Tanbûri Ali Efendi Konseri… Mehmet Demirer
Toplam Okunma: 4870 | En Son Okunma: 20.11.2024 - 21:26
Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara Devlet Klasik Türk Müziği Korosu 28 Ocak 2010 Perşembe akşamı önemli bir konser gerçekleştirdi. Türk Müziği’nin en büyük bestekârlarından Tanbûri Ali Efendi’nin(1836 Midilli -1902 İzmir) eserlerine yer verilen bu konserde anılan bestekârın pek bilinmeyen ve şimdiye değin çok nâdir icrâ şansı bulmuş olan Sipihr makâmında bestelenen iki takımındaki 8 eserinden 6 tanesi de icrâ edildi. İki bölümden oluşan konserin İlk bölümünde yukarıda sözü edilen Sipihr eserler, ikinci bölümde de Sûzidil, Nihâvend, Rast, Segâh, Hicâz, Hüseynî ve Uşşak gibi muhtelif makamlarda eserler yer almaktaydı.
Programın ikinci bölümünde sahne alan 3 solist arkadaşımız ikişer eser seslendirdiler. Konserin bir diğer önemli özelliği de böylesine ender bir icrâ şansının bir önceki gün ve konser günü yağan yoğun kar nedeniyle 50-60 kişi civarındaki çok az bir seyirci topluluğu tarafından izlenebilmiş olmasıydı.
Bilindiği gibi Tanbûri Ali Efendi 1900’lü yılların başında ve çok genç sayılabilecek bir yaşta vefat etmiş; Sûzidil makâmında bestelediği eserleriyle büyük ün kazanmış Türk Müziğinin en önemli bestekârlarından birisidir. Günümüze gelen eserlerinin sayısı 150 civarındadır. Şarkı formundaki çok küçük fantezi eserlerinin yanı sıra klasik dönem bestelerini andıran büyük formlu eserleri de bulunmaktadır. Eserlerinde genellikle coşkulu bir melodik yapı ve lirizmin yanında çoğu zaman ince bir hüzün duygusunun da hâkim olduğunu söylemek sanırız yanlış olmayacaktır. Kendisiyle ilgili olarak Tanbûri Cemil Bey’le ilk karşılaşmasında yaşanmış olan diyalogu ve ölümünden çok kısa bir süre önce kendisini ziyaret eden öğrencilerine defnedileceği mekân ve defin sonrası icrâ edilmesini istediği eserine ilişkin bir hikayecik yaygın olarak bilinmekte ve anlatıla gelmektedir. Ali Efendi gerçekten melodik ve estetik olarak çok güzel ve nâdîde eserler bestelemiştir. Sûzidil Ağır Semâi’si ve Nihâvend Yürük Semâi’si kompozisyonel olarak olağanüstü, içerdiği geçkiler bakımından da fevkalâde özgün olarak değerlendirilebilir. Sözlü eserlerinden başka saz eserleri de mevcuttur ve aynı
özgünlüğü bu eserlerde de bulmak mümkündür. Pek yaygın olarak kullanılmayan Sipihr makamındaki toplam eser sayısı 15‐20 civarındayken bunlardan 8 tanesini Ali Efendi’nin bestelemiş olması da gerçekten dikkate değer bir husustur. Bu makamda bestelediği iki takımdan bir tanesi daha coşkulu ve kolay icrâ edilebilir nitelikteyken diğer takımdaki eserler hem daha sanatlı, hem de bestelerde kullanılan usuller ve geçkiler bakımından icrâsı daha zor olarak nitelendirilebilirler.
Koro ve sâzendeler herhangi bir gecikme olmaksızın sahnedeki yerlerini aldı. Konser başlamadan önce Tanbûri Ali Efendi ve eserleri ile ilgili kısa açıklamaları sunumu yapan arkadaşımızın düzgün anlatımından dinledik. İlk bölümdeki sözlü Sipihr eserlerin ruhuna ve ifadesine uygun olması bakımından diğer takımın Devr-i Kebir Beste’si Peşrev yerine sözsüz olarak icrâ edildi. Zincir Beste, “Yine bu gece sipihre çıkardım nâlemi ben” ile güftesini Yavuz Sultan Selim’in yazmış olduğu Hafif Beste, “Merdûm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek” sözleriyle başlayan eserler birbiri ardı sıra icrâ edildiler. Hafif Beste’deki prozodik yapı ile güfteye olağanüstü düzeyde yakışan kıvrak melodiler son derece itinalı bir icrâ ile birleşerek dinleyicilerde müthiş bir etki oluşturmaktaydı. Ardından gelen Ağır Semâi, “Açıl ey gonca leb nûr eylesin bezm‐i tekellümler” klasik forma uygunluk açısından örnek olabilecek bir eser olarak fevkalâde bir tarzda icrâ edildi. Sonraki eser gene diğer takımdan konsere dâhil edilmiş olan Yürük Semâi, “Kana kana içelim mey kanalım sahbâdan” idi. Bu eserdeki ritmik ve melodik varyasyonlar ile sürpriz şekilde yerleştirilmiş geçkiler bir yerde bestekârın renkli kişiliğini ve musıkîdeki olağanüstü yaratıcılığını göstermekteydi. Ali Efendi’nin bu eserdeki lafzî terennümlere yakıştırdığı Sûzidil geçkisi bu makamdaki diğer eserlere bakıldığında fazla alışılmadık, ama harikulâde uyum içerisinde bir melodik bütünlüğü izleyicilere getirmekteydi. Bu bölümün son eseri diğer Yürük Semâi, “Düştüm yine sevdâsına bir taze civânın” icrâ edilen diğer eserlere göre daha hareketli, daha coşkulu ve daha aşinâ melodiler içermekteydi. İkinci bölümdeki 3 solist arkadaşımız ikişer eser seslendirdiler. 4 hâne icrâ edilen Sûzidil peşrevin ardından Ağır Semâi ve Yürük Semâi, Ali İhsan Bilgin; daha sonra Nihâvend Yürük Semâi ve Segâh şarkı da Neslihan Gürsoy tarafından başarıyla seslendirildi. Son solist arkadaşımız Emre Aygan da Hüseynî ve Uşşak şarkıları seslendirdi. Bu bölümde icrâ edilen eserlerin makamları ve solistlerin seslerine göre belirlenen akortlar eserlerin genel akışına uygun olarak düzenlenmişlerdi.
Konserin başlangıcında baş taksimini yapan Udî arkadaşımız Bülent Tetik icrâ edilecek eserlerin ruhuna ve makamın özelliklerine uygun bir düzen içerisinde icrâsını gerçekleştirdi. Konserin toplam süresi izleyicileri sıkmayacak bir uzunluktaydı. Dolayısıyla, pek çok konserde örneği görülen 70 dakikalık bitmek bilmeyen fasıllardan yahut 30 şarkıdan oluşan konser bölümlerinden farklı olarak, dinlenen müziğin tadını damaklarda bırakan, dinleyiciyi bıktırmayan bir musıkî icrâ edildi. Sayın Şefimiz Dr. Cumhur Koca’nın koroyu sevk ve idaresi fevkalâde başarılı; hareketleri ve koroyu yönlendirmede kullandığı vücut dili son derece ölçülü ve abartıdan uzaktı. Ayrıca birçok izleyici için icrâ edilen eserler yönünden oldukça ağır ve anlaşılması zor sayılabilecek böyle bir konseri gerçekleştirme irâde ve kararlılığını göstermesi ve tutarlılıkla hedefine ulaşması bakımından da Sayın Şefin tutumu fevkalâde takdîri şâyân olarak nitelendirilmeliydi.
Tanbûri Ali Efendi’nin bir ramazan ayı içerisinde tamamını bestelediği söylenen Sûzidil takımını ne zaman icrâ etsek, yahut herhangi bir vesileyle gerçekleştirilmiş icrâsını dinlesek, sebebini pek anlayamadığımız bir hüzün içten içe bizi sarar. Belki bunun bir gerekçesi rahmetli üstâd Bekir Sıdkı Sezgin’in o olağanüstü duygulu icrâsından kaynaklanan etki dolayısıyla; belki de gerçekte var olan ve bu takımdaki eserlere yansıtılmış bestekârın içindeki o gizemli hüznü üstâdın icrâsıyla keşfetme yönünde yakaladığımızı düşündüğümüz bir küçük ipucu münasebetiyle olabilirdi. Gerçi bu konserde Sûzidil takımındaki eserlerden sadece iki tanesi seslendirildiyse de, hem Ağır Semâi’nin bestekârın en önem verdiği eseri olması hem de takımdaki eserlerin tamamında hâkim olan ruhu özümsetecek nitelikleri taşımasından dolayı ya da hâlihazırda bilmekte olduğumuz o duyguyu yeniden yaşamamız bize fazla şaşırtıcı gelmedi. Konserin bitiminde Sipihr eserlerin verdiği coşkuyla Sûzidil’lerin hüznü arasındaki ince çizgiyi ifade edebilmenin ayrı bir uzmanlığı gerektirdiğini düşünürken, kalan iki Sipihr eserin de icra edileceği bir konser temennisiyle ve baştaki sunuş metninde Sipihr eserlerin Kültür Bakanlığı korolarında ilk kez icra edildiğine yönelik bilgiyi de esas alarak, bu tür konserlerin daha sık tekrar edilmesi dilekleriyle, kısa bir süre için bile olsa dalmış olduğumuz güzellikler âleminden gerçek hayatımıza dönmüş olduk.
Sanatçı arkadaşlarımızın benzer başarılı icrâlarını yeniden görebilmeyi ve Sayın Şefimizin musıkîmizde ender icrâ şansı bulmuş eserlerimizi seslendirme konusunda aynı irâdeyi her zaman göstermesini gönülden temenni ediyoruz.