Gürer Aykal ve Kültür Eski Bakanı(1997-2002) İ.Talay Döneminden Bir Anı…


Toplam Okunma: 3351 | En Son Okunma: 21.11.2024 - 11:46
Kategori: Eleştiri/Kritik, Tarih ve Anılar

Gürer Aykal: “Türkiye’nin kültür anlamında cumhuriyetin ilk yıllarında yaptığı atakların artık çok gerisinde olduğu bir dönem içinde olduğumuz herkesin dikkatini çekiyordur…1990’lı yılların sonunda Çorum’dan bir davet almıştım… Çorum’a bir kızgınlık sonucu Bakan (DSP / 1997-2002) İstemihan Talay tarafından İl Kültür Müdürü olarak gönderilmişti. Bakan ile karşılaştığımızda Kültür Müdürü Mümtaz İdil’in ailesinden uzak, neden oralarda olduğunu sormuştum. İstemihan Talay da, “Fena mı işte. Bak Çorum’da ne güzel şeyler oluyor. Çorum neler kazandı” demişti. Ben de dayanamayıp, “Peki Ankara neler kaybetti farkında mısınız?” demiştim… Güzel bir Anadolu başlangıcıydı Çorum…

Gürer Aykal ve Kültür Eski Bakanı İ. Talay Döneminden Bir Anı…

Hayatım, çok sesli müziği sevdirmeye çalışmakla geçti. Eğitimim, mesleki kariyerim hep bu çerçevede şekillendi. Her zaman müzik sanatının, sanatlar içerisinde en kutsal görevi üstlendiğini kabul ettim. İlahilerden, tanrılara yakarışlardan, kötülükleri kovmaktan eğlenceye kadar her alanda müziğin varlığını hissetirdiğine, insanı iyiye ve doğruya yönlendirdiğine inandım.

Kötü müzik olmadığını düşündüm hep. Benim için kriter hep şuydu: Müzik olanlar ve olmayanlar. Müzik olmayanların tümünü gürültü kabul ettim ve ilgilenmedim. Müzik olanla ise hep iç içeydim.
Bu amaçla da Türkiye’nin her köşesinde, hiç şikayet etmeden, yüksünmeden konserler vermeye çalıştım. Dünyanın her tarafında ülkemi ve aydınlık insanlarını tanıtmak için konserlerime mutlaka Türk bestecilerinin en az bir eserini kattım.

Sanmayın ki bir orkestra şefinin hayatı lüks içindedir, rahattır ve yalnızca elindeki “baget”i sallamaktan başka işi yoktur.

Şefler, orkestrayı oluşturan tüm enstrümanları bilmek zorundadır. Her biri için ayrı bir kulağı olan müzik emekçileridir. Eserin icrasında en önemli görevi üstlenen sorumlulardır.

Bunu bir anımı anlatmaya giriş olarak yazdım.

Türkiye’nin kültür anlamında cumhuriyetin ilk yıllarında yaptığı atakların artık çok gerisinde olduğu bir dönem içinde olduğumuz herkesin dikkatini çekiyordur.

Müzik üzerine yapılan tartışmaların bile seviyesi bunu gösteriyor. Hemen herkesin diline doladığı, ama uygulamadığı bir gerçek vardır: Müziğin evrensel bir dil olduğu.

Bu söz, öyle ulu orta söylenmiş bir söz değil elbette. Binlerce yıldır biriken tespitlerin sonucunda ortaya çıkmış bir sözdür.

1990’lı yılların sonunda Çorum’dan bir davet almıştım. Yakın bir dostumun isteği üzerine Çorum Hitit Festivali’nin açılış konserine Borusan olarak çağrılıydık. Festival bütçesi, bir otobüs dolusu sanatçının harcırahlarını ve kaşelerini karşılayacak güçte değildi.

Ulaşımı, kaldığımız süre içinde de yeme-içme ve konaklamayı karşılayabiliyorlardı ancak.

1999 yılı Haziran ayında, Borusan Oda Orkestrası İstanbul’dan, Borusan Güzel Sanatlar Genel Müdürü Sami Caner ve Sanat Danışmanı rahmetli kadim dostum Ömer Umar başkanlığında Çorum’a ulaştı, ben de kendi aracımla Ankara’dan yola çıktım.

Yolda dostum Kurthan Fişek ile karşılaştık. O da festivale gidiyordu. Bana şaka yollu “eskortluk” yaptı.

Çorum’un, adını Hitit kralları Anitta’dan alan en iyi otelinde orkestra elemanlarıyla buluştum. Provayı da otelin lobisinde yaptık.

Vivaldi’nin 4 Mevsim eserini seslendirecektik. Konser, 1940’lı yıllarda Prof.Dr. Turhan Ilgaz’ın yaptığı Devlet Tiyatro salonunda gerçekleşecekti. Konser saatinde müthiş bir yağmur başladı. Neredeyse yarısı boş salonda konserimizi tamamladık.

Çorum’un “kalburüstü” erkanına ve devlet görevlilerine davetiye gönderilmiş, izlemek isteyen Çorumlular ise kapıdan dönmüştü. “İleri gelenler” gelmemişti.

Konser sonrası, Çorum’da faaliyet gösteren bir müzik dershanesinden onlarca çocuk soyunma odamıza kadar gelerek bizlere çiçek verdi. Müthiş bir heyecan taşıyorlardı.
Bir şeylerin kıpırdandığını o anda anladım.

Ertesi yıl yine Çorum’daydık.
Salon tıklım tıklımdı. Cihat Aşkın solist olarak gelmiş ve müthiş bir performans sergilemişti. Salonda yer olmadığı gibi, içeriye giremeyen onlarca kişi kapıda beklemişti.

Bu kez İl Kültür Müdürü, “kentin ileri gelenlerini” davet etmemişti…
Borusan’ın Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık’ın kendi bütçesinden karşıladığı, orkestra elemanları için artık bir “tutku” haline gelen Çorum maceraları, Çorum’da zaten var olan çok sesli müziğin daha da sevilmesine neden oldu diye düşünüyorum.

Bana hemşehrilik beratı verdiler. Şehrin anahtarını teslim ettiler…
Tüm orkestrayı kucakladılar.

Çorum hızla bir kültür kenti olmaya, yurt dışında konuşulmaya başlanmıştı.

Ertesi sene Borusan yine Çorum’da, bu kez kapanışı yapmaya gitti. Ben katılamadım.

Ondan sonra önce beni davet eden İl Kültür Müdürü oradan ayrıldı.
Sonra
bize büyük destek veren Belediye Başkanı Arif Ersoy…
Ardından da yine büyük desteğini gördüğümüz Vali Atıl Üzelgün…
Çorum’u kültür kenti yapan ekip dağılmıştı.
Bir daha da bizi çağıran olmadı.

Çağıran Mümtaz İdil’di. Çorum’a bir kızgınlık sonucu dönemin Kültür Bakanı Bakanı İstemihan Talay tarafından İl Kültür Müdürü olarak gönderilmişti.

Bakan ile karşılaştığımızda Mümtaz’ın, ailesinden uzak, neden oralarda olduğunu sormuştum.
İstemihan Talay da, “Fena mı işte. Bak Çorum’da ne güzel şeyler oluyor. Çorum neler kazandı” demişti.

Ben de dayanamayıp, “Peki Ankara neler kaybetti farkında mısınız” demiştim…

. . .

Güzel bir Anadolu başlangıcıydı Çorum.
Olağanüstü disiplinli, saygılı bir izleyici kitlesi var. Müziğe ve sanatçıya saygılı olmanın ötesinde, çok sesli müziğe yatkınlığı da olan bir halk.

Üç yıl üstüste Çorum’a gitmek, Borusan elemanlarında da bir alışkanlık yaratmıştı. Artık haziran ayı geldiğinde, ekip Çorum için kolları sıvar hale gelmişti.

Ama öylece, hüzünlü bir hikaye olarak kaldı.

Bu tür etkinliklerin çoğalması, Türkiye’deki anlamsız müzik tartışmalarını da “düzeyli” bir hale getirecektir diye umuyorum.(1)
__________________________________
(*) Fotoğraf : Mümtaz İdil
(1) Gürer Aykal, Orkestra Şefi, Odatv.com




Hoşgeldiniz