Aramızdan Ayrılışının 5. Yılında Kâni Karaca… S.Z. Çavdaroğlu


Toplam Okunma: 4034 | En Son Okunma: 21.11.2024 - 02:21
Kategori: Değerlerimiz

Takvimlerin 29 Mayıs 2004’ ü gösterdiği gün, Hâfız Kâni Karaca 74 yıllık ömrünü tamamlıyor, fâni alêmden bekâ alemine giderken, geride musıkî ve tilâvet ile dolu dolu yaşanmış “hoş bir sadâ” bırakıyordu. Bugün (29 Mayıs 2009) ebediyete göçüşünün beşinci  yılı… Onu, henüz çocukluk dönemimde Radyolarda zaman zaman okuduğu Kur’an-ı Kerîm ve Mevlîd kıraatları ile tanımıştım…

Çocuk olarak edindiğim ilk izlenim, ses rengi, tiz ve pes perdelerde takip ettiği inanılmaz yumuşak seyirin, o güne kadar dinlediğim hiçbir hâfıza benzemediği yolunda idi.

Aradan uzun yıllar geçti, bilinçli bir musıkî heveskârı olduğum yıllarda, onun hâfızlığı kadar muhteşem bir “ hânende”lik vasfına da sahip olduğunu öğrendim. Geçmiş zamanların kâr, kârçe, beste, semâi gibi formlarının bestelerini de, aynen dinî musıkîdekiler olduğu gibi, ilâhî bir anlayışla yorumluyordu.

“…Siyah gözlükleriyle yer etmişti zihnimizde. Dolaştığı perdeleri kusursuz basan davudî sesi, İstanbul ağzıyla ve makamdan makama geçerek okuduğu Kur’an’lar, Mevlid’ lerle hafızlığı sanat neşesiyle icra eden kuşağın son temsilcilerindendi. Türk musikisinin, icra edecek babayiğit kalmadığı için unutulmaya yüz tutan en zorlu eserleri zihninde kayıtlıydı…
…Karaca’ nın kabiliyetini keşfeden ilkokul öğretmeni, hafız yapmak için halasından izin alır. Kani Karaca, köyün imamı Ali Rıza Efendi’ den hıfzını bitirir ve 9 yaşında hafızlık icazetini Adana’ da alır…
…Hafız Saadettin Kaynak’ tan dört yıl kadar solfej, üslup ve tavır bilgileri öğrenir. Saadettin Kaynak genç öğrencisinin kabiliyetinden ve azminden çok emindir. ‘Ben onu öyle bir yetiştireceğim ki, bütün dünya tanıyacak’ der ve hayatının sonuna kadar da onunla özel olarak ilgilenir….”(1)

Bir çok musikîşinasın “asrın sesi”olarak da nitelendirdiği Karaca, musikideki şöhretini , daha ziyade Tasavvuf Musıkîsi’nin camii musıkîsi formuna borçludur. Özellikle Kur’an tilâveti ve ezan okuyuşlarında ki emsalsiz yorumuna her halde uzun yıllar hiç kimse tarafından ulaşılamayacaktır.

“… ‘Cennetten gelen ses` diyordu Avrupalı rahipler ondan için. Kâni Karaca` ydı bahsettikleri kişi. Onun ` nasıl anlatsam bilmem ki` dedirten sesi içindi bu övgülü söyleyiş. Şimdi Kalan Müzik` ten çıkan Mevlana, Dede Efendi (Saba Ayini) isimli albümünü dinlerken yaşadığım huşû, yıllar önce hangi gazete ya da dergide okuduğumu unuttuğum bu ifadeleri hatırlattı bana. Kâni Karaca` nın sesi `Cennet` ten gelen ses` olarak tanımlanıyordu. Haklıydı rahip. `Neye göre haklıydı` ya, `ispat vasıtası nedir` e gelince, kalbiniz derim, gönlünüz derim. Baş kulaklarımızla değil, kalp kulaklarımızla, gönül kulaklarımızla duymaya çalışırsak her zaman o kulaklar bizi doğruya ve doğru olan güzele götürür….”(2)

Ülkemizde ”Ezan nasıl okunmalı?” sorusu gündemimizi sürekli meşgul ederken, Kani Karaca üstad , 2002’ de çıkardığı “ Aşk ile…” isimli albümle tartışmalara son noktayı koyar. Bu albümde okuduğu hicaz, sabâ, uşşak makamlarından ezan ve salatlar, bütün imam ve müezzinlerimiz için uygulamalı bir ders niteliğindedir.

Hocalarından birisi de Sadeddin Kaynaktır. Hocası, Karaca’ ya büyük ilgi gösterir. O kadar ki, Karaca` nın yakın arkadaşı Emin Işık’ ın naklettiği bir anekdota göre Saadettin Kaynak’ ın çevresindeki kişilere, “Kâni`ye söylemeyin ama, Kâni, Dede ile mukayese edilemeyecek kadar yukarıdadır…” diye büyük iddia taşıyan bir tesbitte bulunmuştur.

Sadeddin Kaynak ile meşk ettiği yıllarda, hocasının evinde Saadettin Heper ile tanışır. Başta Mevlevî Ayinleri olmak üzere , tasavvuf musıkisinin hemen hemen bütün formlarındaki eserlerini onunla geçer ve bu sahada da emsalsiz bir icracı olur.
Kendisinin ülke düzeyinde tanınmasını sağlayacak radyo emisyonlarına başlayışını ise, bir röportajında şöyle anlatır:

“… Hakkı Süha Bey vardı. Edebiyat hocası. Cuma akşamları fasıl meşkediyoruz. O da beni Tanburi Cemil’ in oğlu Mesut Cemil ile tanıştırdı . Radyoda Mesut Cemil’e gittik. “Bir şey oku” dedi bana Mesut Cemil. Hicaz makamında bir durak, güftesi Yunus Emre’ nin, bestesi de Hacı Arif Bey’ e ait, ‘Senin aşıkların kılmaz nazar firdevs-i âlâya’ diye bir eser. Mesut Cemil çok beğendi, duygulandı. Ve Sadettin Heper’ den meşkettiğim eserleri de okumamı istedi. TRT henüz teşekkül etmemişti. Yıl 1953. İstanbul Radyosu daha müstakil haldeydi. Radyoya başladım. Bir yandan derslere de devam ediyorum. Sonra Aralık aylarında Mevlevi ayinleri düzenlenirmiş. Merhum Sadi Hoşses ve birkaç arkadaşı organize edermiş. Konya Şahin Sineması’ nda yapılırmış. Hoşses naat okurmuş. Hocaya intikal ediyor ve Konya Belediyesi ile antlaşma yapılıyor. 1955 yılında bir aralık gününde hocam Sadettin Kaynak bana bir telgraf çekti ve acele Konya’ya gelmemi istedi naat okumam için…” (3)

Henüz üç aylık bir bebek iken, üvey annesinin döktüğü kezzap sonucu, kaybettiği gözlerine karşılık, Yüce Yaratıcı’ nın ona bahşettiği müthiş hafıza da, bu daldaki başarısında inkâr edilemez bir faktördür. En zor ve karmaşık besteleri bile en fazla iki kez dinlediğinde beynine nakşetmesi ,az bir avantaj olmasa gerektir.

“…1950’lerin sonları ile 1960’lı yıllarda İstanbul Radyosu’ndan yayımlanan programlarda Mesud Cemil, Cevdet Çağla, Vecihe Daryal, Yorgo Bacanos, Niyazi Sayın, Necdet Yaşar, Sadettin Heper gibi çok değerli saz sanatçılarının eşliğinde okuduğu çok seçkin eserler radyo tarihinin en üstün nitelikli programları arasındadır. Bu dizi radyo konserlerinde yer alan eserlerin hemen hemen hepsi ilk kez Karaca’nın yorumuyla seslendirilmiştir…” (4)

Özellikle ismiyle özdeşleşen“Naat-ı Mevlâna” nın hikâyesini kendi diliyle şöyle anlatıyor:

“…1955″te Konya”da Mevlevi ayinine başladık. Ben güftesi Mevlânâ Hazretlerine, bestesi de büyük bestekar Itri Dede Efendi’ ye ait olan Rast makamındaki Nat-ı Mevlânâ’ yı Kaynak hocadan meşk etmiştim. Saadettin Kaynak’ ın vefaatından sonra Saadettin Heper hoca ile Nat-ı Mevlânâ”yı tekrar (onun tabiri ile daha doğru şekliyle) meşk ettik…” (5)

Kaynak’ tan sonra Karaköy Yer altı Camii İmamı Ali Üsküdarlı ile Abdi Er Hoca‘nın rahle-i tedrisine oturur; özellikle Kur’an-ı Kerîm tilâvetindeki emsalsiz tavrını orada kazanır.

“… Şurası bir gerçektir ki Üsküdar ahâlisini bu kabil mânevî sohbetlere meylettiren etkenlerden biri de dinî mûsıkî idi. Bu, bir taraftan ‘Üsküdar Ağzı’ denilen Kur’ ân tilâvet tarzıyla, diğer taraftan da özellikle Ramazan’ da terâvih namazlarının ilâhilerle kılınmasına cevaz veren bir tutumla etkin olmaktaydı. ‘Üsküdar Ağzı’ nın en büyük hocası babamın da, Karaköy’deki Yeraltı Câmii’ nin baş imâmı Hâfız Ali Üsküdarlı’ nın (1885-1976) da hocası olmuş olan Nazîf Hoca Efendi imiş. ‘Üsküdar Ağzı’ na hâkim olan hâfızlar mûsıkîye fevkalâde vâkıf olarak yetiştirilirler ve Kur’ân kıraatinde hangi sûrenin, hattâ hangi âyetlerin hangi makamdan okunacağını bile öğrenirlermiş. Bugün ‘Üsküdar Ağzı’ nın iki mümtaz temsilcisinden biri Hâfız Kâni Karaca, diğeri ise Hâfız İlhan Tok hocalardır. İkisi de Hâfız Ali Üsküdarlı’ nın talebesidir…”(6)

Onun kusursuz icrasındaki müzikaliteyi, hafızasını, teorik bilgisini ve diğer hasletlerini ,değerli bir müzik araştırmacısının kaleminden :

“… Kâni Karaca Kur’ an okurken 500 yıllık Osmanlı-Türk musıkisi birikimini seferber ederdi…
…Bir daha öyle bir hâfız yetişirmi bu ülkede, bilemem ama (yetişir, diyebilmek çok çok zor… Makam ve usul bilgileri imrenilecek bir seviyedeydi…
…Makamları okadar iyi bilir ki, bir makamdan bambaşka olmayacak bir makama en tabii bir biçimde geçer. Doğaçlamalarında meyan içinde öyle yeni meyanlar açar ki, sözü beklenmedik yerlere götürür…
…Karaca’ nın doğaçlama olarak okuduğu şey saz eşliği gerektiren bir ‘gazel’ ise, gazele cevap verecek olan sâzendenin işi zordur; işini çok iyi bilen bir sâzendeyi bile yanıltabilecek makam geçkilerine, şedlere başvurabilir Karaca…
…Karaca camii musıkisi dışında,dinî musıkinin öteki kolu olan tekke musıkisinde Cumhuriyet dönemindeki en ünlü icracısıdır. Her birinin icrası 40-50 dakika süren o muazzam Mevlevi ayinlerini ezbere bilirdi…
….Itrî’nin ‘Naat-ı Mevlâna’sını bütün Türkiye, tam 50 yıl onun yorumundan dinledi. O kadar ki, başka hâfızlar naat’ı okumaktan kaçındılar. Bir eserin, hem çok ünlü bir eserin 50 yıl bir icracıyla özdeşleşmesi musıkîde nâdiren görülebilecek bir olgudur her halde…
…O, Münir Nurettin Selçuk’tan sonra yetişen büyük icracılar arasında müstesna bir yerdedir. Kâni Karaca son elli yılın Türk Musıkisi’nde bir hadise, bir fenomendir.” (7)
şeklinde okuyoruz.

28 Mayıs 2004’te vefat ettiğinde,maalesef konuya bigâne medyamız onun sanatçı kişiliğinden habersizse de, hakkını verenler de vardır :
“… Kâni Karaca`ya Allah rahmet etsin; bazı gazeteler ondan `mevlidhan` diye bahsedince şaşırdım ve üzüldüm. Ağacı yaprağıyla tarif etmek gibi bir şey bu. Kani Bey`e mevlidhanlık sıfatı az gelir; o yaşadığı müddet zarfında Türk musikisinin en büyük sesiydi; klasik teganni tarzının belki de yegane üstadıydı. Bazen kendisine refakat eden saz heyetiyle latifeleşmek istediğinde sesinin karar perdesini koma koma yedirerek bir başka perdeye vasıl olduğunu ve bir süre sonra sazendelerin `akordumuz bozuldu` diye icrayı bırakıp akort düzeltmeye yeltendiklerini anlatırlar ki sözü edilen perde göçürme hadisesi, ancak çok eğitimli ve kabiliyetli kulakların veya elektronik frekans ölçme aletlerinin fark edebildiği bir dar aralıkta cereyan etmektedir. `Kaybımız büyüktür` demek gereksiz; biz sadece müthiş bir hançereden değil, asrın en büyük kulağından ve musiki beyninden mahrum kaldık ve telafisi de yoktur…” (8)
20.yüzyılda,Geleneksel musıki ırmağının Alaeddin Yavaşca ve Bekir Sıdkı Sezgin ile birlikte üçüncü kolu da şüphesiz Kâni Karaca’ dır.

“….Kâni Karaca’nın müthiş sesinde,tavrında,üslûbunda bütün bir medeniyet gizli.Bu ses ve bu tavır ‘Türk Müslümanlığı’ derken, benim anlatmaya çalıştığım inanç, heyecan ve estetik dünyasını bütün incelikleri ve zenginlikleriyle yansıtıyor…”(9)
Erişilmez yorumculuğu yanında,yine kendisiyle yapılan aynı röportajda , besteleri olup olmadığı konusundaki bir soruya karşılık , verdiği cevapta , “Hal-i hazırda beş altı şarkım birkaç da ilâhim var.” (10) şeklinde cevaplammıştır.
Onun hakkındaki satırları,onun gibi hakkın rahmetine kavuşan Ali Ulvi Kurucu’nun “Hafız Kâni’yi Dinlerken” isimli “dörtlüğü” ile bitirelim:

Bu nurdan ses, gerilmiş ufka, bazen bir gümüş tüldür,
Ve bazen, âh- ü feryad eyleyen bir dertli bülbüldür!..
Yakar ateşli feryâdiyle, dem tuttukça eflaki,
Mezamîriyle coşmuş, Hazret”i Davud okur sanki! …

K A Y N A K Ç A :
(1)Abdullah YALVAÇ, ”Bülbül Sesli Hafıza Veda” Aksiyon Dergisi, 7 Haziran 2004, sayı: 496
(2) Zeren ÇELEBİ, “Cennetten Gelen Ses”, Millî Gazete, 11 Ağustos 2008
(3) İstanbul’daki Anadolu Gazetesi, 1 Mart 2001
(4) Abdullah YALVAÇ,”a.g.e”
(5) www.ozemre.com
(6) “turkmusikisi.com”,Bestekârlar
(7) Sadi Bülent AKSOY, ”Bir Harika Çocuk” Radikal Gazetesi-eki(Radikal-2) , 6 Haziran 2004
(8) A.Turan ALKAN, “ Göçtü Kervan, Kaldık Dağlar Başında”, Zaman Gazetesi, 2 Haziran 2004
(9) Beşir AYVAZOĞLU, ”Kâni Karaca’yı Dinlerken…”, Zaman Gazetesi, 14 Temmuz 2002
(10) İstanbul’daki Anadolu Gazetesi, 1 Mart 2001




Hoşgeldiniz