Türk ve Avrupa Müziği Arasındaki İlişkiler… Prof. Dr. Cihat Aşkın


Toplam Okunma: 5825 | En Son Okunma: 20.11.2024 - 22:09
Kategori: Etkinlikler, Fikir Yazıları

Hattuşa Lirik Gösterisi’nin Ankara, Çorum ve Portekiz’i içeren turnesi tamamlandı(02 Ekim 2009). Konserin solisti keman sanatçımız Cihat Aşkın’ın etkinliklerdeki sunuş konuşmasını yayınlıyoruz:
Turk ve Avrupa Muzigi arasindaki iliskileri incelemek icin kulturel acidan ziyade siyasi acidan bakmak gerekir. Zira Osmanli’nin ilerleme doneminde Avrupa ile olan iliskilerden once Osmanli’nin Bizans ile olan iliskisini degerlendirmekte fayda vardir…

Osmanlı imparatorlugu’nun kurulus asamasinda Bizans ile olan iliskileri pek tabidir ki daha cok tarihciler acisindan incelemeye deger. Fakat ozellikle Sultan II.Mehmed’den itibaren Osmanli Imparatorlugu aslinda Bizans’in yani Dogu Roma’nin tahtina oturmus ve hristiyan dunyasini ikiye bolmustur. Aslinda bugunku Turkiye’nin sahip oldugu kultur mirasi bir bakima Bizans’in da mirasindan arta kalmistir.

Kulturler tarih boyunca birbirlerinden etkilenmisler ve uzun yillar suren varlik surdurme savasinda bu karisik mirasa sahip olma yarisini surdurmuslerdir. Bugun dunya muzigini dogu ve bati muzigi diye ikiye ayirdigimizda Osmanli cografyasinda ve dogusunda yer alan toplumlarin muzigi dogu, Avrupa kitasinda yer alan toplumlarin muzigi bati muzigi olarak ele alinir. Sanki bir hristiyan ve musluman cekismesinin bu alanada yansidigini zannederiz.

Aslinda bu bir bakima Bizans’in ortadan ikiye bolunmuslugununde kanitidir.

Bugun Osmanli cografyasinda yasamis olan toplumlarin muziklerini degerlendirdigimiz vakit dogu muziginin izini surmek cok kolaydir. Cunku tum muzik yapis sekli ve muzigin temel unsurlari dogu muziginden yola cikarak olusmustur. O halde bunun hristiyan ve musluman veya yahudi kulturleri arasinda bir ayrim sonucu degil tamamen cografi-kulturel bir ayrim oldugunu soylemek yanlis olmaz. Zira Roma’ nin ikiye bolunmesi ve ortaya cikan mirasa Turk ve Osmanli ogesi katilarak Osmanli toplumunca da kabul edilmesi ve gunumuzde Turk muzigi olarak etiketlenmesi dogal bir surectir.

Nasil ki Anadolu’ da binlerce yil once yasamis olan medeniyetler bize kulturel kalintilarini miras birakmislar ve biz Turk muzigini onlardan aldigimiz miras uzerine insa etmisiz, Avrupa da kendi muzigini Roma’nin ikiye bolunmesiyle ortaya cikan miras uzerine insa etmistir.

Aslinda temelinde bir olan muzik kulturu ve dilini ayristiran unsurlar dusunce yapisindan ileri gelmektedir.

Bati muziginde bir sese kosut olarak ikinci sesin bagimsiz olarak turemesi ve ayri bir fikir olarak yurumesi sonucu polifoni/çokseslilik dogmus ve zamanla bir bilim halini almistir. Bunu batinin aydinlanma hareketinin bir parcasi olarak gormemiz yanlis olmaz. Zira kilisenin agir ve baskici tutumu sonucunda halkta meydana gelen esneme ve baska yol arayislari, mutlak fikir disinda baska fikirlerin de bulunması olasiligindan yola cikarak kendisine yeni bir boyut kazandirmis, zamanla bir bilim ve sanat halini alarak ilerlemis, günümüz uzantısında ise tek bir amaca yonelik olarak degisik coksesli fikirlerin ortaya atilmasina olanak saglayarak demokrasi unsurunu gelistirmistir.

Bunun icin buyuk keman sanatcisi Yehudi Menuhin demistir ki:

“Yayli calgilar dortlusu medeniyetin ulasmis oldugu en buyuk zirvedir. İste butun bu yapi icerisinde dogu muziginin kendi alaninda gelismesi onun materyalist ve bilimsel bakis acisi ile degil ama boyutsal, renksel ve metafizik anlaminda gelismesini saglamistir. Bir muzigi digerinden daha ustun kilmak yerine iki muzigin de dilini anlamak ve ona gore degerlendirmek en dogrusudur. Boyle olmakla beraber batinin muzik dilini materyalist ve metafizik degerlere yukaridan bakan bir anlayisla degerlendiren dogulu muzisyenler ayni sekilde batili muzisyenler tarafindan ilkel ve cagin gerektirdigi olcutleri kullanmamakla suclanirlar. Bazilari vardir ki her iki muzigi de kullanarak denemeler ve gelistirmeler suretiyle her topluma yakin durmaya gayret ederler. Iste bu muzisyenler caglar boyunca birbirlerinin kulturlerine ilgi duymuslar, onlari kesfetmeye gayret etmisler, yaptiklari kesifleri yeni yarattiklari dilde kullanmislar ve eserler uretmislerdir. Iste dogu ve bati kulturleri arasinda mekik dokuyan bu sanatcilar sayesinde dunyanin kendisine bakis acisi yuzyillar icerisinde degismistir. Iki buyuk kultur arasindaki etkilesimler bu sayede baslamistir.”

Istanbul’un Turkler tarafindan fethedilmesi bir cagin kapanip yeni bir cagin baslamasinin isaretidir. Bu fetih Turk ve Islam tarihi acisindan Bizans’a karsi kazanilmis bir zaferdir ancak Osmanli devlet geleneginin Dogu Roma yani Bizans mirasinin uzerine oturmasiyla sonuclanmistir.

Bu sekilde ortaya cikan cok kulturlu yapi dunya tarihi acisindan aslinda bulunmaz bir firsattir. Istanbul’un fethi dogu dunyasinda zaferle kutlanirken bati dunyasinda da huzunle karsilanmistir. Besteci Dufay Constantinople icin Lament icin eserinde bu duyguyu islemistir.

Her ne hikmetse Istanbul’un fethi yuzyillarca Osmanlilar tarafindan kutlanmamis kutlanmissa dahi bunu kutlamak icin bir eser yazilmamistir, ancak cumhuriyet devrinde 1953 de Cemal Resit Rey Fatih Senfonik Siirini yazarak seslendirilmesini saglamistir. Ayni sekilde Turkler onemli tarihi olaylarini resim, edebiyat ve muzik gibi guzel sanatlar alanlariyla kutlamamislar fakat Avrupalilar bu sekildeki tarihi olaylarini daima guzel sanatlarla susleyip taclandirma yoluna gitmislerdir.

Tarihi degistiren olaylarin basinda savaslar gelmektedir. Osmanli ordulari yuklendikleri misyon ugruna Avrupa memleketlerini fethetmeye giderken yanlarinda mehter takiminida goturmusler ve mehter takiminin etkisiyle muzik alaninda kulturel ve kalici izler birakmislardir. Mehter takimi deyip gecmeyelim zira o gunku mehter takimlari bugunku gibi minyatur olmayip bugun uretilmeyen cok buyuk kosler ve cok sayida degisik calgidan olusmaktaydi. Gunun belirli zamanlarinda calinan mehter nevbetleri o zamanin adetlerine gore protokol icabi idi. Yurtdisindaki Turk buyukelciliklerinde bile mehter nevbetleri duzenlenirdi. Buyukelciler merasimlerle kabul edildikleri zaman bu mehter takimlarida icra ederdi. Fransiz bestecisi Jean Baptiste Lully Osmanli Buyukelcisinin merasim marsini bu mehter nobetlerinden etkilenerek yazmistir.

Mehterin onderliginde Avrupa’ya girisimiz sadece bununlada kalmadi. Muzigin yanisira degisik kultur urunleri de Avrupa’ya bu yolla ihrac edildi. Tabiki kultur urunlerini sadece ihrac etmekle kalmadik ayni zamanda ithal de ettik. Kanuni Sultan Suleyman’a Fransiz krali Francois zamaninda gonderilen bir ensemble padisahin huzurunda muzik icra ettiler ama sonucta tum enstrumanlari kirdirilarak ve ellerine keselerce altin verilerek ulkelerine geri gonderildiler. Sultan Suleyman yapilan muzigi begenmisti begenmesine ancak bu muzigin yenicerilerdeki cengaver ruhu yok edecegini dusundugu icin daha fazla yayilmasina izin vermemisti. Ona gore muzik ordulari harekete gecirici ve cengaver ruhlu olmaliydi.

Durum boyle oluncada Mehter takiminin Avrupa’ yi hangi yonlerden daha cok etkiledigi anlasilir. Avusturyali besteciler mehter esintilerini cokca kullananlar arasinda bas koseyi alir. Besteci XX Fux, yazdigi Yeniceri Senfonisi isimli eserinde bir bolumu tamamen unison kullanarak Turk muzigine atif yapmistir. Bunun yanisira besteci Franz Joseph Haydn’in kardesi Michael Haydn orkestra icin bir Turk suiti dahi bestelemistir. Barok donemde Vivaldi ve benzeri besteciler sultanlari konu alan operalar bestelediler. Onlara gore oldukca gizemli olan dogu dunyasi muzik alaninda bu sekilde temsil edildi.

Oldukca kotumser olan propagandalarin aksine yine bir Avusturyali besteci Wolfgang Amadeus Mozart sanki gunumuzun jazz muzigi gibi Alla Turca’yi eserlerinde siklikla kullanmisti. Saraydan Kiz Kacirma Operasi ve meshur piyano sonatinin son bolumu disinda 5 numarali keman koncertosunun son bolumude Alla Turca basligini tasimaktaydi. Beethoven ise konuya felsefi bir konum getirerek Atina Harabeleri sahne muziginde ve 9. senfoninin son bolumunde Turk Marsi kullandi. Osmanli’nin savas kampanyalarinin getirisi olan mehter muziginin yansimalari kendini yavas yavas felsefi bir anlayisa birakarak Beethoven’in tum insanlik icin yazmis oldugu 9. senfonisinde bati ve dogu dunyasini birlestirmesi buyuk anlam tasimaktadir.

Tabiki etkilenmeler sadece Avrupa’da olmadi Osmanli’ da bundan nasibini aldi. Yine orduya donecek olursak yenicerilerin cengaver ruhunu mehter muziginin bozup bozmadigini bilemeyiz ama 2. Mahmud ulkede yenilesme hareketlerine karar verdigi zaman bu harekete ordudan baslayarak, eski yeniceri ordusunu tasfiye etti. Ama tasfiye ederken mehter muzigi de bundan nasibini aldi. Yerine Muzika-i Humayun Bandosu kurularak olusturulan yeni coksesli askeri muzik yavas yavas yerini almaya basladi.
Tarihin tekerrururune bakacak olursak ilk Alman askeri bandolari mehter takimindan etkilenerek olusturulmustu. Simdi de Osmanli askeri bandosu Fransiz ve Italyan muzikcilerine emanetti. Ilk coksesli mars ornekleri Mahmudiye marsi ile duyulmaya basladi. Sadece sarayda ve elitlerin mekanlarinda isitilebilen bati muzigi artik resmi bir kimlik olusturmaya baslamis, ulkede yenilesme hareketleri kendi icinden dogan bir kivilcimla degil ama batidan ithal edilen taklit yontemlerle olusturulmaya baslanmisti. Boyle olunca adeta gunumuze kadar suren kimlik bunalimlarinin kacinilmaz oldugu asikardir. Artik saraya giren Italyan melodileri buyuk opera bestecisi Donizetti’ nin kardesi Giuseppe tarafindan yonetilirken, Lanner valsleri de cevrede yankilanmaya basladi. Turk muzikcileri bu duruma oldukca uzulmuslerdi ve Hamamizade Ismail Dede Efendi batili meslektaslarinin altinda kalmayacagini gostermek icin Yine bir gulnihal isimli unutulmaz eserini besteledi. Ama bu yetmedi, sarayda Turk ve Bati muzigi ayri ayri sayginligini korurken devletin batiya yonelisi konusunda tavizsiz uygulamasi devam etti.

Saraydaki Turk muzisyenlerin kulturel bakis acilari batiya yonlenme konusunda dogal olarak yetersiz bulununca Avrupali muzisyenler Osmanli sarayinda muzik islerini ele almaya devam ettiler. Bunlar arasinda ilk yillarda, Manguel usta ve Donizetti Pasa disinda farkli muzisyenlerde yer almaktaydi. Donizetti Osmanli saray muzigini Italyanlastirirken, aslinda 1826 da saraya cagrilan Manguel usta, yetersiz kaldigi saviyla sozlesmesi yenilenmeyince Sofya’ya gitti ve orada Bulgar bando muzigini olusturdu.

Istanbul dogumlu Avrupali muzisyenler arasinda daha sonra yasamini Almanya’da surduren Kont Adelburg vardi ki ayni zamanda kemanciydi. Orkestra ve koro icin besteler yapti. Muzikolog Dr. Emre Araci tarafindan ortaya cikartilan ve seslendirilen eserler tarihi bir nitelik tasimaktadir. Osmanli sarayinda Avrupa muzigi konusuyla yakindan ilgilenen Dr. Araci muzik tarihimize isik tutan calismalariyla tarihte simdiden yerini almistir.

1840 lardan 1910 lara kadar olan surecte Avrupa’li muzisyenler Osmanli topraklarinda sanatlarini icra ettiler. Liszt bu alanda Istanbul’u ziyaret eden ve 2 ayi askin bir surede burada kalan ilk muzisyenlerden biri olmakla bilinir. Sultan Abdulmecid icin besteledigi parafrazlar burada verdigi onemli bir eserdir. Daha sonra kemanci Henri Vieuxtemps ve degisik sanatcilar akin akin gelmeye devam ettiler. Oyle ki Italya’da yeni sahnelenen operalar hemen akabinde Istanbul’a getirilip padisahin huzurunda oynaniyordu. Istanbul bu alanda kozmopolit bir yasama bicimine burunmus ve Avrupa ve Turk kulturu arasinda kendine ozgu bir yasama bicimi ortaya cikmisti.

Batililasma hareketlerinin Cumhuriyet ile baslamadigi aslinda II.Mahmud ile baslayan bir surec oldugunu tespit ettigimizde o yillardada kiyafet devriminin yapildigini gormekteyiz. Cumhuriyet’in farki ise bu devrimlerin halka yayilmasi ve daha halkci bir bakis acisi yakalamis olmasidir. Ilk Turk muzisyenler bu baglamda Osmanli devleti tarafindan yurtdisina ozellikel Paris’e gonderilerek egitim almalari saglanmistir ancak bu egitimlerin cok yuksek anlamda oldugunu soylemek yanlis olur. Ozellikle nefesli calgilar alaninda giden sanatcilar arasinda Resit Saffet Atabinen vardir. Kendisi besteci Saint-Saens ile dostluk kurmustur.

Avrupali muzisyenler kendilerine hem yeni bir Pazar aramak icin hem de batida tukenmeye baslayan sanatsal kaynaklari genisletmek amaciyla tipki politik olarak somurgelestirdikleri ulkelerde yeni kaynaklar ararken Osmanli ulkesini de bu zengin kaynaklar arasina katmislardir. Ozellikle 19.yuzyil Fransiz impresiyonizmi mistik ve dogulu kaynaklari kullanarak sanatlarini zenginlestirmislerdir. Debussy, Ravel, Saints-Saens, Vieuxtemps, Satie bunlardan birkacidir. Ozellikle Saint-Saens’in kilisede orgculuk yapan bir muzisyen olarak dogu muzigine ilgi duymasi, yahudi mitolojisi ve Misir gizeminden etkilenen eserler vermesi, Osmanli sultanina ve ozellikle Misir’da Osmanli sultani ile yarisma havasina giren Misir Hidivi’ne yakinlik gostermis olmalidir. Muzika-i Humayun icin yeni bir Osmanli Marsi yazan Saint-Saens yeni eserini sultana gondermeye hazirlanirken onu mektup yazarak durduran Resid Saffet Bey, eger Saint-Saens yarismaya girerse kendilerinin hicbir sansi olmayacagini dusunmustur.

Erik Satie eserlerinde dogu mistisizmini kullanirken Demre’ye geldigi de unutulmamalidir. Ingiliz muzisyenlerde bu baglamda Osmanli topraklarini ziyaret etmisler ve konserler vermislerdir. Ozellikle yabanci muzisyenlerin anilarinda konserlerden sonra padisahtan altinlari nasil aldiklarini anlatan kesitler hayli ilgi cekicidir. 1908 yilinda Ittihat ve Terakki Partisi’nin iktidara gelmesiyle yeni osmanlicilik, pan-islamizm ve Turkculuk politikalari denenmis ozellikle yabanci muzisyenlerin yerini yeni yetisen Turk muzisyenler almislar ve ozgun calismalar ortaya cikmaya baslamistir.

1910-1923 yillari arasinda sikisan bu zaman kesitinde ortaya cikan urunler Avrupa teknolojisinin urunlerinden faydalanmis ama ozgun bicimde yaratilmis eserler olmasi bakimindan ilgi cekicidir. Kaptanzade Ali Riza Bey, Musa Sureyya Bey, Osman Zeki Bey, Saffet Atabinen, Mehmet Zati Bey bu isimlerden sadece birkacidir. Ilk defa 1914 yilinda Viyana’ya gonderilen keman ogrencileri orada onemli basarilar kazanma sanslarini elde etmislerdir. Savas yillari olmasi sebebiyle bu yonelis cok kisa surmus ancak 1917 de Turkiye’de ilk konservatuar acilmistir. Darulelhan isimli bu konservatuar daha sonra yine ayni gelenekten yetisen ama tahsil olarak daha ciddi bir egitim goren Cemal Resit Rey tarafindan yarim yuzyili askin bir zamanda cekim merkesi haline getirilmistir.

Cumhuriyet devrimi Turk muziginin Avrupalilasmasi yolunda onemli bir adim atmistir ancak yerel kalarak aydinlanma ile batidan ithal ederek aydinlanma arasi sikisip kalmis olan doktrin sahiperinin cekismeleriyle sekillenememistir. Ozellike Adnan Saygun’un Schola Cantorum gibi dini icerikli bir okulda muzik egitimi gormesi onun eserlerini 1920 lerin Fransiz altililari ekolunde etkilemis, Ulvi Cemal, Hasan Ferit ve Necil Kazim gibi muzisyenler Avrupa’ya gonderilerek calismalari desteklenmistir. Bu muzisyenlerin Avrupa muzigini ogrenmeleri saglanirken kendi muziklerini ogrenmeleri etik olarak yanlis bulunmus Hasan Ferit gibi geleneksel kokden gelen muzisyenler ise yeni batili aydinlarin arasina kabul edilmeyerek muzik alaninda da cekisme kendini gostermistir.

1930 larda Hitler’in zulmunden kacan Alman muzisyenlerin Turkiye’ye gelmesi ve bu defa da konservatuari Hindemith ekolunun olusturmasi sonucu ortaya cikan bunalim, Bartokcular ve Hindemith’ciler arasinda kendini gostermistir. Iki zit kutup olan Saygun ve Akses kutbu kendi sanatlarinda hicbir zaman ortak bir nokta bulamamis ama hepsinin tek ortak noktasi geleneksel Turk Muzigi’ni ilkel olarak yargilayarak onu bati enstrumanlari ile gelistirmek olmustur. Bu gelisme sosyolojik anlamda halktan destek gormedigi icin kabul gormemistir. Fransiz devriminin basarili olmasinin sebebi halktan destek gormesiydi ancak Turk kultur devriminde halktan destek goren calismalari yapanlar elitler tarafindan destek goren calismalari yapanlar tarafindan ezilmistir. 1950 lerden sonra baslayan kuresel muzik akimi Amerıkanizm’i bunyesinde barindirmis ve Turk musizyenleri Avrupa’li olmaktan cok kuresel olmaya gayret etmisler ve yeni dunyadada yanki bulan calismalar vermislerdir. 1925-1950 arasi ozellikle kita Avrupasinda sanatcilarin bireysel iliskileri sonucu seslendirilen Turk eserleri ve Suna Kan ve Idil Biret gibi sanatcilarin ortaya cikartilmalari devletin uluslararasi anlamda basarisi olarak gorulmelidir. 1960 larda baslayan yeni sol akimi cercevesinde degerlendirilen ulusculuk 1970 lerden itibaren yerini halkciliga 1980 lerden itibaren gelenekselcilige ve 1990 lardan itibarende sermayeye 2000 lerden itibaren de sermaye tekelciligine birakmistir.

Aslina baktigimiz zaman 2010 larda ise ortacaga bir donus vardir. Tekelci sermaye gruplari bunyesinde calisan isciler aslinda toprak sahibi derebeylerinin tebasi olarak yasamlarini surdurmektedirler. Sanat ve kultur sadece derebeylerin ozelliklerine gore sekillenmekte ve eglence –gosteris ihtiyaci olarak degerlenmektedir.

Turk ve Avrupa arasindaki muzikal iliskiler bu baglamda degerlendirilirken sonuc olarak kokeni ayni turden uremis iki adet buyuk muzik dili mevcuttur. Dogu Roma Islamlasmis ve Turklesmistir. Bati Roma ise Yunanlasmis ve Avrupalilasmistir.

Islam ve Turk muzik hayati ise Dogu Roma oncesi Anadolu uygarliklarindan turemis ve temeline indigimizde 8000 yillik Hitit uygarligini goruruz. Bizim Hitit projesinde ortaya koymaya calistigimiz temel nokta Anadolu uygarliklari bati ve dogunun temeli olan uygarligin dogum noktasidir. Eski dunya ve yeni dunya kulturleri Anadolu cografyasi uzerinde kurulmustur. 8000 yillik Hitit kavali, bir o kadar eski Hitit Liri, Hitit Arpi, Hitit baglamasi vs. Hep bu kokendendir. Buradan yola cikilarak turemis olan kulturler ve muzikleri aslinda dogu ve Turk muziginin dogumunu gerceklestirdigi kadar bati ve Avrupa muzigininde dogumunu gerceklestirmistir. Bu anlayistan yola cikilarak olusturulmasi gereken kulturel anlayista tum uluslarin birbiri uzerinde menfaat ve sermaye egemenligi kurmadan kardesce ve hakca paylasmayi ozumsemesi bizim dunya gorusumuz acisindan oldukca degerlidir.

Cihat Askin
26 Eylul 2009, Nageau, Almanya




Hoşgeldiniz