Sanat Alanında “Kişi”, “Herşey” Olabilir mi?.. Göktan Ay
Toplam Okunma: 3077 | En Son Okunma: 22.11.2024 - 05:14
Alanımızda en büyük yetenek, yani sanatçılığın zirvesi virtüözlük ve şeflik olsa gerekir… Virtüöz, şef, çok iyi yorumcu olabilirsiniz. Ancak iyi bir eğitimci olamayabilirsiniz… İdarecilik de ayrı bir yetenek ister… Besteciliğin okulu vardır, ama okul Türk sanat müziğinde hala geçerli bir akçe değildir… İdareciliğin okulu vardır, ama atamalarda / görevlendirmelerde geçerli değildir. Kimi makama güç verir, kimi makamdan güç alır, kimi çalışanlarla uğraşır… Her kişi şarkı / türkü okuyabilir, ama, tadında okumak, yorumu abartmadan yerinde yapmak, nüansları gerektiği yerde kullanmak…
Sanat Alanında “Kişi”, “Herşey” Olabilir mi?..(1) “Sınır gerek” … Göktan AY
Yalın üslupla yazmak, iyi olmak kadar zordur.
W.S Maugham
İnsanlar yaratılırken farklı özellikte ve yetenekte doğmakta, bu farklılık çeşitli mesleklerin gelişmesine yardımcı olmaktadır. Bilindiği üzere; her kişi, bir mum yakarsa çevre aydınlanmış olur… her kişi kendi evinin önünü süpürürse o kent tertemiz olur…
Bir insan her şeyi bilebilir mi? Bir insan her şey olabilir mi? Bir insan her şeyi yapabilir mi? cevabınız tabiî ki hayır olacaktır. Olsaydı, bu kadar mesleğe ve iş bölümüne gerek kalmazdı. Bir insanın bir ya da birçok dalda uzmanlığı olabilir. Fakat , her dalda “ben en iyi bilirim” demeye kalkılırsa o insandan verim beklenemez….
Önemli olan, kişinin, uzman olduğu dalda “en iyisini” yapmasıdır, “marka”olmasıdır… Bu nedenle uzmanlık; kabul görmesi ve saygı gösterilmesi gereken önemli bir konudur
Kişileri kendi dalında, kendi uzmanlığında kabul etmek, saygı göstermek ve başarısını alkışlamak/paylaşmak en doğru yol olsa gerekir…
Yetenek ve uzmanlık bir birini tamamlayan iki ögedir… Siyasilerden hep duyarız; “devletin bir personel politikası bulunmalı ve görevliler yetenek, uzmanlık, çalışma ve ahlâk gibi ölçülerle değerlendirilmelidir.” diye… Demek ki, kişinin o işe yeteneği varsa, o işte uzmanlaşabiliyor…
Alanımızda en büyük yetenek, yani sanatçılığın zirvesi virtüözlük ve şeflik olsa gerekir. Bunun üzerine; hiçbir unvan, makam, görev “artı” getirmez…
Elbette bir şef iyi bir eğitimci, bir virtüöz iyi bir idareci, bir solist sağlam bir kuramcı v.b. olabilir. Ama önemli olan asıl uzmanlığı, yaptığı iştir…
Bu “işlere” bir göz atalım isterseniz;
Eğiticilik de ayrı bir yetenektir…
Eğiticiliğin okulu vardır ve son yıllarda, geçerli bir akçe olarak kendini kabul ettirmektedir.
Virtüöz, şef, çok iyi yorumcu olabilirsiniz, ancak iyi bir eğitimci olamayabilirsiniz…
Çünkü;
Eğitim sabır ister, çocukları sevmeyi ister…
Eğitim zamanın büyük bölümünü kendine değil öğrencilere ayırmayı ister…
Eğitim giyimde, harekette, davranışta, konuşmada v.b. örnek olmayı ister…
Eğitim gerçekte “bir formasyon” işidir…
Eğitim belli bir program, müfredat, çalışma, disiplin işidir…
Eğitim çok yönlülük, alanda doğru ve yalın bilgi ister…
Eğitimde sadece öğrenci değil, onun velileri, akrabaları, çevresi de işin içindedir…
Eğitim; çalgıyı, müziği, sevdirmekle doğru orantılıdır…
Eğitim gönül işidir…
İdarecilik de ayrı bir yetenek ister…
İdareciliğin okulu vardır, ama atamalarda/görevlendirmelerde geçerli değildir…
O nedenle de bir çok kişi görev ve salahiyetlerini bilmez, öğrenmek te istemez…
Kimi günü kurtarır, makamın keyfini sürer, iş yapmadığı için hata da yapmaz…
Kimi makama güç verir…
Kimi makamdan güç alır…
Kimi çalışanlarla uğraşır…
Kimi makamı kendisinin gelişmesinde/tanınmasında kullanır…
Kimi projeler hazırlayarak gelişime katkıda bulunur….
Kimi “en iyi düşünen benim ki amir yaptılar” deyip her şeyi baştan aşağı değiştirmeye çalışır…
Kimi kurumlar arası ilişkileri geliştirerek, çalışanların haklarını koruyarak, saygın/aranan bir kurum olmanın çabasına girer…Böylece, kurum yükseldikçe çalışanlarda doğal olarak yükselir…
Nedense ülkemizde herkes her görevi ister ve ayrılırken de çok iyi yaptığını söyler, çünkü göreve gelirken yapacakları söylenmediği/bilinmediği için çalışanlarca ölçme imkanı yoktur…
Bu kısır döngü böyle sürer gider…Kurumlarda buna paralel olarak yükselir-alçalır- dinginleşir.
Bestecilik de ayrı bir yetenektir…
Besteciliğin okulu vardır, ama Türk sanat müziğinde hala geçerli bir akçe değildir…
Çünkü, beste zamana ve zemine uymayı da beraberinde getirir…
Her kişi (nota bilsin-bilmesin, çalgı çalsın-çalmasın) beste yapabilir…
Kimse beste yap veya yapma diye zorlanamaz…
Ancak, kimi besteler, okuyucusunu da bulunca dillere destan olur…
Besteyi dinlerken, eğer işin içinde biraz yoğrulunmuşsa, kimin olduğu hemen anlaşılır.
İşte o “anlama”, bestecinin esere vurduğu damgasıdır, onun üslubu tarzıdır….
Her eser kendini iyi yorumlayanla kendine hayat bulur…
Ses sanatçılığı / yorumculuk da ayrı bir yetenektir… Dinlenebilir bir renktir, okuyuş üslubudur…
Ses sanatçılığının okulu vardır ve son yıllarda, geçerli bir akçe olarak kendini kabul ettirmektedir.
Her kişi şarkı/türkü okuyabilir…
Ama, tadında okumak, yorumu abartmadan yerinde yapmak, nüansları gerektiği yerde kullanmak,
Giysileri ile, mimikleri, güzel Türkçesi ile konuşması, mesajları ile seyircinin dikkat kesilmesini sağlamak… Önemlidir.
Konuya devam edeceğiz…