İzmir Rahatlığında Kültürel Boşvermişlik…
Toplam Okunma: 2464 | En Son Okunma: 28.11.2024 - 02:17
Sn. Yaşar Aksoy, Hürriyet Gazetesi EGE ekinde İzmir’in kültürel hayatıyla ilgili yıllardır dillenen ve artık boşvermişliğe dönüşen konuyu dizi yazılarında(İçi Boş Kutular 1-2-3-4-5-6) ne güzel dile getirmiş… Aktarıyoruz: “Önceki hafta, salı komşum Nedim Bubik kentsel bir sızlanmayla İzmir’in onulmaz bir yarasına dokunmadan edememiş; “Tesis tamam da ilgi yeterli mi?” diyor yazısında. “Tesis” dediği, içinde kültür ve sanatın yankılandığı yapılar…
Anakent Belediyesi Bornova’da beş bin kişilik Açıkhava Tiyatrosu yaptıracağını duyurmuş da, sayıyor Nedim Bubik: Kültürpark’ta, İnciraltı Kent Ormanı’nda, Bornova Büyük Park’ta birer Açık Hava Tiyatrosu, hemen her ilçede kültür merkezleri ve Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi ile Havagazı Fabrikası Kültür Merkezi…Daha da ekleyelim:
Üç salonlu Atatürk Kültür Merkezi, iki salonlu Sabancı Kültür Merkezi, Kültürpark’ta İsmet İnönü Sanat Merkezi ile Kültür Sanat ve eski Belediye Toplantı Salonu, Konak Belediyesi’ne bağlı Güzelyalı ve Eşrefpaşa’da iki tiyatro, Güzel Sanatlar Fakültesi’nin terk ettiği eski tiyatro ve yeni açılan tiyatrosu.
DÜĞÜN, NİŞAN VE HAVAGAZI
Ve sorguluyor Nedim Bubik, “Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi… Kaç etkinlik düzenlendi burada? Bir kafe, bir D&R dışında terk edilmiş gibi duruyor. Tarihi Havagazı Fabrikası… Ya işlevi?.. Şimdi düğünler, nişanlar başladı.”
Yazısı “takıntılı” bir umutla bitiyor salı komşum Nedim Bubik’in: “Etkililer, yetkililer mutlaka düşünmüştür. Yakında mutlaka çekim yeri haline gelir bu eserler. Peki nereden mi çıktı bu? Kötümserlik mi? Yok canım, değil, sadece takıntı.”
Takıntı!
Kim takacak acaba, durmamacasına yazsak!
Nasıl sesi çıkar o boş kutuların!
İzmir Devlet Tiyatrosu ile Devlet Opera ve Balesi’nin, onca mekan bolluğu arasında çağdaş ölçülere göre gittikçe daralmış sahne ve salonlarda yıllardır süren sıkışıp kalmışlığını umursayan var mı?
VE ÇARE
Kültür ve Sanat etkinliklerine “mekan” olacak yer açısından İzmir’den daha zengin kent neredeyse yoktur da ülkemizde, neden o mekanlara “can”verecek soluğu yoktur, sesi çıkmaz İzmir’in? İzmir’in kendi kültür ve sanat üretkenliği neden o yerleri doldurup taşırmaya yetmez?
Gerçekte bir suçlu bulmak zor, gerçekten. Öyleyse neden?
İçi boş kutular (2)
Ne demiştik “İçi Boş Kutu” başlıklı yazıda: Kültür ve Sanat etkinliklerine “mekan” olacak yer açısından İzmir’den daha zengin kent neredeyse yoktur da ülkemizde, İzmir’in kendi kültür ve sanat üretkenliği neden o yerleri doldurup taşırmaya yetmez?
Bu sorudan yola çıkarak, kimileri kaba bulsa da, birer “içi boş kutu” gibi durur saymıştım İzmir’deki sanata açılmış yapıları.
Soruyu şöyle karşılayanlar olabilir: “İzmir dışından gelen sanatçılara, topluluklara yer vermeyelim mi? O mekanlar hiç boş kalmıyor. Yerel etkinlikler, sergiler, kurslar, toplantılar var. Kimi başvuruları karşılayamıyoruz bile.” Öyleyse bir kez daha vurgulayalım: İzmir’in kendi kültür ve sanat üretkenliği söz konusu olan; yoksa İzmir dışından, özellikle İstanbul’dan akın eden sanatçıların İzmir’de geçici bir dalgalanma oluşturmaları değil.
Diyelim, devlet İzmir’den elini çekti; Devlet Tiyatrosu, Devlet Opera ve Balesi ile Devlet Senfoni Orkestrası’nı kapattı. İzmir’e sanat adına ne kaldı? Birkaç sergi, birkaç yazar şair, gönüllü gençlerden birkaç temsil.
VE BİR ÖRNEK
İzmir’in yaratıcı bir kaynak olduğu su götürmez bir gerçek. Bu kentte yetişmiş nice sanatçı geçimini sağlamak için ya da daha ileri bir aşamaya atlayıp kendini tanıtabilmek için soluğu doğruca İstanbul’da alıyor.
Çok yalın bir örnek ve soru: Sezen Aksu İzmir’in sanatçısı mıdır, yoksa İstanbul’un mu? Sürekli İzmir’de kalıp yaşamış olsaydı, yakalar mıydı bunca ünlü olma aşamasını Sezen Aksu? Haydi bir adım daha ileri gidelim de soralım: Ünlü oluşu değerinin ölçüsüyse, yaşadığı yerde kalmakla sanatçı, yaratıcı bir değer taşımıyor mu gerçekte! İzmir’de yaşarsan değil de, İstanbul’da yaşayıp gidersen sanatçısın!
İZMİR İLE BÜTÜNLEŞMEK
Topluca, bir arada olarak üretilen sanat eylemleri söz konusu olunca, İzmir’den örnek vermek iyice güçleşiyor. Çünkü İzmir’de bu tür sanat eylemlerini yaratacak sanatçı yetiştiren kurumlar var da, sanatçıları bir araya getirecek kurumlar yok. Ne bir belediye, ne bir özel girişimci öne atılıp da İzmir’in adıyla bütünleşecek bir sanat topluluğu yaratma eğiliminde görünüyor.
Var bir yerde bir yanlışlık. Havada mı, suda mı? Yoksa İzmir Körfezi’nin seyrine doyum olmayan o gün batımında güneşin batışı mı oyalayıp duruyor bizi!
Yine kurcalayıp duralım bakalım bu konuyu, ola ki bir yerlerde buluruz kendimizi uyuyup kalmışlığımızla.
İçi boş kutular (3)
“Paris” deyince aklınıza ne gelir? Ola ki Eyfel Kulesi, ya da Luvr Müzesi. “Opera” da pek görkemli bir yapıdır III. Napolyon’dan beri. Bizim kuşağımızdakilerde Paris adı, daha çok bir sanat kenti tadı bırakmıştır.
Londra, başta “Royal National Theatre” olmak üzere, tiyatrolara tutkundur sanki. “New York” adı Broadway’le eş anlamlıdır neredeyse. “Milano”yu düşününce “La Scala” önünüze dikiliverir, 1778′den bu yana.
Ankara’nın sanat atakları, önünde Atatürk Heykeli olan Türkocağı’nda başlamış, halkın “Opera” dediği Büyük Tiyatro’da yoğunlaşıp kente yayılmıştır. İstanbul’da Atatürk Kültür Merkezi, Taksim’in en seçkin yerinde. İçi boşaltılmış olsa da, dışı duruyor ya.
Ya “İzmir” deyince aklınıza ne gelir? Saat Kulesi mi, Kordon Boyu mu?
“İzmir” adıyla sanatın kaynaştığı bir “yapı” söyleyebilir misiniz?
BİR İLK: AKM
“Atatürk Kültür Merkezi”… Yanıbaşında Devlet Resim ve Heykel Müzesi ile birlikte İzmir’in sanat onurunu yüceltecek ilk yapı. Yıl 1980. O güne kadar İzmir, “eylemli” sanat yolunda Elhamra Sineması ve Konak’taki DT binasıyla “idare” etmiştir.
AKM, ara duvar-perdesi açılınca izleyicileri iki yanda, sahneleri komşu iki salonlu, duvarı kapatılınca iki ayrı tiyatro olarak tasarlanmıştı; ayrıca daha küçük bir tiyatrosu daha vardı.
Ve sonuç ne oldu?
Ana yapısıyla “tiyatro” diye tasarlanmış olan sahnelerin tiyatro-opera temsillerine elverişli olmadığı ortaya çıktı. Tavan yüksekliği yetersizdi. Sahne gerisiyle birlikte sanatçıların varlığı düşünülmemişti. Temsil sanatlarının temel desteği olan dekor, giysi gibi donanımların yapılacağı atelyelere yer verilmemişti. Komşu sahnelerin bir arada kullanılamayacağı anlaşılınca da, araya tam bir duvar örülerek iki tiyatro birbirinden ayrıldı. Hele salonların üst kata yapılmış olması, dünyadaki tiyatro yapı anlayışına ters düşüyordu.
DIŞI ANIT OLSA DA
“Tiyatro” olarak tasarlanıp da perde açmaya elverişli olmayan, ülkemizdeki sayısız örneklerden biridir AKM. Dışı bir “anıt” gibi durur da, içi “ağıt” yakar sanki böylesi yapılar.
Kurşunu var, atacak tüfeği paslanmış gibi, diyelim İzmir’in kendi kaynağında kültür ve sanat üretkenliği yere göğe sığmıyor, ya nasıl sığacak sanatın kendisiyle uyumsuz yapılara!
“Sayısız örnek” dedim, ötekileri de gelecek yazılarda görelim.
İçi boş kutular (4)
“538 koltuk kapasiteli büyük salonumuz, gerek panelistler gerek sanatçılar açısından unutulmayacak anılara şahitlik etmeyi bekliyor. Klimatik havalandırma sistemi, akustik mimari yapısı, etkileyici ışık donanımı, ortopedik rahatlıkta koltukları ile konforlu bir ortama sahip olan 123 kişilik küçük salonumuz, büyük salonumuzun sizlere vereceği rahatlığı aratmayacak şekilde dizayn edilmiştir.”
Bir web sitesinden alındı bu “parlak” ve “davetkâr” sözcükler. Ne anladınız?
Herhalde çok açık. İki salonlu bir yapı var, “işletmeci” bu salonlarda etkinlik yapacak panalist ve sanatçı bekliyor; “ortopedik rahatlıkta koltukları ile konforlu” bir ortamda “unutulmayacak anılara şahitlik etmeleri” için. Tabii, günlük kirasını ödeyerek.
Yukarıdaki sözcükler Dokuz Eylül Üniversitesi’ nin internetteki “deu.edu.tr/sabancik ultur” adresinden alınmıştır; söz konusu yapı ise, Atatürk Kültür Merkezi’nden sonra İzmir’in adını yüceltecek diye düşünülen Sabancı Kültür Sarayı’dır.
Düşünelim, sunumu böyle bir yaklaşımın İzmir’in kendi kaynağında kültür ve sanat üretkenliğini yüreklendirdiğ ini söyleyebilir misiniz?
TARİHİNE ALÇAKGÖNÜLLÜ BİR NOT
Önce Sabancı Kültür Sarayı’nın tarihine not düşelim:
1991 yılı. Kutlu Aktaş İzmir Valisi. Ben de İzmir Devlet Tiyatrosu Müdürü’yüm, sayın Vali’nin de “mülkiyeli abisi”yim. Kutlu Aktaş, valilik yaptığı illerde olduğu gibi İzmir’e de bir “eser” kazandırmak istiyor. Sabancı Vakfı’nın katkısıyla bir kültür-sanat merkezi inşa etmek Aktaş’ın İzmir’deki ilk ataklarından biri. Sayın Vali, Sanat Merkezi’nin İzmir Devlet Tiyatrosu Konak Sahnesi’ne komşu araziye inşa edilmesi kesinleşince bize sevindirici haberi verdi:
“Size Balkanlar’ın en büyük, en modern tiyatrosunu yapıyoruz.”
Gerçekten de başlangıçta, şimdi çift yönlü ara yol olan yandaki araziyi Büyükşehir Belediyesi’nin bağışlayacağı varsayılarak Sabancı Kültür Sarayı, Balkanlar’ın çok amaçlı, en büyük tiyatrosu olarak tasarlanmıştı. Belediye Başkanlığı arazi tahsisini yapmayınca tasarı, bugün gerçekleşen “daha küçük” durumuna dönüştü; İzmir de anıtsal bir sanat yapısına kavuşma fırsatını kaçırmış oldu.
VE NE OLDU
İnşaat, Konak Tiyatrosu’nun yan bahçesi neredeyse işgal edilerek yürütüldü. Vali Aktaş’ın yüreklendirici sözleriyle İzmir Devlet Tiyatrosu olarak içinde temsiller vereceğimizi düşlerken Sabancı Kültür Sarayı “tiyatro olmak” açısından tasarımında aksaklıklar taşıyacağı kaygısıyla görüştüğüm o zamanki Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü’nün neredeyse beni azarladığını anımsıyorum.
Sonunda yine İzmir Devlet Tiyatrosu’na geldiler: İnşaat bitmiş, dekorların taşınması için asansör yeri açmayı unutmuşlardı; trafo merkezi için yer ayırmamışlardı. Yan duvara genişce bir asansör boşluğu açıldı, trafoyu da İzmir Devlet Tiyatrosu’nun yan bahçesine kurdular. Bugün İzmir Devlet Tiyatrosu, Sabancı Kültür Sarayı’nda temsil verebilir mi derseniz? Her tiyatro gibi günlük kirayı öder ve sıraya girerse, neden olmasın!
Tarihe bir not düşelim derken Sabancı Kültür Sarayı’nın bugün düştüğü durum üzerinde durmaya yer kalmadı. Bir sonraki yazıda Sabancı Kültür Sarayı’nın içi nasıl doluyor, görelim.
________________________________________
İçi boş kutular (5)
İzmir’de birer sanat yuvası olmaları düşüncesiyle yola çıkılıp da devlet kaynaklarının önemli desteğiyle inşa edilen üç anıt yapı: Atatürk Kültür Merkezi, Sabancı Kültür Sarayı, Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi.
Sabancı Kültür Sarayı, ülkenin bilim gözdelerinden biri sayılan İzmir adıyla kaynaşmış Dokuz Eylül Üniversitesi’ nin mülkiyetinde ve yönetiminde.
Konak’ın orta yerinde, biri 12′ye 16 metrelik geniş sahnesiyle her türlü gösteriye elverişli 538 seyirci, öteki 75 metrekarelik sahnesiyle 123 seyirci alabilen iki
tiyatrolu çağdaş bir yapı.
Sorsak mı acaba?
Sabancı Kültür Sarayı’nda, 20 yıla yakın süre içinde, İzmir’in kendi kaynağında kültür ve sanat üretkenliğini yüreklendirme adına neler gerçekleşmiştir?
BOŞ GEÇEN YILLAR
Yapımında öncülüğü ve büyük katkısı olan İzmir Valisi Kutlu Aktaş’ın İstanbul’a vali oluşuyla, başlangıçta haftanın yarı süresince kullanacağı tasarlanan İzmir
Devlet Tiyatrosu devre dışı bırakılınca Saray da, sahne ve salonları kiralayacak kuruluşları bekler oldu.
Geride kalan yıllar içinde özel okulların yıl sonu temsilleri, çocukların bale gösterileri, İzmir Devlet Tiyatrosu’nun dağınık birkaç temsili Saray’ın büyük sahnesinde görünmüştü. Küçük tiyatro ise bir ara özel bir dans okuluna kiralanmış, boş kaldığı sürece neredeyse bir depo olarak kullanılıyordu. Saray, geniş girişiyle daha çok dinsel ağırlıklı kitaplar basan yayınevlerinin sergi yeri de oldu bir süre. Saray’ın günleri daha çok “iş tanıtım toplantıları”, sempozyumlar, sergiler, film gösterimleriyle geçip gitti.
Sabancı Kültür Sarayı’nın yapılış amacına uygun kullanımı son yıllarda gerçekleşebilmiş tir. O da İstanbul’dan gelen tiyatroların artık Atatürk Kültür Merkezi’ni tercih etmemeleri yüzünden. Küçük tiyatro da bu yıl özel bir tiyatronun sürekli temsilleriyle bir kullanım alanı bulmuş oldu sonunda.
Soru yine karşımıza çıktı: Sabancı Kültür Sarayı, geçip gitmiş yılları unutsak da, son yıllarda olsun, İzmir’in kendi kaynağında kültür ve sanat üretkenliğini yüreklendirme adına varlığıyla katkısı ne oldu?
TAHTA BARAKADAN SARAY’A
Bu yazıdan, öteki yazılar gibi, ne Atatürk Kültür Merkezi ne de Sabancı Kültür Sarayı’nın kötü yönetildiği anlamı çıkmasın. Çünkü birer bilim kurumu olan Ege ve Dokuz Eylül üniversitelerinden beklenen, bu anıt yapılardaki tiyatro salonlarının işletmeciliğini yapmak değildir.
Sanatsal üretime sahne olsun diye tasarlanmış yapılar, sanat üretecek kuruluşlara ya da oluşumlara ayrılmadığı sürece sonuç değişmeyecektir. Dar salonlarda, elverişsiz sahnelerde yıllarca soluk almakta zorlanan Devlet Tiyatrosu’nun yararlanmasına kapatılmasıyla ya da Elhamra’ya hapsedilmiş Devlet Opera ve Balesi’nin atacağı adımlara sırt çevirmekle Sabancı Kültür Sarayı’nın yazgısı çizilmiş oldu.
Hele anımsarsak, bugün Saray’ın kapladığı alanda tahta barakalarda eğitim veren Konservatuvarı ! Tahta barakalardan Saray’a geçmiş olmakla İzmir’in kendi kaynağında kültür ve sanat üretkenliği çok mu arttı acaba?
________________________________________
İçi boş kutular (6)
ALTINCISI olmuş “İçi boş kutular” diye sürdürdüğüm haftalık yazıların.
Daha da sürecek korkarım, çünkü sırada büyükşehir ile ilçe belediyelerin sanatsal üretimle ilişkili “özenle” inşa ettikleri yapılar var.
Niye “İçi boş kutular” diye niteledim onca güzel yapıyı; kavram karışıklığına uğramasın, anımsatayım yine.
ÜÇ KENT İÇİNDE
İzmir, Türkiye’nin her alanda başı çeken en gelişmiş üç kentinden biridir. İstanbul tarihinden gelen, yüzyıllardır süren üstünlüğünün “ilk” oluşunu elinde tutar.
Ankara, Cumhuriyet’in yarattığı, Atatürk düşüncesinin özenle yerleştirilip geliştirildiği, “başkent” olmanın öncelikleriyle güçlenmiştir.
Ya İzmir?
Geçmişiyle İstanbul’dan pek geri kalmış sayılmaz İzmir. Cumhuriyet öncesi Osmanlı yurttaşı azınlıkların öncülüğünde tiyatroyla da operayla da tanışmıştır. Yöresi,
Efes gibi sanatın varlığını tarihin derinliklerinden bugünün insanın yüzüne vururcasına duran kalıntılarla doludur.
Bağımsızlık Savaşı’nın sanatla ilişkisi yokmuş gibi görünse de, İzmir o savaşta düşmanın kovulup atıldığı ve Büyük Zafer’in gerçekleştiği son noktadır. Bu gerçek
İzmir’in başında bir “taç” gibi durduğuna göre, neden devrimci yapılanma sürecinde kültür ve sanat alanında da kendine yer edinememiş olsun! Ankara Türkiye’nin başkenti ise, neden İzmir özgürlük kavgasının başkenti değildir? Buradan kaynaklanacak bir değerle beslenmesi beklenirken, neden İzmir kültür-sanat kaynağında kurumaya yüz tutmuştur?
Ve İzmir kenti, halkıyla “geriye sırt çevriren”, “çağdaş olma” inancını sürdürmekte ne denli dirençli olduğunu her seçimde gösterir.
Ve yine İzmir, sürekli sanatçı üretip İstanbul’a ihraç eden bir verimli kaynaktır.
Daha ne olsun!
NEDEN, NEDEN, NEDEN!
Öyleyse neden İzmir, güzellikler adına Körfez’de günbatımı ile ya da Kordon’unda balık yenen bir kent diye akla gelir hemen?
Niye kendi kaynağında üretilmiş bir sanat atılımı ile gündeme oturmaz bir türlü İzmir?
Dedim ya, kültür ve sanat etkinliklerine “mekan” olacak yer açısından İzmir’den daha zengin kent neredeyse yoktur ülkemizde. Ve sonuç: O mekanlarda oturmaya “ev sahibi”nin gücü yetmez, sürekli değişen “kiracı”larla İzmir, Osmanlı yurttaşı azınlıkların yaptıklarını çağrıştırır gibi, “taşıma suyla” sanatın soluğunu koklar, kendi öz kaynağıyla “içi boş kutular”ı doldurup taşıracak yerde.
Bir de bakalım içiçe yakın ilçelerde neler var? Ve dahası, neden?..”(1)
________________________________________
(1) http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=11971454&yazarid=278&tarih=2009-06-30