Her İki Yanda Yalnızlık … Ayhan Sarı


Toplam Okunma: 3202 | En Son Okunma: 21.11.2024 - 07:55
Kategori: Değerlerimiz, Yazarlarımız: A.Sarı

Nevit Kodallı’yı kaybettik. Atatürk Oratoryosu’nu, Telli Turna ardışı(süit) gibi birçok eser bıraktı. Eserleri ilelebet kalacak. O eserler hakkında yorum yapmak; kabul etmek, etmemek; kabul edip de beğenip beğenmemek eskiden bizdeydi. Şimdi de bizde… Kodallı GTSM’ye “meyhane müziği” dedi. Aslında demek istediği başka bir şeydi… Hepsi boş. Bölündük mü, bollaştık mı?.. Yıllar yılı kimimiz batıcı, kimimiz Osmanlı, kimimiz meyhane müzikçi(!), kimimiz ise THM’ci olduk. Ürettik kendimizce. Ürettiklerimiz üzerine bir de mücadele ettik yıllarca. “benim müziğim senin müziğin” diye…

Ayinesi iştir kişinin. Bakar gibi görünse de kimse lafa bakmıyor aslında. Üreten ürettiği ve de yediği eleştiri oklarının çağsal acısıyla kalıyor.

Ya üretmeyen?..

Aslında asıl sorun burada başlıyor.

İşte müzik tarihimiz gizli çekişmelerinin iki kesitinden belirgin iki örnek:
Birisi üreten, biri ise üretmeden değerlerinin özlemini çeken.
Bir yanda arşive, tozlu raflara üretim, öbür yanda ise yozlaşmaya.

Sonuç: Kimse halinden memnun değil…

Nevit Kodallı (1924-2009) diyor ki:

“9 yaşımdayken bana ilk müzik eğitimini veren Hayri ağabeyim bir İtalyandan keman ve viyolonsel dersleri almış. Cumhuriyet’in ilk öğretmenlerinden olan Nimet ablam piyano ve ud, Hamdi ağabeyim keman, Nihat ağabeyim de mandolin çalardı. Kardeşler yan yana geldiğimizde iyi bir müzik topluluğu olurduk yani. Amcam da gayet iyi ney üflermiş, babama da müziği aşılayan o. Mersin Ziraat Bankası müdürü olan babam felaket koyu bir Enderuncuydu. Çok güzel tambur çalıp söylerdi…

Geleneksel müziğimizin ne olduğunu öğrenmek için eski yazıyı söküp konservatuvar arşivindeki bütün eski Türk Müziği notalarını söktüm, bilimsel analizler yaptım. Ben esas olarak halk müziğimiz üzerinde durdum. Atatürk’ün bize gösterdiği yol oydu, konservatuvarın kuruluş amacı oydu. Halk müziğimizi daha iyi anlayabilmek için bağlama çalmayı da öğrendim, hatta virtüözü oldum, Sarı Recep’ten, Muzaffer Sarısözen’den daha aşağılarıyla çalmazdım.

Ben alaturka piyasa müziğinin gramer yanlışıyla ‘‘Türk Sanat Müziği’’ diye takdim edilmesine karşıyım. Müzik zaten sanattır, sanat resmi, sanat müziği, sanat şiiri diye bir şey olur mu? Başına da bir Türk koymuşlar, Türklükle hiç ilgisi yok, Arap’ta da aynı şey var. Bunları söylediğim zaman ben fena adam oluyorum. Klasik Türk Müziği de olmaz, çünkü klasik olmanın kurallarına uymuyor. Hocam Mesut Cemil bu müziğe ‘‘Tarihi Türk Musikisi’’ derdi, gerçekten de öyle. Klasik Türk Müziği diyerek Enderun Müziği’ne sınıf atlatmaya, hava vermeye çalışıyorlar. Klasik adı altında çalıp söyledikleri Çakıl’ın, Kristal’in meyhane edebiyatı…

Şunu da söyleyeyim, adabıyla rakı içeceksem fasıl heyetiyle içmek isterim, çünkü atmosferi odur. ‘‘9. Senfoni’’ ya da kendi eserlerimi dinleyerek rakı içecek değilim ya…

Ne kadar ilkel beste yaparsanız insanları o kadar etkiniz altına alıyorsunuz….

1950′de demokrasi adı altında bütün ileri hareketler bastırıldığı gibi, geleneksel müzik, milli müziğimiz diye sunuldu. Demokrat Parti’yle başlayan mahvetme, yozlaşma, Kenan Evren’le noktalandı, Özal’la da bilmem nesi çıktı. Cumhuriyet müziği bugün TRT’de bile çalınmıyor…” (1)

Türk müziğinin çeşitli fraksiyonları hakkında görüşlerini böyle belirtiyordu bestecimiz. Bundan 8 yıl önce. 02 Eylül 2001’de…

Aynı tarihlerde bu görüşlere sessiz kalmayan, Türk müziğiyle yakından iligili yazarımız Beşir Ayvazoğlu Kodallı görüşlerine cevaben düşüncelerini şöyle kaleme getiriyordu:

“Nevit Kodallı, o bayat eleştiriyi, Türk musikisinin “meyhane musikisi” olduğu yolundaki eleştiriyi tekrarlamış… Alaturka-alafranga tartışması ideolojik bir tartışma idi, hâlâ da öyledir. Osmanlı mirasıyla bütün bağlarını koparmak isteyen genç cumhuriyetin ideologları, bu mirası gözden düşürmek ve çirkin göstermek için ne mümkünse yaptılar. “Meyhane musikisi” yakıştırması o zamandan kalma… Batı musikisinin, opera ve balenin “resmiyet”, dolayısıyla dokunulmazlık kazandığı ülkelere bakınız, hepsinin totalitarizmin pençesinde olduğunu göreceksiniz… Cumhuriyet’in ilk işlerinden biri Ankara’da tamamen Batı musikisine dayalı bir Musiki Muallim Mektebi kurmak (1924), orta dereceli okullarda “alaturka” tedrisatına son vermek ve adı İstanbul Konservatuarı olarak değiştirilen Darülelhan’ın Türk musikisi şubesini kapatmak olmuştu. (1926)… Bu dönemde camilerde, bazı evlerde ve maalesef meyhanelerde yaşama alanı bulabilen Türk musikisinin uzun süre kendini yenileyemediği, kendini yeniden üretmediği söylenebilir. Peki, eskiden meyhanelerde musiki yok muydu? Vardı elbette! Türk musikisi hayatın her sahnesinde çeşitli şekillerde karşımıza çıkardı ve çıkmaktadır. Camide, tekkede, sarayda, ekâbir konaklarında, çalgılı kahvelerde, sokaklarda, meyhanelerde.. Bu, onun yaygınlığını ve hayatiyetini gösterir…

Konservatuvarlar, iki musikinin birbirini beslemesini sağlayan bir yapıya kavuşturulsa ve müzik ideolojik bir tercih meselesi haline getirilmemiş olsaydı, belki çoksesli musiki, Türk musikisinin imkanlarından da yararlanarak topluma nüfuz edebileceği bir kanal bulabilecek, dolayısıyla konser salonları Batı müziğini dinlemeleri gerektiğine inananlar tarafından değil, gerçekten severek dinleyenlerce doldurulacaktı.

Dayatmaya karşı gösterilen tepki ve direniş, Türkiye’de Batı müziğini, toplumla göbek bağlarını koparan çok küçük ve snob bir azınlığa mahkûm etmiştir.

Nevit Kodallı’lar, bu fakir milletin vergilerinden kesilerek önlerine serilen imkanların hakkını vermiş, milletlerarası tek kompozitör yetiştirmiş, ondan da vazgeçtik, büyük orkestraların repertuarlarına tek bir eser sokabilmiş olsalardı, gam yemez, helal olsun derdik!
Meyhane musikisiymiş! Hadi canım siz de!” (2)

Cumhuriyetimizin kurulmasından, tabii ki öncesi olan Tanzimat 1826’dan bugüne müzik uğraşanlarımız açısından taraflılığı tıpkı bir crescendo gürlük yükseltisi ve inişi gibi netleşmeye başlayan müzik görüşlerinin, icra mercii olan politikacılarımıza ve serbest piyasa müziği borsasında salınmaya bırakılan müziğimize pek de yansımadığı gözlenmekte, sözkonusu duruma “başıboşluğun hakimiyeti” diyenlerimiz de bulunmaktadır…

Her ölüm diğer yanda bir kapanış olarak algılanıyor.

Aslında giden müziğimiz değil, torunlarımızın gelecekte tebessümle anlatacağı bizim şimdiki yaşanımlarımız…

Bestecimiz Nevit Kodallı’ya Allah”tan rahmet diliyoruz.
____________________________________
(1) http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2001/09/03/24043.asp
(2) http://arsiv.zaman.com.tr/2001/09/12/yazarlar/BesirAYVAZOGLU.htm




Hoşgeldiniz