Çeng: Bir Çalgının Toplumsal Cinsiyet Üzerinden Kadın Simgesi Olarak Değerlendirilmesi… Prof. Ş. Şehvar Beşiroğlu - Günay Koçhan
Toplam Okunma: 19356 | En Son Okunma: 20.11.2024 - 11:44
8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde “dişil çalgılar sınıfında tasnif edilegelen çalgımız “çeng” üzerine yapılmış seçkin bir araştırmayı aktarıyoruz: “Çeng icrasında dikkati çeken önemli özelliklerinden biri kadınlar tarafından tercih edilip çalınan bir çalgı olmasıdır. 16. yüzyılın ünlü tarihçisi Gelibolulu Mustafa Ali’nin döneminin müzik aletlerini anlattığı eserinde kendi yaşadığı dönemde kullanılan müzik aletlerini tarif etmiş, bu açıklamalarında bazı çalgıları “erkek” bazılarını ise “dişi” çalgılar olarak sınıflamıştır. Çeng bu gruplar içinde dişi çalgılar sınıfına dahil edilmektedir…
Çeng: Bir Çalgının Toplumsal Cinsiyet Üzerinden Kadın Simgesi Olarak Kuzey Hint, Timur Ve Osmanlı Saraylarındaki Görsel Malzemeler Üzerinden Değerlendirilmesi… Prof. Ş. Şehvar Beşiroğlu, Araş. Gör. Günay Koçhan(*)
Görsel ve yazılı kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla Çeng icrasında en çok göze çarpan özellik kadınlar tarafından tercih edilip çalınan bir çalgı olması tespitidir. Bu tespiti yapmamızda ve bu araştırmaya başlamamızdaki temel yazılı kaynak 16. yüzyılın ünlü tarihçisi Gelibolu’lu Mustafa Ali’nin kendi döneminin müzik aletlerini anlattığı eseridir. Gelibolu’lu Mustafa Ali yaşadığı dönemde kullanılan müzik aletlerini tarif ederken bazı çalgıları “erkek” bazılarını ise “dişi” çalgılar olarak sınıflamıştır. Çeng bu gruplar içinden dişi çalgılar sınıfına dahil edilmektedir…
Çeng
Çeng ya da Türk Arp’ı olarak genelleyebileceğimiz bu çalgı, Asya kökenli bir arptır. Tel sayısı 14–35 arasında değişmekte ve kucakta dikey olarak tutularak iki elle çalınmaktadır. Türk müziği tarihinde önemli bir yeri olan Çeng’e olan ilgi tarih boyunca dönem dönem artmış veya azalmıştır. Günümüzde Çeng, genelde Türk Müziği’nin tarihsel dönemlerini icra eden topluluklarda kullanılmaktadır. 20. yüzyılın en geniş ölçekli ve en yaygın kullanılan çalgı sınıflama sistemi olan “Hornbostel-Sachs” sistemine göre, Çeng, cordophone (telli çalgılar) sınıfında yer alan arpların, Açık Arplar alt kategorisinde incelenebilmektedir. Hornbostel ve Sachs arp’ı: “tellerin ses kutusuna dikey olarak konumlanarak oluşturduğu bir düzleme sahip chordophone” olarak tanımlar. Hornbostel-Sachs sınıflama sisteminde arplar Çerçeveli Arplar (frame harps) ve Açık Arplar (open harps) olarak iki genel başlık altında incelenmektedir. Açık arplar ise Kavisli Arplar ve Köşeli Arplar olarak iki alt başlığa ayrılır.
Açık Arplarda teller ses kutusu ve burgu kutusu arasına gerilidir. Köşeli arpın boyun kısmı ses kutusuna dik açı oluşturacak konumdayken, kavisli arpın boyun kısmı ses kutusundan kavis yaparak uzaklaşmaktadır. Kavisli Arp terimi yerine bazen Yay Biçimli Arp terimi de kullanılmaktadır. Ancak diğer bir taraftan, bazı araştırmacılar yay biçimli arp terimini rezonatör kutusu olan müzikal yay yerine de kullanmışlardır. Yay biçimli arplar en ilkel arp biçimleridir, burguluk ve ses kutusu aynı ahşap gövdeden oyulur, böylece teller gerildiğinde bir yay formu oluşmuş olur. Köşeli arpların, düz veya kavisli ses tahtaları burguluğa 70° açı yapar. Bazı resimlerde bu açı 90° olarak da görülmektedir. Çerçeveli arpların en belirgin özellikleri önde bir sütuna sahip olmalarıdır ki bu sütun tellerin gerginliğini desteklemeye yardım etmek üzere konulmuş bir ek parçadır. Ön kısmında sütun olmayan arplar açık arplar olarak adlandırılır.
Çeng Osmanlı döneminde en yaygın kullanılan biçimiyle, açık arpların ikinci alt kategorisi olan ve yukarıda bahsedilen köşeli arplar sınıfına girmektedir. Ancak, Osmanlı döneminden önce yay biçimli arp kategorisine uygun olan biçimlerdeki arplar Çeng olarak adlandırılmakta ve yaygın şekilde kullanılmaktaydı. Daha önce de bahsettiğimiz gibi yay biçimli arplar en ilkel arp biçimleridir ve arp çalgısının genel evrim çizgisini, Çeng’in yapısal değişiminde de gözlememiz mümkün olmaktadır.
Arpın Kökeni ve Tarihçesi
Arp Yakın Doğu’da bulunmuş arkeolojik belgelerde betimlenen telli çalgıların en eski örneğidir. Arpın şu ana kadar bulunabilen en erken betimsel kalıntısı, M.Ö. dördüncü bin yılın sonlarına tarihlenen ve Kudüs’ün 100 km. kuzeyindeki Jezreek Vadisi’nde yer alan Megiddo şehrinde bir kaldırım taşı üzerinde yer alan kazıma tekniği ile yapılmış çizimdir (Braun, 1998; 5).
Megiddo Şehri’ndeki Kaldırım Taşı Üzerinde En Eski Arp Betimi, M.Ö. 4. Bin Yıl
Sümerlerin I. Ur Sülalesine ait olan Ur Kral Mezarları’nda yapılan kazılarda orijinal arplar bulunmuştur, bunlardan biri bugün Londra’da British Museum’da korunmaktadır. Bu arp 11 telli, dikdörtgen ses kutusuna sahip ve daha çok Sümer lirlerinde görülen plastik boğa başı betimlemesiyle süslüdür. Dönemin arpları –bu örnekte de görüldüğü gibi- genellikle 11–15 telli ve kavisli yapıdadır.
Ur Kral Mezarlarında bulunmuş Arp M.Ö. 2450
Bu tür kavisli arpların yerini Eski Babil döneminde, yani M.Ö. ikinci binlerden itibaren köşeli arplar almıştır. Zaman zaman betimlemelerde farklı örnekleri görülse de genelde 6 ya da 7 telli arplardır bunlar.
Ninive güneybatı sarayından kabartmalar üzerinde betimlenmiş köşeli arplar,
Assurbanipal zamanı, M.Ö. 668-627
Arp Sümer mitolojisinde Tanrıça İştar ile ilişkilendiriliyordu, yazılı belgelerde de bu çalgı için “Tanrıça İştar’ın tahtası” terimi kullanılmaktaydı. Tanrıça İştar Mezopotamya’nın en önemli tanrıçalarından biriydi ve bu çalgının İştar törenlerinde ve diğer tanrılar ve tanrıçalar için yapılan tapınak törenlerinde kullanılması ve saygınlığı buradan gelmekteydi. Özellikle erken dönem ikonografik kaynaklarda arpı Tanrıça İştar’ın atribüsü olarak daha sıklıkla görebilmekteyiz.
Asur silindir mührü üzerinde Tanrıça Iştar arpı ile birlikte, Tanrı Ea’nın önünde betimlenmiş. (Anadolu’da Asur ticaret kolonilerinden biri olan Konya Karahöyük’te bulunmuş, M.Ö. 1750)
Sümerlerin aşk ve savaş tanrıçası İştar, Antik Yunan mitolojisinde aynı özelliklere sahip tanrıça Afrodit olarak karşımıza çıkmaktadır ve tanrıça Afrodit Roma panteonunda tanrıça Venüs’e dönüşmüştür. Mezopotamya’da M.Ö. üçüncü bin yıldan itibaren görülen bu gelenek, çağları aşarak ve başka pek çok çevre kültürü de etkileyerek Osmanlı kültürüne kadar ulaşmıştır. Nitekim, ilerde tekrar değineceğimiz gibi, 17. yüzyıla tarihlenen astronomi ile ilgili Osmanlılara ait bir el yazmasında Venüs gezegeninin sembolü olarak çeng çalan bir kadın figürü resmedilmiştir. Aşağıda yan yana gördüğümüz bu iki örnek yaklaşık 3500 yıllık bir inancın bir şekilde devamlılığını kanıtlayan simgesel görüntüleri yansıtması açısından önem taşımaktadır.
Arp çalan Tanrıça İştar (MÖ 1750) ve Osmanlı Dönemi’nden bir astronomi kitabında Venüs gezegeninin simgesi olarak çeng çalan kadın (17.yy).
Anadolu
Erken dönemlerde Anadolu’da arp arkeolojik malzeme üzerinde sadece iki örnekte görülebilmektedir. Bunlardan biri biraz önce bahsettiğimiz Konya Karahöyük’te bulunmuş mühür üzerindeki betimdir, ki bu mühür o dönemde Anadolu’da bulunan Asurlulara aittir, diğer örnek ise Hitit başkenti Boğazköy’de bulunmuş kabartmalı bir vazo parçası üzerindeki tasvirdir. Anadolu’da arp o dönemlerde Mezopotamya ve Mısır’da olduğu kadar çok görülmemiştir, Anadolu’da daha çok lir tasvirleri bulunabilmiştir. Arpın Anadolu’da o dönemde Mezopotamya ya da Mısır’da olduğu kadar çok yoğun olarak kullanılmadığı anlaşılmaktadır.
Mısır
M.Ö. üçüncü binden itibaren Mısır’a özgü benet adında, kürek biçimli ses kutusuna sahip ve kavisli bir arp türü bu bölgede belgelenebilmektedir. Bu kavisli arp genellikle 5-7 telli, ve bazı örneklerde ise 8-11 telli olarak karşımıza çıkmaktadır. Daima yerde oturarak ve dik tutularak çalınmaktadır. M.Ö. ikinci binin başlarından itibaren (Orta Krallık dönemi) ilerde Yeni Krallık döneminde de yaygın biçimde kullanılacak olan kavisin daha da keskinleştiği ve derin bir ses kutusu olan yeni bir arp türü ortaya çıkmıştır. Tel sayısı 9–11 arasında değişmektedir. M.Ö. ikinci bin yılın ortalarında, Yeni Krallık döneminde, sandal biçimli bir ses kutusu olan yeni bir arp türünün ortaya çıktığı görülür. Bu tür arplar oldukça büyük boyutlarda, yaklaşık bir insan boyu büyüklüğünde, olabileceği gibi –ki bunların tel sayıları 9–11 arasında değişmekteydi-, daha küçük boyutlarda olanları da vardı –bunlar ise genellikle dört telliydi. Yeni Krallık dönemindeki diğer bir yenilik de Mezopotamya’dan bölgeye aktarılan köşeli arpların görülmeye başlanmasıdır. Bu köşeli arplar oldukça büyük boyutlarda ve ağır enstrümanlardı, tel sayıları oldukça artmıştı, 17–21 civarında değişmekteydi. Kavisli ve köşeli arp Mısır’da Yeni krallık döneminde bir arada kullanılmıştı. Mısır’daki arpın gelişimi ile ilgili görsel kanıtları oluşturan arkeolojik belgeler üzerinde yani papirüslerde ve tapınak duvarlarında, betimlenen müzisyen figürleri arasında aşağıda da örneklerini görebildiğimiz kadın arp çalgıcıları da gözlenebilmektedir.
Antik Mısır’dan kadın arp çalgıcıları.
Antik Yunan ve Roma
Antik Yunan’da daha önce bahsedilen arp türlerinin üçü de görülebilmektedir. Arpın Anadolu kültürleri vasıtasıyla Antik Yunan kültürüne aktarıldığı ve oradan da Roma uygarlığı tarafından benimsendiği sanılmaktadır. Antik Yunan ve Roma’da da ikonografik kaynaklarda kadın arp çalgıcılarını görmemiz mümkündür.
Orta Asya’da Arp
20. yy başlarında Altay dağlarındaki Pazırık ve Başadar vadilerinde araştırma yapan Rudenko ve Gryaznov adlı iki Sovyet araştırmacı bu bölgede eski kilim parçaları ve çeng kalıntıları buldular. Rudenko bu bölgede yaşayan halkın tarihinin MÖ 1700’lere uzandığını ortaya çıkardı. Bir Orta Asya devleti olan Hunlar çeng çalgısını kullanıyor olduğu ve çengin Kafkas devletlerinde ilk sınıflı toplumlardan itibaren yaygın biçimde kullanıldığı düşünülmektedir.
Azerbaycan’da arp benzeri antik telli bir çalgı, çeng veya ceng olarak adlandırılmaktaydı. Azerbaycanlı arkeologlar çeng’e ait buldukları ilk kalıntıların milattan önceki dönemlere tarihlendiğini ortaya koymuşlardır. Azerbaycan’ın antik uygarlık merkezlerinden biri olan, Berde şehri yakınlarındaki Şaturlar köyünde yapılan bilimsel kazılarda, kilden yapılmış bir kap parçası üzerinde çeng çalan bir kadın betimlemesine rastlanmıştır, ve bu parça MÖ 4.-3. yy’a tarihlenmektedir.
OrtaAsya’da Kadın Müzisyenler
Araplarda Sanj veya Cang
Bu çalgı Arap Yarımadası’nda İslamiyet öncesi dönemden 15. yy’a kadar kullanılmıştır. George Farmer, İslamiyet öncesi dönemde, 1. ve 6. yüzyıllar arasında, Araplar tarafından kullanılan çalgı aletleri arasında arpı saymaktadır. Bu çalgı için yüzyıllara göre farklılık göstererek Sanc ve Cang adları kullanılmıştır. Binbir Gece Hikâyeleri’nde ise iki farklı arp türünün adı geçmektedir, cank ve cank acemi (Farmer, 1929; 16). Cank acemi adı Iran’daki bir çeng türünü anlatmak için kullanılmıştır.
10. yy’dan başlayarak İslam Müzik Teorisi ile ilgili kitaplardaki çalgılarla ilgili bölümlerde enstrümanların yapımı, icrası ve tarihsel gelişimleri hakkında bilgiler elimize ulaşmaktadır. Bu kitaplar arasında 10. yy’dan Farabi’nin eseri ve 13. yy’dan Safiyüddin’in eseri sayılabilir.
Eski Hindistan ve Moğol Sarayında Arp
Hint yarımadasında telli çalgıların görülmeye başlandığı en eski dönem tarihöncesi çağlardır. Orta Hindistan’daki bazı mağaralardaki duvar resimlerinde ve Hint uygarlığının antik yazmalarında arplar ve lirler görülebilmektedir. Bu mağara resimlerinde arpın genellikle yay biçimli, kavisli bir boynu olduğu görülür. Ramayana adlı eserde yayın arpla ve okun plektrum (mızrapla) karşılaştırıldığı bilinmektedir. (B.C. Deva)
Çoğu araştırmacının ortak fikrine göre kavisli ve köşeli arplar Mezopotamya’da ortaya çıkıp oradan doğuya yayılmışlardır. Köşeli arplar Uzak Doğu’da yaygınlık gösterirken, yay biçimli arplar güneye ve Güney Asya’ya (Hint Yarımadası’na) yayılmışlardır. Özellikle Mezopotamya’da MÖ 3000’lerde görülen yay biçimli arplar MÖ 2. yüzyıldan itibaren Hindistan’da sık rastlanılır hale geldi. Araştırmacılara göre son bulgular kavisli arpın MS. 500’lerden (4.yy) önce Hindistan’ın güney kıyısından Burma’ya ulaştığını göstermektedir. Günümüzde, Burma’nın yay biçimli arpları, deriden yapılma ses tahtaları, 13-14 adet ipek teli ve tekne biçimli gövdeleriyle, Güney Asya’nın bölgeye özgü karakteristik enstrümanlarıdır.
Eski Hindistan ve Moğol Sarayı’nda Çeng
Iran’da ve Timur Sarayında Çeng
Dikey tutularak çalınan köşeli arpın Mezopotamya’dan ve Mısır’dan Iran’a aktarıldığı, ve İslamiyet öncesi dönemde arpın Iran’da kullanıldığı bilinmektedir. Sasani kralı I. Şapur’un Bişapur’daki sarayının kalıntıları arasında bulunan mozaik paneller üzerinde 6 telli köşeli bir arp betimi bulunmuştur. Bu mozaik üzerinde resmedilen ziyafet sahnesinde, bir kadın tarafından çalınan arpın ince bir boynu, geniş bir ses kutusu vardır, boyutları icracının boyundan uzundur. Sasani Kralı II. Hüsrev zamanından kalan Taki Butsan adlı mağaradaki duvar resimlerinde de arp betimlemelerine rastlanmıştır. Saray hayatını tasvir eden bu betimlemede kralın teknesinde köşeli bir arp çalan bir kadın krala eşlik eder vaziyette resmedilmiştir. Bu betimlemelerde üç tür arp görülmektedir: dik köşeli arplar, dik ve eğik tutulan arplar, ve mızrapla çalınan akortlanabilen köşeli arplar.
Iran Türkmen Sarayı’ndan Müzikal Ögelerin Yer Aldığı İlk Minyatür, 14 yy.
Şiraz, Moğol Dönemi 1341-çeng daire kopuz çalgıcıları.
Osmanlılarda Çeng
1299 yılında kurulduktan sonra, Osmanlı Devleti 14. yy.’ın büyük kısmını genişleme ve egemenlik alanını korumaya çalışmakla ve ayrıca yönetim yapısını kurmakla geçirdi. Bu dönem boyunca sarayın egemenliğinde ve korumasında olan kültürel aktiviteler uygulama açısından sınırlıydı. Ancak Sultan II. Murat döneminden itibaren Bursa ve Edirne sarayları Asya’daki Timur saraylarından gelen bilim adamları, şairler, sanatçılar ve müzisyenler tarafından ziyaret edildi. Türk Müziği Ansiklopedisi’nde de bahsedildiği gibi:
“15. yy.’da Osmanlılar’ın başkenti İstanbul Sarayı, kültürel merkez olan Herat’ı ve Sultan Hüseyin Baykara’nın (1469-1506) Herat Sarayı’nı tüm sanatların koruyucusu olan bir model olarak görüyordu.”
Fatih Dönemi Minyatürü
17. yüzyıla kadar, Osmanlı sanatçıları komşu kültürlere seyahat ettiler, ve bu seyahatler sonucunda farklı toplumlarla kültür alışverişleri sağlanmış oldu. Bağdat, Herat, Isfahan, Şiraz, Tebriz, Semerkant, Buhara, Horasan, Edirne, Bursa ve İstanbul gibi kültür merkezlerinde yapılan minyatürler bu dönem müziği hakkında önemli görsel belgelerdir. Tarihsel kayıtlar, Osmanlı Müziği’nin “Osmanlı” karakterini özellikle 17. yüzyıldan sonra, Hafız Post ve Itri gibi bestecilerin ortaya çıkmasından sonra kazandığını göstermektedir. Bu kaynakları incelerken, Kuzey Hindistan’dan Timur Sarayı’na geniş bir coğrafyayı düşünmek gerekmektedir, zira 17. yüzyıl öncesinde bu saraylar Osmanlılarca model olarak alınmış ve İstanbul’un kültürel merkez olarak yükselmesinde etki etmişlerdir.
15. yüzyılda, Abdülkadir Meragi, Timur ve Ahmet Han Celayir saraylarında kullanılan müzik aletleri hakkında bir eser yazmıştır. Aynı dönemde, Osmanlı Sarayı’nda, Ahmedi Dai, Ahmetoğlu Şükrullah, Hızır bin Abdullah, Kırşehirli Nizameddin ve Ladikli Mehmed Çelebi, Dursun Bey, ve Nihani tarafından yazılan eserlerde karşılaşılan müzik aletleri, Abdulkadir Meragi’nin Timur Sarayı’nda bahsettiği müzik aletleri ile benzerlikler göstermekte, ve benzer kültürel ve müzikal pratikleri anlatmaktadırlar.
15. yüzyılda, II. Murat döneminde yaşayan Ahmedoğlu Şükrullah, o dönemde Türkler tarafından kullanılan dokuz çalgıdan söz ettiği eserinde çeng’den de bahsetmektedir:
“Selvi veya kayısı ağacından yapılma ses kutusu uzundur, bir atın boynu gibi eğridir. Ses kutusu alttan uca doğru daralır, dört karış uzunluğundadır. Ses kutusunun içine tutkal sürülür ve ceylan derisi ile kaplanır, eğer öyle olmazsa adına Eğri denir.”
At kılından veya ipekten yapılma 24-25 teli bağlamak için içerde bir tahta çubuk bulunur. Bu teller sıkılarak ya da gevşetilerek akort edilir. Bu çalgı sol koltuk altında tutularak çalınır. Çalınacak makama göre akort edilir. Sağ ve sol elin, baş ve işaret parmaklarıyla çalınır. Tiz notalara ait teller kısadır ve çalgıcıya yakın mesafede konumlanmıştır, pest notalar ise daha aşağıda gerilidirler. Sağ el pest sesleri çalarken, sol el tiz sesleri çalar.”
Toplumsal Cinsiyet
Bu gördüğümüz örneklerden yola çıkarak Osmanlı-Türk Müziği kültürü içinde çengin kadın kimliği ile ilişkisini tespit edebilmek için öncelikle toplumsal cinsiyet teorileri konusunda bir ön değerlendirme yapmamız gerekmektedir. Toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyetten farklı olarak kültür tarafından belirlenen ve aynı zamanda kültürü şekillendiren bir olgu olması nedeniyle, müziği bir kültür ürünü olarak ele alıp analiz eden etnomüzikoloji biliminde, toplumsal cinsiyet araştırmaları özellikle 1970’lerden itibaren, yükselen feminist hareket ve antropolojideki gelişmelerin de etkisi ile, önemli çalışma alanlarından biri olmuştur. Kültür tarafından belirlenmiş, cinsiyetler arasındaki ayrımlar hakkındaki düşünme biçimlerinin müzikal alana etkileri, müzikal davranışları nasıl ve ne şekilde belirlediği gibi konular müzikte toplumsal cinsiyet çalışmalarının temel sorularındandır. Bu çalışmaların önemli bir kısmı “müzik ve kadın” konusunu ele alırken, “kadınlık” ve “erkeklik” durumlarının müzikal kültürleri belirleyiciliği daha net bir biçimde ortaya konulmuştur.
Yalnızca kadınlara ait olan repertuarlar, besteler, müzikal etkinlikler, tüm bunların kadının toplumsal konumuna etkileri, ve toplumun tümüne etkileri vb. konular, toplumsal cinsiyet çalışmalarının alt kategorilerinden biri olan “müzik ve kadın” çalışma alanının araştırmaları arasında özellikle yer tutmaktadır. Bunların yanısıra etnomüzikolojinin önemli araştırma alanlarından bir diğeri olan organoloji (yani çalgı bilim) alanında toplumsal cinsiyet açısından yaklaşımların dünyadaki çok çeşitli kültürler üzerinden uygulandığı, örneğin yalnızca kadınlara ya da erkeklere özgü çalgılar, çalgı repertuarları vb. konuların araştırıldığı, çalışmalar yapılmış ve yapılmaktadır. Dünyadaki çeşitli kültürler üzerine yapılmış bu tür çalışmalar ve tespitlerden örneğin ilk akla gelenler: Batı Afrika’da yaşayan Berberi bir kabile olan Tuareg’lerde yalnızca kadınların ve özellikle yaşlı kadınların çaldığı imzad adlı tek telli yaylı bir çalgı ve bu çalgı repertuarı üzerine yapılmış çalışmalar. Bir Japon flütü olan Shakuachi’nin yalnızca erkekler tarafından çalınabiliyor olması ve aynı zamanda onlar için bir statü sembolü olması. Bunun yanısıra Avustralya yerlilerinin ünlü nefesli çalgısı didgeridoo’nun da yalnızca erkeklere özgü bir çalgı olması gibi örnekler sayılabilir.
Osmanlı-Türk Müziği kültürü içinde toplumsal cinsiyet araştırmaları ve özellikle kadının konumu ve kimliği ile ilgili günümüzde yapılmış çalışmalar nadir olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konularda yapılmış modern araştırmalar çok azdır. Bu çalışmalar içinde Osmanlı-Türk Müziği’nde kullanılan çalgılar ve toplumsal cinsiyet ilişkilerine ise doğrudan değinen geniş kapsamlı hiçbir çalışma araştırmamıza rağmen bulunamamıştır. Ancak bildirimizin başında da değindiğimiz gibi 16. yüzyılda Gelibolulu Mustafa Ali’nin döneminin müzik aletlerini dişi ve erkek enstrümanlar olarak sınıflaması böyle bir tespitin neden yapıldığı konusunun irdelenmesi açısından önem taşımaktadır. Bununla birlikte birazdan bahsedeceğimiz, bize fikir veren ve ipuçları bulduğumuz diğer kaynaklarda da çengin kadınlara özgü bir çalgı olduğuna kısmi olarak değinmeler bulunmaktadır ve seyyahların betimlemeleri de bu konunun temel anlayışını destekler niteliktedir.
Minyatürlerde kadın çeng çalgıcılarının özellikle görülmeye başlanması 14. yüzyılda Tebriz’dedir. Ayrıca daha önce de bahsettiğimiz 17. yüzyıl Osmanlısı’na ait astroloji ile ilgili bir el yazmasında çeng çalan kadın figürü Venüs gezegeninin sembolü olarak kullanılmıştır. Tüm bu bilgiler de cengin toplumsal cinsiyet bağlamı içerisinde incelenmesinin önemli bir çalışma alanı olduğunu bize göstermektedir.
Venüs Simgesi 17 yy.
Walter Feldman’ın da benzer tespiti bu konuyu destekler niteliktedir: “…Diğer bir taraftan çeng, sarayda da çalınabildiği gibi, Venüs inancı ile de güçlü bağları vardı. Fars ve Türk şiirinde Venüs dans ederken çalınan çalgı çengdir. Böylelikle, Harem’in simge enstrümanlarından biriydi çeng.”
Diğer bir araştırmacı Walter Denny de çeng’in kadın çalgıcılarla ilgisine dikkat çekmektedir: “Arp veya çeng genellikle kadın çalgıcılarla ilişkilendirilir ve Harem etkinlikleri sahnelerinde bu durum gözlemlenebilir.”
Osmanlı’daki gündelik yaşam konusunda bilgi veren, gravür ve taş baskılar içeren seyahatnamelerin en eskilerinden biri 1530’larda yaşayan Guillaume Postel’e aittir. Fransız Kralı I. François tarafından elçi olarak gönderilen Postel, İstanbul’a gelmiş ve Republique des Turcs adlı kitabı 1560’da yazmıştır. Bu kitapta çeng’in tarif edildiği ve resimlerinin gösterildiği bölümde, Postel çengi topluluklarındaki genç kızların dans ve müzikteki rollerine, dans yeteneklerine özellikle işaret etmektedir. Çeng’in çengi dansında kullanıldığını ve çalgının oturarak ve bacakların arasında tutularak çalındığını anlatmıştır.
“Eğlencelerde kullanılan diğer bir enstrüman yumuşak tatlı sesi ile tanınan Çeng’dir. Bu çalgı, troubadour’lar gibi günlük ücretlerle tutulan kadın müzisyenler tarafından çalınır. Bu topluluklar genellikle iki ya da üç kadından oluşur, kadınlardan biri Çeng çalar, diğerleri tamburin (daire) çalar ve dans ederler.”
1639 yılında Fransız Büyükelçi Jean de la Haye ile İstanbul’a gelen ve 17 ay burada kalan Fransız tüccar, Du Loir Türklerin müzik dinleme kültürü hakkında notlar düşmüştür:
“Çengi denilen kadın çeng çalarken, diğer kadınlar yuvarlak gövdeli uzun boyunlu bir enstrüman olan ‘rebab’, ve vurmalı bir çalgı olan ‘daire’ çalarlar ve hepsi şarkı söylerler. Sahnenin ortasında ‘çalpara’ çalan dansçılar vardır.”
Sonuç
Bu örneklerden yani yazılı ve görsel belgelerden ulaştığımız sonuç, çengin Osmanlı-Türk kültüründe özellikle kadınlarla ilişkilendirilen bir çalgı aleti olduğu, bu durumun Osmanlı Sarayı kültür yaşantısına büyük etkileri olan Moğol ve Timur saraylarındaki uygulamalarla benzerlikler gösterdiği ve bu geleneğin Yakın Doğu’nun en eski medeniyetlerinden itibaren aktarılarak Osmanlılar’a kadar ulaştığıdır. Bununla birlikte çeng Osmanlı’da dans eden kadın ile de özdeşleştirilen bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır ve bu durum görsel örneklerle de desteklenmektedir. Nitekim, çengi sıfatı hem çeng çalan kadın ve hem de dans eden kadın için kullanılmaktadır.
Toplumsal cinsiyet çalışmalarının sadece günümüzde yaşayan kültürlere uygulanmakla sınırlandırılmayıp, tarihsel kültürlerin de bu açıdan incelenebileceği, ayrıca simgeler yada kodlar üzerinden de tarihsel ögeler içerisinde değerlendirilebileceğini düşünüyoruz.
Referanslar:
Alp, S., (1999), Hititlerde Şarkı, Müzik ve Dans, Hitit Çağında Anadolu’da Üzüm ve Şarap. Ankara: Kavaklıdere Kültür Yayınları, No: 6.
Braun, J., (1998), “The Earliest Depiction of a Harp (Megiddo late 4. mill B.C.): Effects on Classical and Contemporary Cultures”, Ellen Hickmann ve Ricardo Eichmann (ed.).
Studien zur Musikarchäologie 1: Orient-archäologie 6. Rahden/Westf.: Leidorf. 5-10.
Dinçol, B., (2003), (2. Basım) Eski Önasya ve Mısır’da Müzik. İstanbul: Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yayınları: 14.
Farmer, H.G., (1929), A History of Arabian Music. London.
Kerimov, M., (Basılmamış Eser), Azerbaycan gedim simli çalgı aletleri., sf. 35.
___________________________________________
(*) ICANAS 38 “Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi” Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı tarafından 10-15 Eylül 2007 tarihlerinde Ankara Bilkent Otel Kongre Merkezi ve TOBB Üniversitesi salonlarında gerçekleştirilen 38. ICANAS Kongresi’nde bildiri olarak sunulmuştur.