Nazım Hikmet Sanatında Beethoven … İzzet Yücetoker – Meral Bahar
Toplam Okunma: 10508 | En Son Okunma: 21.11.2024 - 17:42
Nazım Hikmet (Selanik, 1901-1963, Moskova) eski Konya Valisi Şair Nazım Paşa’nın torunudur. Dedesinin Mevlevi arkadaşlarıyla yaptığı şiir ve tarikat söyleşileri, ondaki şiir melikesinin belki de ilk kıvılcımlarını oluşturmuştur… Diğer boyutttaki bir yazısında: “Dün gece Beethoven’i daha iyi anladım. Büyük Fransız devriminin atlayışını, haykırışını müzikleştiren ve bununla kalmayıp daha ilerisini, daha ötesini bir sezişle melodi biçiminde yüreğinin orkestrasına koyan Beethoven’in(Bonn, 1770-1827, Viyana) büyüklüğü bir tabiat büyüklüğü gibi doldurdu içimi.(…) Nedir Nazım Hikmet’in Beethoven’de bulduğu? Ya da bir müzisyen, bir şairi niye bu kadar çok etkilemiştir?..
Buna benzer pek çok soruya cevap bulabilmek için öncelikle Beethoven’i içinde yaşadığı dönemle birlikte tanımak gerekir. Çünkü sanatçıların yol haritalarını çizen, yapıtlarına etki eden önemli unsurların başında içinde yaşanılan doğal, toplumsal ve siyasal çevre gelir. Flaman asıllı Alman besteci Ludwig van Beethoven’ın da tarihsel arka planı incelendiğinde Fransız Devrimi’nin, Napolyon Savaşları’nın, savaş sonrası ekonomik bunalımlarının, huzursuz barış dönemlerinin sanatçının yapıtlarını bir hayli etkilediği görülür.
16 Ocak 1770’te Bonn’da dünyaya gelen Beethoven, babası ve dedesi gibi saray orkestrasında müzisyenlik yapar. “Sıkılgan, çekingen, kara gözlü, püsküllü kara saçları olan genç müzisyen” tüm çağdaşlarının düşlerini süsleyen, müzik ve tiyatronun kalbinin attığı Viyana’ya yerleşme hayalleri kurar. Zira Viyana, Haydn, Gluck, Mozart, Salieri gibi ünlülerin vatanıdır.
Viyana’ya kısa süreli bir ziyarette bulunduğu, burada Mozart’la tanışma fırsatı yakaladığı bilinmektedir. Bu ziyaret annesinin hastalığının ilerlediği haberiyle yarıda kesilir. Annesinin ve kız kardeşinin ölümü, babasının alkolikliği ve sorumsuzluğu, iki erkek kardeşine bakma mecburiyeti, astım hastalığının artmasından duyduğu endişe, karamsarlık ve saatler boyu çalışmayla geçen bir beş yılın ardından Viyana hayalini gerçekleştirir.
Beethoven’in düşüncelerinde önemli etkilere ve değişimlere sebep olan bir yer de Bonn Üniversitesidir. Madame de Stael Alman akademilerini: “Burada toplanan öğrenci kalabalıkları neredeyse resmi bir devlet gibiydi. Öğrenciler zengin-fakir ayrımı yapılmaksızın salt kişisel erdemleriyle birbirinden ayırt ediliyordu; dünyanın dört bir yanından gelen ve bu eşitliğe mutlulukla razı olan yabancılar yalnızca doğal üstünlüğe boyun eğiyorlardı.”diye anlatıyor. Böylesi bir ortama filoloji profesörü Eulogius Schneider son derece parlak ve radikal düşüncelerle katılınca; hatta aldığı tüm disiplin cezalarına rağmen yılmayıp Devrim’i hararetle savunmaya devam edince, üstüne üstlük:”İnsanlığa bir yıllık bir özgürlüğün, yüzyıllık despotluktan daha fazla yararı vardır; çünkü despotizm zihindeki düşünceyi, yürekteki erdemi bastırır.”deyince, köktenci gençlerin desteğini alır ve Beethoven da ona gönülden bağlananlar arasındadır.
O ana kadar tüm yaşamı yoksullukla, sarayın zenginliğine tezat bir ev perişanlığıyla, sevdiklerini kaybetmişlikle, on bir yaşından beri süregelen “para kazanma zorunluluğu” PSile geçen Beethoven’in, Schneider’in savunduğu ve Fransız Devrimi’nin vaat ettiği eşitlik, adalet, özgürlük büyüsüne kapılmamasına imkân var mıdır? Bu yüzden adalet ve özgürlük düşüncesi, eşitlik özlemi, imtiyazlara baş kaldırış, Beethoven’de hayat boyu takip edilecek bir rota oluşturur.
Devrimi savunanların sayısı günden güne azalsa da, Schneider idam edilse de(1794), Fransa ve Almanya birbirine girse de, O, geleceğe güvenir, demokrasi ve özgürlüğe inanmaya devam eder ve bu yıllarda edindiği idealizmi hiç kaybetmez.
1792’de “Haydn’ın ellerinden Mozart’ın ruhunu alacaksın.”diyen Kont Waldstein’in desteğiyle Viyana’ya yerleşir. Viyana’da müzik yaşamı son derece zengindir. Ailesi ile ilgili talihsizlikler bir türlü yakasını bırakmaz ama sanattan ve müzikten anlayan hamileri sayesinde kısa süreli rahatlamalar yaşar.
Avusturya, Bohemya ve Macar aristokrasisi genç besteciye özel ilgi gösterir ve destekler. Prens Karl Lichnowsky’nin büyük yardımlarını görür. Ancak Viyana’daki sosyete yaşamı, süs, gösteriş içinde yapılan sıkıcı toplantılar, aristokrasi gelenekleri hiçbir zaman ona cazip gelmemiştir. Giyinip kuşanmaktan da pek hoşlanmayan bestecinin yaşlı bir kontesin evinde yemek yerken, adet gereği aristokratlardan daha alçak bir yere oturması istenince öfkelenip çıkıp gittiği anlatılır. İçinden geldiği gibi konuşup içinden geldiği gibi davranan, nezaketi gereksiz ve yapmacıklık olarak gören, eşitliğe gönül vermiş bir adamdan başka ne beklenebilir ki!..
Eroica senfonisini Napolyon’un efsaneleşen zaferleriyle özdeşleştirerek dile getiren Beethoven, gerçekte yaşadığı yıllara ait deneyimlerini, tüm olumsuzluklara karşı umudu yitirmemeyi, insanların kadere boyun eğmemelerini duyurmaya çalışır. Yapıtın en önemli özelliklerinden biri de bölümler arasındaki tematik birlik düşüncesidir. Bir tema farklı yerlerde, farklı bölümlerde değiştirilerek yeniden kullanılmaktadır. Daha sonraki birçok eserde de bunu görmek mümkündür. Eleştirmenleri ürkütecek kadar özgün özelliklere sahip Si Bemol Piyano Sonatı (Opus 22),Opus 18 Yaylı Çalgılar Dörtlüsü’nde klasik Sonatı, Do Majör Birinci Senfonisi’yle Do Minör Piyano Konçertosu göz önüne alındığında Beethoven’in yeni bir atılım içinde olduğu görülebilir.
Sağırlığı ilerledikçe insanlardan uzaklaşır, kaçak bir inziva hayatı yaşar. Umutsuzlukları küçük aşklarla kırılıp mutlu olma kararları alır: “Yoo, buna dayanamam, kaderi yakasından yakalayacağım, beni alt edemeyecek.”deyişinde Kontes Guicciardi’ye duyduğu ilginin payı büyüktür. Ancak, sevgili kontes aristokrat sınıfındandır ve bir kavuşma söz konusu olamaz.
Beethoven’in en ciddi ve umutsuz aşkı Josephine Brunswick olmuştur. Bu kadını büyük bir tutkuyla sevmiştir. Ancak, aristokrasinin ve Katolik kilisesinin engeline takılan bu aşk, daha sonra başka kadınlara âşık olmasını da engellememiştir. Hep âşık olup vazgeçmiş; kadınlarla çok iyi dostluklar da kurmuştur. Bazen bir gönüle iki sevda sığdırmış olan Nazım ise aşk konusunda Beethoven gibi bahtsız değildir.
Ries’in: “Ruhsal durumunun ve aceleciliğinin kendisine haksız oyunlar oynadığı, tepeden tırnağa iyi ve sevecen bir insan” dediği Beethoven, bu özelliğini yapıtlarına da taşımıştır. Eserlerinde neşeli ve huzurlu bir bağlamdan, birdenbire patlayıveren, ardından hemen yatışan fırtınalı pasajlara rastlamamak mümkün değildir.
Re Minör İkinci Senfoni, yüksek cesaret anlarında bestelenmiş bir eserdir. Piyano için Üçlü Sonat Opus 31, Keman ve Piyano Sonatları, şarkı besteleri hep içsel mücadelelerden galip çıktığı zamanların ürünü olarak karşımıza çıkar.
“Bıldırcın”da Tanrı ile doğa arasındaki ilişkiyi dile getirir ve bu notaları daha sonra Altıncı Senfoni’de kullanır. Benzer bir motife de 28. Piyano Sonatı’nda rastlanabilir. Pastoral başlığıyla anılan 6. Senfoni, bütünüyle tabiat tasvirleri üzerine kurulmuş, yenilikler içeren bir Beethoven yapıtıdır. Nazım’ın başta sözünü ettiği tabiatla ilgili duyumsamalara bu yapıtlar örnek teşkil edebilir.
Napolyon’un taç giyip, resmi bir bildiriyle kendini imparator ilan etmesi, Beethoven’i büyük hayal kırıklığına uğratır: “Demek ki o da sıradan bir insandan başka bir şey değilmiş.”der. Bonaparte’a duyduğu hayranlıkla yazdığı Eroica Senfonisi’nin başlığını değiştirir ve “Büyük Bir İnsanın Anısına” yazar. Ümit bağladığı, müziğine taşıdığı, insanların geleceği ve özgürlüğü için örnek kabul ettiği Fransız Devrimi de Napolyon da boş çıkmıştır. Ancak Beethoven hiçbir zaman düşüncelerinden vazgeçmeyecektir.
Yapıtını eleştirenlere: “Yoo, bunlar sizler için değil, sonraki çağ için.”diyen Beethoven, sağlam bir sosyal ve politik ahlaka sahiptir. Sonraki çağların insanlarından biri olarak Nazım Hikmet’in Beethoven’in sanatına hayran olmasındaki sebeplerden biri belki de budur.
Beethoven üzerine araştırma yapanlar genellikle sanatını üç dönemde ele alırlar. Birinci dönem(1890–1802)gençlik yıllarını içine alan ve kendinden önceki ustaları(Haydn, Mozart) özümsediği yıllardır. İkinci yaratı dönemi (1803–1815)sanatçının sağırlaşmaya başladığı ve bunalımlar yaşadığı ama çok verimli olduğu zamanlardır. Bu dönemde eserlerine hâkim olan düşünce, kahramanlık ve mücadeledir. Tek operası olan Fidelio, bu düşüncelerin yoğun olarak yaşandığı bir eserdir. Üçüncü dönem(1816–1827)duygusal çalkantılar ve yaratı hayatında çöküş yaşadığı karmaşık bir dönemdir. Yer yer kahramansı üsluba geri dönüş dikkat çeker. Dönemin başyapıtı Senfoni yapısına büyük yenilikler getiren 9. Senfoni’dir.
Ayrıca bu senfonide Schiller’in “Coşku Üzerine” adlı şiirini kullanması, hem yaratıcılık yoluyla hayata bağlandığının, hem de gençlik yıllarından beri şiire duyduğu ilginin bir göstergesidir.
Frida Knight, Missa ve Dokuzuncu Senfoni için diyor ki: “İç ve dış huzur için dua”, yirmi yıl süren bir savaşın içinde çok acı çekmiş olan Avrupa halkının tüm özelliklerini özetliyordu. Tehlikeli bir demokrat düşünce, dinsel bir metne girmenin yolunu bulmuştu. Koral Senfoni”nin finale’sine gelince, insanları geçmişteki ve şimdiki olarak bölen eski düşünce tarzını defederek, insanlığı kardeşlikle birleştirmek için yapılan ne kadar sarsıcı bir çağrıdır.
“Senin kanatlarının gölgesinde bütün insanlar kardeş olacaklar.” Söz konusu kanatlar, Neşenin ya da Özgürlüğün kanatlarıdır; Beethoven için bu fikirler eş anlamlıydı; Schiller’in, yıldızların gökte yürüyüşünden söz ettiği yerde, Beethoven’ın dünyevi olmaktan uzak askeri bandosu, özgürlük ordusunun büyük bir sevinç çığlığıyla zafere doğru ilerleyişini bizlere ve hiç kuşkusuz, özgürlüğe aç Avusturyalılara iletir.”
Çalkantıların, savaşların, mücadelelerin hiç bitmediği, insanlığı etkileyen duyguların geliştiği, büyük değişimlerin yaşandığı bir dönemin insanıdır Beethoven. Yapıtları tarihsel süreçte Klasik dönemin bitişi, Romantik dönemin karakterinin ana kaynağı olarak kabul edilir ve iki yüzyıl arasında bir geçiş bestecisidir.
İşte Nazım Hikmet’i büyüleyen şeyler, bu kabaca çizmeye çalıştığımız Beethoven portresinde gizlidir. 1902 doğumludur Nazım Hikmet. Çökmek üzere olan bir imparatorluğun çocuğu olarak dünyaya gözlerini açmış; Birinci Dünya Savaşı’nın acıları içinde büyümüş; memleketi düşman işgali altında kalan bir genç olarak öfkelenmiş; harp mağdurları ile harp zenginlerini bir arada tanımış ve 1920’de kalemine sarılıp bakın neler yazmış:
“Gel ey imanlı gençlik, gel ey beklenen gençlik
Gel ki Anadolu’da senin bükülmez çelik
İmanına, azmine ümit bağlayanlar var!
O satılmış vezire, o satılmış kullara,
O satılmış hünkâra siz de mi katıldınız?
Siz demi satıldınız, siz de mi satıldınız?”
Nazım Hikmet, eski Konya Valisi Şair Nazım Paşa’nın torunudur. Dedesinin Mevlevi arkadaşlarıyla yaptığı şiir ve tarikat söyleşileri, ondaki şiir melikesinin belki de ilk kıvılcımlarını oluşturmuştur. Ancak Paşa aruz şairidir, genç Nazım’ın aklı ise Celal Sahir, Faruk Nafiz, Orhan Seyfi, Yusuf Ziya gibi hececi şairlerdedir. Şiirinin ilk dönemini bunları özümsemekle geçiren Nazım, 1922’den itibaren Marx’çı dünya görüşünün sanat anlayışını benimsemeye başlar. Artık
“üç telinde üç sıska bülbül öten / üç telli saz” işe yaramamaktadır.
“Üç telli saz/ dağlarla dalgalarla kitleleri / ileri / atlatamaz!..”(Yeni Sanat Gazete Yazısından)
Moskova’da yazdığı yirmiyi aşkın şiir, toplumsal sarsıntıların getirdiği açlığın pençesinde kıvranan insanları, sanayi toplumu insanının makineleşme, ileri sanayi düzeyine geçme isteğini, insanlığın mutlu geleceği karşısında inançlılığı anlatır.
Öğrenimini tamamlayıp 1925’te döndüğü Türkiye, onun sosyalist ideallerine hoşgörüyle yaklaşacak durumda değildir.1925–1938 dönemi, Nazım Hikmet’in biraz içeride, biraz dışarıda ve çoğunlukla da yaşam ve toplum kavgasıyla geçirdiği büyük şiirler dönemidir.
Nazım Hikmet “Tabiat, sosyete ve insan arasındaki bağı, diyalektik birliği bir filozofi kitabının sayalarından gözleriniz anlayamazsa, kulaklarınız onu Beethoven’den dinlesin” diyor…
�
Lenin ve Beethoven’e beslediği büyük sevgisine dokunan Gorki’yi “Maksim Gorki’ye Açık Mektup”ta eleştirir. Zira Lenin onun için “son yüzyılın son sözünü söyleyen adam”dır. Beethoven’in sanatı ise sanatların en yücelerindendir.“Sanat Telakkisi adlı şiirinde bunu şöyle ifade eder:
“Dinlenir dinlenmez değil
bülbülün güle karşı feryatları
Fakat asıl benim anladığım dil
Bakır, demir, tahta, kemik ve kirişlerle çalınan Beethoven’in sonatları.”
Bu dizeler aslında bize Beethoven’in 5. Senfonisini düşündürebilir. Beethoven’in 5. senfonisinde yoğun bir tematik birlik düşüncesi vardır. Ünlü başlangıç motifi birinci bölümün hemen hemen bütün ölçülerinde bulunur ve diğer bölümlerde değişik şekillerde kullanılır. Başlangıç teması ikinci temadan hemen önceki korno partisinde duyulur ve ikinci temanın içine kadar genişler, ikinci tema korno partisindeki aynı ses sistemini kullanır. Gelişme bölümünde, korno partisi ayrıştırılarak tek bir modüle dönüştürülür ve armonik gerilimin arttığı kesitte yaylılar ve tahta üflemelerle iç içe kullanılır. Böylece sonat üslubunun dört boyutluk senfoni boyutuna uyarlanmasıyla Beethoven’in senfonik ideali ortaya çıkar. Bu büyük ölçekli füg kullanımına son dönem sonatlarında da rastlanır(Op.106 Hammerklavier piyano sonatı ve Op. 110 piyano sonatı)
Nazım Hikmet’in 1958’de Varşova’da yazdığı “ Sebastian Bach’ın 1 Numaralı do Minör Konçertosu” başlıklı şiirinde de füg etkileri görmek mümkündür. Anlaşılıyor ki Nazım Hikmet iyi bir klasik müzik dinleyicisidir.
1938–1950, uzun süren mahpusluk yıllarının şekillendirdiği ve hapislik temalı şiirlerin ağırlık kazandığı bir dönemdir. Dış gözlemlerin iç gözlemlerle desteklendiği, her şeye rağmen yaşamak için hayata ayak dirediği, zaman zaman sağlığını yitirdiği, kapısında sık sık yalnızlığı bulduğu yıllardır bunlar:
“İçinde bir tarafınla yapayalnız kalabilirsin
Kuyunun dibindeki taş gibi.”
Ama Nazım, tüm yalnızlıklarına, karşılaştığı tüm baskılara rağmen umutlu insan olmanın onuru ve direncini yaşar. Tıpkı Beethoven’in devrime, özgürlüğe ve eşitliğe olan inancını hiç yitirmemesi gibi.
Saat 21–22 şiirinde: “Yaşamak ümitli iştir sevgilim /yaşamak / seni sevmek gibi ciddi bir iştir.” derken yaşamayı güç bir iş ama başlı başına bir sanat olarak görür.
Nazım Hikmet’in duygusallığı düşsellikle bağdaştırdığı, iç ve dış gözlem gücünün eşsiz bir ürünü olan Taranta-Babu’ya Mektuplarda yaşamı güzelleştirmeye dair düşüncelerini bulmak mümkün:
Yaşamak: birer birer
Ve hep beraber
İpekli bir kumaş dokur gibi…
Hep bir ağızdan sevinçli bir destan okur gibi yaşamak…
Bununla ilgili pek çok dizeyi ya da şiiri örnek vermek mümkündür. Ancak aşağıdaki:
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine…” ( Davet,1947)
dizelerinde Nazım’ın yaşam felsefesi saklıdır. Hapishanede karşılaştığı insanlar ve onlarla ilgili gözlemleri şiirine yer yer Doğu motifleri ve halk motiflerinin girişine sebep olur. Memleketimden İnsan Manzaraları’nda “Beethoven Hasan” diye birinin olması da ilginçtir.
1950’li yıllar: Türkiye Kore Savaşı’na asker gönderir, işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, hastalık insanların belini büker; Nazım, baba olur. Kısacası Beethoven’in çağı gibi Nazım’ın çağında da çalkantılar bitmez, sular bir türlü durulmaz. Gizlice ayrılır Türkiye’den.
1951–1964 arası Moskova’da geçer. Gazetelere yazılar yazar, Barış Ödülü alır(1953), Asya Yazarlar Birliği Kongresi’ne katılır, Varşova, Pekin, Paris, Bakü, Havana, Viyana ve Afrika’ya kadar uzanan seyahatler yapar. Beethoven gibi o da daha mutlu bir insanlık için çabalamayı ve sanatını bu yönde yoğurmayı son nefesine kadar sürdürür.
Yaşadığı renkli hayata dair dış gözlemler toplumcu bir şairin duyarlılığıyla zenginleşir ve vatanını özleyen bir insanın duygusallığıyla süslenir. Dizeler birer kor olur, Nazım’ın elini, bizim yüreğimizi yakar:
Yürek değil be, çarıkmış bu, manda gönünden,
Teper ha babam teper,
Paralanmaz,
Teper taşlı yolları.
Bir vapur geçer Varna önünden,
Uy Karadenizin gümüş telleri,
Bir vapur geçer boğaza doğru.
Nazım usulcacık okşar vapuru,
Yanar elleri… ( Vapur,1957 )
Nasıl Beethoven’e sıla toprağını bir daha görmek nasip olmadıysa, Nazım’a da nasip olmaz. Yurt ve evlat hasretiyle yanışını şiirlerle anlatır bize:
İçimde acısı var yemişi koparılmış bir dalın,
Gitmez gözümden hayali Haliç’e inen yolun
İki gözlü bir bıçaktır yüreğime saplanmış
Evlat hasretiyle hasreti İstanbul’un.
Farklı çağlarda yaşamış ve farklı sanat kollarında eser vermiş sanatçılardır Nazım Hikmet ve Beethoven. Öncelikle yaşadıkları çağların bunalımlı, değişken, çalkantılı oluşu yaklaştırır onları. Beethoven yaşadığı dönemin olaylarını, devrim ideallerini, eşit ve özgür bir insanlık özlemini yapıtlarına taşıyarak Nazım’ı büyüler. Biyografileri dikkatle incelendiğinde bu büyülenmenin sebeplerini görmek mümkündür:
İkisi de düşüncelerini gerçekleştirecek ideal kahramanlar olarak kabul ettikleri liderlerin içlerinde birer diktatör barındırdığını görerek hayal kırıklığına uğramış, yine de hayatları boyunca ideallerinden vazgeçmemiştir. İkisi de sanatlarının son döneminde bir geriye dönüş eğilimi içindedir. Beethoven, kahramansı üsluba; Nazım da heceye ve halk şiirine yakınlık gösterir.
Amaç, kuşkusuz iki sanatçı arasında doğrudan bir bağlantı kurmak değil, Nazım’ın Beethoven’a olan ilgisinin rastlantısal olmadığı ya da sebepsiz olmadığı gerçeğini ortaya koymaktır. Bir diğer gerçek de sanatçıların yaşadıkları çağın tarihi, sosyal ve siyasal olaylarına kayıtsız kalamadıkları ve bunu bir şekilde eserlerine taşıdıklarıdır. Belki de en önemli gerçek, şiir ve musikinin başlangıçtan bu yana süregelen ve bundan sonra da devam edecek olan yoldaşlığıdır. Çünkü ne Beethoven şiire kayıtsızdır; ne de Nazım Hikmet Klasik müzikten habersizdir. Ayrıca büyük sanatçılar sadece kendi çağlarını ve kendi sanatlarını değil, sonraki çağları ve farklı sanat alanlarını da etkilerler. Beethoven’in büyük bir besteci olarak şair Nazım’ı etkilemesi bunun güzel ve ilginç örneklerinden sadece biridir. Beethoven’in ünlü sözünü unutmamak gerek:
“Prens! Sizin asaletiniz, doğuşunuzdaki tesadüfe bağlıdır. Oysa ben kişiliğimi kendim oluşturdum. Yeryüzünde binlerce prens var, daha binlercesi de gelip geçecek, ama bir tane Beethoven var!”…
____________________________________
KAYNAKÇAMIZ:
Baran İ., Şentürkmez, K.Y., (2008), Kültürel Tarih Işığında Çoksesli Batı Müziği, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
Hikmet, N., (1999), Yeni Şiirler, Şiirler 6, Adam Yayıncılık, İstanbul.
Hikmet, N., (2008), Memleketimden İnsan Manzaraları, Yapı Kredi Yayınları, 5. Baskı, İstanbul.
İpşiroğlu, N., (2002), 20. Yüzyıl Sanatında J.S.Bach, Pan Yayıncılık, İstanbul.
Knight, F., (2005), Beethoven ve Devrim Çağı, Literatür Yayınları, İstanbul.
Say, A. (2003), Müzik Tarihi, Müzik Ansiklopedisi Yayınları, Ankara.
Sertel S. (1966), Roman Gibi, Ant Yayınları, İstanbul.
Sertel Z., (1969), Mavi Gözlü Dev, Ant Yayınları, İstanbul.
Timuçin A., (2002), Nazım Hikmet’in Şiiri, Bulut Yayıncılık 5. Baskı, İstanbul.
_______________________________
İzzet YÜCETOKER Karabük Üniversitesi Arş. Gör.
Meral BAHAR Edebiyat Öğretmeni