Hocamız Prof. Ayhan Turan’ın Ardından… Göktan Ay


Toplam Okunma: 3276 | En Son Okunma: 25.11.2024 - 15:40
Kategori: Değerlerimiz

Kendisini 34 yıl önce, konservatuara ilk girdiğim günlerde tanımıştım. Özel bir “keman öğretimi sistemi” uyguluyor, okulla/sanatla ilgili Dünya gazetesinde yazılar yazıyordu. Öğrencileri kendi seçiyor, zaman sınır bilmeden sürekli onlarla meşgul oluyordu. Odası; iki bölümlü, her zaman temiz, televizyonu, buzdolabı, öğrencilerin kendilerini çalarken görecekleri aynası olan, koltukları-perdeleri ile farklı bir odaydı. İlk öğrencileri Cihat Aşkın, Hakan Şensoy …  gerçekten kısa bir zaman diliminde kendilerini ön plana çıkarmışlardı. Konserlerde hep Mehru hanım eşliğinde icra ediyorlardı…

Tabiî ki Türk müziği eğitimi vermek üzere olan konservatuarda, batı tarzındaki bu öncelik bir çok öğretim elemanının da hoşuna gitmiyordu. Görüşe göre, bu eğitimden geçenler, ne kadar Türk müziği eseri çalsalar da, elleri alışmadığı için, baskılarda sorun yaşanıyor ve Türk müziği üslubunu veremiyorlardı.

Ayhan Hoca, aldığı talebeyi bırakmıyor, mezun oluncaya kadar kendinde saklıyordu, bu da diğer hocalara karşı bir üstünlük ortaya çıkarıyordu. Çünkü, sisteme göre keman öğrencileri ilk 2 sene batı eğitimi alacak, sonra 2 sene Türk müziği keman eğitimine geçeceklerdi ve diğer hocalarda bunu böyle uyguluyorlardı. Ayrıca, Ayhan bey, öğrencisini kendisi seçiyor, diğerleri bu haktan yararlanamıyorlardı. Bu tartışmalar fazla alevlenmeden ara sıra gündeme getiriliyor, ancak bir şey değişmiyordu…

Bizler bunları dinliyor, akılımızın köşelerine not ediyorduk doğal olarak. Yıllar geçti, ünvanlar verilmeye başlandı, Ayhan Bey Prof. olarak atandı, ancak Türk müziği hocaları Doç. olarak kaldılar. Bunun üzerine Sn.Yavaşça onurlu bir davranış göstererek, bunca çalışmaların karşılığı değil diyerek, görevinden istifa etti. Unvan konusu, eşit ve hak ile verilmediğinden, konservatuarlarda ve müzik bölümlerinde bir kırılmayı da beraberinde getirdi. Yasadaki ünvanlara göre görevlendirmeler değişmeye başladı.

Ayhan bey, Prof. olunca, Çalgı Eğitimi Bölümü Başkanlığı gündeme geldi. Ancak, çok önemli görünen bu bölümün, aynı çizgide yürümesi, batıya doğru kaymaması gerekiyordu. Bu aşamada, onun yanlış yapacağı! durumlarda engellemek veya ikna etmek amacı ile tarafımla görüşülerek ( o zaman THO Ana sanat Dalı Başkanıydım) iki bölümde görev alabilmem için karar alındı. Benim için elbette zor olan bir durumdu, 2 bölümde görev almak ve de çok yakından tanımadığım birisi ile çalışmak. Ayhan Bey ile yaptığımız görüşmede; onun farklı işler düşünmediğini, eğitimin kalitesini yükseltmekten başka bir şey düşünmediğini, çalgı bölümünü “kolej” gibi yapma fikrini anlayınca evet dedim.

Çalışmalara hızla başladık. Aile birliği ve velilerle birleşerek, bağışlar toplayarak, yemekler yaparak, kısa zamanda önemli işler yaptık; önce hapishane-hastane renginden kurtardık, merdivenleri kaplama yaptırdık, sınıflara ergonomik sıra ve masalar aldırdık, kantini hizmete soktuk, halk oyunları salonu, soyunma odalarını yaptık, duvarlara tablolar astık, rehber öğretmen uygulaması başlattık, tuvaletleri elden geçirdik.

Bu arada Ayhan Bey’in teklifi ile “Konservatuar yönetim kurulu üyesi” olarak seçilmiş, bir sorumluluğu daha üstlenmiştim. Doç. Fikret Değerli başkanlığında; Doç. Can Etili, Prof. Selahaddin İçli, Prof. Ayhan Turan, Doç. Erol Deran ile önemli kararlara imza atmaktaydım. Her gün bir öğreti ile geçiyor, idarecilik, kanunlar, yasalar, yönetmelikler üzerine yeni bilgiler ediniyordum.

Daha sonra Konservatuar Müd. Yard. olduğumda mecburen diğer görevlerimi bıraktım, ancak Ayhan Bey’le olan irtibatım ve bölüme karşı desteklerim hep devam etti. Sn. Değerli’den sonra kendisini Müdürlüğe çok hazırlamıştı ancak, kısmet olmadı.

Kısaca, kendisini hep eğitime verdi. Çocukları çok severdi. Öğrencilerini ders dışında yalnız bırakmazdı. Bana sonsuz güveni vardı…Hep, “ne kadar kolay metot hazırlıyorlar, ben yıllardır keman metodu hazırlıyorum, hala bitiremedim” derdi. Son yıllarda metod konusunda gelişme sağlandı ve sona gelindi ise, konservatuarın ya da oğlunun bunu görev kabul etmesi gerekir diye düşüyorum.
Bir ay önce, Nişantaşı’nda karşılaşmıştım, gözlerinin içi güldü, “ne yapıyorsun, iyi misin?, gelsene, sohbet edelim” dedi. Gaflette bulunmuş, durumun bu kadar acil olduğunu anlayamamış, bir türlü zaman bulamamıştım!…Haberi alınca çok üzüldüm…

Başımız sağ olsun…

Her şey Sende Gizli

“Her şey sende gizli
Yer seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar canlısın
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğündür rengin…
Ne kadar yaşarsan yaşa, sevdiğin kadar ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun,
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın” Can Yücel




Hoşgeldiniz