansın ilk ortaya çıkışı…
Ancak sevincini, üzüntüsünü, korkularını ezgilere dökmeye, ilk çalgılarını kullanmaya (sopaları, taşları birbirlerine vurarak) başlamıştır.
Evet ya ilk müzik aleti vurmalı sazlardan olmalı…
Gerçi kimi müzik tarihçileri ilk müzik aletinin üflemeli olduğunu öne sürer.
Bence üflemeli çalgılar sonra ortaya çıkmış olmalı. Bir dalın kabuğunu boru biçimde çıkararak ya da kabak türü bir bitkinin yaprağının sapını ya da yuvarlak bir kemiğin içine üfleyince ses çıktığını görmüş, çıkan sesin tutkulusu olmuştur…
Ne bileyim?

Sonra, mesela gücü karşısında çaresiz kaldığı doğanın içinden çıkardığı tanrılara ezgilerle tapınmış olmalı… İlk ilahiler böyle mi çıkmıştır acaba?
Sonra sonra?…
Ölümü ve yaşamı; üremeyi ve çoğalmayı, tohumu ve bereketi kavramaya başladıkça çıkardıkları ezgilerin artık müzik denilecek hale gelmeye başladığını sanıyorum.
Bazı tarihçiler insanın ateşi kullanmaya başladığında uygarlığa geçişin başladığını söyler.
Bense insanların ölülerine saygı duyup onları gömmeye başlamalarıyla uygarlık başladığına inanıyorum.
Yani yamyamlığı bırakmaya başladıkları zaman uygarlığa ilk adımı atmışlardır. İşte o zaman içlerinden din adamları, büyücüler, hasta iyileştiriciler ortaya çıkmış ve elbette ezgileriyle ve çalgılarıyla birlikte…
İlkel kabilelerde düşmanlarına karşı savaşta adrenalini yükselten çığlıkları yavaş yavaş biçimlenerek onları gaza getiren askeri bando müziği haline dönüşmeye başlamış olamaz mı?… Elbette savaş tanrılarına övgüler, içlerinden çıkardıkları kahramanlara düzülen destanlar hep ezgilerle olmuştur.
Ve sonra müzik alıp başını gitmiştir…

Müzik neden güzeldir biliyor musunuz?
İnsan müziği bulmamıştır.
Kendisinden bir parça olarak doğal olarak gelişegelmiş de ondan. İnsan müzikle birlikte var olmuştur da ondan…
İnsan ateşi bulmuş, taşı yontmuş, madenden kendine araç-gereç yapmış, tohumu ekmeyi öğrenmiş vs…
Bunların hepsini ihtiyaçlarını gidermek, yaşamını kolaylaştırmak için düşünerek, tasarlayarak yapmış…
Müzik ise tasarlanmamış ki; kendiliğinden insanla birlikte ortaya çıkmış, insanla birlikte gelişmiş…
Ve insanı en iyi anlatan bir ifade biçimi olmuş.
Farkındalığını en etkili biçimde ortak olarak geliştirdiği ve benimsediği müzik tarzıyla ortaya koymuş…
İşte bele efendim…
________________________________________
nejlakayali
05-10-2009, 23:38
Evrenin müziğini bütün derinliğiyle duyabilmek herkese nasip olmasa da bu müzikten nasibini almayan herhalde yoktur. Kulak verdiğimizde duyacağız ki her şeyin bir ritmi var. Evrendeki her şey de bu ritimle birbirine bağlıdır. Bir gün doğayla baş başa kalıp da sadece onu dinlediğimizde doğaya kulak verdiğimiz de bu ritmi yani müziği içimizde duyarız ve çoğalmaya başlarız. Müthiş bir enerji yoğunluğumuz olur. Kelebek etkisi gibi evrendeki her şey sizi, siz de evreni etkilemeye başlarsınız. İşte bu yüzden müziğinin olağanüstü bir farkındalığı ve yaptırım gücü vardır. Yeter ki zaman, mekan ve insan doğru zaman da bir araya gelsin, doğru telden çalsın.

Tasavvufta da musiki Allah’ın lisanıdır. İçinde bir sürü sırlar vardır. Bu sırları anlamak herkese nasip değildir. O yüzden inançlara baktığımızda da ya da dinlerarası diyalog da olduğu gibi müziğe bu derinliğinden ve zenginliğinden dolayı büyük önem verilir. Bu açıdan da mistik bir boyutu vardır.

Ayrıca yukarıda yazılanlar da çok hoşuma gitti. Böyle düşünen insanlarla bir grupta toplanmak çok güzel.
________________________________________
Müjgan
06-10-2009, 12:34
Evrenin müziğini bütün derinliğiyle duyabilmek herkese nasip olmasa da bu müzikten nasibini almayan herhalde yoktur. Kulak verdiğimizde duyacağız ki her şeyin bir ritmi var. Evrendeki her şey de bu ritimle birbirine bağlıdır.
Tasavvufta da musiki Allah’ın lisanıdır. İçinde bir sürü sırlar vardır. Bu sırları anlamak herkese nasip değildir. O yüzden inançlara baktığımızda da ya da dinlerarası diyalog da olduğu gibi müziğe bu derinliğinden ve zenginliğinden dolayı büyük önem verilir. Bu açıdan da mistik bir boyutu vardır.

Bence müzik yer ile göğü birbirine bağlayan, görünmeyen renkli bir gök kuşağıdır. 7 notanın en pesi olan do notası bu dünyayı simgeliyorsa, si de göklere doğru uzanan yolun başını simgeliyor gibidir.
Do notası frekansı 264 iken, Re 297 , Mi 330, Fa 352, Sol 396, La 440, Si 496 dır. Oktav seslerde frekansların gittikçe artacağı ve titreşim sayısı “düşük” olan insanın, kulağının duyamayacağı frekanstaki seslerin, göksel olacağını düşünmek yanlış olmayacaktır. :)
Dil, din, ülke vs. gibi kriterleri tanımayan müzik evrenseldir. Bu bile gökkubbe altındaki anlamsız çekişmelerin, çatışmaların sonlanmasına dair, sevgi dolu birliğe davet eden bir işarettir.
________________________________________
nejlakayali
10-10-2009, 16:31
Müjgan hanım, çok doğru söylüyorsunuz. Müzik göksel bir şey ve kriterleri tanımadığı için de evrensel. Biz insanlar bazen o kutsal müziği (belli frekans dalgalarından sonrasını) duyamayız. :) Ancak bazen hissederiz o titreşimleri. Bilirsiniz ki sesler evrende kaybolmaz. O güzel melodiler etrafımızda gezinirler ve bize enerji verirler. Bunu herkes görebilse o anlamsızlıklar da biter. Biz çok şükür ki müzik kadar derin ve anlamlı bir olguyu hayatımızda barındırıyoruz. Müziğin kendisi de diğer insanları da çağrıyor zaten.
Sizin gibi insanlarla da sevgiyle büyüyor. Cevabınız için teşekkürler :)
________________________________________
ALONALI
01-11-2009, 10:09
Müzik insanın hem görsel hem işitsel zekasına etki edebildiği için sosyal konulu projelerde çok işe yarıyor bence…
________________________________________
eGeMaWiSi
05-11-2009, 17:52
Müzik hangi dilde olursa olsun evrenseldir,duygusu yeter,ben bir tıp fakültesi öğrencisi olarak Latinceye benzetirim müziği Dünyanın her yerinde ortaktır,insanları her şekilde bir araya getirir,müziksiz bir yaşam düşünülemez =))
________________________________________
KaM
20-11-2009, 04:57
Her konuda müzikle ses duyurmak en etkili yöntemdir bana göre. Eylemler protestolar tamamiyle gereksiz.Hiç kimse bunların sonucunda beklentilerini gerçekleştirememiştir ve toplum tarafından sürekli tepki görmüşlerdir.Evrensel olan müziğin de kesinlikle etkili olacağını düşünüyorum.
________________________________________
erdemsims
21-11-2009, 15:58
sevgiyle yapılan her şeyde olduğu gibi müzikte duyulduğunda insanı mutlu edip,üzebiliyor,bulunduğu yerden alıp başka yerlere görüp getirebiliyorsa her canlı üstünde mükemmel etkiler bırakabiliyorsa-ama tabi iyi müzikten bahsediyorum-farkındalık huzur sevgi saygı her şeyi aşılayabilir güçlendirebilir ve insanlığa sunabilir bence:)
________________________________________
Cumhur Tonba
01-12-2009, 20:48
MÜZİĞİN TOPLUM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

Müzik gerçek anlamda, insan yapan en güzel sanat dalıdır. Uygarlığın gelişimi, müziğin gelişimi ile eş gider , çünkü müzik, insanı duygusal yönden geliştirdiği için onu daima iyiye, doğruya, güzele ve çalışmaya iten büyük bir gücü vardır.
Bireyleri ve toplumları biçimlendirme, değiştirme ve geliştirmede eğitim en etkili süreçtir.İnsanın kültürel bütünlüğünü sağlamada müziğin eğitim aracı olarak kullanılması tüm dünyada yaygınlık kazanmıştır.Bu çalışmada, müzik eğitiminin insan yaşamındaki yeri ve önemi artmıştır.

Toplumla etkileşip bütünleşen sanatların başında yer alır müzik. Bir milletin gelişmişlik düzeyini belirlemede müzik, önemli bir göstergedir. Toplumsal bir olgu olan müziğin geldiği nokta, toplumun geldiği noktayla paralellik gösterir.

Bireyler üzerinde sevgi, sorumluluk, yaratıcılık duygularının gelişmesini sağlayan müzik eğitiminin amacı, insana, müziği sevdirmekten başka müzik dinleme, yargılama becerisiyle birlikte insanın beğeni düzeyini yükseltmektir.

İnsanda güzellik duygusu oluşturmakla birlikte, aynı zamanda insanı düşündürmesi de gereken müzik sanatının amacını “tüm sanat dallarında olduğu gibi, öncelikle güzellik duygusunu oluşturmak, dolayısıyla, bu duygunun oluşmasını arzuladığı insan ruhuna uyarıcı bir etki yapabilmektir”Müzik insanda aşk,sevgi,dostluk gibi düşünceler yarattığı gibi;umutsuzluk, karamsarlık, kıskançlık gibi psikolojik sorunlar da ortaya çıkarabilir

Müzik yoluyla ruhsal durumu etkileme yöntemi, akıl bozukluğunun tedavisinde uygulanmıştır. Yatıştırıcı, heyecanlandırıcı, fantazi uyarıcı ya da başka özellikleri bakımından, belli müzik parçaları seçilir; hastalar bunları genellikle grup halinde dinlerler. Çocuklar arasında perküsyon grupları yahut daha sofistike müzik grupları kurulabilir; sonucunda gösterilen faaliyet, ruhsal bozukluğu olan çocuğu topluma alıştırmada yararlı olmaktadır

Genel müzik eğitimi ile, müziğin zengin anlatım gücü, birleştiriciliği, insanlarımızın bütününe aşılanmalı, insanı yücelten bu değer ile birlikte gelişmiş bir toplum olma yolundaki adımlarımız hızlandırılmalıdır

________________________________________
Cumhur Tonba
02-12-2009, 00:13
tabi iyi müzikten bahsediyorum- bence:)

Müzik müziktir. İnsanların yetişme tarzı, yaşadığı bölge, gelenek ve görenekleri, yaşı, durumu dolayısıyla müzik konusunda farklı beklentileri olabilir. Bir teneke tımbırtısı bile bazen kulağa hoş gelebilir. İyi ya da kötü müzik. Bunları ayıracak bir kıstas var mıdır?(1)

________________________________________
(1) http://www.agaclar.net/forum/archive/index.php/t-17535.html




Hoşgeldiniz