Sanatçı açılımı mı? Sanatçı desteği mi? Sanatçı yardımı mı? Yoksa paylaşım mı?.. Göktan Ay
Toplam Okunma: 3608 | En Son Okunma: 21.11.2024 - 21:59
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Dolmabahçe’deki Başbakanlık Çalışma Ofisi’nde ”demokratik açılım” konusunda görüş alışverişinde bulunmak üzere ses sanatçıları ve bestekarlarla “kahvaltıda” bir araya geldi. Sn. Başbakan sanatçılara yaptığı konuşmada “Neşet Ertaş’ın Şivan Perver’i anladığına inanıyorum” … Perver ise daha önce şunu demişti: “Şu an Türkiye beni kaldırmaz. Zaten tek devlet - tek bayrak ilkesi olmaz.”** Ancak, çağrılan sanatçıların! Büyük bir kısmının popüler kültür alanından seçilmesi; devlet müzik topluluklarından, konservatuarlardan, orkestralardan vb. –ciddi- çalışan kurumlardan temsilci çağrılmaması, yukarda söylenen içi dolu sözlerin hayata geçirilmesinin kolay olmayacağını göstermektedir. Yazmayan / okumayan / üretmeyen sadece çalıp-söyleyen, yaşantıları ile medyayı meşgul eden, sanatçı! adı verilen kişilerin gerek devlet-gerekse popüler piyasada sürekli el üstünde tutulması, devlet kurumlarındaki sanatçıları üzmektedir…
Sanatçı açılımı mı? Sanatçı desteği mi? Sanatçı yardımı mı? Yoksa paylaşım mı?
Y.Doç.Dr. Göktan Ay
Ağızdan çıkana kadar “söz” kişinin,
ağızdan çıktıktan sonra “kişi” sözün esiridir.
Atasözü
Biliyorsunuz geçtiğimiz günlerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Dolmabahçe’deki Başbakanlık Çalışma Ofisi’nde ”demokratik açılım” konusunda görüş alışverişinde bulunmak üzere ses sanatçıları ve bestekarlarla kahvaltıda bir araya geldi. Ve hepimiz tarafından paylaşılacak aşağıdaki görüşleri dile getirdi;
”Böyle güzide bir toplulukla bir araya gelmekten çok büyük bir heyecan ve memnuniyet duyduğumu özellikle ifade etmek istiyorum. Bu ülkenin, bu milletin bu toprakların sesi nefesi olmuş, neşemizi ve kederimizi gönül lisanıyla tercüme ederek kitlelere ulaştırmış, böylesine seçkin topluluğa, sanata dair alımlı ve teorik cümlelerle hitap etmeyi açıkçası gereksiz görüyorum.Merhum Necip Fazıl, ‘Arı bal yapar, ama balı izah edemez’ demiştir. Siz değerli sanat insanlarının ülkemizin ve milletimizin her türlü sorununun, sıkıntısının yüreğinizin derinliklerinde hissettiğinize şüphem yok. Nitekim gönül pınarınızdan çağlayan nağmeler, esintiler, şarkı olarak, türkü olarak farklı farklı sanat normlarında en güzel şekilde tezahür ediyor.
Bugün burada bulunan siz değerli sanatçılarımız, ürettiğiniz son derece kıymetli eserlerle zaten duygularınızı tarihe kayıt düşecek şekilde ortaya koydunuz, koymaya da devam ediyorsunuz. Söz uçar yazı kalır derler. Ama bu topraklarda söz, sezgiyle ve duyguyla kaynaştığı zaman bin yılların ötesine ulaşacak bir kudrete kavuşur. Şair Baki, en güzel şekilde ifade etmiştir: ‘Avazeyi bu aleme Davut gibi sal, baki kalan bu kubbede hoş bir sada imiş’.Ve sanat eseri hiç şüphesiz sanatçının nefes alıp verdiği toprakların rengiyle, kokusuyla, diliyle ve elbetteki duygusuyla yoğrulmuştur. Türkülerimizin, şarkılarımızın, bestelerimizin ve güftelerimizin sözleriyle ifade ettikleri anlamlarının çok ötesinde duygusal bir içerik taşıdıklarını hepimiz biliyoruz. Sanatçı bir açıdan da başkalarının diyemediklerini, söyleyemediklerini, izah edemediklerini, tarif edemediklerini duygularıyla anlatabilen kişidir. Sanatçı, insanların kavrayışından çok gönlüne hitap eder. Sözünü de, bestesini de gönülden söyler. Onun içindir ki sanatçıyla ait olduğu toplum arasında görünmez bir gönül bağı vardır. Sanatçı, siyasetin ve sokağın günlük diliyle asla yetinmez. Zira sanatçı, söz sanatının uçsuz bucaksız bahçelerinde gezinirken kimsenin göremediği çiçekleri görebilir ve onları bir buket halinde topluma sunabilir. Bir sanatçının yüreğinden dökülen tek bir dize yaşanmış olanları ve yaşananları başka bir söze mahal bırakmayacak şekilde, derecede izah etme gücüne sahiptir. Bu ülkenin bütün türküleri, şarkıları, bu toprakların her şeyini, fakat her şeyini yansıtacak kadar güç ve bilgelik taşıdığına bütün kalbimle inanıyorum. İşte onun için buna sanatçı duyarlılığı diyoruz. Onun için sanatçılarımızın bir adım öne çıkmasını istiyoruz. İşte onun için sanatçılarımız, engin yürekleriyle ülkemizin meselelerine el atsınlar. Ellerini taşın altına koysunlar. Bunu arzuluyor, bunu diliyoruz. Zira sizin türkü ve şarkılarınız, sağır duvarları aşacak güce sahiptir. Sizin ezgileriniz, kalplere, gönüllere ulaşabilecek yeteneğe sahiptir. Sizin samimi çığlığınız, içten gelen haykırışınız, buzulları eritecek, Ferhat gibi dağları delerek Şirin’e ulaşacak etkiye sahiptir. Sizin dudaklarınızdan ve kalplerinizden çıkan o sıcacık ezgiler, taşlaşmış yüreklere, duygusuz bedenlere, susuz kalmış çöllere nüfuz edebilecek kudrete sahiptir. Havada bulut yok, bu ne dumandır” denildiğinde Diyarbakırlı’nın gönül teli nasıl titriyorsa, Edirneli’nin, Uşaklı’nın, İstanbullu’nun, Ankaralı’nın, Yozgatlı’nın ve Trabzonlu’nun da gönül teli titriyor. Yemen Türküsü, bizim hüznümüzü dile getirdiği kadar acıların bizi nasıl yoğurup birbirimize kardeş eylediğini de en güzel şekilde ifade ediyor. Bazı insanlar birbirine karşı sağır kesilmiş olabilir. Kitleler, birbirlerine ön yargılarla yüklenmiş olabilir, etnik kökenler, değerler, inançlar arasına yapay bariyerler inşa edilmiş olabilir. Bir kısım siyasetçiler, ikbal kaygısı içinde duyarlılıklarını yitirmiş olabilir ama ben inanıyorum ki ne kurşun sesleri ne de politik nutuklar, sizin ezgilerinizi bastırmaya ve onlara sınır çizmeye yetecektir. Tarih boyunca da yetmemiştir. Ben birbirlerini tanımasalar, belki hiç karşılaşmamış olsalar da Neşat Ertaş’ın Şivan Perver’i, Şivan Perver’in de Neşat Ertaş’ı çok iyi anladığına inanıyorum. Çünkü her ikisi de yürekleriyle, gönülleriyle konuşuyorlar. Her ikisi de ezgilerine bu toplumun kokusunu katıyorlar. Bir annenin çığlığını, feryadını da en derinden hissedecek olan sizlersiniz. Bir annenin acısını en iyi anlayacak olan sizlersiniz. Her nerede olursa olsun vurulup yere düşen bir gencin sızısını annesiyle aynı anda yüreğinde duyacak olan sizlersiniz. Bugüne kadar ezgilerinizle kardeşliğimizi pekiştirdiniz, şimdi de yüreğinizi ortaya koyarak bu ülkenin daha aydınlık yarınlara kavuşmasını sağlayacak olan yine sizlersiniz. Her bebek, yumuk yumuk gözleri ve sıkılmış minicik elleriyle buram buram sevgi kokusuyla doğuyor. Hiçbir bebek ve çocuk, annesini, babasını, kaderini ve özellikle de dilini, etnik kökenini kendisi seçmiyor. Hepimiz topraktan bir canız. Yunus Emre’nin en güzel şekilde ifade ettiği gibi ‘Yaradılanı, yaradandan ötürü seviyoruz’. Bu ülkede yediden yetmişe herkes Orhan Gencebay’ın unutulmaz şarkılarıyla büyüdü. Biz de büyüdük. Onun belleğimize nakşolunan şu dizeleri aslında meseleyi izah etmeye yetmiyor mu? ‘Bu toprakların sinesinde insan denilen bir canım/Hem düşünür hem severim/Budur taştan farklı yanım/Her maddenin zerresini bedenimde taşıyorsam/Ben ne bir taş, ne bir ağaç, insanlığımla insanım’. ‘Hor görme’ diyor üstat. ‘Hatasız kul olmaz’ diyor.’ Mahzun Kırmızıgül ‘Hepimiz kardeşiz, bu öfke ne diye?/Yaşamak dururken bu kavga ne diye?’ sorusunu sorarken, Müslüm Gürses ‘Sev bütün insanları/Say bütün insanları/Kin gütme unut gitsin geçmişte olanları’ diyor. Mazhar-Fuat-Özkan’dan dinlediğimiz ‘Nasıl da paylaşıyor insan, nasıl da birmiş meğer hasretler, nasıl da mecburmuşuz sabretmeye, sevmeye ve öğrenmeye’ dizeleri kulaklarımızdan silinmezken, Sertab Erener’in söylediği ‘Hadi yüreğim ha gayret’ dizeleri umutları artırıyor. Uğur Işılak’ın ‘Hadi Anadolu/Yol kardeşlik yolu/Şahlansın ne varsa Edirne’den Kars’a’ derken, Arif Sağ’ın sazıyla dile getirdiği şu dizeler adeta bu toprakların özünü de yansıtıyor: ‘İkilik kinini içinden atıp/Özde ben bir olmaya geldim/Taht kuralı ariflerin gönlüne/Sözde ben bir insan olmaya geldim/Serimi meydana koymaya geldim’. Bu kadar güzel şarkıları, türküleri, bu kadar yürekli sanatçıları bulunan bir ülkede insanın insana farklı bir gözle bakabilmesi mümkün mü? İnsanları sınıflara ayırmak, kategorize etmek, rengiyle, diliyle, inancıyla, etnik kökeniyle farklılaştırmak bizim kültür medeniyetimize sığar mı? Doğuştan kazanılmış en insani hakları kısmak, kısıtlamak, yok saymak, şarkılarını yasaklamak, türkülerini sansürlemek, sanatçıları eserlerinden, düşüncelerinden dolayı mahkum etmek, demokrasi ve insan haklarıyla örtüşür mü? Sevginin, hoşgörünün, karşılıklı anlayışın, diyaloğun, birbirine saygının hakim olduğu bir dünyayı hep birlikte imar etmek mümkün. Hükümet olarak yegane çabamız budur. Erdoğan, sanatı ve sanatçıyı desteklemek konusunda hükümetleri döneminde önemli çalışmalar olduğunu belirterek, telif hakları ve korsanla mücadele konusunda 2004 yılında bir yasa çıkardık. Ben sanatçının alın terine musallat olan, hakkını gasp eden bu sorunun en kısa sürede Türkiye gündeminden çıkmasını gönülden arzu ediyorum. Bu meselenin ortadan kaldırılması için ilgili güvenlik güçleriyle çalışmalara devam ediyoruz. Bu, tek başına iktidarın çözeceği bir iş değil. Bunu hep birlikte çözmeye mecburuz. Sanatınızla, sanatçı duyarlılığınızla değişim hareketine omuz vermenizi sizlerden bilhassa rica ediyorum. Siz olmazsanız, sizin duyarlılığınız olmazsa, sizin öncü rolünüz olmazsa süreç eksik kalır. Siz bu ülkenin sesi, bu ülkenin gönül dilisiniz. Gönüller arasında köprü kuracak, gönül dilini hayatımıza öncü kılacak olan sizlersiniz. Sürece her türlü katkıyı sağlayacağınıza yürekten inanıyorum. Türkiye’nin kanayan yarasını tedavi etmede tüm hassasiyetinizle sorumluluk alacağınıza yürekten inanıyorum.”
“………Tayyip Bey girer girmez en yakından başlayarak tek tek ilgilenip, selamlıyor konuklarını. İlk kısmında Garo Mafyan’ın önde durduğu sanatçı bloğu var. Cengiz Kurtoğlu, Bülent Ortaçgil, Kubat görebildiklerim. Tayyip Bey tam yanıma geldiğinde muziplik olsun diye sesleniyor biri ama kim: “Savaş Ay sanatçıların arasına karışmış sayın Başbakanım.” Korumalar muziplik anlayacak halde değil. Durumdan vazife, beni de harice çıkartmak üzere kıpırdandıkları an göz göze geliyoruz Başbakan’la. Diyor ki: - Bak ne söylüyorlar?
Efendim ben anneme (Şükran Ay) vekâleten geldim. Biraz rahatsız da, yeri boş kalmasın dedimdi. - Geçmiş olsun kendisine. Hoş geldin o zaman. Şükür ki bu laf üzerine koruma polisi kardeşler icraata girişmiyor, Başbakan’la el ele bir süre sohbetimiz iyice rahatlatıyor onları. Başbakan daha sonra Ferdi Tayfur’la sarılıp öpüşürken benimle ilgili espriyi patlatıyor: - Ferdi Bey, Savaş’ın yeni mesleğini biliyor musunuz? - Nedir efendim? - (gülerek) Kendisi Devlet Operası’nda tenor olarak başladı - Öyle mi Başbakanım? - Evet çok konser verdiği için de sesi kısılmış bak. Ferdi Baba sıkı bir kahkaha atıyor bu sözler üzerine. Az ötede askere gitmek üzere olan Alişan duruyor. Tayyip Bey ona da takılmadan edemiyor - Eh hayırlı tezkereler diyelim şimdiden. - Helallik almaya geldim efendim. - Helal olsun tabii ki. (gülerek) Demek futbolculuğunu kabul ettiremedin? Alişan mahcup ve kızarık hallerdeyken yanı başındaki Demet Akalın güldüğü belli olmasın diye sıkı sıkı kapatıyor ağzını. Başbakan’ın sanatçı konuklara “Hoş geldiniz” turu devam ederken en duygulu sahne Neşet Ertaş’la karşılaşınca ortaya çıkıyor. Çelebi, sakin, iddiasız, bilge bir halk ozanı olan Neşet Baba’nın sadece sesine-sözüne değil, kişiliğine de büyük hürmeti var Tayyip Bey’in belli ki. Nihat Doğan bu merhabalaşma fırsatını kaçırmıyor. Yeni kasetinin CD’sini uzatıveriyor. “Lütfen dönüş yolunda aracınızda dinleyin, çok seveceğiniz şeyler yaptım efendim” diyor. Bir diğer üstat sanatçı Özdemir Erdoğan ise “Uzun ince bir yoldayım” adlı çalışmamı öneririm size Başbakanım, hoş bir şeyler oldu galiba.” Gözüm İbrahim Tatlıses’le yan yana oturan Seda Sayan’a takılıyor. İbo dürtüyor Seda’yı! - Bak Nihat Doğan’ı salonun öbür ucuna oturtmuşlar senin yüzünden. Seda gülümsüyor, göz ucuyla kaçamak bir bakış atıyor yalnızca. Tayyip Bey ise o sırada Sertab’la selamlaşmakla meşgul. Ufacık tefecik boyuna karşın dev gibi bir sesin sahibesi Sertab’la şakalaşıyor Başbakan. - Nasılsınız büyük hanım?..”*
“MESAM Yönetim Kurulu üyesi ve DSP eski Milletvekili sanatçı Faruk Demir, Başbakan’ın sanatçılarla toplantısına değinerek “Asıl açılım sanatçı hakları için yapılmalıydı” diyor… Almanya’da yılda 1 milyar Euro, 9 milyonluk Yunanistan’da 150 milyon Euro telif hakkı toplanırken, Türkiye’de bu miktarın 30 milyon dolar civarında olduğunu söylüyor. Gündemdeki 20-25 popüler sanatçı dışındaki emekçi sanatçıların yoksulluk çektiğini, pekçok sanatçının cenazesini belediyelerin kaldırdığını, Başbakan’ın sık sık söylediği ‘Beraber Yürüdük, Biz Bu Yollarda’ şarkısının bestecisi Selçuk Tekay’ın bir başka ülkede olsaydı yatları katları olacağını, söz yazarı Aşkın Tuna açısından da durumun aynı olduğunu, yıllarını müziğe vermiş Selmi Andak’ın ekonomik zorluk içinde Balat’ta bir hastanede yattığını söyleyen Demir şöyle devam ediyor: Sosyal güvencesi olmayan sanatçılara emeklilik hakkının sağlanması için Meclis Başkanı M. Ali Şahin ve Çalışma Bakanı Ömer Dinçer’e üç ay önce bir tasarı sunduk, bunun gündeme alınarak emeklilik hakkının süreklilik arzetmesini istiyoruz. Telif hakları da çok ciddi bir sorun…
SAYIN Başbakan sanatçılara yaptığı konuşmada dedi ki, “Neşet Ertaş’ın Şivan Perver’i anladığına inanıyorum”. Neşet Ertaş, Anadolumuzun gönül ozanıdır. Perver,“ Doyulur mu, doyulur mu?/ Canana kıyılır mı? / Canana kıyanlar / Hakkın kulu sayılır mı?” diyen Ertaş’ı anlayabilecek mi?
Perver daha önce şunu demişti: “Şu an Türkiye beni kaldırmaz. Zaten tek devlet-tek bayrak ilkesi olmaz.”**
Ancak, çağrılan sanatçıların! Büyük bir kısmının popüler kültür alanından seçilmesi, devlet topluluklarından, konservatuarlardan, orkestralardan v.b. ciddi çalışan kurumlardan temsilci çağrılmaması, yukarda söylenen içi dolu sözlerin hayata geçirilmesinin kolay olmayacağını göstermektedir. Yazmayan/okumayan/üretmeyen sadece çalıp-söyleyen, yaşantıları ile medyayı meşgul eden, dolgun ücretler alan sanatçı! adı verilen kişilerin sürekli el üstünde tutulması, devlet kurumlarında az maaşla çalışan sanatçıları gerçekten üzmektedir.
Örneğin, daha bir ay önce, bir törenle 2 değerli sanatçımıza “2009 Kültür ve Sanat Büyük Ödülü” verilmişti ve Başbakanımız orda da çok iyi hazırlanmış bir konuşma yapmıştı. Onlar dahil, devlet sanatçıları da toplantıda görünmediler…O zaman bu güzel ve değerli konuşmalar havada kalıyor, devamlılık sağlanamıyor ve uygulamaya geçmiyor maalesef…
Bize göre, sanatçı açılımı değil, “sanatçı desteği” elbette gereklidir ve zaten her dönemde de olmuştur… Her sanatçı ülkesinde kan akmasını istemez, göz yaşları dinsin ister, doğal olarak barıştan yanadır…Ama, buradaki açılım önce devletin sanatçıların özlük haklarını koruması/geliştirmesi/hayata geçirilmesi ile start almalıdır. Sanatçı; isteğini kırıp dökmeden, sanatçı duyarlığı içinde ilgililere ulaştırır/görüşür ve sakince sonucunu bekler…Bu duruş “iyi ve sağlıklı” olarak “acilen” değerlendirilmelidir.
Sanat ve sanatçı terimleri kesinleştirilememiş, korsan sorunu tam halledilememiş, sözleşmeli sanatçıların emeklilik hakları iyileştirilememiş, her hangi bir sosyal kuruma bağlı olmayan besteci/aşık/söz yazarı v.b. kişileri güvence altına alınamamış, konservatuarlara “sözleşmeli sanatçı öğretim elemanı” kadroları kesilmiş, müzik öğretmenliği için ısrarla KPSS sınavları zorunlu kılınmış, “yeteneğin” en önemli sınav olduğu kabul edilmemiş, okullarda “müzik dersleri” azaltılmış, sanat kurumları arasındaki “ortaklık/diyalog” sağlanamamış ülkemizde, çözümü konserlerle ve yaşantıları ile gündeme gelen, büyük ücretlerle sahne alan popüler kişilerden beklemek ne derece doğrudur bilemiyoruz…
Biz “devlet büyüklerinden”, “hükümetlerden” gelen davetlere icabet edilmesini, sorunların/paylaşımın “birinci elden duyurulması” için gerekli buluyoruz. Hiçbir sorun “dışarıda kalarak” çözülmez, “içerde olup” çözümleri ile birlikte sorunları ortaya koymak en doğru yoldur. O nedenle, bu toplantının da sanatçılar arasında bir ötekileştirmeye/ayrışıma sebep olmamasını diliyoruz.
“……………………Benim gibi düşünen dostlar” ve “Benim gibi düşünmeyen muhalifler” diye ayrımcılık yaptığı için eleştirdiğimiz Başbakan’ın sanatçılara verdiği açılım kahvaltısına geçen dönem CHP’den belediye başkan adayı olan Arif Sağ’ı ve CHP’liliğiyle tanınan Onur Akın’ı davet etmesi çok şıktı… Başbakan’ı uzun süre sonra yeniden “balkon”da görmek çok güzel!”***
Ülkemizin her türlü iç ve dış tehditlere rağmen bir arada olmasının en büyük sebeplerinden birisinin de “kültür ve sanat” olduğuna inanıyoruz. Halk arasında yıllardır kendi dinamizmi içinde yaşayan, örgün ve yaygın eğitimde yerini alan “halk oyunları ve halk müziğinin” bu kaynaşmada önemli rolü olduğunu görüyoruz. Bu nedenle de adı ne olursa olsun, açılımda, “halk oyunları ve halk müziği” alanında veya genel olarak “folklor” alanında, ülke geneline yayılmış uzmanlardan yararlanılması, özellikle yeni yetişen genç kuşaklara (10-15 yaş ve üzeri) yaz kursları ile bir eğitim/öğretim/paylaşım seferberliği yapılmasını acil ve gerekli görüyoruz.
“………….İşte dünkü buluşma, patrimonyal Osmanlı toplumundan nereye geldiğimizin resmidir.Sultan kapısında lütuf, ihsan, ikram, paye için himmet ve himaye dilenen şairler, mazide kaldı.Patron, artık tüketime dayalı sistemin kendisidir, yani bizzat rekabetçi piyasa düzeni.Sanatçının veli-nimeti, artık mülk sahibi mutlak hükümdar ile seçkinler sınıfı değil.Patronaj, kültür ve sanat tüketecek, beğendiği albümü alacak kadar parası olan her sınıftan halka geçti.Demem o ki, dün sabah Dolmabahçe’ye gelenler, padişaha methiyeler dizip karşılığında ihsan almaya gelmediler.Övgülerini, devlet kapısında nimetle teati etmediler, görüş alıp verdiler.Eşit taraflar olarak masaya oturup, kanaat alış-verişinde bulundular sadece……..”****
Elbette değişim gereklidir; çağın şartlarına göre, ülkenin durumuna göre, ama zorlama ile değil, paylaşarak… Değişim “olumlu” ise “gelişim”, “olumsuz” ise “yozlaşma” olarak kabul edilmektedir bilim dünyasında. Değişim için de “şartlanmış olmamak” birinci kuraldır…
Hani bir bilgeye sormuşlar; “Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz?”diye.
“Terzimi severim.” demiş. ”Aman üstad, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken terzi de kim oluyor? O da nereden çıktı?” demişler. ”Dostlarım, evet ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde, benim ölçümü yeniden alır. Ama ötekiler öyle değildir. Bir kez benim hakkımda karar verirler, ölünceye kadar da, beni hep aynı gözle görürler.” diye cevap vermiş…
Şimdi bekliyeceğiz; çağrılan sanatçılar; hangi gazetelerde/internet sitelerinde/dergilerde/sempozyumlarda/toplantılarda/çalıştaylarda/söyleşilerde/tv programlarında konu ile ilgili olarak faydalı “uygulama” yapacaklar, “yarar” sağlayacaklar…
“Bugüne geliyorum ve düşünüyorum…O saatte uyanmaları, hazırlanmaları ve kahvaltıya gelmeleri büyük olay! Onların hayatı saat 14.00′te başlar. Sabah şiş yüzlerini kimseye göstermezler. Onlarca TV kamerasının önünde uyurgezer gibi yürüyüp, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısına çıktılar? İşte bu yüzden umutlandım, sevindim. Ve dünkü yazımda sıkı gaz verdim. Aynen Başbakan gibi misyon yüklemeye çalıştım. Ne kadar samimiler yakında anlayacağız. Bakalım hangisi görev alacak, hangisi Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Nilüfer, Tarkan, Candan Erçetin gibi kaçacak?”*****
Bir de aman dikkat diyoruz…Dilin kemiği yoktur…“Kaş yapayım” derken “göz çıkarmasınlar” da…
Magazinsel konuları dikkate almayarak, toplantı sonrası basına yansıyan görüşleri de vermek istiyoruz;
Nükhet Duru: Bakış açım bu ülkede yaşayan her insan gibi dökülen kanın durması yönünde. Adalet ve eşitliğin gelmesi yönünde. Başbakan’ın açıklamalarından tatmin oldum.
Erol Evgin: Türkiye’de her şeyin demokratik platformda konuşulması gerektiğini düşünüyorum. Bu ülke 30 yıldır çok acı çekti. Bu acılar artık sona ermeli. Çok olumlu bir toplantıydı.
Safiye Soyman: Başbakan’ımızı çok seviyoruz. Her zaman arkasındayım. Tüm başbakanlarımız çok değerli ama Başbakan Erdoğan bambaşka. Alevi, Kürt, Ermeni ayrımı yapmadık, yapmayacağız. 7-8 şehit cenazesini bir anda görmek istemiyoruz.
Orhan Gencebay: Tüm sorunların üstesinden geldik, bunun da üstesinden geliriz. Biz insanları, ülkemizi seviyoruz ve birlik için elimizden geleni yaparız. Sanat siyaset üstüdür. Biz taraf olsak ancak halktan tarafız. Eşitlikten tarafız.
Funda Arar: Demokratik bir Türkiye için yapılması gerekenleri konuştuk. Dostluk, kardeşlik, birlik ve beraberlik adına muhabbetler oldu. Sanatçı arkadaşlar da bu anlamda konserler vermemiz gerektiğini söyledi. Ortak talebimiz ülkemizdeki kanın durması, acıların son bulması.
Sinan Özen: İçeride doğulu batılı bir aradaydık. Rojin’le yan yanaydık. Sanatçıların mesajı ortaktı. Yıllardır süren farklılıkları barındırma özelliğimizin devam etmesini istiyoruz.
Ferdi Tayfur: Yurtdışındaki konserlere gidemiyorum, pasaport ve vize problem oldu. Bunu Başbakan’a arz ettim. Bizim görevimiz Cumhuriyet’i ve demokrasiyi korumaktır.
x
Arif Sağ: Türkiye’de yaşanan sorunları sanatçı gözüyle görmeye çalışıyor devlet. Söylenenleri yapmak arzusunda olan bir görüş var. Umudumuz bu ülkede demokrasinin hayat bulmasıdır.
Şahin Özer: Kim hangi partiye oy verirse versin şu anki demokratik açılımı desteklemelidir. Sanatçı arkadaşlar üzerlerine düşeni yapacaklarını söylediler, bugün bir araya gelişimiz zaten destekti. Bu vatan bizim, ne kadar demokrasi varsa hepsine talibiz.
Hakan Peker: Kürt açılımı olarak başlayan süreç demokratik açılım adıyla devam etti. Bir kamplaşma başladı. Sanatçıların demokratik açılımı istememesi mümkün değildir. Demokrasi adına ülkenin önünün açılmasını istiyoruz. Kürt arkadaşlarım da var, doğuda da sahne alıyorum. Desteklerimi sunacağım.
Rojin: Sanatçılar Başbakan’a daha cesur adımlar atmasını söyledi. Her dilden şarkılarımızı kardeşçe söyleyelim. Ben değil biz duygusunu yaşamak lazım. Bu toplantıdan açılım şarkısı çıkar.
İzzet Yıldızhan: Başbakan’ın istediği tek şey birlik beraberlik. Bu konuda Başbakan’ın yanındayız. Bu ülkeyi bir gemiye benzetin. Bu gemi su alırsa hepimiz batarız.”******
__________________________________________
“Ay, Savaş; Emel Sayın beni nasıl içeri sızdırdı, Sabah, 21.02.2010
**Bayer, Yalçın; Sanatçı açılımı, Hürriyet, 21.02.2010
***Işık, Candaş Tolga;Çok güzel hareketler bunlar, Posta, 21.02.2010
****Beki, Akif; Patron ve sanatçı, Radikal, 21.02.2010
*****Işıklar, Aykut; Müzik dünyasının kahvaltı öncesi manzara umumiyesi…, Bugün, 23.02.2010
****** Sanatınızla değişim hareketine omuz verin, Zaman Gazetesi,21.02.2010