Sn. Hilmi Özkök’ün Fikirlerinden…Sanat Alanına Mesajlarım… Y.Doç.Dr. Göktan Ay


Toplam Okunma: 3102 | En Son Okunma: 23.11.2024 - 12:46
Kategori: Fikir Yazıları

Unutmayalım ki, orkestra, özellikleri farklı her çalgıdan oluşur ve kendisine verilen görevleri/partiyi gerektiği gibi yerine getirirse başarılı olmaktadır. İyi bir şef olmak önemlidir, Bunun da atanma/görevlendirme ile ilgisi yoktur… Bu konu ile ilgili olarak ne kadar okunsa da, uygulama ile; deneme, bilinçli olma, üyelere seviyeli yaklaşmanın, haklarını korumanın önemli bir gösterge olduğunu yıllarca idarecilik yapmış bir kişi olarak biliyorum…

Sn. Hilmi Özkök’ün Fikirlerinden…Sanat Alanına Mesajlarım… Y.Doç.Dr. Göktan Ay

“En iyi liderler kendilerini izleyen kişilere varlığını hissettirmeyenlerdir.
Öyle ki görev yerine getirildiğinde, o kişiler “Bunu kendi başımıza yaptık” derler…. Lao Tzu

Son günlerde, politik ve askeri alanda bir normalleşmeden bahsediliyor. Komutanların artık masaya yumruk vurmadığı, eskiden hayal edilemeyecek sözler söyledikleri yazılıyor. Bu arada Sayın Hilmi Özkök’ten birkaç cümleler aktarılıyor:

“Biz askerler olarak kendimizi her konuyu en iyi bilenlerden saymıyoruz.”
“Ben demokrat bir kişiyim, bununla iftihar ediyorum!”
“Türk Silahlı Kuvvetleri, TBMM’nin ordusudur.”
“Çok aykırı fikirlerle karşılaşabilirsiniz, hele bu fikirlere ‘vatan haini bir düşünce’ gibi çok iddialı bir önyargı ile yaklaşırsanız, fikirlerden istifade marjını daha başlangıçta sıfırlamış olursunuz. Asimetri yaratacak fikirlerden ürkmeyiniz.“
“Türkiye birinci sınıf bir devlettir. Biz masaya yumruk değil, aklımızı, beynimizi koyarız.”

Sn. Özkök’ün bu düşüncelerini okuyunca, sanat alanına uyarlamak geçti içimden. Çünkü, bu satırların yazarı da, diğer çalışmalar dışında 220’nin üstünde yazı yazarak alanla ilgili düşüncelerini açıklıyor. Biz yazılarımızda kişi ve kurumları değil, ülke genelini ele alıyoruz, buradan ders çıkaranlar olursa seviniyoruz.

Yazılarımızı çoğu arkadaşımız okuyor, -basından da takip edildiğimizi gelen mesajlardan, makalelerden anlıyoruz - bir kısmı, görüşlerini bildiriyor, paylaşımda bulunuyor. Belki bir kısımda beğenmiyor/kızıyor olabilir…

1975 yılında Konservatuarda eğitime başladıktan 2 sene sonra yazılar yazmaya başladım ve hatta ilk “sanata çağrı” adlı dergiyi çıkardım. Dolayısı ile 30 yılı aşkın yazıyorum/araştırıyorum/üretiyorum. Bu vesileyle, özeleştiri yaparak görüşlerimizi tekrar netleştirelim. Her alanda “en güzeli kişi/kurum olarak; etik olmak, açıklık ve şeffaflıktır.” Bu bilinçle yaşantımızda;sağduyulu, gerçekçi ve objektif olmaya çalışıyoruz.

Bir sanatçı/akademisyen olarak kendimizi her konuyu en iyi bilenlerden saymıyoruz. Ancak, konular üzerinde daha fazla düşündüğümüz, değişik kurumlarda görevli kişilerle/çok geniş kitlelerle paylaşımda bulunduğumuz, çok araştırıp okuduğumuz, kişilerin değil kurumların gelişmesinden yana olduğumuz için-kişisel beklentimiz olmadığından- sağlıklı sonuçlara daha çabuk ulaştığımızı düşünüyoruz.

Fikirlerimizi beğenmeyenlerin yazı yazarak görüşlerini belirtmelerini, yanlışların/katkıların aynı yollarla düzeltilmesini bekliyoruz. Yeni kurulan/kurulacak sanat kuruluşlarının eski yanlışlarla zaman geçirmesini/tekrara girmesini istemiyoruz… Sanat alanında görev yapanların yazmalarını/araştırmalarını teşvik etmek istiyoruz.

Alandaki akademisyenlerin ortak birçok konuda birlikte düşünmelerini/savunmalarını/uygulamalarını arzu ediyoruz…2009 Türkiyesi’nde, kurumlar arası ortak çalışmalar/araştırmalar/festivaller -1994’lü yıllarda Konservatuarlar Şenliği İTÜ, Ege ve Gaziantep Türk Müziği Devlet Konservatuarları desteğiyle tarafımızdan düzenlenmişti- yapılmasını istiyoruz

Ben de; sosyal, demokrat, hukuk kurallarına saygılı bir kişiyim, bununla iftihar ediyorum! Her görüşü dinlemeye, değerlendirmeye önem veriyorum. Her yazımda birlik/beraberlik/paylaşım/üretim üzerinde duruyorum. Yazan/üreten/ paylaşan kişilere daha fazla saygı duyuyorum.. Sanatçıların siyasi görüşleri çerçevesinde icraat yapmasına, evet efendimci kadrolar kurmasına, birilerini ötekileştirmesine, bu şekilde “ sanatta kaliteden” ödün verilmesine karşı duruyorum.*

Diğer kurumlar gibi, sanat kurumları da şahısların değil, Cumhuriyet Türkiyesi’nin “en önde gelmesi” gereken kurumlarıdırlar. Burada asıl olan amaçlara göre hizmet/icraatlar/yapılanlardır. Atanan veya seçilen yönetimlere saygılı olunmasını, fırsat verilmesini doğru buluyorum…

Çalışmalarımda çok aykırı kişilerle/fikirlerle karşılaştığımda, bu fikirlere ‘vatan haini bir düşünce, çok yanlış bir düşünce”, “bize karşı zaten” gibi önyargı ile yaklaşmıyorum, fikirlerden istifade marjını daha başlangıçta sıfırlamıyorum. Aykırı fikirlerin, tabi efendim!/doğru düşünüyorsunuz! fikirlerinden çok daha yararlı olacağına, “hata yapma” oranını en aza indirgeyeceğine inanıyorum. Bu konu ile ilgili çok yararlı kaynak kitapları, okunması için tavsiye ediyorum…

Unutmayalım ki, orkestra, özellikleri farklı her çalgıdan oluşur ve kendisine verilen görevleri/partiyi gerektiği gibi yerine getirirse başarılı olmaktadır. İyi bir şef olmak önemlidir, Bunun da atanma/görevlendirme ile ilgisi yoktur… Bu konu ile ilgili olarak ne kadar okunsa da, uygulama ile; deneme, bilinçli olma, üyelere seviyeli yaklaşmanın, haklarını korumanın önemli bir gösterge olduğunu yıllarca idarecilik yapmış bir kişi olarak biliyorum…

Önemli olanın makamlara gelen kişilerin/üstlerin “masaya yumruk vurarak/bağırarak/yukardan bakarak değil, üretmek için ortaya aklı/ beyni koyabilmesi olduğunu - tecrübelerimden- biliyorum.

Akademisyenlerin, bulundukları yöre insanları ve ihtiyaçları ile ilgilenmesini, bilimin öncülüğünü/çözücülüğünü/saygınlığını anlatabilmesini diliyorum…

“Eğitim tarihimizin belli aşamaları var: Tanzimat Rüştiye’lere, Abdülhamid İdadi’lere, Meşrutiyet Darülfünun’a ağırlık verdi.
Atatürk-İnönü döneminin önceliği ilköğretimin ve okuryazarlığın yaygınlaştırılması oldu. Başarılı sonuçlar alındı. Yükseköğretim konusunda ise, tablo, Şevket Süreyya’nın deyimiyle “Üniversiteye yöneliş: Büyük bir karar ve küçük bir sonuç”tur.
İlköğretimdeki başarı, 1950’den itibaren liselerin yaygınlaşmasına zemin hazırladı. On yılda dört tane de üniversite açıldı. İzleyen yıllarda okul ve öğrenci sayıları hızla arttı.
Türkiye’de bugün her kademede eğitim son derece ‘yaygın’ hale gelmiştir.
Bugün sorunumuz artık “kalite”dir!
Kalite ‘yukarıdan aşağı’ya gelişir: Önce üniversitenin kalitesi!
Akademik kariyer özendirilmeli, yurtdışına daha çok öğrenci gönderilmeli, kaliteli üniversitelerde daha çok yüksek lisans yapılması için devlet özel destek vermeli…
Daha iyi profesör, daha iyi öğretmen… Bugün bize lazım olan bu.
Daha iyi öğrenciyi onlar yetiştirecek.”**

Sanat kurumları halka açılmanın, halkın ilgisini çekmenin en doğal yollarıdır. Bakanlarımızın, Rektörlerimizin, sanat kurumlarına “öğrenci sayısı”, “korist”, “dansçı”, “orkestra elemanı” hesabı ile bakmamasını, onların görüşlerine değer vermesini, “ihtiyaca göre donanımları” ile kurumların açılması için gereken desteği vermesini bekliyorum…

Çok yoğun gündemleri olan Bakanlarımızı, Rektörlerimizi doğru kararlara kanalize etmenin de sanat kurumlarını yöneten Genel Müdürlere, Dekanlara, Müdürlere idarecilerimize düştüğüne inanıyorum…

Unutmayalım ki; toplu kalkınma ancak, birlikte yaşamakla ve başarmakla mümkün olacaktır.
____________________________________________

* Musikidergisi’ndeki bir yazıda, (Atasoy, Orcan; Kültür Bakanlığı sanatçıları ve teşvik…14.07.2007) Kültür Bakanlığınca görev verilen bir arkadaşımızın ilk işinin teşvik ikramiyelerini nasıl kısarım çalışması üzerine olduğunu okudum. Acil olan “ “sanatçıların emeklilik hakları için göstergelerin yükseltilmesi” değil midir?

**Akyol, Taha; Katsayı ve eğitim, Milliyet Gazetesi, 23.07.200




Hoşgeldiniz